نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

 

HAZRETİ LOKMAN  HEKİMİN  KURANDAKİ  HAYAT  HİKAYESİ  1

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 

HAZRETİ  LOKMAN  HEKİMİN KUR’ANDAKİ  HAYATI VE HİKMETİ

Değerli müslümanlar peygamberlerin   sireti ve  hayat   hikayeleri ile  ilgili  hutbelerimizin devamında. Bu  gün  Lokman El- Hekimi konuşacağız. Onun   hikmetli  sözlerine ve  nasihatlarına  değinmeden önce kısaca  onun  hayat  hikayesi  hakkında  sizlere  kısa  bir bilgi  sunacağız.

Lokmân kelimesinin İbrânîce veya Süryânîce olduğu belirtilmektedir. Kur’an’da Lokman’la ilgili bilgiler, aynı adı taşıyan sûrede onun iki defa ismen zikredilmesinden ve oğluna verdiği bazı öğütlerin naklinden ibarettir (Lokmân 31/12-19). Buna karşılık Câhiliye şiirinde ve kısas-ı enbiyâ başta olmak üzere bazı İslâmî kaynaklarda Lokman’a dair çeşitli rivayetler yer  almaktadır. Gerçekte biri Kur’an’da zikredilen ve kendisine hikmet verilmesi sebebiyle Lokmânü’l-hakîm (Lokman Hekim) diye mâruf olan, diğeri ise Arap şiirinde Lokmân b. Âd olarak geçen iki kişinin mevcudiyeti yanında,  zaman içinde muhtelif kişilere ait çeşitli özellikler de bu isim etrafında toplanmıştır.

Hz. Lokman’ın Kur’an’da örnek bir şahsiyet olarak takdim edilmesi onun Arap toplumunca bilindiğini göstermektedir. Rivayete göre Âd kavmi günahkârlıkları ve peygamberlerini dinlememeleri yüzünden kuraklıkla cezalandırılınca (Taberî, Târîḫ, I, 219; İA, VII, 65) bu felâketten sadece Hûd ve ona inananlarla yağmur duası için Mekke’ye giden, aralarında Lokman’ın da bulunduğu bir heyet kurtulmuştur. İkinci Âd kavminin çekirdeğini oluşturan bu topluluk, yeni bir kuraklıktan korktuğu için başlarına geçen Lokman’la birlikte Sebe bölgesine göç etmiş, Me’rib Seddi de Lokman tarafından inşa edilmiştir .

Lokmân b. Âd hikmetli sözler söylemesiyle meşhur olduğundan Lokmânü’l-hakîm diye de mâruftur. Hz. Peygamber’in Yemen’den gelen bir heyeti karşılarken onlara, “İman Yemenli’dir, hikmet Yemenli’dir” (Müslim, “Îmân”, 88-90) şeklindeki iltifatıyla Lokman’ın Yemen’deki Âd kavmine mensubiyetine atıfta bulunduğu öne sürülmüştür.

 

(Rivayete göre Lokman’dan nübüvvetle hikmetten birini seçmesi istenince hikmeti tercih etmiş, hilâfet Dâvûd’a verilmiş, Lokman da ona vezir olmuştur (Kurtubî, XIV, 60). İkrime el-Berberî ve Şa‘bî onun nebî olduğunu söylemekteyse de Katâde b. Diâme, Mücâhid b. Cebr gibi âlimlere göre nebî değil hakîmdir (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXI, 67).

 

 

وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَايَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ:وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ َلا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ:وَوَصَّيْنَالْلإنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْناً عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ:وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفاًووَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ:يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ:يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْبِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُور:ِوَلَاتُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحاً إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُور:ٍوَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِير:ِ

 

 

12-) “And olsun ki, Lokman’a, Allah’a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır.”
13-) “Lokman, oğluna öğüt vererek: “Ey oğulcuğum! Allah’a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür.” demişti.”
14-) “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana’dır.”
15-) “Ey insanoğlu! Ana baba, seni, körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz Bana’dır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.”
16-) “Lokman: “Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif’tir, haberdardır.”
17-) “Ey oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer işlerdir.”
18-) “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.”
19-) “Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”

LOKMAN KİMDİR?

Lokman hakkında klasik tefsirlerde senedi ve dayanağı olmayan birçok rivayetlere yer verilmiştir. Ayrıca bu zat Salih, bilgili, hikmet sahibi bir kimse midir, yoksa tebliğ ve irşatla görevli bir peygamber midir? Bu hususta farklı görüşler ortaya konmuştur. Her iki husus ta ihtimal dâhilinde bulunmakla beraber; Salih, bilgin bir mü’min-i muvahhit olduğu ağırlık kazanmıştır.

Kamusül A’lam’da şu bilginin verildiğini görmekteyiz: “Hikmetle ün yapan bir zat olup, Kur’an-ı Kerim’de anılmakla, peygamberliğini iddia edenler olmuşsa da Hekim-i Rabbani ve Muvahhit (Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik eden) olup peygamber olmaması ihtimali daha kuvvetlidir.”

Lokman’ın Davud peygambere çağdaş olduğu rivayetler arasında yer almaktadır. Köle olduğu söylenirse de bunu belgeye dayalı ortaya koymak mümkün değildir. Arap olduğu sanılmaktadır. İbni İshak’a göre: Lokman El-Hakim soy itibarıyla İbrahim (AS)’a kadar ulaşır.

Mukatil’in yaptığı rivayete göre ise: Lokman, Eyyüb (AS)’ın teyzesinin oğlu olarak gösterilmektedir.

İLİM VE HİKMET, ŞÜKRETMEYİ GEREKTİRİR

İlim hikmetle birleşip, gücünü Allah’a imandan alınca, gerçeği daha iyi anlayıp değerlendirebilme düzeyine gelmiş olur. Varlıkta ne varsa, hepsinin mutlak anlamda Allah’a ait bulunduğunu ve bildiğimiz şeylerin sadece insandan yana yaratılıp hizmete sevk edildiğini anlayıp idrak ettiğimiz gün, bilgimizi hikmetle tamamlamış ve imanla kuvvetlendirip bütünleştirmiş oluruz ki, böyle bir ilim, sahibini hem dünyada hem de ahirette huzurlu ve mutlu kılmaya elverir. Zira bilgisini hikmetle ve imanla donatmış bir ilim adamı herkesten daha çok Allah’a kulluk etmenin, O’na ibadette bulunmanın gereğine inanır ve her vesileyle Allah’a şükretmenin bir borç olduğunu unutmaz.

Bu ayetle, sözü edilen hikmete değiniliyor ve insanda daha çok şükretme duygusunu geliştiren önemli kaynağa dikkatler çekiliyor.

Unutmayalım ki, Kur’an’ın tasvir ettiği şekilde şükretmek, Sünnetullah’a uymak ve hayatı ilahi hilkat statüsüne göre düzenlemek demektir. Bu da başarının ilk ve son basamağı sayılır. O bakımdan Allah’a gönülden yönelip şükreden, ancak kendi lehine bir rahmet havası meydana getirir; nankörlük eden de kendi aleyhine bir sonuca yönelmiş olur. Allah’ın kimselerin hamdine ve şükrüne ihtiyacı yoktur. O mutlak ĞANİ’dir.

HİKMET KAVRAMI

 

     Hikmet, çok yönlü bir kelimedir. Adalet, ilim, hilim, nübüvvet ve Kur’an; aynı zamanda sapasağlam ilahi düzen, varlığı bilme, gerçeği ortaya çıkarma, bir şey icat etme, ilahi sünneti bilip ona göre hayırlı işlerde, Salih amellerde bulunma; eşyanın gizli-açık yanları hakkında bilgi edinme gibi manalara delalet etmektedir. Felsefe, ahlak, pratik bilgi, fizik ve benzeri konularla yakından ilgilidir.

Rağıb el-Isfehani ise, Hikmetin çok yönlü manalarını kısaltarak şu veciz bilgiyi vermiştir: “Hikmet: Hakkı, ilim ve akılla bilip doğru olanı tespit etmektir. Allah hakkında sıfat olarak kullanıldığı zaman, eşyayı bilip onu son derece sağlam ve muhkem icat etmek anlamına; insana sıfat olarak kullanıldığı zaman, mevcudatı bilmek ve hayırlı işlerde bulunmak anlamına gelir.”

 

ALLAH’I İNKÂR ETMEK, O’NA ORTAK KOŞMAK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR

 

وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ َلا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ :

 

     “Lokman, oğluna öğüt vererek: “Ey oğulcuğum! Allah’a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür.” demişti.”

Lokman (AS)’ın kendi oğluna öğüt verirken, aklı eren her insanı ilgilendiren ve aynı zamanda TEVHİD İNANCI doğrultusunda bir anlam ve hikmet taşıyan sözlerinin bir bölümü ilgili ayetlerde açıklanmakta ve Hz Peygamber (SAV)’in sünnetiyle tam uyumluluk arz etmektedir. Allah, o salih kulunun güzel öğütlerinden 10 kadarını Kur’an’da anmak suretiyle hem Lokman (AS)’ın kadrini yüceltmiş, hem mü’minlere yol gösterici bir sünnet olarak bir dizi kural vermiş, hem de bu zat hakkında kalıcı bir ad bırakmıştır.

 

LOKMAN (AS)’IN KENDİ OĞLU ŞAHSINDA  TÜM İNSANLARA ÖĞÜDÜ

  1-) ALLAH’A ORTAK KOŞMAK ZULÜMDÜR:

إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ :

“Doğrusu eş koşmak büyük zulümdür.”

Çünkü zulüm: Bir şeyi layık olmadığı yere koymak, bir görevi ehil olmayana vermek, hakkı kabul etmemek, haksızlığı benimsemek ve savunmaktır. Aynı zamanda hak sahibinin hakkını zayi etmek, haksızdan yana olmaktır. Bu mana ile de insanın, ilahlığa layık olmayan canlı-cansız şeyleri ilahlaştırması, kulluğu gerektiği düzeyde tutmaması, ibadeti ehil olmayana yapması, büyük bir zulüm ve kelimeyle belirlenemeyecek ölçüde haksızlıktır.

 

2-) ANNE-BABAYA İTAAT:

 

وَوَصَّيْنَالْلإنسَانَ بِوَالِدَيْهِ:

 “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.”

Annelik ve babalık yalnız çocuğu dünyaya getirmelerinden, onu büyütüp beslemelerinden ibaret değildir. Anne ve baba çocuğun iç ve dış dünyasının, ruhi yapısının dayanağı ve manevi âleminin mimarlarıdır.

O bakımdan çocuğun her zaman anne sevgisine, baba ilgisine ihtiyacı vardır. Yapılan ciddi araştırmalar göstermiştir ki; anne-babasından, özellikle annesinden ayrı düşen çocuk, zamanında kolay kolay konuşamamakta ve daha çok içine dönük bir durum almakta ve fiziksel yapısı da yeterince gelişememektedir.

Kur’an-ı Kerim, ilgili ayette ana-babanın çocuklarıyla olan yakınlığını, onun iç dünyasıyla olan ilgisini ve böylece aralarındaki kopmaz bağları üç madde halinde özetlemektedir. Şöyle ki:

A-) Anne, sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek kendisinden bir parça olarak kabul ettiği yavrusunu karnında taşır.

B-) İki yıl veya daha az bir süre onu kucağında taşıyıp süt emzirir.

C-) Evlat, dünya işlerinde ve önemli konularda anne-babasına destek olmalıdır.

Allah, evladın destek olmasını emrederken, Allah’a isyan ve günahı, inkâr ve şirki gerektiren konularda anne-babanın emrine itaat edilemeyeceğini açıklayarak sağlam bir kıstas ortaya koymuştur.

Böylece Lokman (AS)’ın bu iki öğüdünden anlıyoruz ki; Allah’a iman ve itaatten sonra, meşru sınırlar içerisinde anne-babaya itaat ve onlara hizmet gelmektedir.

 

     3-) İŞLENİLEN İYİLİK VE KÖTÜLÜK:

 

يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ:

 

Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif’tir, haberdardır.”

Allah’ın ilmi her şeyi kapsayıp kuşatmış ve kudreti her varlığa nüfuz etmiştir. Her şey mutlak anlamda O’nun tasarrufu altında bulunuyor. O bakımdan O’nun ilminin dışında kalan bir şey düşünülemez, kudretini aşan bir şeyden söz edilemez. Bunun aksini düşünmek, ulûhiyet kavramını kökünden yıkar ve Allah’a bilgisizlik, unutkanlık yakıştırılmış olur.

İşte bu bilgi ve iman, insanın iç ve dış âlemini düzene sokar, sorumluluk duygusunu geliştirip pekiştirir; atılan her adımımıza, ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmemizi öğretir. İçimizden geçen her şeyin Allah tarafından bilindiğini telkin ederek ruh ve vicdan safiyetine erişmemizi kolaylaştırır.

  4-) NAMAZ KILMAK:

 

يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ:

  “Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl.”

  Allah’ın; eşi, benzeri, ortağı bulunmadığı açıklandıktan; ilmiyle, kudret ve tasarrufuyla her şeyi kapsayıp kuşattığı belirtildikten sonra, O’na şükretmenin ve kulluk görevlerini yerine getirmenin ilk basamağı kabul edilen namazı kılmaya devam etmemiz emrediliyor. Zira yaratan ile yaratılan arasında namazdan daha işlek bir yol yoktur. Aynı zamanda insanı Allah ile –bir bakıma- konuşturan en ölçülü ibadet, namazdır. O bakımdan her peygambere namaz emredilmiş ve semavi dinlerin hepsinde bu ibadete yer verilmiştir.

   5-) İYİLİKLE EMRETMEK, KÖTÜLÜKTEN MEN ETMEK:

 

وَأْمُرْبِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ:

   “Uygun olanı buyurup, fenalığı önle.”

Şüphesiz dinin, aklın ve sağlam örfün faydalı kabul ettiği ve tavsiyede bulunduğu şeyleri yetişmekte olan kuşakların kafa ve kalplerine eğitim yoluyla işlemek nasıl vacipse, bu üç unsurun zararlı görüp yasakladığı kötülüklerden nesli sakındırmak ve korumak ta öylece vaciptir. Zira İslam’ın hayat nizamının temelini, Kur’an-ı Kerim’in hedef ve amacını bunlar oluşturmaktadır.Konuya bu açıdan baktığımız zaman, toplum yapısında otokontrolü sağlamanın önemi ortaya çıkmakta ve neme lazımcılığın revaç bulduğu yerlerde huzur ve güvenin bozulmasının kaçınılmaz olacağı vurgulanmaktadır. Bu nedenledir ki, Kur’an’ın tam 38 yerinde sağlam sahih örften söz edilmekte ve bu açıdan faydalı kültürün korunması dolaylı şekilde istenmektedir.

   6-) BAŞA GELEN DERT VE SIKINTILARA SABRETMEK:

 

وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ:

 

“Başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer işlerdir.”

 

Başarının sırrı; amaca erişmenin yollarından biri, olaylar karşısında sarsılmamak, acizlik, yılgınlık ve bıkkınlık göstermeyip başa gelen dert ve musibetlere, felaket ve sıkıntılara göğüs gerip dayanma gücünü ortaya koymaktır. Bilindiği gibi kulluk ta, ibadet te, hayatta başarılı olmak ta, bir ucuyla sabra dayanmakta ve azimli, kararlı olmakla iç içe bulunmaktadır. Denildiği gibi; sabırsız, kararsız insanın yolu aslanlarla doludur. Kuvvetli iradeye sahip olan insan, hareketleri üzerine kuvvetinin, sabrının damgasını vurur.

Hz Peygamber (SAV)’in sınır tanımaz sabrı ve azmidir ki, korkaklara cesaret aşılamış, uyuşuklara canlılık kazandırmış, nefsine dönük olanları sahneye çıkartıp dava adamı yapmıştır.

O bakımdan Allah, üç hayati kanunu açıkladıktan sonra, şu cümleyle onların önemini ve hayatımızdaki yerini belirliyor: “Şüphesiz ki bunlar, azmedilmeye değer işlerdendir.”

 

7-) İNSANLARI KÜÇÜK GÖRMEMEK:

 

وَلَاتُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ: “İnsanları küçümseyip yüz çevirme.

Müslümanlığını belgelemenin bir yanı da, sevmek ve sevilmektir. Kendini çok yükseklerde görenler hem Allah’tan uzaklaşmakta hem de toplumdan kopmaktadırlar. Aynı zamanda sevme sevilme sınırlarının çok gerisinde kalmakta ve insanlığa faydalı bir hizmette bulunmadan şu hayata veda etmek zorundadırlar. Denildiği gibi: “Dünyanın en büyük işletmesi, insanın içindeki saygı işletmesidir. Unutmamak gerekir ki: aşırı derecede kendini beğenme, kişiyi öylesine bir çıkmaza sürükler ki, artık o noktada hiçbir itirazı, hiçbir tenkidi ve suçu kabul edemez olur. O kadar ki, geçmiş olaylarla ilgili vicdanında beliren azabı susturmaya çalışır. Kendisine doğru olanı telkine çalışanların düşmanı olur.

Bu bakımdan Hz Peygamber (SAV), zengin-fakir, efendi-köle diye bir ayrım yapmadan insanlara karşı sıcak bir ilgi duymuş ve bunu günlük hayatıyla ortaya koyarak görüşebildiği insanlara tepeden bakmamış, tevazu kanadını indirerek onlardan biri olma nezaketini hiçbir zaman unutmamıştır.

😎 YERYÜZÜNDE ÇALIMLI YÜRÜMEMEK:

 

وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحاً إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُور:ٍ

 

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.”

Kâinatın önemli bir bölümünü bilmeyen, kâinata hâkim olan ilahi kudret ve azametin yüceliğini ve sınırsızlığını tam anlamıyla idrak edemeyen ve her şeyden önce kendi iç organlarına hükmedemeyen insanın böbürlenmesi, doğru bir düşünce ve hareket sayılabilir mi? Diğer bir anlatımla; henüz kendini doğru dürüst tanımayan, nasıl üstün bir sanatkârın fırçasından çıktığını yeterince bilmeyen Âdemoğlunun yeryüzünde büyüklük taslaması, böbürlenip kendini yükseklerde görmesi, belirttiğimiz bilgisizliğin ve zaafın neticesidir. Zira Allah’ın üstün kudretini bilen, kâinatın azametini düşünebilen ve varlık âleminde kendi yerini belirleyebilen bir kimsenin ancak mahviyetkar bir havaya girmesi, Hakk’ın kudretine teslimiyet gösterip kendi aczini anlaması beklenir.

İsra Suresinde bu konu şöyle açıklanmakta ve insanın gerçek yeri belirlenmektedir:

 

وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحاً إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً:

 

     “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü yeri delemezsin ve boyca da dağlara ulaşamazsın.”   (İSRA SURESİ – 37. AYET)

 

     9-) VAKAR VE TEVAZU İLE YÜRÜMEK:

 

ٍوَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ:ِ

 “Yürüyüşünde ( hayatında) orta yollu  ol.”

Mü’min hem vakarlıdır hem de alçak gönüllüdür. Birinci sıfat ona heybet kazandırır, ikinci sıfat sevilmesine ve saygı görmesine vesile olur. Cadde ve sokaklarda başımızı kaldırıp etrafı taramamız, şunun bunun kapı ve penceresine bakmamız, hafifmeşrep, şahsiyetsiz ve kültürsüz bir insan olduğumuzun açık belirtileridir. Oysa mü’min hem şahsiyetli, hem ciddi, hem mütevazı hem de vakarlıdır. O bakımdan toplum arasında nasıl davranmamız gerekiyorsa, ona dikkat etmemiz, muaşeret adabına uymamız ve şahsiyetimizi korumamız sünnettir.  Yaşamında  ölçülü  davranır  ifrat ve  tefritten. Cimrilik ve  savurganlıktan uzak durup  itidallı  hareket eder.

10-) YÜKSEK SESLE KONUŞMAMAK:

 

وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِير:

 

“Sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”

 

Konuşurken bazı hususlara dikkat etmek sünnettir. Zira bu konuda da bize örnek olan, yol gösteren vardır; O da âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz Muhammed (SAV) Efendimizdir. O bakımdan O (SAV)’in bu hususla ilgili sünnetini şöyle açıklayabiliriz:

A-) Bağırarak konuşmaktan kaçınmak.

B-) Kime, nasıl hitap edileceğini bilmek.

C-) Kelime ve cümleler arasında anlaşılmayacak kadar alçak sesle hitap etmemek.

D-) Rahatsız edecek kadar yüksek sesle konuşmamak, bu ikisi arasında bir yol izlemek.

E-) Muhatabın anlamasını zorlaştıracak yabancı kelime ve girift cümleler kullanmamak.

Şüphesiz günlük hayatımızda bu ölçüyü aşmamız, bizim Kur’an terbiyesiyle eğitilmediğimizi, Hz Peygamber (SAV)’in sünnetiyle şekillendirilmediğimizi ve yeterince İslam kültürü almadığımızı gösterir. Zira bu kültürü yeterince almış müminin söz ve davranışları hep ayarlı, ses tonu düzenli, kullandığı kelime ve cümleler ölçülü ve anlaşılması kolay cinstendir.

Yontulmadık kişilerin kabadayılık yapıp yüksek sesle ve uyumsuz konuşmaları, hem onların kültür yapısını, eğitim seviyesini yansıtır, hem de insanlara saygısızlıklarını gösterir. Allah, o gibilerin ölçüsüzü kaba konuşmalarını saygılı ve medeni bir kalıba dökmelerini sağlamak için şöyle uyarıcı bir benzetmede bulunuyor: “Çünkü seslerin en hoşa gitmeyeni, şüphesiz ki eşeğin sesidir.”

Vesselamu aleykum we rahmetullah we  Berekatuhu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment