Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ YUSUFUN HAYATI 3
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
HAZRETİ YUSUFUN HAYATI 3
Insanın hayıra ve günaha eğilimi
İnsan yaratılışı itıbarıyla günahtan ziyade hayra ve iyiliğe eğilimlidir.Günahtan hoşlanmamakta ve nefret etmektedir. Çünkü insan temiz, iyilik ile güzelliğe eğilimli bir fıtrata bir yaaratılış formatına sahip bulunmaktadır.. Bu fıtrat günahların kirliliğinden dolayı fonksiyonunu yitirmedikçe, dini emir ve yasakları kabul etmekte ve yapısına uygun görmektedir. Yeri gelmişken burada fıtratı biraz daha açmamız gerekiyor.
FITRAT NEDIR?
insan şahsiyetinin ortaya çıkmasında etkili bir faktör olan fıtrat insanın doğuştan getirdiği özelliklerdir.
Fıtrat kelimesi “bir şeyi ilk yapmak, yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak,icat etmek” manalarına gelen “fatara” kökünden isim olup “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” anlamında kullanılır. Bazı İslam alimlerine göre fıtrat, “hilkat, ilk yaratılış hali” demektir. Bundan da her insanın yaratılış itibariyle İslam’ı kabullenmeye uygun ve hazırlanmış olarak selim birhalde yaratılışı kastedilmektedir.
Diğer bir ifadeyle fıtrat, insanın yaratılışındaki arzu, istek ve temayülleri,ihtiyaçları; farklı istidat, kabiliyet ve yeteneklerini toplayan ve insanın nefis ve ruhunun derinliklerinde Allah tarafından kodlanarak yerleştirilmiş, insanın tabiatıdır.
Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir.Fıtrat gerçeğe meyletme yetene ğidir. Bu yetenek, kendisine seçme şansı tanındığı zaman fıtrata gerçeği seçtirir. Boş, önceden saplantıya düşmemiş ve ön yargılara takılmamış bir kişinin önüne iki seçenek konulsa, kesinlikle gerçeğe eğilim duyacaktır. Boş, geçmişin kalıntılarını kendisinde barındırmayan bir zihne sahip insana, bir İslam, bir de diğer inançlar teklif edilse kesinlikle İslam’ı seçecektir.
Fıtrat, insanın özgün yaratılışıdır. Başlangıcı ve mahiyeti itibariyle insanın varlığından önce bulunan; onun geleceğini, kendisini ve vasıtasıyla gerçekleştireceği fiillerini yönlendirecek olan “insanî kıvam”, özgün hususiyet ve şahsiyettir.
Yusufun Kıssasında son anda fıtratın bir uyarıcı olarak devreye girip, bir çirkinlikten yani kardeş katlinden, Yusufun kardeşlerini alıkoymaktadır. Yusufun katli konusundan kardeşlerin planı hakkında şöyle buyurmaktadır:
- اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوِ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ ﴿یوسف:۹﴾
“Yûsuf’u öldürün, ya da onu asla geri dönemeyeceği ıssız ve uzak bir yere atın. Böylece babanızın bütün sevgi ve alakası yalnız size kalsın. Endişe etmeyin; sonra da tevbe eder, iyi birer insan olursunuz!”
Hatta Allahın emirlerini yerine getirmeyen ve günah işleyen insanlar dahi, kendilerini iyi, hayır sever ve günahtan kaçınmaya çabalayan bir kimse olarak göstermek ister. Dini emirlere aykırı davranışları için de akli ve ilmi istinadı olmayan bahaneler öne sürerler. Kur’an kötülük yapan insanın kötülük ve günahin bilincinde olduğunu ne kadar bahane illeri sürsede sürsün. Ne yaptığına vakıf, iyilik ve kötülüğü akliyle teşhis edebilecek bir donanıma haizdir. Konuyla ilgili olarak Kur’anı Kerim Kıyamet suresi 13. 15 ayeti kerimelerde şöyle buyurmaktadır.
- يُنَبَّأُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ؛ بَلِ الْإِنْسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ؛ وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ ﴿قیامه:۱۳-۱۵﴾
“O gün insana yaptığı ve yapmadığı her şey hakkında bilgi verilecektir.
Artık insan, mazeretlerini sayıp dökse de kendine kendisi tanıktır.“
Yüce Allah Hz. Peygamber’in şahsında insanlığa hitap ederek kıyamet koptuğu gün artık Allah’ın huzurundan başka kaçıp sığınılacak, varıp durulacak bir yerin bulunmadığını haber vermektedir. O gün herkes Allah’ın huzurunda toplanacak ve dünyada yapıp ettikleri ve yapması gerektiği halde yapmadıkları iyi ve kötü ne varsa hepsi ona haber verilecektir. Bununla birlikte insan görünüşte cezadan kurtulmak için çeşitli mazeretler ileri sürse de 15. âyetin bildirdiğine göre, gerçekte kendisi hakkında yine kendisi tanıklık edecek, çünkü yaptıklarının bilincinde olmuştur. İçten ve dıştan kötülükler ve günahları iyilik ve hasanattan ayırt edecek imkanlar kendisine sunulmuştur. Gerçeği gizlemesi mümkün olmayacaktır. İsrâ sûresinin 14. âyetinde de bazı müfessirler, insanın kendisi hakkında tanıklık etmesini, organlarının şahitlik yapması olarak açıklanmıştır.
İnsan zatı İtibarıyla hayra ve iyiliklere meyillidir.
insanın estetik olarak güzel olan şeylere meyletmesi ve çirkin olanlardan nefret etmesi de insan fıtratının başka önemli bir özelliğidir. İnsan fıtrî olarak sadece fiziki güzelliğe değil, ilim, iffet ve şecaat gibi manevî güzelliklere de meyleder. Cehalet, yalan vb. kötü şeylerden nefret eder. Kur’an’nın fonetik yapısı ve tasvirleri bunun bir kanıtı sayılabilir. İnsanın önemli fıtrî özelliklerinden biri de yaratıcılık ve bilgiyi güncellemesidir. Ancak yaratma yoktan var etmek anlamında olduğu için yaratma fiili mecazi olarak insana nispet edilmektedir.
Yusufun kardeşleri kendi hile ve tüzaklarını örtbas etmek için hayırhahlığı ve Yusufa olan düşkünlüğü ve ona göz ve kulak olacaklarını ısrarla dinlendiriyorlar.
- َالُوا يَا أَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ ﴿یوسف:۱۱﴾
“Dediler ki: “Ey babamız! Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa biz onun iyiliğini isteyen kimseleriz.”
“Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun?” şeklindeki sorularından anlaşılıyor ki kardeşleri daha önce de Yûsuf’un kendileriyle beraber kıra çıkmasını istemişler fakat, babaları bu konuda onlara güvenmediği için buna izin vermemişti. Ya‘kūb aleyhisselâm aslında oğullarına güvenmediği halde, bunu hissettirmeme nezaketini göstermiş, gerekçe olarak, onlar farkında olmadan Yûsuf’u kurtların kapıp yiyebileceğinden korktuğunu ifade etmiştir.
Şeytanda Adem ve Havaya yaklaşıp onları igfal etmeye kalkıştığında, hayırhahlık kapısından yaklaştı. Onların hayrını istediğine yemin ederk onları kandırıp haram meyveyi yedirdi. A’raf suresi 20.21. ayeti kerimelerde konuyla ilgili olarak Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:
- فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ؛ وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ ﴿اعراف:۲۰-۲۱﴾
“Derken şeytan, kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.
Onlara, “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye de yemin etti. „
Vesvese “aynı şeyleri tekrar tekrar fısıldama” anlamına gelir ve daha çok ayartıcı, tahrik edici sözler veya psikolojik telkinler, yönlendirmeler için kullanılır. Burada İblîs’in, “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” diyerek Âdem ve Havvâ’yı ayartması, onları günah işlemeye teşvik etmesi hakkında kullanılmıştır. “yasak meyve ile cinsel organ arasında bir ilişkinin mevcut bulunduğunu söylemek mümkündür. Ehl-i kitap arasında da bu görüşü benimseyenler olmuştur. Ancak,islam alimlerinin çoguna göre: Bu tür konular, mahiyetini anlayıp kavramakla yükümlü kılındığımız hususlardan olmadığı için, en doğru tutum Kur’an’ın bildirdikleriyle yetinmektir. Ancak şeytanın kullandığı dilin nasihat. Iyilik ve hayırhahlık dili olduğu dikkat çekicidir.
Yeryüzüunde bozgunculuk yapanlar, ifsadını ıslah olarak gösterenlerin kullandığı dilde aynı dildir. Günümüzde de insan hakları. Özgürlük ve adalet gibi kutsal değerlerin kirli emeller. Ekonomik çıkarlar ve enerji kaynaklarını konrol altına alıp dsha fazxlas silah satmak amacıyla nasıl kullanılmış olduğuna bütün dünya tanıklık etmektedir.
- وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ؛ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿بقره:۱۱-۱۲﴾
Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” dendiği zaman, “Hayır! Biz ancak ıslah edicileriz” derler.
Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridir; fakat bunun farkına varmazlar.
Türkçe’ye genelde “bozguncu” olarak çevrilen الْمُفْسِدُ (müfsid) kelimesi “fesâd” kelimesinden gelmektedir. Fesâd, bir şeyin faydalı olmaktan çıkması, normal hâlinden uzaklaşması ve bozulması mânalarına gelir. Ayrıca doğru olanı bırakıp, yanlış olana geçmek, gerçeğe teslim olmamak ve bozgunculuk yapmak anlamları da vardır. Bu kelimenin zıddı “sulh” ise barış, ıslah etmek, bozulan bir şeyi tamir etmek, bir şeyi iyi ve sağlam yapmak anlamınadır. Buna göre fesat, her türlü zararı, sulh ise her türlü faydayı içine alır. Âyette geçtiği şekliyle “müfsid”, bozgunculuk yapan; bir şeyi bozup faydalı olmaktan çıkaran, daha açık bir ifadeyle işi gücü fesat çıkarmak olan kimsedir.
Münafıkların yaptıkları bozgunculuk, insanlar arasındaki münâsebetleri bozarak toplumda düzensizliğin meydana gelmesine sebep olmaktır. Meselâ onlar, müminlerin sırlarını kâfirlere söyleyerek onları mü’minlere karşı kötülük yapmaya yönlendiriyorlardı. Ayrıca kâfirlerle dostluk kurarak, insanları hidâyet yollarından uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Böylece münafıklar, tarih boyunca içinde yaşadıkları toplumlarda fitne unsuru haline gelmişler, sulh ortamını bozarak insanları birbirine karşı kışkırtmak suretiyle neticesi savaşlara kadar varan düşmanlıklara sebep olmuşlardır.
Aslında en büyük bozgunculuk, Allah’a isyan etmektir. Zira dinin emirleri ve nehiyleri hem dünya hem de âhiret hayatını en iyi şekilde tanzim ve sulh ortamını temin etmek için konulmuştur. Bu itibarla dini emirler terk edilip, herkes nefsinin arzusuna göre hareket ederse, o takdirde her tarafı fesat, kargaşa ve anarşi kaplayacağında şüphe yoktur.
Toplumda fesat ve kargaşaya sebep olan münafıklara bozgunculuk yapmamaları söylenince “Biz Sadece ıslah edicileriz” derler. Yapılan şiddetli bir uyarıya karşı, vicdanlarına dokunduğundan dolayı psikolojik olarak o nispette tepki gösterirler. “…Size samimi olarak nasihatte bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyordunuz” (A‘râf 7/79) ayeti gereğince nasihat edeni benimsemez; ona kulak verecek yerde tam aksi bir istikamette cevaba yeltenirler. Esasen gururlarını rencide eden bu nasihatin muhtevasına uymanın, hastalıklarını tedavide ne kadar önemli olduğunu bilselerdi, böyle demezlerdi. Yine onlar, kalplerinde bulunan hastalık sebebiyle, idrakleri köreldiğinden yaptıklarının güzel bir şey olduğuna inanmış ve ifsadı ıslâh olarak tasavvur etmişlerdir. Yahut böyle söylerken, inkâr etmek suretiyle yaptıkları fesat ve bozgunculukları örtmeye çalışmışlardır.
Hangi yola girerlerse girsinler, hangi mazeretin arkasına sığınırlarsa sığınsınlar, kendilerini ne kadar tezkiye ederlerse etsinler ilâhî fermanın beyânıyla onlar, bozguncuların ta kendileridir. Zira kalpleri bozuk, itikatleri bozuk, söz ve fiilleri de bozuktur. Bu kadar bozukluktan nasıl bir ıslah zuhur edebilir? Bu sebeple ayet, oldukça tekitli bir üslupla onların kanaatlerini ve söylediklerini yalanlamakta; onları kelimenin tam mânasıyla “müfsit” olarak nitelemektedir. Fakat onlar bu gerçeğin farkında değildirler. Zira manevî his yolları kapanmış ve bilinçleri kaybolmuştur. Ayet aynı zamanda mü’minleri de, münafıklar karşısında uyanık olmaya ve onların hakikate aykırı sözlerine aldanmamaya davet etmektedir.Münafıkların beşinci vasfı, onların sefih yani aptal ve beyinsiz kimseler olmalarıdır:
Her insan kendi aklını beğenir ve tuttuğu yolun doğru olduğunu iddia eder. Sıra iddianın deliline gelince müminle kâfirin farkı ortaya çıkar. Müminin delili, aklının yanında, hatta önünde bulunan ve doğru bilginin kaynağı olan vahiydir, Kur’an-ı Kerîm ve hadislerde yer alan bilgiler ve açıklamalardır. Hz. Peygamber’e inanmayanlar ise yalnızca beşerî bilgi kaynaklarıyla yetinmek durumundadırlar. Beşerî bilgi kaynakları birçok konuda, tek başına doğruyu bulmaya, bilmeye yeterli olmadığından bununla yetinenler hataya düşerler, yanlış yollara saparlar; ancak gerçeği bilmedikleri için kendi bildikleri ve yaptıklarının doğru olduğunu savunmakta ısrar ederler. Hak dine inanmayanlar, akıl üstü konularda yanıldıklarını ancak çıkmaza saplandıkları, sistemleri tıkandığı, bunalımlar baş gösterdiği zaman kısmen anlarlar, çoğu defa yine anlamaz, yanlış yorumlara girişirler, gerçeğin bilgisi âhirete kalır ki bunun da artık dünyada onlara faydası olmaz.
Vesselamu aleykum we rahmetullahi we berekatuhu