Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
HAZRETİ SULEYMAN VE SEBA KRALİÇESİ BELQİS
Kur’anı Kerimin naklattiği ilginç kıssalardan biri de Hazreti Suleymanın Seba Kraliçesi Belqis ile tanışması ve onu Tevhide davet etmesi hadisesidir. Bu kıssa Kitabı Mukaddesin iki yerinde nakledilmiştir. Diğer kıssalara nisbeten Hazreti, Suleymanın Seba kraliçesi ile mektuplaşması ve buluşması çok kısa, özet halinde zikredimiştir.
Tevratta bu konuda şöyle denilmektedir: Saba Kraliçesi (Melikesi), İsrail Kralı Solomon‘un (Süleyman Peygamber) bilgeliğini duydu ve onu sorularıyla test etmek amacıyla beraberinde baharat, altın ve değerli taşlardan müteşekkil birçok hediye ile yola çıktı (1. Krallar 10:1-13 ve 2. Tarihler 9:1-12). Kraliçe, Süleyman’ın bilgeliği ve serveti karşısında hayrete düştü ve Süleyman’ın tanrısına dua etti. Süleyman kraliçeye hediyelerle karşılık verdi ve “ne isterse alabileceğini” söyledi. Kraliçe zaten çok zengindi ve Süleyman’a hediye olarak 4,5 ton altın getirmişti (1. Krallar 10.10).
Kur’anın bildirdiğine göre, Hudhud kuşu Hazreti suleymanın yanına geldiğinde Hazreti Suleyman onun neden kaybolduğunu sordu. Hudhud çok gelişmiş mureffeh bir memleket gördüğünü, memleketi bir Kraliçenin idare ettiğini, maddi imkanlarının çok çok olduğunu haber verdi. Neml suresi 22 ve 23 ayetlerde şöyle denilmektedir.
- فَمَكَثَ غَيْرَ بَعٖيدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهٖ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَقٖينٍ
- اِنّٖي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظٖيمٌ
“Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim.”
“Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var”.
SEBA MELİKESİ (KRALİÇESİ) KİMDİR
Saba Melikesi Belkıs, tarihçilere göre MÖ 950-930 yıllarında yaşadı. Tarihte iz bırakmış en ünlü kadınlardan biri olan Saba Melikesi, Kızıl Deniz’in iki yakasına yayılan Etiyopya ve Somali’de hükümranlık sürdü. Dillere destan güzelliğiyle çevresindekileri büyüleyen Saba Melikesi, adaletiyle de gönüllerde taht kurdu
Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12).
SEBA KRALİÇESİ VE HALKININ DİNİ
Sebeliler şan ve şöhretin zirvesinde bir yaşam sürüyorlardı. Kullandıkları kapları altın ve gümüştendi. Evlerinin damlarında, duvar, pencere ve kapılarında bile altın, gümüş, inci gibi değerli taşlar ve fildişleriyle yapılmış süslemeler bulunurdu. Servet, mal mülk ve para Sebe şehirlerine adeta seller gibi akardı. Dünyanın en zengin milleti olmuşlardı. Ülkeleri mamur, çevreleri yemyeşil, tarlaları bereketli ve çarşıları mallarla dolup taşardı. Lüks içerisinde, son derece müreffeh olduğu kadar müsrif bir hayat yaşarlardı. Öyle ki yaktıkları kokulu ağaçların güzel tütsüsü millerce ötelerden gelen tayfalar tarafından hissedilirdi. Sahillerine uğrayan denizciler bu güzel kokudan mest olurlardı. Sana’a tepesinde inşa edilen Gumdan sarayı dillere destan olmuştu. İnşa ettikleri yapı ver barajların kalıntıları günümüze kadar ayaklta kalmıştır.
Sebe kavmi bu kadar nimete rağmen nankörlük etti. Allah’a şirk koşarak putperest bir inancı benimsedi. Güneşe tapıyorlardı el-Maka, baş tanrıydı. Bunun yanında Venüs, güneş gibi gök cisimlerine de ilahlık vasfı vererek taptılar. Sebe hükümdarları, baş tanrının vekili sıfatıyla halktan itaat isterler, halk ise hükümdarları tanrının yakını olarak görür ve tanrı ile kendileri arasında aracılık yaptıklarına inanırlardı. Zamanla güneş, baş tanrı oldu. Hz. Süleyman (a.s)’e çevreden haber toplayıp getiren Hudhud, Sebe melikesi Belkıs’ı ve halkını güneşe taparken görür ve hemen Hz. Süleyman’a durumu bildirir.
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ؛ أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ؛ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ﴿نمل:۲۴-۲۶
“Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.
(Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler, diye yapmış.
Oysa büyük arşın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur.”
Hudhudun Kralıçe Belqis ve onun hükümeti hakkında naklettiklerinde dikkat çeken önemli bir husus şuudur: Hudhud bir kadının yönettiği hükumetten övgüyle söz etmekteyken, bu bağlamda Kur’an olumsuz bir tavır sergilemediği gibi sağlanan refah ve güvenliği zimnen övmekte ve teyid etmektedir. Çünkü 20 inci asra kadar dünyanın hiç bir yerinde bir kadının hükumetine olumlu yaklaşılmıyordu. Hatta avrupa ve amerikada da. Malumunuy günümüzde dahi yönetici ve lider pozisyonda olan kadınların sayısı bir elin parmakları kadardır. Kur’anın bu ayeti toplumsal alanda becerinin ve yeteneğin önemli olduğunu kadın veya erkek oluşun önemli olmadığını yansıtmaktadır.
SEBE KRALİÇESİ SULEYMAN SARAYINDA
Süleyman aleyhisselâm, Hudhudun sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
Ahd-i Atîk’te Sebe (Şeba) kraliçesinin, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her yerde duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafileyle Kudüs’e geldiği ve gelirken de baharat, altın ve kıymetli taşlardan oluşan çok değerli hediyeler getirdiği anlatılmaktadır. Ziyareti sırasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda da onun peygamberliğine ve Allah’ın birliğine iman etmiştir. Hz. Süleyman’a, “Daima senin önünde duran, senin hikmetlerini dinleyen adamlarına ne mutlu!” diyerek takdirlerini bildirmiş ve kendisine verilen kıymetli hediyelerle birlikte ülkesine dönmüştür. Buradan anlaşılan husus, Hz. Süleyman’ın şöhretinin Sebe (Sabâ) halkının yaşadığı Yemen’e kadar yayıldığı ve Belkıs’ın kendi arzusuyla gidip iman etmiş olarak ülkesine geri döndüğüdür.
Kur’an’da anlatılan kıssa Ahd-i Atîk’tekinden farklıdır. Hz. Süleyman Hudhudun getirdiği bilgiler üzerine, güneşe tapan Sebeliler’in bir kadın olan hükümdarlarına yine hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir ve onları hak dine davet eder. Mektubu alan melike kavminin ileri gelenlerini toplar, Süleyman’dan besmele ile başlayan ve kendilerini tevhid dinine davet eden çok önemli bir mektup aldığını söyleyerek muhtevası hakkında onlara bilgi verir ve, “Ey ileri gelenler, vereceğim karar hakkında fikrinizi açıklayın; sizin görüşünüzü almadan kesin bir emir vermek istemiyorum!” der. Onlar da güçlü ve kuvvetli olduklarını, istediği emri verebileceğini söylerler. Melike hükümdarların girdikleri yerleri tahrip edip güçlüleri zelil kıldıklarını hatırlatarak meseleyi barışçı yoldan halletmek niyetinde olduğunu bildirir ve Hz. Süleyman’a açık ve olumlu bir cevap yerine bazı hediyeler gönderir. Bu duruma öfkelenen Süleyman Belkıs’ın hediyelerini elçileriyle birlikte geri yollar ve onu üzerine yürümekle tehdit eder. Sonunda Hz. Süleyman’ın bizzat ziyaretine gitmek zorunda kalan melike, onun cismanî ve ruhanî gücü karşısında gerçek bir peygamber olduğunu anlar ve daha önce yanlış yolda bulunduğunu itiraf ederek tevhid dinini kabul eder.
PEYGAMBER MEKTUBUNA KARŞI SERGİLEDİĞİ TAVIR
َالَتْ: يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ؛ إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ؛ أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
29: Mektubu alan Sebe’ melikesi adamlarına şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı.”
30: “Mektup Süleyman’dan geliyor; «Rahmân Rahîm Allah’ın ismiyle» diye başlıyor.”
31: “«Bana karşı büyüklük taslamayın; derhal müslüman olup huzuruma gelin» diyor.”
Belqis mektubu alır almaz, onun çok mühim, pek şerefli ve değerli bir mektup olduğunu söyledi. Çünkü o:
› Hârikulâde bir yoldan gelmiştir. Onu insanlardan bir postacı değil, bir kuş getirip ve yukarıdan önüne bırakmıştır.
› Filistin ve Suriye’nin büyük hükümdarı Sultan Süleyman’dan gelen bir mektuptur.
› O, Rahman Rahim Allah’ın ismiyle başlamaktadır. Bu, o zamana kadar hiç bir hükümdarın tatbik etmediği, alışık olunmayan olağanüstü bir üsûldü.
› Mektupta dünya mülk ve saltanatına arzuyu dile getirecek hiçbir kelime, hatta bir işaret bile yoktu. Bilakis o, en samimi ifadelerle Allah’a davet ediyordu. Dolayısıyla Belkis ve halkını açık ve anlaşılır bir uslupla isyanı bırakıp itaate yönelmeye ve müslüman olarak Hz. Süleyman’ın huzurunda hazır bulunmaya çağırması mektubun en önemli özelliği idi.
“Müslüman olarak gelmeleri” talebinde, hem “boyun eğmiş, teslim olmuş olarak gelme”, hem de “İslâm’ı kabul edip müslüman olarak gelme” mânası vardır. Birinci mâna, Hz. Süleyman’ın hükümdar olma vasfına, ikinci mâna ise, onun peygamberlik vasfına uygundur. Dolayısıyla mektubun hem dinî hem de siyâsî yönünün olduğu anlaşılmaktadır.
Süleyman (a.s.)’ın mektubuna gönlünü kaptıran ve onun ezici tesiri altında kalan Belqis, verecek bir cevap bulamadı; ancak “bu çok şerefli, çok değerli bir mektup” diyebildi. Gönlünü saran bu hissiyatı, aynı zamanda hitap ettiği ileri gelenlerin gönüllerine de aşıladı. Mektubun sahibine cephe almak ve düşmanlık yapmak istemediği her halinden anlaşılmaktaydı. Bunu açık olarak söylemese de mektubu bu şekilde tavsif etmekle, beklediği görüşe zemin hazırlamaktaydı. Aslında bu hüsn-i edep ve yüksek ihtirâmıyla Belkis, fânî saltanatını ebedî bir mülke çevirme lütfuna erişti; İslâm’la ve Hz. Süleyman’ın beraberliğiyle şereflendi. Nitekim Firavun’un sihirbazları da, değneklerini atacakları sırada önceliği Hz. Mûsâ’ya vermeleri, yani Allah’ın peygamberine bir edep ve ihtirâm gösterisinde bulunmaları sebebiyle, kısa bir müddet içinde şehâdet rütbesine yücelmişlerdi. (bk. A‘râf 7/115) Câlib-i dikkattir ki, Resûlullah (s.a.s.)’in çevre ülkeleri İslâm’a davet için gönderdiği mektupları hürmetle karşılayanları Allah Teâlâ ya hidâyetle şereflendirmiş veya mülkünün devamını sağlamış; saygısızlık edenleri ise hidâyetten mahrum bıraktığı gibi pek fenâ bir şekilde cezalandırmıştır. Efendimiz (s.a.s.)’in mektubunu öpüp başına koyan Necâşi’nin hüsn-i hâtimesi ile onun mübârek mektubunu parçalama şenaatinde bulunan kisrânın bütün mülk ve saltanatının paramparça olması bunun en açık misâlidir. Bütün bunlar dinin alâmet ve nişânelerine saygının ehemmiyetini, saygısızlığın da fecâatini gözler önüne sermektedir. Bu sebepledir ki Cenâb-ı Hak:
“Kim Allah’ın belirlediği nişânelere saygı gösterirse, Allah’a saygı göstermiş olur. Çünkü bu davranış, kalplerin Allah’a saygıyla dopdolu oluşundandır” (Hac 22/32) buyurur.
Melike Belkıs’ın mektup karşısında sergilediği ilk tavır böyle edep, saygı ve ihtiram dolu olunca, olayın ilerleyen bölümlerinin bu istikamette olumlu geliştiğini görmekteyiz:
Kralıçe Belqisin bir Peygamberin mektubuna karşı sergilediği tavrı, İran Kisrasının Peygamber mektubuna karşı sergilediği saygısızlıkla karşılaştırdığımızda kraliçenin ne kadar akıllı. Hekim ve keskin görülü olduğnu anlamış oluruz. Onun ferasetini Mevlana şu şekilde dile getirmektedir.
رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان
Bir hudhud kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول
Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
Gözü, hudhud gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpükten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.