Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola bulamızacaktık. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya,RahmetenlilaleminHz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyi ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşler ile ğaib olan ve bu hutbeleri okuyan herkesin üzerine olsun
HAZRETİ İSA’NIN KURTULUŞ MESAJI
Kur’an Hazreti İsanın İsrail oğulları için getirmiş olduğu mesajı Ali imran suresi 50.51. ayetlerde kısaca şöyle dile getirmektedir.
- وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذٖي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُونِ
- اِنَّ اللّٰهَ رَبّٖي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُؕ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقٖيمٌ
Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınmış olanların bir kısmının sizin için helâl olduğunu bildireyim diye gönderildim ve size rabbimden bir mûcize getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
Kuşkusuz Allah benim de rabbimdir, sizin de rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte doğru olan yol budur.”
Hz. Îsâ’nın kendisinden önceki ilâhî bildirimlerin hak olduğunu onaylayacağı, dolayısıyla tevhid inancının yerleşmesi için Allah tarafından görevlendirilen peygamber dizisinin bir halkasını teşkil edeceği, bununla birlikte onun getireceği şeriatın pratiğinde öncekine göre farklılıklar bulunmasına bir engel de bulunmadığı bildirilmektedir. Din Allah indinde birdır. Fıkıh ve şeriatın teferruatında farklılıklar olabilir. Hz. Îsâ’nın artık helâl olduğunu bildirdiği hususlar, müfessirlerin çoğuna göre, İsrâiloğulları’nın yanlış tutumları sebebiyle kendilerine yasaklanmış olan bazı gıdalardır. Cumartesi günü çalışma yasağının da bu kapsamda olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Bazı tefsir kaynaklarında Hz. Îsâ’nın helâl olduğunu bildirdiği hususların, Hz. Mûsâ’dan sonra yahudi din adamları tarafından konan yasaklarla ilgili olduğu belirtilir En‘âm 6/146).
Hz. Îsâ’nın kavmine söyleyeceği “Bana da itaat edin” sözünün öncesinde “Allah’a karşı gelmekten sakının” ifadesinin, sonrasında da “Kuşkusuz Allah benim de rabbim sizin de rabbiniz; öyleyse O’na kulluk edin, işte doğru olan yol budur” uyarısının yer alması göstermektedir ki, Hz. Îsâ kendine itaati asla kendi iradesinin kutsallığı anlamında takdim etmeyecek, aksine “kul” özelliğini ön plana çıkaracak ve kendisine itaatin ancak Allah’ın iradesine boyun eğmenin bir sonucu olması halinde değer taşıyacağı fikrini canlı tutmaya çalışacaktır.
Bu ayetlerde beş temel esas ele alınmıştır.
- Musanın peygamberliği ve tevratın tasdiki
- İsrailoğulları arasında yaygın olan şeriatta yeni bir düzenleme.
- Takvaya riayet ve ilahi emirleri uygulama
- İbadet ve kullukta
- Kendisinden sonra gelecek olan peygamberin gelişini müjdelemesi
İsa a.s ‚ın öğretilerimnde tevhidin temel esas olduğu hususu meryem suresi 36. Ayeti kerimede de açık bir dille ifade edilmiştir
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّٖي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُؕ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقٖيمٌ
Îsâ şunu da söyledi: “Muhakkak ki Allah, benim de rabbim, sizin de rabbinizdir. O halde O’na kulluk edin, doğru yol budur.”
İsa (a.s)‘ın mesajının birinci bölümü, diğer peygamberlerin hayatında mevcut olduğu üzere bir önceki peygamberin risalet ve mesajını teyid ve tasdik etmektir.
İkinci husus şeriat sahibi Ulu’l azm peygamberlerden olmasıdır. Helal ve haram konusunda yeni bir düzenlemeye gitmiştir. Çünkü israil oğulları kendileri bazı şeyleri helal ve bazılarını haram kılmışlardı.
Üçüncüsü ameli salihe ve takvaya bağlılık.
Dördsüncüsü tevfhid ve Allaha kulluk. Beşincisi kendisinden sonra gelecek olan peygamberin gelişini müjdelemesidir. Bu husus Saf suresi 6. Ayette şöyle dile getirilmiştir.
Beşincisi husus kendisinden sonra gelen Peygamberi müjdelemiş olmasıdır. Bu husus aşağıdaki ayetin tefsirinde detazlıca izah edilmiştir.
وَاِذْ قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ اِنّٖي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتٖي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُؕ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُبٖينٌ
Meryem oğlu Îsâ da şöyle demişti: “Ey İsrâiloğulları! Bilin ki benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim.” Ama o (Ahmed) kendilerine apaçık kanıtlarla gelince, “Bu (kanıtlar) besbelli bir büyü!” dediler.
- âyette ise İsrâiloğulları’nın Hz. Îsâ tarafından kendilerine bırakılan ilâhî emanete sahip çıkmayıp sözlerinden caymalarına gönderme yapılmaktadır. Hz. Îsâ bir yandan kendisinden önceki Tevrat’ın Allah katından geldiğini belirtirken bir yandan da vahiy zincirinin kendisiyle son bulmadığını ve kendisinden sonra bir elçinin geleceğini müjdelemişti. Daha önce Tevrat’ta da bu yönde bilgi bulunmaktaydı. Bu sebeple İsrâiloğulları bu peygamberin gelmesini hararetle bekler oldular ve geldiğinde ona en büyük destekçinin kendileri olacağını söyleyip durdular. Fakat Medine’deki yahudiler, bu peygamber kendi içlerinden çıkmayınca –buradaki menfaatleri gereği Resûlullah’la antlaşma yapmış olmalarına rağmen– türlü iftira ve bahanelerle ona karşı çıktılar (bk. Haşr 59/2-5, 14). Her ne kadar Bedir zaferinden sonra tavır değiştirip Tevrat’ta özellikleri belirtilen âhir zaman peygamberinin Hz. Muhammed olduğuna kanaat getirdiklerini açıkça ifade etmeye başladılarsa da Mekke putperestlerine karşı verilen Uhud Savaşı’nın başarısızlıkla sona ermesini takiben hem bu beyanlarından döndüler hem de müşrikler ve münafıklarla iş birliği içine girip Resûlullah’la yaptıkları antlaşmaları ihlâl ettiler
Âyette belirtildiği üzere Hz. Îsâ kendisinden sonra gelecek elçinin adının Ahmed olduğunu haber vermişti. Bazı hadislerdeki ifadeye göre de Hz. Muhammed’in diğer bir adı Ahmed’dir; fakat Muhammed ismiyle aynı kökten gelen Ahmed kelimesinin onun sıfatı olduğu görüşü de vardır. Her iki ihtimale göre bu kelime, “çok hamdeden” veya “çok övülen, yüksek ahlâk sahibi” mânalarına gelmektedir ve Muhammed kelimesiyle yakın anlamdadır
Bazı erken dönem İslâm âlimleri ve zamanımız araştırmacıları Yuhanna İncili’nde geçen –Hz. Îsâ’nın geleceğe yönelik müjde ifadesinde kullandığı– “faraklit” (Grekçe pareklêtos) kelimesinin Hz. Îsâ’nın konuştuğu dil olan Ârâmîce’deki karşılığını araştırmışlar ve bu kelimenin Ahmed kelimesiyle anlamca örtüştüğü sonucuna ulaşmışlardır
Öte yandan, Latince’ye paracletus şeklinde geçen ve kilise dilinde “teselli etmek” anlamına gelen bu kelimenin “yanına çağırmak” mânası içeren bir fiilden gelmesi ile 7. âyette yer alan “yalnız Allah’a teslim olmaya çağırılıp dururken” meâlindeki ifadede Hz. Peygamber’in temel görevinin “çağırma” anlamına gelen bir fiille ifade edilmiş olması da dikkatimizi çekmiştir (İslâm terimi hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/19).
Yine 6. âyette altı çizilen hususlardan biri Hz. Îsâ’nın “peygamber” olma özelliğidir. O, “Size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim” ifadesiyle kendisinin ancak Allah’ın elçisi olduğunu bildirmişti. İsrâiloğulları’nın bir kısmı –14. âyette belirtildiği üzere– Îsâ’nın bu sıfatını kabul etmek istemediler, onun bildirdiklerini inkâr ettiler. Âyette Hz. Îsâ’nın hitabının İsrâiloğulları’na yönelik olması, o esnadaki muhataplarının onlar olması sebebiyledir. Daha sonraki dönemler açısından bu hitabın öncelikle onun bağlıları konumunda olan hıristiyanları ilgilendirdiği açıktır. Kur’an’ın hıristiyan teolojisini reddetmesinin hareket noktası da Îsâ’nın mahiyeti ve görevi konusudur.
İSRAİL OĞULLARININ İLLERİ GELENLERİNİN HZ. İSAYA VE DAVETİNE KARŞI SERGİLEDİĞİ DAVRANIŞ VE TEPKİLERİ
Kur’anın bize bildirdiğine göre İsrail oğullarının illeri gelenleri davetin başından itibaren. Ona muhalefet ettiler. Tüm peygamberlerin hayatına baktığımızda mutrefin diye tanımlanan toplumların şımarık servet ve güç sahiplerinin peygamberlerin davetine karşı çıktıklarını görüyoruz.. Hz İsaya karşı muhalefette bulunup düşmanlık gösterenler de aynı toplumsal sınıftan idiler. Bir farkla din adamlarını da bu muhalifler arasında görüyoruz. İncillere baktığınızda büyük bir kısmının İsa (a.s) ile dini kötü kullanan ve maddi menfaatlerine alet edenler arasında cereyan eden tartışmalardan olduğunu görüyoruz. İsrail oğullarının muhalefet ve düşmanlığına tanık olan İsa (a.s) davetinden el çekmiyor ve normal halk sınıflarının davetine icabet etmeleri ve kendisine eşlik etmelerine talep etmektedir.
- فَلَمَّٓا اَحَسَّ عٖيسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَارٖٓي اِلَى اللّٰهِؕ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
- رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدٖينَ
Îsâ onlardaki inkârcılığı sezince, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” “Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz.”
Hz. Îsâ ilâhî mesajı tebliğ edince İsrâiloğulları’ndan genel bir kabul görmek şöyle dursun, onların inkârcılıkta kararlı olduklarını hatta kendisini öldürmeyi planladıklarını anlamıştı. Kendisine bu davada canı gönülden kimlerin destek olacağını belirlemek üzere “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir” diye sordu. Böylece Hz. Îsâ tebliğ faaliyetini örgütlü bir biçimde yürütebilmek için çekirdek bir kadro belirleme yoluna gidiyordu. Onun has adamları olup bildirdiklerine yürekten inanmış bulunan havâriler “Allah’ın yardımcıları biziz” cevabını verdiler. Bu cevapla “Allah’ın dinine sahip çıkmada ve onu yaymada olanca çabayı sarfetme”nin kastedildiği açıktır. Bununla birlikte, Hz. Îsâ’nın çağrısına olumlu karşılık veren ilk müminlerin, ona yüklenen görevle tanrılık vasfı arasında asla bir bağ kurmadıklarını açık bir biçimde belirtmek üzere, âyet-i kerîmenin devamında onların “Allah’a inandık; şahit ol ki bizler müslümanlarız (bu davaya gönülden teslim olduk)” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir.
Havârilerin bu tutumu ve Allah’ın dinini yücelerde tutup onu yaymak için dayanışma içinde olma anlamına gelen “Allah’ın/Allah yolunun yardımcıları olma” iradesini açığa vurma, Kur’an-ı Kerîm’in başka bir âyetinde Hz. Muhammed’in ümmetinden olan müminler için de örnek bir davranış olarak gösterilmiştir (bk. Saf 61/14).
Hatta Arapça’da hıristiyanlara “Nasrânî” (çoğulu nasârâ) denilmesinin sebebiyle ilgili yorumlardan birine göre, bu âyet-i kerîmede Hz. Îsâ’ya Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yürekten yardımcı olan müminler hakkında “ensar” kelimesi kullanıldığından bu ad verilmiştir.
“Şahit ol ki…” cümlesini Hz. Îsâ’ya hitaben bir teyit sözü veya yüce Allah’a niyazda bulunma ifadesi olarak anlamak mümkündür. Taberî bu ifadede Necran heyetindekilere, “İşte Hz. Îsâ’ya iman eden ilk hıristiyanların sözleri ve tutumları böyleydi, sizinkiler gibi değildi!” anlamını içeren bir reddiye bulunduğunu belirtir. Aynı cümledeki “müslimûn” kelimesi, Allah nezdinde dinin bir olduğu,farklı halkalarının bulunduğu hakikatı yansıtmaktadır.“İslâm” olarak kabul eden görüşüne göre “müslümanlarız” şeklinde anlaşılabileceği (bk. Âl-i İmrân 3/19) gibi, sözlük anlamı esas alınarak “(bu davaya yürekten) teslim olanlardanız” diye de tercüme edilebilir.
“Bizi şahitlerle beraber yaz” cümlesi “senin birliğine tanıklık edenlerle”, “ümmetlerine şehadet eden peygamberlerle”, “Muhammed ümmetiyle” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, I, 191).
Arapça’da havâri “beyaz, beyazlık, seçilmiş, kusursuz, hâlis, kendisini bir davaya adamış, candan dost ve yardımcı” gibi anlamlara gelir. Bu kelimenin Habeşçe’den ve Nabatî dilinden geçtiği de ileri sürülmüştür. Terim olarak özellikle Hz. Îsâ tarafından seçilmiş, tebliğ ve irşad görevinde ona yardımcı olan on iki kişilik grubu ifade eder. Bazı tefsir kitaplarında Hz. Îsâ’ya destek olan yakın arkadaşlarına niçin havâri denildiğini yukarıda belirtilen anlamlardan biriyle bağlantı kurarak açıklayan olaylar anlatılır ve bunların kimler olduğuna dair bilgiler verilir. Batı dillerinde havâri karşılığında kullanılan “apostle” ve “”apôtre” kelimeleri Grekçe’de “dışarıya gönderilen, bir görevi ifa etmek üzere yollanan kişi” anlamındaki “apostolos”tan gelmektedir.
Hz. Îsâ’nın kendisini izleyen pek çok kişiden yalnızca on ikisine havâri (elçi, apostolos) adının verilmesi (Luka, 6/13) bu terimin özel bir kadroyu temsil ettiği anlamına gelir. Havâriler Hz. Îsâ adına konuşurlar (Markos, 9/38-41). Kilise bu düşünceden yararlanarak Havâri Petrus vasıtasıyla kendisini doğrudan Hz. Îsâ’ya bağlamıştır. Bir başka anlatımla, Katolik kilisesinin başında kendini Petrus’un ve dolayısıyla Îsâ Mesîh’in vekili olarak gören yanılmaz papa bulunmaktadır (Matta, 16/18-19; Luka, 22/31-32; Yuhanna, 20/21-23).
Bu on iki havâri Matta’ya (10/2) göre şunlardır: Petrus (Simun), Andreas, Yâkub (Zebedi’nin oğlu), Yuhanna (Yâkub’un kardeşi), Filip, Bartolomeus, Tomas, Matta (vergi mültezimi), Yâkub (Alfeus’un oğlu), Taddeus, Gayyur Simun ve Hz. Îsâ’yı ele veren Yahuda İskariyot. Fakat Yahuda İskariyot’un Hz. Îsâ’yı ele vermesiyle birlikte, “on ikiler” arasına Yahuda yerine Mattias seçilir (Resûllerin İşleri, 1/15-26). On iki havârinin dışında Pavlus kendisini havâri ilân etmiş ve yahudi menşeli olmayan hıristiyanlar onu, Mûsevî-hıristiyan geleneği ise Barnaba’yı havâri saymıştır.
Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın havârilerinin sayısı belirtilmemiştir. İnciller’de havârilere dair verilen bilgiler Kur’an-ı Kerîm’deki bilgilerle çelişmektedir.
Maide suresi 111. Ayeti kerimede havarilerin ilham anlamında vahye mazhar oldukları ve Allahın kendilerinden, Rabbe ve Resulune imanı vahiy ile talep ettiği ifade edilmektedir.
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّٖنَ اَنْ اٰمِنُوا بٖي وَبِرَسُولٖيۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ
Havârilere ‘Bana ve peygamberime iman edin’ diye ilham ettiğimde onlar ‘İman ettik, şahit ol ki bizler yürekten teslimiyet içindeyiz’ demişlerdi.”
Hz. Îsâ’nın ilâhî vahyi tebliğ etmesi karşısında İsrâiloğulları ona saygı duyup destek vermek şöyle dursun, tuzak kurup hayatına kastetmek istemişlerdi. Bunu farkeden Hz. Îsâ kendisine sadakatle bağlanıp destek verecek bir çekirdek kadro ile (havâriler) tebliğ faaliyetini sürdürmeye çalıştı (yahudilerin tutumu ve Hz. Îsâ’nın havârileri hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45, 52-54).