نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

 

HAZRETİ MUSA’NIN  HAYATI 13

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

   TEVRATIN 10  EMRİ

10 Emir nedir? Neleri kapsamaktadır? 10 Emir ile verilmek istenen mesaj nedir?

10 Emir, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkmaları üzerine Tanrı’nın kutsal kitapta onlara gönderdiği uyulması gereken 10 kurallık bir yasadır. Bu 10 yasa Tanrı’nın insanoğluna buyruğunu içermektedir. Böylece insanoğlunun Tanrı’ya karşı olan görevleri ve insanın insana karşı nasıl tutumda olması gerektiğini öğütlemiştir. Şimdi bu 10 yasayı birlikte inceleyelim.

1-“Benden başka tanrın olmayacak.” Bu yasa ile emredilen toplumdaki yanlış inanışların önünü kesmek ve putlara tapmak gibi cahilce yapılan bilinçsiz davranışları engellemektir.”

2-“Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın.” Bu emirle kastedilen putların yayılmasını önleyerek, insanların Rabbi ile putları bir tutmasını engellemektir.

3-“ Tanrın Rab’bin adını boş yere ağzına almayacaksın.” Tanrı’nın ismini boş yere ağzımıza alarak O’nun adının kolayca yalan dolu cümlelerle kirletmek, Tanrı’ya karşı yapılan bir saygısızlık olacağından, bu buyrukla bu tür uygunsuz söylemleri önlemek amaçlanmıştır.

4-“Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın; ama yedinci gün bana, Tanrın Rab’be Şabat Günü adanmıştır.” Nitekim bizler O’nun kulları olarak bize bahşettiği lütuflarla, her şeyden önce bize sunduğu sağlıkla çalışıp hayatımızı idame ettirmekteyiz. Bize düşen görevde bunun karşılığı olarak, Rabbimizi onurlandırarak, O’nu anmaktır. Buradaki mesaj; insanlar olarak kendi aramızda, birbirimize yaptığımız en ufak iyiliklerden dolayı teşekkürü bir borç biliyorsak, Rabbimizin bize yaptığı iyilikleri görmezden gelemeyiz ve O’na karşı borcumuzu ibadet ederek, onu anarak ödemeliyiz.

5-“Anne babana saygı göster.” Saygı her zaman hayatımızın içinde bulunması gereken bir kuraldır. Her şeyden önce saygı daha çocukken anne babamıza karşı gösterdiğimiz güzel davranışlardan biridir. Anne babamıza gösterdiğimiz saygı içgüdüsel olarak bize alışkanlık kazandırır ve başkalarına da saygı göstermeyi öğrenmiş oluruz. Bu emir ile asıl amaç toplumun birbirine saygı göstererek, huzur içinde yaşamasıdır.

6-“ Adam öldürmeyeceksin.” Bizler biliriz ki, en küçük canlıyı öldürmemiz dahi kutsal kitapta yasaklanmıştır. Cihad esnasında da olsa aşırıya kaçılmamalıdır. İlahi inanışa göre Allah’ın verdiği canı; ancak Allah alır. Zira bir insanın canını almakla, acımasız ve merhametsizce bir davranış sergilemiş oluruz. Sonuç olarak, bir cana son vererek onun yakınlarına üzüntü, kahır, keder bırakmış olursunuz. İşte bu gibi üzücü sonuçların doğmaması, insanların iyilik, merhamet ve güzellik içinde yaşaması maksadıyla bu mesaj inmiştir.

7-“ Zina etmeyeceksin.” Evlilik de ki temel şartlardan biri. Eşlerin birbirine karşı sadakati ve bağlılığıdır. Sadakatin olmadığı yerde güvensizlik oluşur. Bu güvensizliğin sonucunda evlilik hayatı kötü bir şekilde sona erebilir. Toplumumuz tarafından hoş karşılanmayan durumlar meydana gelebilir. Nitekim gayri meşru bir ilişkiden bir çocuğun olması, hoş karşılanmaz ve toplum tarafından yadırganır. Sonuç olarak, bu tür olumsuz durumların önlenmesi ve aile hayatının zedelenmemesi için bu emir verilmiştir.

8-“ Çalmayacaksın.” Emeksiz kazanılan hiçbir kazanç helal değildir. Sırf kolay kazanç sağlamak için başkasının ekmeğine el uzatmak doğru olmayan ve başkalarına zarar veren bir davranıştır. Bir başkasını mağdur ederek, kendimize kazanç sağlamak haramdan başka bir şey değildir. Haram yemek ve başkasına zarar vermek uygunsuz bir davranış olduğu için bu emirle yasaklanmıştır.

9-“ Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin.” Yalan yere tanıklık etmek, bir başkasına karşı yapılacak en büyük hainliklerden biridir. Öyle ki, iftira attığınız bir insan toplum tarafından alnına vurulan leke yüzünden dışlanabilir ve çeşitli hakaretlere maruz kalabilir. Sizin yüzünüzden bir başkasına böyle bir eziyetin yapılması insanlık suçudur. Üstelik bu suçu yakınınızdaki bir insana velhasıl komşunuza yapmanız, toplumsal ilişkileri altüst edebileceği gibi hoşlanmadık durumlar yaratabilir. Böyle bir insanlık suçunu kapısını çalacağınız bir insana yapmak yersiz bir davranıştır. Bu emir bir nevi utanacağın yüze, utanacağın sözü söyleme demektir. Böylece yersiz bir davranışın en yakınından başlayarak engellenmesi amaçlanmıştır.

10-“ Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.” Bu hayatta istisnai durumlar dışında herkes verdiği emeğin karşılığını alır. Bir başkasının malına imrenmek sadece boş bir eylemdir. Bu eylem insanlar arasında haset ve fitnelik yaratmaktan başka bir şey değildir. Onda var neden bende yok? demek yerine çalışıp, kazanmak kadar güzel bir fiil yoktur. Nitekim bu emir ile insanları çalışmaya teşvik etmek amaçlanmıştır. Bu  on emirden 3’ü kul  ile  Allah arasındaki  ilişkileri düzenlerken  7’ si  insanlar arası  ilişkiler  ile  ilgilidir. On  emire  dolaylı  olarak  değinen Kur’an ayetleri  vardır. A’raf  suresi 145. Ayeti  kerimede  Yüce Allah  bu hususta  şöyle  buyurmaktadır:

  • وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصٖيلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاؕ سَاُرٖيكُمْ دَارَ الْفَاسِقٖينَ

﴿١٤٥﴾

“Levhalarda Mûsâ için her konuya dair öğüdü ve her şey hakkında gerekli açıklamaları yazdık. (Ve dedik ki:) “Bunlara sımsıkı sarıl; kavmine de o en güzel öğüt ve açıklamalara sarılmalarını emret. Yakında size yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.”

 

Yukarıda geçen “risâletler”in açıklaması mahiyetindeki bu âyette Tevrat’ın, “levhalar”da yazılı metinler halinde gönderildiğine ve onun içeriğine yani Mûsâ şeriatına işaret edilmektedir.

Elvâh “dörtgen biçimindeki tahta” anlamına gelen levha kelimesinin çoğulu olup burada, Mûsâ’ya bildirilen vahiylerin yazılı olduğu taş levhalar (tabletler) kastedilmiştir. Tevrat’ın Çıkış kitabında (24/12) Mûsâ’ya bildirilen “şeriat ve emirler”in taş üzerine yazılı olduğu bildirilir. Aynı kitabın 34. babında Mûsâ şeriatının esasını teşkil eden on emir ile diğer bazı hükümlerin iki taş levha üzerine yazılmasından söz edilir.

“Bunları (levhalarda yazılı buyrukları) kuvvetle tut” emriyle Hz. Mûsâ’dan, o levhaları kararlılıkla, sabır ve metanetle koruyup kollaması, uygulaması istenmiştir. “Kavmine de onların en güzelini almalarını emret” buyruğu ise Hz. Mûsâ’nın, –ikisi de meşrû olan– iki şeyden daha güzel ve faziletli olanını (meselâ kısas yerine affetmeyi) tercih etmesi veya kavminden, –biri yasaklanmış, diğeri emredilmiş olan– iki işten emredilmiş olanını yapmalarını ya da Tevrat sayfalarındaki –hepsi de güzel olan– ahkâmı almalarını istemesi gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır .

Yoldan çıkmışların yurdu” ifadesinde kimlerin veya hangi ülkenin kastedildiği hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür: a) Firavun yönetiminin hüküm sürdüğü Mısır; b) Âd, Semûd vb. toplulukların yaşadığı beldeler (Arap yarımadası); c) Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini reddedenlere yurt olacak cehennem; d) Mûsâ’nın kendileriyle savaşmak görevini üstlendiği Amâlika ve diğer kavimlerce yurt edinilmiş olan ve bugünkü Suriye ile Filistin’i içine alan Diyârışam (İbn Atıyye, VII, 161). “Yurt” diye çevirdiğimiz dâr kelimesi helâk kelimesiyle karşılanarak ilgili cümle, “Size yoldan çıkmışların helâk oluşunu göstereceğim” şeklinde de açıklanmıştır (Şevkânî, II, 279).

Âyetlerin siyak ve sibakı (bağlamı) dikkate alındığında bunlar içinde tercihe şayan olanın son görüş olduğu söylenebilir. İbn Âşûr’a göre bu âyette Hz. Mûsâ ve kavmine, Allah’ın kendilerine vaad ettiği mukaddes toprakları fethedeceklerinin müjdelendiği bildirilmektedir. Nitekim Tevrat’ta konuyla ilgili olarak şöyle denilmektedir: “Ve Rab Mûsâ’ya söyledi: … Senin zürriyetine vereceğim diye ant ettiğim diyara buradan çık; Kenanlı ve Amori ve Hitti ve Perizzî ve Hivî ve Yesûbîleri kovacağım…” (Çıkış, 23/1 vd.).

YENI  LEVHALAR

Kur’anın  bildirdiğine  göre Musa   Sine  dağından  geri  dnüp  kendi  kavminin  buyağıya  taptığını  görünce cok  kızdı ve elindeki  ilahi  emirlerin  yazılı  olduğu   levhaları  yere attı.  Araf  surersi 150  ayett  bu hususta  şöyle  diyor:

  • وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِهٖ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونٖي مِنْ بَعْدٖيۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخٖيهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِؕ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونٖي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنٖيؗ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْنٖي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ

﴿١٥٠﴾

“Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Hârûn, “Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf gördüler; neredeyse beni öldüreceklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!” dedi.

 

İbn İshak’tan nakledilen bir yoruma göre Hz. Mûsâ Tûr’dan dönünceye kadar kavminin buzağı heykeline taptığını bilmiyordu. İbn Cerîr et-Taberî’ye göre ise Mûsâ Tûr’da iken Allah onu, kavminin böyle bir fitneye bulaşmış olduğundan haberdar etmişti. Tâhâ sûresinin 85. âyeti de Taberî’nin bu görüşünü desteklemektedir. Tevrat’taki bilgiler de aynı yöndedir (Çıkış, 32/7-8). Mûsâ daha önce kavmini putperestlik konusunda sürekli uyardığı halde, kısa bir süre onlardan ayrılınca bütün bu uyarıları unutarak tevhid inancından sapmaları onu son derece sarsmıştı. Bu sebeple Tûr’dan öfkeli bir vaziyette döndü ve onlara, kendisinin bulunmadığı süre içinde çok kötü bir iş yaptıklarını ifade ederek hem kavmini hem de yerine bıraktığı Hz. Hârûn’u suçladı. Zira kavmi putperestliğe sapmış, Hârûn da (Mûsâ’nın kanaatine göre) vekâlet görevini yerine getirmekte ve kavmini doğru dürüst yönetmekte kusur etmişti.

Âyetteki “Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” sorusu değişik şekillerde açıklanmıştır: a) Allah’ın hükmünü, yasasını uygulamakta veya beklemekte kusur ettiniz; acele davranarak O’nun yasasını değiştirip bozdunuz. b) Allah’ın tehdidine ve gazabına uğramakta acele ettiniz.

Tâhâ sûresinin “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulun­mamış mıydı? Peki size bu süre çok mu uzun geldi, yoksa rabbinizin gazabına uğramak istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz!” meâlindeki 86. âyeti de son yorumu desteklemektedir.

Musanın  öfkesi  yatışınca  levhaları  alıp tebliğe  devam etti.

  • وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَفٖي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذٖينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

﴿١٥٤﴾

“Mûsâ’nın öfkesi yatışınca levhaları aldı. Onlardaki yazılarda, rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (hükümleri) vardı.”  ( Araf 154)

 

Nüsha kelimesi, “bir asıl metinden çıkarılan kopya, o metnin yeniden yazılmış şekli” anlamına gelir. İkisine birden kopya denildiği de olur. Bu sebeple ilgili kısmı, “bu tekrar yazılmış metinlerde” diye çevirmeyi uygun bulduk. Bu nüsha kelimesini dikkate alan müfessirler, Mûsâ’ya vahyin taş levhalar üzerine yazılmış olarak geldiğini, Mûsâ’nın yere atmasıyla bu levhalar kırıldığı için yeni bir nüshasının yazılmış olabileceğini düşünmüşlerdir.

Tevrat’ın verdiği bilgiler de bu yöndedir (Tesniye, 9/10-11, 10/1-5). Tevrat  bu konuda  şöyle  diyor:

Mûsâ dağdan indiğinde kavminin buzağıya taptığını görünce öfkesinden levhaları kırmış (Çıkış, 32/19; Tesniye, 9/17), bunun üzerine ondan öncekiler gibi iki taş levha daha yontması istenmiş, kırk günlük ikinci buluşma sonunda Mûsâ, bu defa Tanrı’nın yazdırmasıyla bizzat kendisinin yazdığı on emri içeren yeni levhalarla geri dönmüştür (Çıkış, 34/1, 27-28). Mûsâ, Tanrı’nın emriyle bu iki taş levhayı ahid sandığına koymuştur (Çıkış, 25/16; Tesniye, 10/1-5). Ahid sandığı daha sonra Tâlût (Saul) zamanında Filistîler’in eline geçmiş ve ardından geri alınmıştır. İbn Cebirol, sandığın Filistîler’in eline geçmesinden sonra kutsallığının yok olup parçalandığını iddia etmişse de bu açıklama doğru değildir; çünkü Hz. Süleyman ahid sandığını Süleyman Mâbedi’ndeki özel yerine taşıttığında içinde iki taş levha bulunmaktaydı (I. Krallar, 8/9). II. Makkabiler’de (2/7), taş levhaların yer aldığı sandığın Yeremya peygamber tarafından Nebo dağında saklandığı, ancak Tanrı İsrâiloğulları’nı topladığında tekrar bulunabileceği belirtilmektedir. Taş levhaların âkıbetiyle ilgili iki yahudi rivayetinden birine göre Kral Yoşiya levhalarla beraber sandığı saklamış, diğerine göre ise Kral Buhtunnasr (Nebukadnezzar) onu Bâbil’e götürmüştür. Mâbedin yıkılışı ile birlikte sandık ve içindekiler kaybolmuş ve bir daha ondan bahsedilmemiştir (NDB, s. 53; bk. AHİD SANDIĞI).

Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür.

Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.

Musa Kavmine   verilen  bu  emirlere  iyice  sarılmasını emretmektedir. Konuyla  ilgili  olarak  Bakara  suresi 63 ve 64. Ayeti  kıerimelerde  şöyle  denilmektewdir:

  • وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَؕ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فٖيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
  • ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ

“Hatırlayın ki, sizden sağlam bir söz almış, üzerinize de dağı kaldırmıştık. “Size verdiğimizi sıkı tutun, onda bulunanları daima hatırlayın; umulur ki korunursunuz” (demiştik).

Bundan sonra yine döndünüz. Eğer Allah’ın keremi ve rahmeti üzerinizde olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz”

 

Hz. Peygamber dönemindeki yahudiler, Allah’ın İsrâiloğul­ları’ndan hangi konuda ne tür bir söz aldığını bildikleri için âyette bu hususta bilgi vermeye gerek görülmemiştir (genişbilgi için bk. 40. âyetin tefsiri).

Âyette İsrâiloğulları’nın üstüne kaldırıldığı bildirilen Tûr’dan maksat Sînâ’da Mûsâ’ya vahyin geldiği dağ veya herhangi bir başka dağ olabilir (İbn Atıyye, I, 158-159). Hz. Mûsâ Tûr’dan Tevrat levhalarını alarak halkına döndüğünde, onlara, kurtuluşa erebilmeleri için Tevrat’ı alıp ona sarılmalarını emretmiştir. Bu konuyla ilgili olarak tefsirlerde yer alan rivayetlerden birine göre İsrâiloğulları Mûsâ’nın bu talebine karşılık, “Allah, sana konuştuğu gibi bize de konuşmadıkça bu dediğini yapmayız!” cevabını verince aniden bayılıp yere yığılmışlar; fakat ayıldıklarında yine direnmişler; nihayet Allah’ın emriyle melekler Filistin’deki bir dağı yerinden kopararak, Mûsâ’nın buyruğunu tutmaları için bir tehdit unsuru olarak, büyük bir bulut gibi yahudilerin üstünde askıda tutmuşlar; daha başka tehditlerle de sıkıştırılan yahudiler ancak bu zorlamalarla inatlarından vazgeçip gerekeni yapmışlardır. İsrâiloğulları’nı ıslah amacı taşıyan bu olayın bir mûcize olduğu anlaşılmakla birlikte mahiyeti hakkında tefsirlerde yer alan bilgilerin hangi kaynağa dayandırıldığı bilinmemektedir. Mevcut Tevrat nüshalarında ise bu konuda net bir bilgi yoktur. Sadece Çıkış kitabında (19/18; 20/18-19) Sînâ dağının tüttüğünden, dağın dumanından ve titrediğinden söz edilmektedir. Kur’an Hz. Peygamber dönemindeki yahudilere böyle bir olayı hatırlattığına göre, gerçek Tevrat nüshalarında bulunan bilgilerin sonradan Tevrat nüshasından düştüğü veya belirtilen şekle sokulduğu, sözlü kültürde ise Kur’an’da anlatılan şekliyle devam ettiği düşünülebilir. Nitekim Talmud’da (Shabbath, 88a) “O kutsal varlık, dağı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve ‘Tevrat’ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olacaktır’ dedi” şeklinde bir ibare yer almaktadır.

.

İsrâiloğulları bu gelişmeler karşısında bir süre Tevrat’ın hükümlerine uymuşlarsa da, 64. âyetin ifade ettiğine göre tekrar itaat etmekten vazgeçerek ağır bir cezayı hak etmişler; ancak Allah’ın lutuf ve merhameti sayesinde bir felâkete uğramaktan kurtulmuşlardır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment