نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

 

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 

ALLAH  HZ  DAVUDU   ADİLANE  BİR  YARGI İÇİN  İMTİHAN  ETMEKTEDİR

Allah  Kur’anda  Davud’un  hükumet  makamındaki durumu  ile  ilgili  öğretici bir hadiseyi  daha  bizlere nakletmektedir.  İki  davacı  hakkında  yargıda  bulunması

Bu hadise Sad  suresi 21- 23  ayeti  kerimelerde  şu  şekilde   beyan edilmiştir.

  • وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۘ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
  • اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
  • اِنَّ هٰذَٓا اَخٖي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْنٖيهَا وَعَزَّنٖي فِي الْخِطَابِ

 

“Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı? Bu adamlar mâbedin duvarına tırmanıp Dâvûd’un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telâşlanmıştı. “Korkma” dediler, “Birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu göster.”

“Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da bana ver’ dedi ve bu tartışmada bana baskın çıktı.”

Dâvûd’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı. Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telâşa kapıldı. Onlar, Dâvûd’un telâşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar.

Davacıların, Dâvûd’u, “Doğruluktan sapma!” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize de doğru yolu göster ifadesi ise yargılama sırasında hâkimin tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir.

Bu tartışmada bana baskın çıktı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı” anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” şeklinde de yorumlanmıştır.

Davud  bir  tarafı  dinledikten  sonra  yargıda  bulundu.

  • قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِهٖؕ وَاِنَّ كَثٖيراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغٖي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلٖيلٌ مَا هُمْؕ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ

﴿٢٤﴾

“Dâvûd şöyle dedi: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” Dâvûd (böyle bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi.” Sad 24

Yukarıda bu davanın taraflarından birinin iddiası özetlenirken diğerinin savunmasına yer verilmemiştir. Muhtemelen Kur’an, olayın ders almaya değer yönünü anlatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte Dâvûd’un, “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle...” şeklindeki ifadesinden, muhtemelen davalının ikrarıyla davacının iddiasının sübût bulmuş olduğu ve buna dayalı olarak da Dâvûd’un hükmünü verdiği anlaşılmaktadır.

Aralarında mal ilişkisi bulunanların bu tür ihtilâflara düşmelerine sık rastlandığını, ancak inanmış, erdemli ve iyi işler yapmaya kendilerini adamış olanların böylesi anlaşmazlıklara düşmekten kendilerini koruyabileceklerini belirten ifade, âyetin bize verdiği diğer bir önemli derstir. “Ama onlar da o kadar az ki!” şeklindeki ifade, nefsin bencil isteklerinden korunarak, kendi aleyhine bile olsa adalette kararlı olmanın hem çok önemli hem de çok güç olduğuna işaret eden veciz bir uyarıdır.

Tefsirlerde Dâvûd’un neden kendisinin sınandığı düşüncesine kapıldığı ve Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandığı, O’na yönelip tövbe ettiği konusunu aydınlatmak üzere aslında İslâm’ın peygamberlik öğretisiyle uyuşmayan İsrâiliyat türü bazı rivayetler aktarılmaktadır.

DAVUDUN  HATASI, BU KONUDA   TEVRATIN VE  KUR’AN’IN   İZAHI

 

Aslı Kitâb-ı Mukaddes’e dayanan (II. Samuel, 11/1-27; 12/1-10) bu rivayetlerin özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir askerin eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Dâvûd’un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.

Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen (II. Samuel, 12/7 vd.) bir rivayete göre bu olayda söz konusu edilen iki melekten, şikâyet eden taraf kadının kocasını, şikâyet edilen de Dâvûd’u temsil etmektedir. Şikâyetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd’un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen askerin tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek için adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını farketti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Dâvûd’un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır (bu rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 146-151).

Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının hamile kaldığını dahi ileri sürmesi (bk. II. Samuel, 11/4-5) yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur’an’da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem âbideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.

Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşrû usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vâkıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir.

Kur’anı  Kerim  Sad  suresi  25ve 26  ayeti  kerimelerde    Davudun  yartgısal hatasının  bağışlanmış  olmasını,  yeryüzündeki  hilafeti ve  halk arasında adalet  ile  hükmetmesinden   heva ve  hevesine  uymamasını  hatırlatmaktadır.

  • فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَؕ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ

﴿٢٥﴾

  • يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلٖيفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِؕ اِنَّ الَّذٖينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِࣖ

﴿٢٦﴾

 

“Biz de onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır.

 “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.”

 

Hz. Dâvûd’un içten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda yargısal hatasının bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu bildirilmektedir. Dâvûd’un yeryüzüne halife yapılması, onun geçmiş peygamberlerin halefi olarak onların misyonunu devam ettirmesi veya ülkesinde hükümdarlığın ona verilmesi olarak açıklanmıştır. Dâvûd hem peygamber hem hükümdar olduğu için kelimenin her iki anlamıyla da halifedir. Burada şu noktalara da dikkat çekilmektedir: Herkes hakkında gerekli olmakla birlikte özellikle Dâvûd gibi peygamber ve hükümdar olanlar için daha da önemli bazı görevler vardır, bunların başında da adalete riayet ve nefsanî arzuları yenme gelir. Aksine davranışlar, kişiyi Allah yolundan saptırır, dolayısıyla daha başka günahların işlenmesine de sebep olur. 26. âyetin sonunda bütün bunların âhiret hesabını unutmak veya önemsememekten kaynaklandığına da işaret edilmekte, bunun cezasının şiddetli olacağı hatırlatılmaktadır.

Sûrenin başında putperestlerin Kur’an ve Hz. Peygamber karşısındaki inkârcı ve alaycı tutumları hakkında bilgi verildikten sonra 17. âyette onların bu tutumlarına karşı Hz. Peygamber’e sabırlı olması öğütlenmiş ve “güçlü kulumuz” diye anılan Dâvûd’u örnek alması istenmişti. Sonraki âyetlerde ise Dâvûd’un bu gücünün iki kaynağına değinilmiştir. Bunlardan biri yönetim ve hükümlerinde adaleti gözetmesi, diğeri de hatalarının farkına varıp pişman olması ve Allah’a yönelip O’na ibadet ve dua etmesi, tövbe edip bağışını dilemesidir. Böylece Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine şu ders verilmektedir: İşlerinizde adaletten ayrılmaz, yanlışlarınızı düzeltip Allah’a yönelir, O’nun huzurunda ibadet eder, engin mağfiretine sığınır, böylece ruhunuzu kötülüklerden arındırırsanız, Allah katında değeriniz yükseleceği gibi düşmanlarınıza karşı da güçlü olur, sonunda başarıyı siz elde edersiniz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment