نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

 

HAZRETİ MUSA’NIN  HAYATI 11

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 

 

Allahın İsrailoğullarına  10 Emiri nedir? Neleri kapsamaktadır? 10 Emir ile verilmek istenen mesaj nedir?

10 Emir, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkmaları üzerine Tanrı’nın kutsal kitapta onlara gönderdiği uyulması gereken 10 kurallık bir yasadır. Bu 10 yasa Tanrı’nın insanoğluna buyruğunu içermektedir. Böylece insanoğlunun Tanrı’ya karşı olan görevleri ve insanın insana karşı nasıl tutumda olması gerektiğini öğütlemiştir. Şimdi bu 10 yasayı birlikte inceleyelim.

1-“Benden başka tanrın olmayacak.” Bu yasa ile emredilen toplumdaki yanlış inanışların önünü kesmek ve putlara tapmak gibi cahilce yapılan bilinçsiz davranışları engellemektir.”  Tervhid  inancı  vurgulanmaktadır.

2-“Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın.” Bu emirle kastedilen putların yayılmasını önleyerek, insanların Rabbi ile putları bir tutmasını engellemektir. Putların reddi.

3-“ Tanrın Rabbin adını boş yere ağzına almayacaksın.” Tanrı’nın ismini boş yere ağzımıza alarak O’nun adının kolayca yalan dolu cümlelerle kirletmek, Tanrı’ya karşı yapılan bir saygısızlık olacağından, bu buyrukla bu tür uygunsuz söylemleri önlemek amaçlanmıştır. Tanrının  isminin  kötüye  kullanılması ve çıkarlara alet  edilmesi yasaklanmıştır.

4-“Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın; ama yedinci gün bana, Tanrın Rab’be Şabat Günü adanmıştır.” Nitekim bizler O’nun kulları olarak bize bahşettiği lütuflarla, her şeyden önce bize sunduğu sağlıkla çalışıp hayatımızı idame ettirmekteyiz. Bize düşen görevde bunun karşılığı olarak, Rabbimizi onurlandırarak, O’nu anmaktır. Buradaki mesaj; insanlar olarak kendi aramızda, birbirimize yaptığımız en ufak iyiliklerden dolayı teşekkürü bir borç biliyorsak, Rabbimizin bize yaptığı iyilikleri görmezden gelemeyiz ve O’na karşı borcumuzu ibadet ederek, onu anarak ödemeliyiz.

5-“Anne babana saygı göster.” Saygı her zaman hayatımızın içinde bulunması gereken bir kuraldır. Her şeyden önce saygı daha çocukken anne babamıza karşı gösterdiğimiz güzel davranışlardan biridir. Anne babamıza gösterdiğimiz saygı içgüdüsel olarak bize alışkanlık kazandırır ve başkalarına da saygı göstermeyi öğrenmiş oluruz. Bu emir ile asıl amaç toplumun birbirine saygı göstererek, huzur içinde yaşamasıdır.

6-“ Adam öldürmeyeceksin.” Bizler biliriz ki, en küçük canlıyı öldürmemiz dahi kutsal kitapta yasaklanmıştır. Cihad esnasında da olsa aşırıya kaçılmamalıdır. İlahi inanışa göre Allah’ın verdiği canı; ancak Allah alır. Zira bir insanın canını almakla, acımasız ve merhametsizce bir davranış sergilemiş oluruz. Sonuç olarak, bir cana son vererek onun yakınlarına üzüntü, kahır, keder bırakmış olursunuz. İşte bu gibi üzücü sonuçların doğmaması, insanların iyilik, merhamet ve güzellik içinde yaşaması maksadıyla bu mesaj inmiştir.

7-“ Zina etmeyeceksin.” Evlilik de ki temel şartlardan biri. Eşlerin birbirine karşı sadakati ve bağlılığıdır. Sadakatin olmadığı yerde güvensizlik oluşur. Bu güvensizliğin sonucunda evlilik hayatı kötü bir şekilde sona erebilir. Toplumumuz tarafından hoş karşılanmayan durumlar meydana gelebilir. Nitekim gayri meşru bir ilişkiden bir çocuğun olması, hoş karşılanmaz ve toplum tarafından yadırganır. Sonuç olarak, bu tür olumsuz durumların önlenmesi ve aile hayatının zedelenmemesi için bu emir verilmiştir.

8-“ Çalmayacaksın.” Emeksiz kazanılan hiçbir kazanç helal değildir. Sırf kolay kazanç sağlamak için başkasının ekmeğine el uzatmak doğru olmayan ve başkalarına zarar veren bir davranıştır. Bir başkasını mağdur ederek, kendimize kazanç sağlamak haramdan başka bir şey değildir. Haram yemek ve başkasına zarar vermek uygunsuz bir davranış olduğu için bu emirle yasaklanmıştır.

9-“ Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin.” Yalan yere tanıklık etmek, bir başkasına karşı yapılacak en büyük hainliklerden biridir. Öyle ki, iftira attığınız bir insan toplum tarafından alnına vurulan leke yüzünden dışlanabilir ve çeşitli hakaretlere maruz kalabilir. Sizin yüzünüzden bir başkasına böyle bir eziyetin yapılması insanlık suçudur. Üstelik bu suçu yakınınızdaki bir insana velhasıl komşunuza yapmanız, toplumsal ilişkileri altüst edebileceği gibi hoşlanmadık durumlar yaratabilir. Böyle bir insanlık suçunu kapısını çalacağınız bir insana yapmak yersiz bir davranıştır. Bu emir bir nevi utanacağın yüze, utanacağın sözü söyleme demektir. Böylece yersiz bir davranışın en yakınından başlayarak engellenmesi amaçlanmıştır.

10-“ Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.” Bu hayatta istisnai durumlar dışında herkes verdiği emeğin karşılığını alır. Bir başkasının malına imrenmek sadece boş bir eylemdir. Bu eylem insanlar arasında haset ve fitnelik yaratmaktan başka bir şey değildir. Onda var neden bende yok? demek yerine çalışıp, kazanmak kadar güzel bir fiil yoktur. Nitekim bu emir ile insanları çalışmaya teşvik etmek amaçlanmıştır.

Dikkat  ederseniz  bu  emirlerin yüzde  30 u  inanç  ile  ilgili ve  yüzde   70  ise  insanlar arası  ilişkiler ve sosyal  yaşam ve  riayet edilmesi  gereken hukuki durumlarla   ilgilidir.  Tabiki   bu emirler  insanlık  camiasının  sosyal ve  hukuki alanlardaki  illerlemesi ve   gelişmesine  paralel  olarak daha  geniş kapsamlı ve detayllı  şekilde  başta  islam  olmak  üzere  diğer   dinlerde  mevcut  bulunmaktadır.  Kur’an  on emrin  yazılı  olduğu  levhalar  konusunda Araf  suresi  145 ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır:

  • وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصٖيلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاؕ سَاُرٖيكُمْ دَارَ الْفَاسِقٖينَ

 

“Levhalarda Mûsâ için her konuya dair öğüdü ve her şey hakkında gerekli açıklamaları yazdık. (Ve dedik ki:) “Bunlara sımsıkı sarıl; kavmine de o en güzel öğüt ve açıklamalara sarılmalarını emret. Yakında size yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.”

Kur’anın  bildirdiğine  göre İsrail oğullarının  haktan ve  yoldan sapmasına   çok  öfkelenen  Musa  ilahi  emirlerin  yazılı  olduğu  levhaları   elınden atıp.  Kardeşi  Haraunun  saçından tutup  kendisine  çekiyor.  Bu  konuda  Araf  suresi, 150 -154. Ayetlerde   Allah  azze ve celle   şöyle  buyurmaktadır:

  • وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِهٖ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونٖي مِنْ بَعْدٖيۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخٖيهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِؕ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونٖي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنٖيؗ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْنٖي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ

﴿١٥٠﴾

“Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Hârûn, “Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf gördüler; neredeyse beni öldüreceklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!” dedi.”

İbn İshak’tan nakledilen bir yoruma göre Hz. Mûsâ Tûr’dan dönünceye kadar kavminin buzağı heykeline taptığını bilmiyordu. İbn Cerîr et-Taberî’ye göre ise Mûsâ Tûr’da iken Allah onu, kavminin böyle bir fitneye bulaşmış olduğundan haberdar etmişti. Tâhâ sûresinin 85. âyeti de Taberî’nin bu görüşünü desteklemektedir. Tevrat’taki bilgiler de aynı yöndedir (Çıkış, 32/7-8). Mûsâ daha önce kavmini putperestlik konusunda sürekli uyardığı halde, kısa bir süre onlardan ayrılınca bütün bu uyarıları unutarak tevhid inancından sapmaları onu son derece sarsmıştı. Bu sebeple Tûr’dan öfkeli bir vaziyette döndü ve onlara, kendisinin bulunmadığı süre içinde çok kötü bir iş yaptıklarını ifade ederek hem kavmini hem de yerine bıraktığı Hz. Hârûn’u suçladı. Zira kavmi putperestliğe sapmış, Hârûn da (Mûsâ’nın kanaatine göre) vekâlet görevini yerine getirmekte ve kavmini doğru dürüst yönetmekte kusur etmişti.

Âyetteki “Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” sorusu değişik şekillerde açıklanmıştır: a) Allah’ın hükmünü, yasasını uygulamakta veya beklemekte kusur ettiniz; acele davranarak O’nun yasasını değiştirip bozdunuz. b) Allah’ın tehdidine ve gazabına uğramakta acele ettiniz..

Tâhâ sûresinin “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulun­mamış mıydı? Peki size bu süre çok mu uzun geldi, yoksa rabbinizin gazabına uğramak istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz!” meâlindeki 86. âyeti de son yorumu desteklemektedir.

Hz. Mûsâ bu suretle kavmini suçlayarak, son derece sarsılmış bir hâletirûhiye içinde elindeki Tevrat levhalarını yere attı. Aynı duyguların tesiriyle, bu olayda kusurlu olduğunu düşündüğü ve halkın, Sâmirî’ye aldanarak buzağı heykeline tapmasına göz yumduğunu zannettiği  Hârûn’un başından veya saçlarından tutup kendisine doğru çekti; Tâhâ sûresinin 92-93. âyetlerinde bildirildiğine göre, en azından onun, kendisine gelerek durumu haber vermesi gerektiği halde bunu bile yapmadığını söyleyerek onu görevini yapmamakla suçladı. Hârûn da “Ey anam oğlu!…” diyerek merhamet duygusuna hitap ettiği Mûsâ’ya, görevini yapmaya çalıştığını, hatta bu uğurda hayatını bile tehlikeye soktuğunu, fakat İsrâiloğulları’na söz geçiremediğini ifade etti. Diğer bir âyette (Tâhâ 20/94) haber verildiğine göre Hârûn, kavmini altın buzağıya tapmaktan alıkoymak için başka önlemler almayı da düşünmüş; fakat işin iyice çığırından çıkarak halk arasında bir parçalanmaya kadar varmasından, Mûsâ’nın da kendisini, halkı birbirine düşürmekle suçlamasından kaygı duymuştu. Hârûn, bütün bu açıklamalardan sonra Mûsâ’dan, hareketi ve sözleriyle kendisini hırpalayarak, yaptıklarına karşı çıktığı için ona kızgın olan “zalimler” (buzağı heykeline tapanlar) karşısında kendisini gülünç duruma düşürmemesini, onlarla aynı kefeye koymamasını istedi.

  • وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَفٖي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذٖينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

﴿١٥٤﴾

 

“Mûsâ’nın öfkesi yatışınca levhaları aldı. Onlardaki yazılarda, rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (hükümleri) vardı”.

 

Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür.

Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.

Tevratın  levhaların  tekrar  yeniden  Tur  dağında  ikinci  bir  sözleşmede  yazıldığına  dair söyledikleri  yukarda  geçti.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment