نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

 

HAZRETİ MUSA’NIN  HAYATI 10

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 

Musanın  Turi  Sinada  Allah  ile Sözleşmesi

Hz.  Musa Turi  sinadaki  buluşma ve  sözleşmeye   kadar. Hazreti  İbrahimin şeriatı  üzerine hareket ediyordu. O  şeriatı  israiloğullarına talim ediyordu. Bu  arada  Hz.  Musa  Allahtan  yeni bir  şeriat  talebinde  bulundu. Allah  Ona  Sina  dağının eteklerine  gitmesini   ve  orda  otuz  gün  oruç  tutup  ibadet etmesini emir  buyurdu.

Musa  Rabbiyle münacat için  kavminden ayrılmadan  önce, Kavmine  şöyle dedi: Ben  otuz  gün aranızda olmıyacam, Turi  Sinaya  gidecem ve size  yeni  bir şeriat  getirecem,  ben  dönünceye  kadar  kardeşim  Harun aranızda  halefim  olarak  kalacaktır. Musa  Turi  Sinaya  gitti, Otuz  gün  bittikten  sonra  Allah  ona on gün  daha  ibadet etmesini ve   ibadet  süresini  kırka  tamamlamasını emir  buyurdu. Konuyla  ilgili  olarak  Allah   142  ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır.

  • وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰثٖينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مٖيقَاتُ رَبِّهٖٓ اَرْبَعٖينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخٖيهِ هٰرُونَ اخْلُفْنٖي فٖي قَوْمٖي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِـعْ سَبٖيلَ الْمُفْسِدٖينَ

﴿١٤٢﴾

“Mûsâ ile otuz gece (için) sözleştik ve buna on gece daha ekledik; böylece rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Mûsâ kardeşi Hârûn’a dedi ki: “Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yolunu izleme.”

 

İsrâil halkı, Mısır esaretinden kurtulup Sînâ çölüne geçtikten sonra bu çölde kırk yıl boyunca evsiz barksız dolaştılar. Bu yüzden Sînâ çölü “şaşkın vaziyette dolaşmak” anlamına gelen Tîh adıyla da anılır. Tûrisînâ, bu çölün ve yarımadanın güneyinde bulunmaktadır. Yüce Allah, esaretten kurtulan kavme şeriatını bildirmek üzere Mûsâ’ya Tûrisînâ’ya gelmesini emretti. Mûsâ, yerine kardeşi Hârûn’u bırakarak ondan sulh ve sükûnu korumasını, bozgunculuk çıkarabileceklere karşı dikkatli olmasını istedi. Bu tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın emrine uyarak Tûr’a gitti.

Araplar genellikle gün yerine gece kelimesini kullandıklarından; ayrıca ibadet, zikir, dua gibi dinî faaliyetler için gündüze nisbetle gecenin sükûneti daha elverişli olduğundan âyette Mûsâ’nın Tûr’da geçirdiği süre hakkında gün yerine gece kelimesi zikredilmiştir. Bakara sûresinde (2/51) bu buluşma süresi sadece “kırk gece” kaydıyla anılırken burada söz konusu sürenin otuz ve on gece olarak iki bölümde anılması ve böylece Bakara sûresindeki âyete bir ayrıntı ilâve edilmesi çeşitli şekillerde yorumlanmış olup, muhtemelen bu iki farklı süre, Hz. Mûsâ’nın kırk gece içinde kaydettiği iki ruhî ve mânevî gelişmeye işaret etmektedir. Otuz gecenin ibadet süresi, on gecenin ise Tevrat’ın inzâl edildiği süre olduğu da düşünülebilir.

Allah  ile  buluşma

Tevrat   Musanın  Allah  ile  sözleşmesinden  bahsederken, Musanın ve  beraberindekilerin  Allahı  gördüklerini  söyler.  Allahın ayakları altında   gök mavisi  misali  larcıvert  döşemeler  vardı.  Allah  israil  büyüklerine  el  kaldırmadı.   Allahı  gördüler. Yediler ve  içtiler.  ( Tevrat  çıkış 24.  Ayet  10.11)

Kur’an  bu  konuda    Araf  suresi 143. Ayeti  kerimede  şöyle  diyor:

  • وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِمٖيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِنٖٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَؕ قَالَ لَنْ تَرٰينٖي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰينٖيۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِنٖينَ

Meal (Kur’an Yolu)

 

 

“Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de rabbi onunla konuştuğunda o, “Rabbim! Bana görün; sana bakayım” dedi. Rabbi, “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsâ da bayılıp düştü. Kendine gelince dedi ki: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim; ben inananların ilkiyim.”

 

Hz. Mûsâ, Tûr’daki bu olağan üstü buluşma sırasında, üç vahiy şeklinden biri olan vasıtasız vahiy ile yüce Allah’ın kelâmını alırken, aynı zamanda, kendisiyle konuşma lutfunda bulunan Allah’ı müşahede etmeyi, O’nu beden gözüyle görmeyi de diledi.. Fakat Allah, “Beni asla göremezsin” buyurarak bunun imkânsız olduğunu belirtti.

Âyette, itikadî mezhepler arasındaki önemli tartışmalara sebep olan kelâm (Allah’ın konuşması) ve rü’yetullah (Allah’ın beden gözüyle görülmesi) söz konusu edilmiş; Allah’ın Mûsâ ile konuştuğu; Mûsâ’nın O’nu görmek istemesi üzerine bunun asla mümkün olmadığı belirtilmiştir. Buna göre Allah konuşur ve O’nun seçkin kulları (peygamberler) bu konuşmayı işitebilir; fakat Allah asla görülmez. Âyetten çıkan bu açık bilgiye rağmen İslâm âlimleri hem kelâm sıfatını hem de rü’yet konusunu uzun uzun tartışmışlardır. Selef diye anılan ilk kelâmcılar ve onları takip eden sonraki Selefîler Allah’ın, –insanların kullandıklarına benzemeyen– harflerle ve sesle konuştuğunu ileri sürerken diğer kelâmcılar O’nun harfler ve sesler gibi konuşma araçlarına muhtaç olmadan konuştuğunu savunmuşlardır. Öte yandan, bütün İslâm bilginleri Allah’ın dünyada görülmesinin mümkün olmadığını kabul ederler.

İbn Atiyye, “Rabbi onunla konuştu” ifadesini “Yani Allah Mûsâ’da bir idrak yarattı ve o bu idrakle Allah’ın zâtî bir sıfatı olan kelâmını işitti” şeklinde yorumlar. Kanaatimize göre bu, Allah’ın kelâmına ilişkin oldukça mâkul bir açıklamadır. Zira yine İbn Atıyye’nin belirttiği üzere, Allah’ın kelâmı hiçbir şekilde yaratılmışların sıfatına, yaratılmışlık özellikleri taşıyan hiçbir kelâma benzemez.  Ehli beyt Öğretilerine  göre  Allah  ne  bu  dünyada ve  ne de ahirette  fiziki  gözle  görülemez.

Allah’ın dağa tecelli etmesiyle ilgili olarak tefsirlerde farklı açıklamalar yapılmıştır. Sözlükte tecellî “perdenin veya örtünün açılması üzerine bir şeyin bütün gerçekliğiyle ortaya çıkması” demektir. İbn Âşûr’a göre (IX, 93) âyetteki bu kısım mecazi bir ifade olup muhtemelen bununla, dünya varlıkları ile aşkın güçler arasına Allah tarafından konulmuş bulunan perdelerin kaldırılması kastedilmiştir. Bu perdeler veya engeller kalkınca rabbânî güç ile dağ arasında bir ilişki doğmuş ve dağ paramparça olmuş; Allah’ın bir şekilde kendisini göstermesi veya kendisinden bir görüntüyü dağa yansıtması şeklinde cereyan eden bu olağanüstü olayı gören Hz. Mûsâ dehşete kapılarak kendinden geçip yere yığılmıştır. Ayılınca anlamıştır ki böyle bir tecelli kendisini bu kadar sarstığına göre, bu dünyanın şartları içinde, bu bedenî, hissî ve psikolojik yapısıyla Allah’ı görmeye asla tahammül edemeyecekti. Ayrıca, dağın bir bakıma denek olarak kullanıldığı bu tecrübe kendisi üzerinde gerçekleşseydi mahvolacaktı. Sonuç olarak Allah’tan, genel anlamda mümkün, fakat bu dünyada imkânsız olan bir şeyi istediği için tövbe etti ve kendi halkı veya o dönemdeki insanlar içinde ilk mümin kişinin kendisi olduğunu belirterek bir kez daha imanını Allah’a arzetti.

Tevratta  da Allahın  dağa  tecellisinden  söz edilmiştir. Ancak  bu  tecelli  ile  Rabbin  görünmesi hakkında  bir  irtibat  sağlanmış  değildir.

Tanah metinlerinde yer alan “yüzümü görmene izin veremem. Çünkü yüzümü gören yaşa-yamaz…Ama yüzüm görülmeyecek” ifadeleri Tanrı’nın yüzünün görülmediğini dile getirse de diğer ifadeler onun suret ve sırtını gördüklerini  anlatır.Kur’an’da da Tanah kıssasındakilere benzer bir şekilde her ne kadar Allah’ın Musa’ya Tanrı Dağı Tûr-i Sinâ’da, kırk günlük buluşma vakti tayin ettiği, onunla görüşüpkonuştuğu tahkiye edilse de Mısır’da görüp tapınmaya, dokunup teberrüklenmeye (kutsanmaya), etrafında dönerek ayin ve eğlenceler yapmaya alış-kın oldukları transfigüre pagan Tanrı tasavvur ve arzuları,İsrailoğullarının bizatihi kendi dillerinden ve Musa’nın lisanından “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açıkca görmedikçe sana asla inanmayız”, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” şeklinde dile getirilen talepler, “beni asla göremeyeceksin” ifadeleriyle ilga ve iptal edilmiştir.

 

 

 

Bu buluşmadan  sonra  Allah  Musaya  vahyolunana  ciddi  bir  şekilde  sarılmasını  emir  buyurmaktadır: Konuyla  ilgili  olarak  Araf  suresi 144  ayeti  kerimede.

 

  • قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتٖي وَبِكَلَامٖيؗ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرٖينَ

﴿١٤٤﴾

“Allah, “Ey Mûsâ!” dedi, “Ben, mesajlarımı iletmek ve sözüme muhatap kılmak için insanlar arasından seni seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.”

 

Hz. Mûsâ’nın yüce Allah’ı görme dileğinin kabul edilmemesi karşısında, teselli mahiyetinde olmak üzere, Allah Teâlâ ona, iki büyük nimetini ikram etmek üzere onu seçtiğini, bu suretle kendisini diğer insanlardan üstün ve seçkin kıldığını hatırlatmış; bu nimetlerin kadrini bilip şükrünü eda etmesini istemiştir. Bu nimetlerden biri Mûsâ’ya tebliğler (risâlât) yani vahiyler gelmesi, diğeri de Allah’ın onunla vasıtasız olarak konuşmasıdır (kelâm).

MUSANIN ŞERİATI

“Musanın  Turi  sinadaki  kırk  günlük  ibadet ve  Rabb  ile  konuşmasından sonra, İlahi  emirlerr ve  kuralları  levhalar  üzerinde  Musaya    nazil  olundu.  Konuyla  ilgili  olarak  Allah  Araf suresi  145. Ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır.”

  • وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصٖيلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاؕ سَاُرٖيكُمْ دَارَ الْفَاسِقٖينَ

“Levhalarda Mûsâ için her konuya dair öğüdü ve her şey hakkında gerekli açıklamaları yazdık. (Ve dedik ki:) “Bunlara sımsıkı sarıl; kavmine de o en güzel öğüt ve açıklamalara sarılmalarını emret. Yakında size yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.”

 

Yukarıda geçen “risâletler”in açıklaması mahiyetindeki bu âyette Tevrat’ın, “levhalar”da yazılı metinler halinde gönderildiğine ve onun içeriğine yani Mûsâ şeriatına işaret edilmektedir.

Elvâh “dörtgen biçimindeki tahta” anlamına gelen levha kelimesinin çoğulu olup burada, Mûsâ’ya bildirilen vahiylerin yazılı olduğu taş levhalar (tabletler) kastedilmiştir. Tevrat’ın Çıkış kitabında (24/12) Mûsâ’ya bildirilen “şeriat ve emirler”in taş üzerine yazılı olduğu bildirilir. Aynı kitabın 34. babında Mûsâ şeriatının esasını teşkil eden on emir ile diğer bazı hükümlerin iki taş levha üzerine yazılmasından söz edilir.

Bunları (levhalarda yazılı buyrukları) kuvvetle tut” emriyle Hz. Mûsâ’dan, o levhaları kararlılıkla, sabır ve metanetle koruyup kollaması, uygulaması istenmiştir. “Kavmine de onların en güzelini almalarını emret” buyruğu ise Hz. Mûsâ’nın, –ikisi de meşrû olan– iki şeyden daha güzel ve faziletli olanını (meselâ kısas yerine affetmeyi) tercih etmesi veya kavminden, –biri yasaklanmış, diğeri emredilmiş olan– iki işten emredilmiş olanını yapmalarını ya da Tevrat sayfalarındaki –hepsi de güzel olan– ahkâmı almalarını istemesi gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır.

Yoldan çıkmışların yurdu” ifadesinde kimlerin veya hangi ülkenin kastedildiği hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür: a) Firavun yönetiminin hüküm sürdüğü Mısır; b) Âd, Semûd vb. toplulukların yaşadığı beldeler (Arap yarımadası); c) Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini reddedenlere yurt olacak cehennem; d) Mûsâ’nın kendileriyle savaşmak görevini üstlendiği Amâlika ve diğer kavimlerce yurt edinilmiş olan ve bugünkü Suriye ile Filistin’i içine alan Diyârışam (İbn Atıyye, VII, 161). “Yurt” diye çevirdiğimiz dâr kelimesi helâk kelimesiyle karşılanarak ilgili cümle, “Size yoldan çıkmışların helâk oluşunu göstereceğim” şeklinde de açıklanmıştır (Şevkânî, II, 279).

Âyetlerin siyak ve sibakı (bağlamı) dikkate alındığında bunlar içinde tercihe şayan olanın son görüş olduğu söylenebilir. İbn Âşûr’a göre bu âyette Hz. Mûsâ ve kavmine, Allah’ın kendilerine vaad ettiği mukaddes toprakları fethedeceklerinin müjdelendiği bildirilmektedir. Nitekim Tevrat’ta konuyla ilgili olarak şöyle denilmektedir: “Ve Rab Mûsâ’ya söyledi: … Senin zürriyetine vereceğim diye ant ettiğim diyara buradan çık; Kenanlı ve Amori ve Hitti ve Perizzî ve Hivî ve Yesûbîleri kovacağım…” (Çıkış, 23/1 vd.).

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment