Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
İNSANLIĞIN BABASI ADEM (A.S)’IN HİKAYESİ 2
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Melekler yeryüzünde kılınacak olan yeni halifenın hikmeti vücudu hakkında çekince ve kaygılarını belirtip, Rabbul Aleminin kendileri tarafından takdis ve tesbih edildiğini dile getirdikten sonra, zimnen kendilerinin bu makama daha layık olduğunu ima etmiş oldular. Bu duruma ve mülahazalara cevaben , “Allah benim bildiğim ve sizlerin bilmediğiniz bir çok şey vardır dedi.
Kur’anı Kerim insanlığın babasının yaratılış hikayesinin devamında Bakara suresi 31-33. Ayeti kerimelerde şöyle buyurmaktadır: şöyle buyurmaktadır:
- وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَؤُلَاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ؛ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ؛قَالَ يَا آدَمُ أَنْبِئْهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا أَنْبَأَهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَ أَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ﴿بقره:۳۱-۳۳﴾
“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi.
“Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler.
“Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.”
Allah, kendinin bildiği ve meleklerin bilmediği hikmetler, gerekçeler sebebiyle Âdem’i yarattığını haber verince bu üstü kapalı ve doğrulanması inanca dayalı olan açıklama melekleri ikna için yeterli idi. Fakat yüce Allah bilginin ve imanın yalnızca kendisine güvenilen kimselerin haber ve bilgi vermesi yoluyla elde edilmesini (taklid) yeterli bulmadığı, meleklerinin şahsında insanları gözlem, deney ve düşünceye yönlendirmeyi murat ettiği için bir deneme düzenledi. Âdem’e bütün isimleri, yani maddî ve mânevî varlıkların, kavramların isimleriyle bunların özelliklerini veya isim verme, dil icat etme kabiliyetini öğretti; sonra her şeyin aslı gayb âleminde, ilâhî planda mevcut olduğu için bunları meleklerine gösterdi. Meleklerden, Âdem’in müsbet vasıflarının ve kabiliyetlerinin fazlasıyla kendilerinde mevcut bulunduğu kanaatlerinde haklı ve isabetli iseler bunların isimlerini bilip söylemelerini istedi. Melekler bu deneme sonucunda kendilerine verilen bilme ve bilgi üretme kabiliyetinin Âdem’e verilenden farklı olduğunu ve bu sebeple halife olmaya onun ehil bulunduğunu anlayıp itiraf ettiler; Allah Teâlâ’nın ilim ve hikmetini, eserini görerek (ayne’l-yakîn olarak) daha üst dereceden tasdik ettiler.
Bu ayeti kerimelerde insanın hilkatıyle ilgili ilginç ve önemli noktalar bulunmaktadır:
1-İnsanların ilahi terbiye ile meleklerin üstüne çıkabileceği hususu. Tabiki melekler zimnen böyle bir soru lisanı hal ile sorabilirlerdi: “Eğer bize isimleri talim etseydin, bizlerde alim olurduk.” Çünkü Kur’anda meleklerin Rabbe hitaben “Bize öğretiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur.” Acaba meleklere, insanlarla rekabet için eşit fırsat verilmemişmidir?
Bu sorunun cevabında şöyle deriz. İlim, bireyin cehaletten kurtulmak için kaydettiği rüşd ve tekamüldür. Bir başka ifadeyle cehalet karanlığından kurtulup ilim aydınlığıyla aydınlanmak ve süslenmek. Tekamul ve rüşd sabit bir statuye haiz olan melekler için bir anlam ifade etmez. Meleklerin dilinden de onların belli bir kapasite ve seviyeye haiz oldukları Saffat suresi 164.166 Ayeti kerimelerde vurgulanmıştır.
- وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
- وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَ
- وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
Putperestlerce Allah’ın kızları sayılan melekler şöyle derler:
“Bizim her birimizin mutlaka belli bir yeri vardır.
Biz mutlaka (o yerlerde) saf tutarız.
Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz.”
Sûrenin başında Allah’ın huzurunda O’na ibadet etmek ve buyruklarını almak üzere sıra sıra dizilen meleklerden söz edilmişti. Burada aynı şey meleklerin ağzından ifade edilmektedir. Amaç putperestlerin, önceki âyetlerde söz konusu edilen melek telakkisinin yanlışlığını, meleklerle Allah arasında bir nesep ilişkisi değil rab-kul ilişkisi bulunduğunu ortaya koymaktır. 166. âyet, Allah nezdinde meleklerin farklı derecelerde ve değişik görevlerle yükümlü olduklarını ifade etmektedir. “Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz” cümlesi bu bağlamda özellikle şu anlama gelir: Putperestlerin melekleri Allah’ın kızları sayması, Allah ile görülmez varlıklar arasında bir akrabalık bağı kurmaları gibi insanlar tarafından ileri sürülen ve asla yüce Allah’ın şanına yakışmayan her türlü isnatlardan, yakıştırmalardan Allah’ı tenzih eder; O’nu zatına lâyık olduğu şekilde anarız.
Meleklerin saf saf dizilişinden söz eden 165. âyette müslümanların namazlarında saf tutmalarının melekleri andırdığına da bir ima vardır. Nitekim Hz. Peygamber, müslümanların başka ümmetlerden üstün olduklarını gösteren özelliklerden birini şöyle ifade etmiştir: “Saflarımız meleklerin safları gibidir”
Halbuki insan rüşde doğru yol alan ve tekamul eden bir varlıktır ve öğrenmeye hazır bir fıtrata haiz bulunmaktadır. Bu husus Alaq suresı 3-5 ayetlerde de vurgullanmıştır.
« اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ؛ الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ؛ عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ؛
“Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir.”
Devamında Allah Ademe meleklere bazı bilgileri haber ver diyor. Öğret demiyor. Cünkü melekler öğrenme ve tekamul etme yeteneğine sahiğ değiller. Yani belli bir seviyede kalmaya mahkum kılınmışlardır. Usulen farklı donanımlara, pozitif ve negatif kabiliyet ve yönelişlere haiz olmayan varlıkların tekamulu söz konusu olamaz. Tekamulün söz konusu olduğu durumlarda seçim ve seçeneklerin de olması lazım. Ademe öğretilen bilgi neydi? Mevlananın ifadesıyle Hakkın esrarı. Mevlana bu hususta şöyle diyor:
درس آدم را فرشته مشتری ** محرم درسش نه دیو است و پری
Âdemin dersine melek müşteridir, o derse dev (şeytan) ve peri mahrem değildir.
آدم أنبئهم بأسما درس گو ** شرح کن اسرار حق را مو به مو
Âdem, dersin her şeyin adını haber vermektir. Haydi, Allah sırlarını kıldan kıla, (tek tek) anlat.
Şu hususa dikkat etmek lazım. Meleklerle Rabb arasındaki konuşma bildiğimiz anlamda ki bir konuşma değil. Allah bal arısına yere ve diğer bazı mahluka vahyettiğinden bahsetmektedir. Bu vahyin yani gizli mesajın nasıl ve ne şekilde ulaştığını bilmiyoruz. Şeytan ve meleklerle yapılan konuşmayı da bu anlamda bir ihbar ve konuşma olarak anlamak gerek.
Meleklerin Rabb ile konuşma edebi.
Bu ayeti kerimede meleklerin Rabb ile konuşurken, tesbih ve takdis ile konuşmalarına başladıklarını görüyoruz. سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler
Ulu-l Azm Peygamberlerin de Rabb ile konuştuklarında Tesbih ve takdisle konuşmaya başladıklarını görüyoruz. وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ … قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de rabbi onunla konuştuğunda o, “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim; ben inananların ilkiyim.”
Aynı konuşma adabını ve konuşmaya başlamadan önce tesbih ve tekdiste bulunmayı, İsa (a.s) da da görüyoruz.
- وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونٖي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِؕ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لٖٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ لٖي بِحَقٍّؕ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُؕ تَعْلَمُ مَا فٖي نَفْسٖي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا فٖي نَفْسِكَؕ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Allah, “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman o şu cevabı verir: “Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.”
Hazreti Yunus a.s da Rabb ile konuşurken tesbihle başlamaktadır. Enbiya 87
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
“Zünnûn’u da (Yûnus) zikret! Hani öfkeli bir halde geçip gitmiş, bizim kudretimizin kendisine yetmeyeceğini zannetmişti. Sonunda karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!” diyerek yalvardı.
Bunun üzerine duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. İşte biz iman etmiş olanları böyle kurtarırız.”
Zünnûn, Yûnus peygamberin lakabıdır. Balık tarafından yutulduğu için kendisine Zünnûn lakabı verildiği söylenir. Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir (Yûnus ve kavmi hakkında daha fazla bilgi için bk. Yûnus 10/98; Sâffât 37/139-148; Kitâb-ı Mukaddes, Yûnus, 1/1; 4/11).
Şeytanın kendisini gizlemenin sabıkası
Konuyla ilgili ayetlerde bir ilahi ifade oldukça şayanı teveccühtür. Kur’anın ifadesiyle Allah meleklere hitaben şöyle buyurmaktadır أَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.”
Allah şimdi gizlediğinizi biliyorum demiyor, gizliyor olduğunuzu biliyorum. Yani uzun zamandan beri gizli tutulan bir husustan bahsedilmektedir. Meleklerin Allahın emirlerine muhalefet gücünün bulunmadığına dikkatle
لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ Allahın kendilerine emrettiğine karşı çıkmazlar, emrolunanı yaparlar. ( Tahrim 6.) Ayetten anlaşılan ayetin bu bölümünün muhatabı iblistir. كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ “O cinlerden idi ve rabbinin emrinden çıktı.” (Kehf 50) Cinlerden olan İblis öylesine ibadet etmiş ki, meleklerin seviyesine çıkmişti. Bu durum insanlar için de söz konusudur. Melekleri de geçebilir. Peygamber efendimiz buyuruyor “Benim Allah ile birlikte olduğum öyle bir vaktim var ki, ne bir mukarreb melek ne de bir mürsel nebi(gönderilmiş peygamber) -o vakitte- yanıma girebilir.”( Aclunî, 2/173).
Şeytanın yükseliş ve sukut, düşüşünde ibret alınacak bir çok dersler vardır. Bel’am kısası buna en bariz bör örnektir. Günlük hayatımıza ve etrafımıza baktığımızda melek gibi bir karekter kazandıktan sonra, haset, dünyaperestlik veya şöhret tutkunluğuna ve tekebbüre kendini kaptırıp şeytanlaşan bir çok kimseyi görebiliriz. Bu yükseliş ve çöküş devam eden bir durumdur. Tarihte olmuş ve bitmiş bir durum değildir. Kur’anın tüm kısslarında prototipler sergilenmektedir. Bu mantıkla okumadığımız takdirde Kur’ana bazı hususlarda tarihi bir kitap yaklaşımıyla yaklaşmak durumunda kalırız. Tarihçilerin hatalarından biri, kıssaları tarihte olmuş ve bitmiş olarak telakki etmeleridir. Halbuki Kur’an güneşin dönmesi gibi dönmektedir.