نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muhalefetin ve düşmanların alaylı yaklaşımlarına katlanmak 13. Prensip

Bütün  Peygamberlerin  düşmanları  olmuştur.  Düşmanı  olmayan  peygamber  olmamıştır. Peygamberlerin  karşıtı güçler, peygamberleri  misyonlarında  başarısız kılmak ve  mesajlarını sabote etmek  için  daima  farklı  yollar ve  metotlara  başvurmuşlardır. Tabiki  Yüce  Allah   elçilerini  düşmanları  karşısında  daima savunmuştur.  Bu  düşmanlık,  şeytanların vesvese ve kışkırtmalarından  tutun, ta peygamberlerın    öldürülmesine  kadar  geniş  bir spekturumda  şekillenmektedir.

Bu  bağlamda Resulullaha  hitaben Rabbimiz  hac suresi 52. Ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır.

  • وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿حج:۵۲﴾

Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın. Fakat Allah şeytanın katmaya çalıştığını iptal eder. Sonra Allah kendi âyetlerini (onun kalbine) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilmekte, hikmetle yönetmektedir.”

52. âyetteki anlatıma göre beşer olması dolayısıyla peygamber de, görevini yürütürken zihninden bazı düşünceler ve gönlünden birtakım arzular geçirebilir. Ama bunlar bir peygambere yaraşmayacak düşünce ve temenniler olamaz. Peygamberin asıl görev ve hedefi insanlara hidayet yolunu göstermek olduğuna göre bu düşünce ve arzuların, çevresindekilerin ve mesajı ulaştırabilecekleri bütün insanların bir an önce yanlış inanç ve uygulamaları terkedip hak yola girmeleriyle ilgili olması tabiidir. Nitekim birçok âyette Hz. Peygamber’in, çevresindekilerin hemen imana gelmeleri için çırpındığı ve kendilerine yapılan uyarılara rağmen hakikate kulak tıkayanların korkunç âkıbetlerini düşünerek derin üzüntü duyduğu ifade edilmektedir. Fakat bu noktada onların beşer olma özelliğinden yararlanarak ilâhî mesaja bir şeyler karıştırmaya çalışan şeytanın faaliyeti devreye girer. Bu aşamada şeytanın peygamberin zihnine ve gönlüne atacağı düşünce ve arzuların ise yukarıda belirtilen –peygambere yaraşır– çizgidekinin aksi yönde olması da kaçınılmazdır. İşte 52. âyette, beşer olma özelliğinin istismarı çabası içindeki şeytanın faaliyeti ile insanlara dini tebliğ etmekle görevlendirilen peygamberin özel bir himayeye alınmasını murat eden ilâhî iradenin çatıştığı bu ince sınıra değinilmektedir. Âyetten, ilâhî mesajı insanlara iletme ve onları bu doğrultuda eğitme görevi verilen peygamberlerin –bu konularda hata yapıp insanları yanlış yönlendirmekten korunmaları için– şeytanın fitnesi ile sınanmaktan istisna edildikleri; bu görevi yapanların, son tahlilde, –beşer de olsalar– şeytan kaynaklı bir bildirimde bulunmalarının mümkün olmadığı, dinî bildirim çerçevesinde tebliğ ettikleri her şeyin ilâhî kontrol altında bulunduğu anlaşılmaktadır.

Peygamberlerin  Alaya alınması ( İstihza)

Peygamberlere  karşı sergilenen  bir  başka  düşmanlık  versıyonu, onları  ve  taşıdıkları  ilahi  mesajı alay  etmek ve  istihzaya kalkışmak.  Kur’anın  ifadesiyle   istisnasız  bütün  peygamberler alay edilmişler ve istihzaya  maruz  kalmışlardır. Zuhruf  suresi 6-8. Ayetlerde  şöyle  okuyoruz.

  • وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّلٖينَ 
  • وَمَا يَأْتٖيهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 
  • فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّلٖينَ 

„“Sizden önce gelip geçenlere de nice peygamberler gönderdik. 

Kendilerine gelen her peygamber ile alay edip durdular. 

Bunlardan daha zorba olanları da silip süpürdük. Gelip geçenlerin örnek hikâyeleri (ilâhî kitaplarda) daha önce de anlatılmıştır. „ 

Çoğu zamanlar bu  alaylı yaklaşımlar ve  davranışlar  cehaletten  kaynaklanıyordu. İlahi  mesajın  aydınlık ve  hayat bağışlayan öğretilerini  idrak edemediklerinden  dolayı, inkara ve alaya kalkışıyorlardı. Kur’an, muhaliflerin ilahi mesajı idrak etmemeler ve hidayeti  yakalamamalarına teessuf etmektedır.. Yasin  suresi 30. Ayeti  kerimeyi  beraber  okuyalım.

  • يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿یس:۳۰﴾

“O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.”

Önceki kavimlerin helâkinin asıl sebebi, peygamberlere karşı gelip onları alaya almaları idi. Bu yüzden sönüp yok oldular. Eğer onlar, daha önce helak edilmiş toplumların durumundan ibret alsalardı, peygambere uyar ve aynı feci âkibete uğramazlardı. Şöyle bir bakalım: O helak edilen insanlardan hiç geri dönen var mı? Gazaba uğrayınca yıkılır gider, bir daha geri dönemezler. Fakat bu şekilde başkalarının durumundan ibret alıp intibâha gelenler genellikle az olmuştur. Ancak şuna dikkat etmek lazımdır ki, verilecek ceza sadece dünyadaki helakle sınırlı değildir. Nihâyet hepsi mahşer günü Allah’ın huzurunda toplanacak, hesaba çekilecek ve hak ettikleri esas cezaya burada çarptırılacaklardır.

Allah Teâlâ’nın bütün bunları yapacak güce sahip olduğunu görmek isteyenler, etraflarında sergilenen şu muazzam kudret tecellilerine baksınlar: 

Mevlana Celaleddini  Rumi  cahil ve  garazkar  insanların  peygamberlerin çalışma ve  tebliğlerine karşı  sergiledikleri  tavırlar ve  peygamberlerin  onların    yaklaşımları ve  söylemlemrine  cevabı  hakkında  çok güzel  bir   hikaye anlatmaktadır. Bu  hikayede  peygamberin  insanları  kurtarmaya  olan  ihtirası  ve  kurtarıldığını  bilmeyen  garazkarların  düşmanca  tavrı  bir  hikaye  kalıbında   izah edilmektedir.

  عاقلی بر اسب می‏آمد سوار ** در دهان خفته‏ای می‏رفت مار 

  Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi. 

 آن سوار آن را بدید و می‏شتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت‏ 

 Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı. 

  چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد 

  Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 

  برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت‏ 

  O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı. 

 

 سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته‏ 

 Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi. 

  سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون می‏فتاد 

  Bir kaç acı  elma  ona  yedirdi, Her  yediğinde  yine elmaları kusuzordu.  (yutamıyordu) 

 بانگ می‏زد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا 

  “Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var? 

 گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز 

Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanımı dök! 

  شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید 

  Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene! 

 

 بی‏جنایت بی‏گنه بی‏بیش و کم ** ملحدان جایز ندارند این ستم‏ 

  Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu. 

  می‏جهد خون از دهانم با سخن ** ای خدا آخر مکافاتش تو کن‏ 

  Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta, 

  هر زمان می‏گفت او نفرین نو ** اوش می‏زد کاندر این صحرا بدو 

  Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş” diye onu dövüyordu. 

  زخم دبوس و سوار همچو باد ** می‏دوید و باز در رو می‏فتاد 

Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu. 

  ممتلی و خوابناک و سست بد ** پا و رویش صد هزاران زخم شد 

  Karnı doluydu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı. 

  تا شبانگه می‏کشید و می‏گشاد ** تا ز صفرا قی شدن بر وی فتاد 

  Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı. 

  زو بر آمد خورده‏ها زشت و نکو ** مار با آن خورده بیرون جست از او 

  İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı. 

  چون بدید از خود برون آن مار را ** سجده آورد آن نکو کردار را 

  O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti. 

  سهم آن مار سیاه زشت زفت ** چون بدید آن دردها از وی برفت‏ 

 O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu. 

 گفت خود تو جبرییل رحمتی ** یا خدایی که ولی نعمتی‏ 

  Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin yahut da velinimet Allah’sın 

 

 ای مبارک ساعتی که دیدی‏ام ** مرده بودم جان نو بخشیدی‏ام‏

  Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın. 

 

 تو مرا جویان مثال مادران ** من گریزان از تو مانند خران‏

 Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum. 

  

خر گریزد از خداوند از خری ** صاحبش در پی ز نیکو گوهری‏ 

  Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer. 

  نه از پی سود و زیان می‏جویدش ** لیک تا در گرگش ندرد یا ددش‏ 

 Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar. 

  ای خنک آن را که بیند روی تو ** یا در افتد ناگهان در کوی تو 

  Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana! 

 

 ای روان پاک بستوده ترا ** چند گفتم ژاژ و بی‏هوده تراPak ruh bile seni övmüş. Hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim.

  می‏شنیدم فحش و خر می‏راندم ** رب یسر زیر لب می‏خواندم‏

  Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim. 

  از سبب گفتن مرا دستور نه ** ترک تو گفتن مرا مقدور نه‏  

 Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim. 

  هر زمان می‏گفتم از درد درون ** اهد قومی إنهم لا یعلمون‏ 

  Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi. 

سجده‏ها می‏کرد آن رسته ز رنج ** کای سعادت ای مرا اقبال و گنج

Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan!

  از سبب گفتن مرا دستور نه ** ترک تو گفتن مرا مقدور نه‏ 

  Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim. 

 

 هر زمان می‏گفتم از درد درون ** اهد قومی إنهم لا یعلمون

  Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi.

  از خدا یابی جزاها ای شریف ** قوت شکرت ندارد این ضعیف‏ 

  Ey yüce kişi! Allah’tan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok. 

  شکر حق گوید ترا ای پیشوا ** آن لب و چانه ندارم و آن نوا 

  Mükâfatını Allah versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekte âciz” demekteydi. 

  دشمنی عاقلان زین‏سان بود ** زهر ایشان ابتهاج جان بود 

  İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir. 

  دوستی ابله بود رنج و ضلال ** این حکایت بشنو از بهر مثال‏

 Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikâyeyi dinle:

Bugünde bir  çok  haddini  bilmez kimse,  Peygamberlere karşı tecrubi ve pozitif ilimlere dayanarak saygısızlıkta  bulunmaktalar. Bunlar pozitif  ilimlerin verilerini  değişmez  mutlak  gerçekler  olarak  görüyorlar. Halbuki  tecrubi  ilimlerin  tarihine  baktığımızda  binlerce  yıl  mutlak  bir  gerçek  olarak  telakki edilen bazı ilmi  teorilerin  binlece  yıl  sonra  nasıl  çürütülmüş olduğuna  tanıklık etmiş  bulunuyoruz. Aslında  bu  yaklaşımlar onların tecrubi  ilimler  hakkındaki  yanlış algı ve anlayışlarının  bir  neticesi  olmuştur. Çünkü  peygamberlerin öğretileri  akıl ve  ilme  ters  düşmez. Hak,  hakla çelişmez. Konuyla  ilgili  olarak  Yüce  Allah Ğafır suresı 83. Ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır.

  • فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿غافر:۸۳﴾

“Çünkü peygamberleri kendilerine apaçık deliller getirdiği zaman, onlar sahip oldukları bilgi ile şımarıp, yapılan azap tehditlerini alaya aldılar. Ama alaya aldıkları o azap, sonunda onları çepeçevre kuşatıverdi.”

Dini  öğretileri alay  konusu  yapmak Peygamber  döneminde  yaşayanlara özgün  bir  durum değildir. Her  zaman ve  mekanda küfrü, ahlaki  çöküntüsü, cehalet ve bağnazlığı veya yanlış  ilmi  telakkisinden dolayı peygamberlerin öğretileri ve dini  maarifi  alay  konusu  yapan  insanlar  olmuştur ve  olmaya  devam edecektir. Günahkar ve  ahlaki  çöküntü içerisinde  olan kalbi  kararmış  insanların durumu  rum  suresi 10. Ayeti  kerimede  şu şekilde  dile getirilmiştir.

  • فَلَمَّا ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاءُوا السُّوأَى أَنْ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِئُونَ ﴿روم:۱۰﴾

“Sonunda, Allah’ın âyetlerini yalan saymak ve onları alaya almak suretiyle kötülükte ileri gidenlerin âkıbeti pek fena oldu.”

Günah deruni aydınlanma ve  idrakı  hak  önünde en  büyük enmgeldir.  Günah   kalpi  karartır ve  sonuna  kişi   o kadar  günah  işler  ki  kalp  mühürlenir. Gözler ve  kulaklar  perdlenir ve devamında  günahkar  kiş inkara  kalkışmaya   ve ayetlerle alay  etmeye, ahireti  ise reddetmeye    kalkışışır.  Günah ve  ahlaksızlık  insanları  peygamberlere  karşı  öylesine  bir  düşman kılar  pervasızca  onları  öldürmeye  kalkışırlar. Günahkarlar  bir açıdan  gunahlarından  duydukları  korku ve  görecekleri  cezadan  dolayı.  Kendi  vicdanlarını  baskısından ve  aklın  sorgulamasından  kurtulmak, ve  kendilerini  teselli etmek  için  inkara  kalkışıyorlar. İkinci  bir  husus  ise  Peyagmberlerin  akıl  ve fıtrata mebnı  çağrıları  karşısında  kendilerini  yenilmiş ve  itibar  kaybına  uğramış  olarak  gördükleri  için  düşmanlıkta  katle  varıncaya  kadar  aşırı  gidiyorlar.  Bir  diğer sebep  ise  imtiyaz ve  otorite  kaybıdır.  Yani   küfür ve  cehalete  binaen  elde ettikleri  imtiyazlar  peygamberin çağrısıyla   yok  oluyor. Genelde  peygamberlere  karşı duşmanlık yapanların  kahir  ekseriyeti  sızası. Soszal ve ekonomık  gücü  ellerinde  bulunduran  kimseler  olmuştur.  Ali  İmran suresi 21  ayeti  kerimede  Yüce  Allah  şöyle  buyurmaktadır.

  • اِنَّ الَّذٖينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّٖنَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذٖينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلٖيمٍ 

“Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adalet isteyen insanları öldürenler var ya, onlara can yakan bir azabı müjdele!” 

. Burada ilâhî bildirimden yüz çevirenlerin birbiriyle bağlantılı üç temel özelliğine işaret edilerek Resûlullah’tan bu tutumlarının karşılığının ne olacağını kendilerine bildirmesi istenmektedir. 

Bu özellikler şunlardır: 1. Allah’ın âyetlerini inkâr etmek, 2. haksız yere peygamberleri öldürmek, 3. adalet isteyen insanları öldürmek. Âyet-i kerîme bu sıfatları taşıyan herkesi kapsayan bir ifadeye sahiptir. 

Âyette anılan üç özelliğin birbiriyle bağlantısını şöyle açıklamak mümkündür: Hak ve adalet duygusunu yitiren kişi gerçeği ve doğruyu aramak yerine kendi düşünce, saplantı, hırs ve menfaatlerine uymayan her şeyi ortadan kaldırmaya yönelir, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışır. Bu yol öyle bir bataklıktır ki, hareket edeni daha çok dibe çeker. Nitekim hakikatlere karşı durmakta ve menfaatlerini her şeyin üstünde tutmakta direnenler bu taşkınlıkta o kadar ileri gitmişlerdi ki, kendilerini aydınlatmak, yanlışlarını düzeltmek ve mutluluk yolunu göstermek üzere gönderilmiş peygamberleri bile öldürmekte tereddüt göstermemişler, kendilerini iman ehli, hatta dindar gibi göstermeye çalışsalar da Allah’ın âyetlerini, elçilerini, mûcizelerini inkâr ettikleri ve hakikatleri örtbas etmeye çalıştıkları için küfre girmişler ve elîm azabı hak etmişlerdi. Yahudilerin çok sayıda peygamberin canına kıydığına dair bilgiler Kitâb-ı Mukaddes’te de yer almaktadır (meselâ bk. I. Krallar, 18/4 vd.; Matta, 14/10). 

Âyette peygamberleri öldürme fiili için “haksız yere” kaydının konmuş olması tefsirlerde genellikle şu iki şekilde açıklanır: a) Peygamberlerin öldürülmesi zaten haksız yere işlenen bir fiildir; bu kaydın konması işlenen günahın ne büyük ve bu cinayetin ne kötü olduğunu vurgulamak içindir, b) onları öldürenlerin bu fiilleri haklı gerekçelere dayanarak ve adaleti gerçekleştirme uğruna işledikleri iddiasında bulunduklarına işaret edilip bu asılsız iddiayı reddetmek amaçlanmış olabilir. Âyetin bütünüyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, bu kaydın itham edilen tarafı dinlemeden, konuya ilişkin delilleri incelemeden ve tarafsız bir yargı kararına bağlı olmaksızın “hakk”ın yerine “güc”ün ikāme edildiğine dikkat çekmek üzere konduğu söylenebilir (kıst kelimesi için bk. 18. âyetin tefsiri). 

Sözlükte tebşîr kelimesi “müjdelemek, sevindirici bir haber vermek”tir. Fakat burada sözlük anlamının zıddı yönünde kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de iman sahibi olup iyi işler yapanlar için bu fiille birlikte hep güzel nimetler ve ödüllerden söz edilirken, inkârcıların çarptırılacağı elem verici azabın müjde ifade eden fiil ile bildirilmesi, bunca cinayet ve haksızlıktan sonra kendilerine verilebilecek müjdenin ancak bu kadar olacağını ima eden bir istiare türü, edebî bir üslûptur. 

Yine  konuyla ilgili  olarak  Maide suresi 70 ayeti  kerimede  şöyle  denilmektedir.

  • لَقَدْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًؕ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَرٖيقاً كَذَّبُوا وَفَرٖيقاً يَقْتُلُونَ 

“Andolsun biz İsrâiloğulları’ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, bir kısmına yalancı dediler, bir kısmını da öldürdüler.” 

   İsrâiloğulları’ndan, Allah’tan başka tanrı edinmeme, ana-babaya hürmet etme, cana kıymama ve hırsızlık yapmama gibi konularda “mîsak” (kesin söz) alınmıştı (bk. Bakara 2/40, 83-84). 

İsrâiloğulları’nın, işlerine gelmeyen ve çıkarlarıyla çelişen hükümler getiren peygamberlerin pek çoğunu ya yalancılıkla itham ettiklerine veya onları öldürdüklerine Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde değinilmiştir (meselâ bk. Bakara 2/87; Âl-i İmrân 3/21). 

Nihai zafer  Peygamberlerindir:

Peygamberlere  yardım etmek ve  onları  galip  ve  muzaffer  kılmak  yönündeki  ilah vaad tüm  Peygamberler  için  geçerli  olan müşterek  bir  prensiptir. Bu  gün  dönüp   geçmişe  baktığımızda  kimin  galip ve  kimin de  mağlub  olduğunu  gün  ışığı  gibi  görmüş  oluyoruz.  Ğafır  suresi  51  ayeti  kerimede  Yüce  Allah şöyle  buyurmaktadır:

  • إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ ﴿غافر:۵۱﴾

“Elbette biz, hem dünya hayatında hem de şahitlerin hazır bulunacağı günde elçilerimize ve inanmış kişilere yardım ederiz.”

Allah Teâlâ’nın elçilerine ve inanmış kişilere dünyadaki yardımı, kendilerine düşmanlık yapanlar karşısında onları er geç zafere ulaştırması veya onlara kötülük eden düşmanlarını çeşitli felâketlerle cezalandırmasıdır; âhiretteki yardımı da onları cennetiyle ve en güzel nimetleriyle ödüllendirmesidir. Bu açıklamalar, Mekke döneminde inkârcıların maddî ve mânevî baskılarıyla büyük acılar çeken müslümanlara teselli ve ümit aşılama amacı taşımaktadır. Bu âyetlerin inmesinden birkaç yıl sonra Medine döneminde müslümanlar bu vaadlerin dünya ile ilgili olanlarına bir bir kavuşmuşlardır.

 Müfessirler ayetteki “şahitler”i “melekler, peygamberler, müminler ve Muhammed ümmeti” olarak açıklamışlardır.  Mucadele  suresı  21. Ayeti  kerimede de  Allah ve  elçilerinin  galibiyetinden  söz edilmektedir.

  • كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ ﴿مجادله:۲۱﴾

“Allah “Elbette ben ve elçilerim üstün geleceğim.” diye yazmıştır.”

Dolayısıyla  peygamberlerin  yenilmesi ve  düşmanlara  mağlub  düşmesi  ilahi  sünnete aykırı  olan  bir  durumdur. Kur’an  bu  hususu apaçık  bir  dille  beyanm  buyurmuştur. Kendi  hedeflerini  gerçekleştirmede  hiç  bir   peygamber yenilgiye  uğramamıştır.  Ya  hedefine  ulaşmış veya  tüm  muarızları ve  münkirleri  tarih  sayfasından  yok  olmuşlardır.  Tabiki  bu  bağlamda  şu  noktaya  dikkat etmek  gerekir: Burada  Peygamberlerin  hakiki  şahsiyetleri  değil  hukuki  şahsiyetlerti   bir  diğer  ifadeyle  özel  kişilikleri değil  tüzel  kişilikleri  söz konusu olmaktadır. Özel  kişilikleriyle   peyagmberlerde  maddi  yönleriyle diğer  tüm  insanlar   gibi  ölmüş veya  bir  kısmı  öldürülmüştür. Ancak Peygamberlerin  hukuki   şahsiyetlerini  sembolize eden  tevhid  mektebi ve  bu  mektebin  ahlaki ve  insani  öğretileri  ila  yewmil  kıyame, kızamete kadar  baki  kalacaktır. İlahi  galibiyet    vaadi  işte budur.

.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment