نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hazreti  İbrahim (a.s)’ın  Kıssası  6

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

HAZRETİ  İBRAHİMİN  HAYATININ İLK MERHALESINDEN  DERSLER

  1. Fani  olan  şeylere  gönül  bağlamamak.: İbrahim ( a.s)  sevgi, ilgi  ve  alaka  konusunda  herkes  için anlaşılır ve  kabul  edilebilir  bir  ölçü  ve  prensip koymaktadır. لا احبّ الآفلین “Batanları  sevmem” yok  olmaya   mahkum  olan  fani  şeyler,  bel ve  gönül bağlamaya  değmez. Dünnyalıkların  hepsi  geçici  ve  yok  olmaya mahkumdurlar. Ne  mal  kalır, ne evlat ve  ne de  makam ve  mevki.  Sadi  Şirazinin  ifadesiyle. 

 Ey Kardeş!   Dünya  kimseye  kalmaz.

Dünyayı  yaratana  gönül  bağla bu yeter.

Dünya   mülküne  dayanıp  bel   bel   bağlama

Çünkü  senin  gibi çokca  kimseyi  besleyip  öldürmüştür.

Konuyla  ilgili  olarak  Kehf  suresi 46. Ayeti  kerimede  şöyle denilmektedir:

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِهٖ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشٖيماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ أَمَلاً ﴿کهف:۴۶﴾

“Onlara dünya hayatına dair şu örneği de ver: O gökten indirdiğimiz su gibidir; o su sayesinde yerdeki bitkiler gelişip birbirine karışır, sonra da bu bitkiler rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye muktedirdir.”

“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” 

Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için tevhid dinine girmeye tenezzül etmiyor (Kalem 68/14-15), hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu iddia ediyorlardı (bk. Câsiye 45/24). Yüce Allah, onların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; insanın içini açan bitki örtüsüne hayat vermekte olan suya benzetiyor; ama bir süre sonra su çekiliyor, bitkiler kuruyor ve toza toprağa karışıyor. 

Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir, mal ve çocuklar da bu dünyanın süsüdür; kısa bir süre sonra fâni olan gidecek, sâlih amel kalacaktır. 

güzel ameller ve davranışlar” diye çevirdiğimiz ve kalıcı olduğu açıklanan sâlihât hem inanmayı hem de İslâm’ın yapılmasını emrettiği ve hoş karşıladığı, ahlâkî değerlere uygun işleri ve güzel davranışları ifade etmektedir. Allah’ı zikretmek, namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri bütün ibadetler; cihad etmek, iyiliğe yöneltmek, kötülükten sakındırmak, ana babaya, akrabaya ve komşulara iyi davranmak, adalet, ihsan vb. Kur’an’ın öngördüğü bütün iyi işler dünyada insanlara fayda verecek ve âhirette de kurtuluşa vesile olacak sâlih amellerdir. İnsana yakışan, dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedî saadetini kazanmaktır. Bununla beraber İslâm, helâl mal kazanmayı ve dünya nimetlerinden istifade etmeyi de yasaklamamıştır: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır” (A‘râf 7/32). Ancak İslâm bu nimetlerin fakirlere karşı kibir ve gurur vesilesi edilmesini, maddî ve psikolojik baskı aracı yapılmasını hoş görmez.

  1. Akılcılık:  hayatının  her aşamasında  kendisini  göstermektedir. Daime  akılcı  davranmış  ve  insanları  aklını  kullanmaya  davet etmiştir.  İbrahim (a.s)  her  daim  tekamul  halinde  olan  aklı sembolize etmektedir. İbrahim  akla ve  temiz  fıtrata  dikkati  çekmekte ve  dini  konullarda  akıl ve  fıtrata kulak vermenin  gerekliliği  üzerinde  durmaktadır.

أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ   Aklını  kulllanmıyanlara  hitaben  yazıklar  olsun  sizlere ve Allah  dışında taptıklarınıza,  hiç  aklınızı kullanmıyormusunuz.? ( Enbiya  67)

  1. Allaha dayanmak ve  Ona  tevekkül  etmek: İnsan  oğlu daima  mutlak  güç ve  kuvvet     sahibi olan  Allaha  tevekkül edip  Ona  dayanmalıdır. İbrahim  (a.s)  hayatının  tüm  alanlarında  tevhidi  düşünüp muvahhidane  Allaha  tevekkül  etmeyi  ve  şirkin  her  türlü  görüntüsünden  uzak  durmayı kendisi  için   şiar edinmişti. Bu  iki  prensip  yaşamına  yön ve  şekil  veren  temel  prensiplerdir.  Namazlarımıza  başlamadan  önce  okuduğumuz  bu dua  cümlesi  ibrahim (a.s)  ın  insanlığa bahşettiği  Allaha  inanç ve  Ona  bağlılık deklerasyonudur.

ِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿انعام:۷۹﴾ “Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” 

HAZRETİ  İBRAHİMİN  HAYAT  AŞAMALARI

Tevratın  bildirdiğine  göre Hazreti  İbrahim  75  yaşındayken  eşi  Sara yeğeni  Hazreti Lut ve  eşi    ve  etrafındakiler ile  birlikte , Ken’an  diyarına   göç ettiler. Hazreti  İbrahimin  Filistindeki  yaşam aşaması  hakkında  Kur’anda bazı  bilgiler vardır.  Tevrata  müracaatla  bu  bilgi ve  haberler  daha  iyi  anlaşılmaktadır: Bu  cümleden  Hazreti  İbrahim  İle  Rabbul Alemin arasında  geçen  şu  konuşma: 

  • وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى، قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِنْ؟ قَالَ بَلَى وَلَكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبِي. قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْياً وَاعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿بقره:۲۶۰﴾

“İbrâhim “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi. Rabbi “Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir” buyurdu”. 

Öğrenerek ve düşünerek kesin bilgiye ulaşmak “ilme’l-yakîn”dir, Hz. İbrâhim’le Nemrud arasındaki tartışmada bu yöntem gösterilmiştir. Bu aynı zamanda ilâhî hidayetin bir nevidir. Görerek ve duyu organlarıyla hissederek kesin bilgiye ulaşmak “ayne’l-yakîn”dir. Hezekiel ve Üzeyir’le ilgili olayda bu yol gösterilmiştir. Yaparak, yaşayarak, deneyerek, olgunlaşarak kesin bilgiye ulaşmak “hakka’l-yakîn”dir. Hz. İbrâhim’in öldürüp parçaladığı, sonra çağırınca dirilip gelen kuşlar hadisesi de hakka’l-yakîn yoluyla kesin bilgiye ve inanca ulaşmanın örneğidir. 

Hz. İbrâhim Rabb ile söyleştiğine göre –bu sırada– peygamberdir. Bu sebeple onun sorusunu, Allah Teâlâ’nın ölüleri dirilteceği konusundaki bir şüpheye veya inkâra bağlamak mümkün değildir. Nitekim yukarıda geçen tartışmada bizzat Hz. İbrâhim, Nemrud’a karşı, Rabbinin birliğini, kudretini ve eşsizliğini ispat için O’nun, yegâne dirilten ve öldüren olduğunu açıklamış, bunu delil olarak kullanmıştı. Hz. İbrâhim’in sorusunun şüpheden kaynaklanmadığının tamamen ortaya çıkması ve kıssayı dinleyenlerin yanlış anlamalarının önlenmesi için Allah “İnanmıyor musun?” diye sormuş, peygamberi de şeksiz şüphesiz inandığını söyledikten sonra maksadını açıklamıştır: “Kalbim tam kanaat getirsin diye!” “Kalbin tam kanaat getirmesi” diye çevirdiğimiz itminân kelimesi, “maddî olarak hareketin durması, hareket halindeki bir şeyin sakinleşmesi” demektir. Buradan alınarak zihnin ve vicdanın sakinleşmesine, şüphe, heyecan, tereddüt ve ıstırabın son bulmasına da itminan denilmiştir. Dilimize geçmiş bulunan tatmin kelimesi de kök ve mâna bakımından itminana yakındır. Sağlam haber, düşünce ve gözlem yollarıyla elde edilen bilgiler ve bunlara dayanan inançlar da kesindir. Ancak bilgi ve inanç konusu olay veya gerçek, bilen ve inanan tarafından duyu organlarıyla hissedilmedikçe ve daha ileri bir basamak olarak bizzat yaşanmadıkça, oluşun içinde bulunulmadıkça kalbin ve zihnin gelgitleri bitmez, vehim kabilinden de olsa aksini düşünme halleri son bulmaz. Bu haller bilmeye de inanmaya da aykırı değildir, bunlara zarar da vermez, ancak bir itminan eksikliği söz konusu olur. Allah Teâlâ bir büyük peygamberinin talebi üzerine ölüleri nasıl dirilttiğini (diriltme fiilinin işleyişini), fiilin içine peygamberini de çekerek onun en üst derecedeki itminan haline ulaşmasını sağlamıştır. 

HAZRETİ  İBRAHİMİN ÇOCUKLARI

Hazreti  İ;brahimin  eşi Sara   kısır  idi. İbrahim  Filistinde   Saranın  cariyesi   Hacer  ile evlendi. Ismail  İbrahimin ilk  çocuğu olarak  dünyaya  geldi. Kur’an  hazreti İbrahimi  ziyaret eden  meleklerden bahsediyor.

  • وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰهٖيمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًؕ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَنٖيذٍ 
  • فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةًؕ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍؕ 
  • وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ 
  • قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْلٖي شَيْخاًؕ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَجٖيبٌ 
  • قَالُٓوا اَتَعْجَبٖينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِؕ اِنَّهُ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ 

Elçilerimiz İbrâhim’e müjdeyi getirip selâm vermişlerdi. O da “selâm” dedi, çok geçmeden (konuklarına) kızartılmış bir buzağı getirdi. 

Ona el uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. “Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik” dediler. 

Ayakta bekleyen karısı rahatlayıp güldü; bu sırada ona İshak’ın, İshak’ın ardından da Ya‘kūb’un doğacağını müjdeledik. 

 “Aman yâ rabbi! Ben mi doğuracağım: Ben yaşlı bir kadın, şu da ihtiyar kocam! Doğrusu şaşılacak bir şey!” dedi. 

Elçiler de “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir, ey hâne halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir” dediler. 

Lût, aynı çağda Filistin’de ikamet eden Hz. İbrâhim’in yeğeni olduğu için olay İbrâhim’i de ilgilendiriyordu. Bu sebeple Allah’ın elçileri, durumdan onu haberdar edip ümmeti hakkında herhangi bir korkuya kapılmamasını sağlamak için öncelikle onu ziyaret ettiler. Hz. İbrâhim, misafirlerin yemeğe el uzatmadıklarını görünce durumlarından şüpheye kapıldı. Melekler, Lût kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verdikten sonra İbrâhim’e inananların bu felâketten kurtulacağını söyleyerek onu rahatlattılar. Kitâb-ı Mukaddes’e göre çocuk müjdesi verildiğinde Hz. İbrâhim 100 yaşında, eşi Sâre ise doksan yaşında bulunuyordu (Tekvin, 17/17). Hicr sûresinin 54. âyetinde Hz. İbrâhim’in de yaşlılığı sebebiyle olayı yadırgadığı bildirilmektedir. Melekler, müjdeye şaşıran peygamber hanımını, bir müminin Allah’ın işine şaşmaması gerektiğini söyleyerek teskin ettiler. Zira tabiat kanunlarını koyan Allah’tır; bu kanunlar kâinatta cârî olmakla beraber Allah’ın iradesini sınırlayamaz; O, istisnaî tasarruflarla mûcizeler yaratır ve peygamberlerini destekler.  Ishakın  ve  torun  olarak  Yakubun  Hazreti  İbrahime  bağışlanması  hususu Enbiya  suresi 72 ayeti  kerimede şöyle  denilmektedir.

وَ وَهَبْنا لَهُ إِسْحاقَ وَ يَعْقُوبَ نافِلَةً، وَ كُلاًّ جَعَلْنا صالِحينَ

  • وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَاٖيتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِدٖينَۙ 

﴿٧٣﴾ 

“İbrâhim’e İshak’ı ve üstüne bir de armağan olarak Ya‘kūb’u lütfettik; her birinin sâlih insan olmasını sağladık. 

Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılıp zekât vermeyi vahyettik. Onlar, bize hep kulluk ettiler.” 

Hz. İbrâhim’in çocuğu yoktu, yaşlılık döneminde Allah’a dua ederek kendisine iyi bir evlât vermesini istedi (Sâffât 37/100); Allah ona İsmâil’i, ardından da İshak’ı ve torunu Ya‘kub’u verdi. Hz. İbrâhim’e “fazladan bir armağan olarak” verilen çocuk, İshak’ın oğlu Ya‘kub’dur. Nitekim Hz. İbrâhim’in duasını içeren İbrâhim sûresinin 39. âyetinde torununun adı geçmemektedir. Bazı müfessirlere göre ise İbrâhim’in duası neticesinde kendisine İsmâil verilmiş, yıllar sonra da İshak ile Ya‘kub fazladan bir armağan olarak Allah Teâlâ peygamberlik görevi vererek onları vahyin kılavuzluğunda hidayet önderleri yapmıştır. 73. âyet peygamberlerin kendi bilgi, zekâ ve kabiliyetleriyle değil, Allah’tan aldıkları vahiy ile hidayet önderliği yaptıklarını ifade etmektedir.  Hazreti  İbrahime  yaşlılık  döneminde  çocuğun  bağışlanmış  olması ve  İbrahimin   hamdı ve   şükrü  hususu   İbrahim suresinde de  beyan edilmiştir.

  • وَ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى وَهَبَ لىِ عَلىَ الْكِبرَ إِسْمَاعِيلَ وَ إِسْحَاقَ إِنَّ رَبىّ‏ لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (ابراهیم:۳۹)

“Yaşlılığıma rağmen bana İsmâil’i ve İshak’ı armağan eden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz rabbim duaları kabul edendir.”

39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu. Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. Hz. İbrâhim’in anne ve babasının affı için dua etmesi, Azerin  onun babası  olmadığının ap açık delilidir.

 Vesselamu Aleykum  we  Rahmetullahi we  Berekatuhu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment