Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Muhalefetin ve düşmanların alaylı yaklaşımlarına katlanmak 13. Prensip
Bütün Peygamberlerin düşmanları olmuştur. Düşmanı olmayan peygamber olmamıştır. Peygamberlerin karşıtı güçler, peygamberleri misyonlarında başarısız kılmak ve mesajlarını sabote etmek için daima farklı yollar ve metotlara başvurmuşlardır. Tabiki Yüce Allah elçilerini düşmanları karşısında daima savunmuştur. Bu düşmanlık, şeytanların vesvese ve kışkırtmalarından tutun, ta peygamberlerın öldürülmesine kadar geniş bir spekturumda şekillenmektedir.
Bu bağlamda Resulullaha hitaben Rabbimiz hac suresi 52. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır.
- وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿حج:۵۲﴾
“Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın. Fakat Allah şeytanın katmaya çalıştığını iptal eder. Sonra Allah kendi âyetlerini (onun kalbine) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilmekte, hikmetle yönetmektedir.”
52. âyetteki anlatıma göre beşer olması dolayısıyla peygamber de, görevini yürütürken zihninden bazı düşünceler ve gönlünden birtakım arzular geçirebilir. Ama bunlar bir peygambere yaraşmayacak düşünce ve temenniler olamaz. Peygamberin asıl görev ve hedefi insanlara hidayet yolunu göstermek olduğuna göre bu düşünce ve arzuların, çevresindekilerin ve mesajı ulaştırabilecekleri bütün insanların bir an önce yanlış inanç ve uygulamaları terkedip hak yola girmeleriyle ilgili olması tabiidir. Nitekim birçok âyette Hz. Peygamber’in, çevresindekilerin hemen imana gelmeleri için çırpındığı ve kendilerine yapılan uyarılara rağmen hakikate kulak tıkayanların korkunç âkıbetlerini düşünerek derin üzüntü duyduğu ifade edilmektedir. Fakat bu noktada onların beşer olma özelliğinden yararlanarak ilâhî mesaja bir şeyler karıştırmaya çalışan şeytanın faaliyeti devreye girer. Bu aşamada şeytanın peygamberin zihnine ve gönlüne atacağı düşünce ve arzuların ise yukarıda belirtilen –peygambere yaraşır– çizgidekinin aksi yönde olması da kaçınılmazdır. İşte 52. âyette, beşer olma özelliğinin istismarı çabası içindeki şeytanın faaliyeti ile insanlara dini tebliğ etmekle görevlendirilen peygamberin özel bir himayeye alınmasını murat eden ilâhî iradenin çatıştığı bu ince sınıra değinilmektedir. Âyetten, ilâhî mesajı insanlara iletme ve onları bu doğrultuda eğitme görevi verilen peygamberlerin –bu konularda hata yapıp insanları yanlış yönlendirmekten korunmaları için– şeytanın fitnesi ile sınanmaktan istisna edildikleri; bu görevi yapanların, son tahlilde, –beşer de olsalar– şeytan kaynaklı bir bildirimde bulunmalarının mümkün olmadığı, dinî bildirim çerçevesinde tebliğ ettikleri her şeyin ilâhî kontrol altında bulunduğu anlaşılmaktadır.
Peygamberlerin Alaya alınması ( İstihza)
Peygamberlere karşı sergilenen bir başka düşmanlık versıyonu, onları ve taşıdıkları ilahi mesajı alay etmek ve istihzaya kalkışmak. Kur’anın ifadesiyle istisnasız bütün peygamberler alay edilmişler ve istihzaya maruz kalmışlardır. Zuhruf suresi 6-8. Ayetlerde şöyle okuyoruz.
- وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّلٖينَ
- وَمَا يَأْتٖيهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
- فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّلٖينَ
„“Sizden önce gelip geçenlere de nice peygamberler gönderdik.
Kendilerine gelen her peygamber ile alay edip durdular.
Bunlardan daha zorba olanları da silip süpürdük. Gelip geçenlerin örnek hikâyeleri (ilâhî kitaplarda) daha önce de anlatılmıştır. „
Çoğu zamanlar bu alaylı yaklaşımlar ve davranışlar cehaletten kaynaklanıyordu. İlahi mesajın aydınlık ve hayat bağışlayan öğretilerini idrak edemediklerinden dolayı, inkara ve alaya kalkışıyorlardı. Kur’an, muhaliflerin ilahi mesajı idrak etmemeler ve hidayeti yakalamamalarına teessuf etmektedır.. Yasin suresi 30. Ayeti kerimeyi beraber okuyalım.
- يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿یس:۳۰﴾
“O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.”
Önceki kavimlerin helâkinin asıl sebebi, peygamberlere karşı gelip onları alaya almaları idi. Bu yüzden sönüp yok oldular. Eğer onlar, daha önce helak edilmiş toplumların durumundan ibret alsalardı, peygambere uyar ve aynı feci âkibete uğramazlardı. Şöyle bir bakalım: O helak edilen insanlardan hiç geri dönen var mı? Gazaba uğrayınca yıkılır gider, bir daha geri dönemezler. Fakat bu şekilde başkalarının durumundan ibret alıp intibâha gelenler genellikle az olmuştur. Ancak şuna dikkat etmek lazımdır ki, verilecek ceza sadece dünyadaki helakle sınırlı değildir. Nihâyet hepsi mahşer günü Allah’ın huzurunda toplanacak, hesaba çekilecek ve hak ettikleri esas cezaya burada çarptırılacaklardır.
Allah Teâlâ’nın bütün bunları yapacak güce sahip olduğunu görmek isteyenler, etraflarında sergilenen şu muazzam kudret tecellilerine baksınlar:
Mevlana Celaleddini Rumi cahil ve garazkar insanların peygamberlerin çalışma ve tebliğlerine karşı sergiledikleri tavırlar ve peygamberlerin onların yaklaşımları ve söylemlemrine cevabı hakkında çok güzel bir hikaye anlatmaktadır. Bu hikayede peygamberin insanları kurtarmaya olan ihtirası ve kurtarıldığını bilmeyen garazkarların düşmanca tavrı bir hikaye kalıbında izah edilmektedir.
عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد
Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت
O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته
Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون میفتاد
Bir kaç acı elma ona yedirdi, Her yediğinde yine elmaları kusuzordu. (yutamıyordu)
بانگ میزد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا
“Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز
Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanımı dök!
شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید
Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
بیجنایت بیگنه بیبیش و کم ** ملحدان جایز ندارند این ستم
Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.
میجهد خون از دهانم با سخن ** ای خدا آخر مکافاتش تو کن
Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta,
هر زمان میگفت او نفرین نو ** اوش میزد کاندر این صحرا بدو
Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş” diye onu dövüyordu.
زخم دبوس و سوار همچو باد ** میدوید و باز در رو میفتاد
Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu.
ممتلی و خوابناک و سست بد ** پا و رویش صد هزاران زخم شد
Karnı doluydu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.
تا شبانگه میکشید و میگشاد ** تا ز صفرا قی شدن بر وی فتاد
Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı.
زو بر آمد خوردهها زشت و نکو ** مار با آن خورده بیرون جست از او
İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı.
چون بدید از خود برون آن مار را ** سجده آورد آن نکو کردار را
O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
سهم آن مار سیاه زشت زفت ** چون بدید آن دردها از وی برفت
O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu.
گفت خود تو جبرییل رحمتی ** یا خدایی که ولی نعمتی
Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin yahut da velinimet Allah’sın
ای مبارک ساعتی که دیدیام ** مرده بودم جان نو بخشیدیام
Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın.
تو مرا جویان مثال مادران ** من گریزان از تو مانند خران
Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum.
خر گریزد از خداوند از خری ** صاحبش در پی ز نیکو گوهری
Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.
نه از پی سود و زیان میجویدش ** لیک تا در گرگش ندرد یا ددش
Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.
ای خنک آن را که بیند روی تو ** یا در افتد ناگهان در کوی تو
Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!
ای روان پاک بستوده ترا ** چند گفتم ژاژ و بیهوده تراPak ruh bile seni övmüş. Hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim.
میشنیدم فحش و خر میراندم ** رب یسر زیر لب میخواندم
Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim.
از سبب گفتن مرا دستور نه ** ترک تو گفتن مرا مقدور نه
Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim.
هر زمان میگفتم از درد درون ** اهد قومی إنهم لا یعلمون
Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi.
سجدهها میکرد آن رسته ز رنج ** کای سعادت ای مرا اقبال و گنج
Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan!
از سبب گفتن مرا دستور نه ** ترک تو گفتن مرا مقدور نه
Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim.
هر زمان میگفتم از درد درون ** اهد قومی إنهم لا یعلمون
Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi.
از خدا یابی جزاها ای شریف ** قوت شکرت ندارد این ضعیف
Ey yüce kişi! Allah’tan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok.
شکر حق گوید ترا ای پیشوا ** آن لب و چانه ندارم و آن نوا
Mükâfatını Allah versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekte âciz” demekteydi.
دشمنی عاقلان زینسان بود ** زهر ایشان ابتهاج جان بود
İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir.
دوستی ابله بود رنج و ضلال ** این حکایت بشنو از بهر مثال
Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikâyeyi dinle:
Bugünde bir çok haddini bilmez kimse, Peygamberlere karşı tecrubi ve pozitif ilimlere dayanarak saygısızlıkta bulunmaktalar. Bunlar pozitif ilimlerin verilerini değişmez mutlak gerçekler olarak görüyorlar. Halbuki tecrubi ilimlerin tarihine baktığımızda binlerce yıl mutlak bir gerçek olarak telakki edilen bazı ilmi teorilerin binlece yıl sonra nasıl çürütülmüş olduğuna tanıklık etmiş bulunuyoruz. Aslında bu yaklaşımlar onların tecrubi ilimler hakkındaki yanlış algı ve anlayışlarının bir neticesi olmuştur. Çünkü peygamberlerin öğretileri akıl ve ilme ters düşmez. Hak, hakla çelişmez. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah Ğafır suresı 83. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır.
- فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿غافر:۸۳﴾
“Çünkü peygamberleri kendilerine apaçık deliller getirdiği zaman, onlar sahip oldukları bilgi ile şımarıp, yapılan azap tehditlerini alaya aldılar. Ama alaya aldıkları o azap, sonunda onları çepeçevre kuşatıverdi.”
Dini öğretileri alay konusu yapmak Peygamber döneminde yaşayanlara özgün bir durum değildir. Her zaman ve mekanda küfrü, ahlaki çöküntüsü, cehalet ve bağnazlığı veya yanlış ilmi telakkisinden dolayı peygamberlerin öğretileri ve dini maarifi alay konusu yapan insanlar olmuştur ve olmaya devam edecektir. Günahkar ve ahlaki çöküntü içerisinde olan kalbi kararmış insanların durumu rum suresi 10. Ayeti kerimede şu şekilde dile getirilmiştir.
- فَلَمَّا ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاءُوا السُّوأَى أَنْ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِئُونَ ﴿روم:۱۰﴾
“Sonunda, Allah’ın âyetlerini yalan saymak ve onları alaya almak suretiyle kötülükte ileri gidenlerin âkıbeti pek fena oldu.”
Günah deruni aydınlanma ve idrakı hak önünde en büyük enmgeldir. Günah kalpi karartır ve sonuna kişi o kadar günah işler ki kalp mühürlenir. Gözler ve kulaklar perdlenir ve devamında günahkar kiş inkara kalkışmaya ve ayetlerle alay etmeye, ahireti ise reddetmeye kalkışışır. Günah ve ahlaksızlık insanları peygamberlere karşı öylesine bir düşman kılar pervasızca onları öldürmeye kalkışırlar. Günahkarlar bir açıdan gunahlarından duydukları korku ve görecekleri cezadan dolayı. Kendi vicdanlarını baskısından ve aklın sorgulamasından kurtulmak, ve kendilerini teselli etmek için inkara kalkışıyorlar. İkinci bir husus ise Peyagmberlerin akıl ve fıtrata mebnı çağrıları karşısında kendilerini yenilmiş ve itibar kaybına uğramış olarak gördükleri için düşmanlıkta katle varıncaya kadar aşırı gidiyorlar. Bir diğer sebep ise imtiyaz ve otorite kaybıdır. Yani küfür ve cehalete binaen elde ettikleri imtiyazlar peygamberin çağrısıyla yok oluyor. Genelde peygamberlere karşı duşmanlık yapanların kahir ekseriyeti sızası. Soszal ve ekonomık gücü ellerinde bulunduran kimseler olmuştur. Ali İmran suresi 21 ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
- اِنَّ الَّذٖينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّٖنَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذٖينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلٖيمٍ
“Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adalet isteyen insanları öldürenler var ya, onlara can yakan bir azabı müjdele!”
. Burada ilâhî bildirimden yüz çevirenlerin birbiriyle bağlantılı üç temel özelliğine işaret edilerek Resûlullah’tan bu tutumlarının karşılığının ne olacağını kendilerine bildirmesi istenmektedir.
Bu özellikler şunlardır: 1. Allah’ın âyetlerini inkâr etmek, 2. haksız yere peygamberleri öldürmek, 3. adalet isteyen insanları öldürmek. Âyet-i kerîme bu sıfatları taşıyan herkesi kapsayan bir ifadeye sahiptir.
Âyette anılan üç özelliğin birbiriyle bağlantısını şöyle açıklamak mümkündür: Hak ve adalet duygusunu yitiren kişi gerçeği ve doğruyu aramak yerine kendi düşünce, saplantı, hırs ve menfaatlerine uymayan her şeyi ortadan kaldırmaya yönelir, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışır. Bu yol öyle bir bataklıktır ki, hareket edeni daha çok dibe çeker. Nitekim hakikatlere karşı durmakta ve menfaatlerini her şeyin üstünde tutmakta direnenler bu taşkınlıkta o kadar ileri gitmişlerdi ki, kendilerini aydınlatmak, yanlışlarını düzeltmek ve mutluluk yolunu göstermek üzere gönderilmiş peygamberleri bile öldürmekte tereddüt göstermemişler, kendilerini iman ehli, hatta dindar gibi göstermeye çalışsalar da Allah’ın âyetlerini, elçilerini, mûcizelerini inkâr ettikleri ve hakikatleri örtbas etmeye çalıştıkları için küfre girmişler ve elîm azabı hak etmişlerdi. Yahudilerin çok sayıda peygamberin canına kıydığına dair bilgiler Kitâb-ı Mukaddes’te de yer almaktadır (meselâ bk. I. Krallar, 18/4 vd.; Matta, 14/10).
Âyette peygamberleri öldürme fiili için “haksız yere” kaydının konmuş olması tefsirlerde genellikle şu iki şekilde açıklanır: a) Peygamberlerin öldürülmesi zaten haksız yere işlenen bir fiildir; bu kaydın konması işlenen günahın ne büyük ve bu cinayetin ne kötü olduğunu vurgulamak içindir, b) onları öldürenlerin bu fiilleri haklı gerekçelere dayanarak ve adaleti gerçekleştirme uğruna işledikleri iddiasında bulunduklarına işaret edilip bu asılsız iddiayı reddetmek amaçlanmış olabilir. Âyetin bütünüyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, bu kaydın itham edilen tarafı dinlemeden, konuya ilişkin delilleri incelemeden ve tarafsız bir yargı kararına bağlı olmaksızın “hakk”ın yerine “güc”ün ikāme edildiğine dikkat çekmek üzere konduğu söylenebilir (kıst kelimesi için bk. 18. âyetin tefsiri).
Sözlükte tebşîr kelimesi “müjdelemek, sevindirici bir haber vermek”tir. Fakat burada sözlük anlamının zıddı yönünde kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de iman sahibi olup iyi işler yapanlar için bu fiille birlikte hep güzel nimetler ve ödüllerden söz edilirken, inkârcıların çarptırılacağı elem verici azabın müjde ifade eden fiil ile bildirilmesi, bunca cinayet ve haksızlıktan sonra kendilerine verilebilecek müjdenin ancak bu kadar olacağını ima eden bir istiare türü, edebî bir üslûptur.
Yine konuyla ilgili olarak Maide suresi 70 ayeti kerimede şöyle denilmektedir.
- لَقَدْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًؕ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَرٖيقاً كَذَّبُوا وَفَرٖيقاً يَقْتُلُونَ
“Andolsun biz İsrâiloğulları’ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, bir kısmına yalancı dediler, bir kısmını da öldürdüler.”
İsrâiloğulları’ndan, Allah’tan başka tanrı edinmeme, ana-babaya hürmet etme, cana kıymama ve hırsızlık yapmama gibi konularda “mîsak” (kesin söz) alınmıştı (bk. Bakara 2/40, 83-84).
İsrâiloğulları’nın, işlerine gelmeyen ve çıkarlarıyla çelişen hükümler getiren peygamberlerin pek çoğunu ya yalancılıkla itham ettiklerine veya onları öldürdüklerine Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde değinilmiştir (meselâ bk. Bakara 2/87; Âl-i İmrân 3/21).
Nihai zafer Peygamberlerindir:
Peygamberlere yardım etmek ve onları galip ve muzaffer kılmak yönündeki ilah vaad tüm Peygamberler için geçerli olan müşterek bir prensiptir. Bu gün dönüp geçmişe baktığımızda kimin galip ve kimin de mağlub olduğunu gün ışığı gibi görmüş oluyoruz. Ğafır suresi 51 ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
- إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ ﴿غافر:۵۱﴾
“Elbette biz, hem dünya hayatında hem de şahitlerin hazır bulunacağı günde elçilerimize ve inanmış kişilere yardım ederiz.”
Allah Teâlâ’nın elçilerine ve inanmış kişilere dünyadaki yardımı, kendilerine düşmanlık yapanlar karşısında onları er geç zafere ulaştırması veya onlara kötülük eden düşmanlarını çeşitli felâketlerle cezalandırmasıdır; âhiretteki yardımı da onları cennetiyle ve en güzel nimetleriyle ödüllendirmesidir. Bu açıklamalar, Mekke döneminde inkârcıların maddî ve mânevî baskılarıyla büyük acılar çeken müslümanlara teselli ve ümit aşılama amacı taşımaktadır. Bu âyetlerin inmesinden birkaç yıl sonra Medine döneminde müslümanlar bu vaadlerin dünya ile ilgili olanlarına bir bir kavuşmuşlardır.
Müfessirler ayetteki “şahitler”i “melekler, peygamberler, müminler ve Muhammed ümmeti” olarak açıklamışlardır. Mucadele suresı 21. Ayeti kerimede de Allah ve elçilerinin galibiyetinden söz edilmektedir.
- كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ ﴿مجادله:۲۱﴾
“Allah “Elbette ben ve elçilerim üstün geleceğim.” diye yazmıştır.”
Dolayısıyla peygamberlerin yenilmesi ve düşmanlara mağlub düşmesi ilahi sünnete aykırı olan bir durumdur. Kur’an bu hususu apaçık bir dille beyanm buyurmuştur. Kendi hedeflerini gerçekleştirmede hiç bir peygamber yenilgiye uğramamıştır. Ya hedefine ulaşmış veya tüm muarızları ve münkirleri tarih sayfasından yok olmuşlardır. Tabiki bu bağlamda şu noktaya dikkat etmek gerekir: Burada Peygamberlerin hakiki şahsiyetleri değil hukuki şahsiyetlerti bir diğer ifadeyle özel kişilikleri değil tüzel kişilikleri söz konusu olmaktadır. Özel kişilikleriyle peyagmberlerde maddi yönleriyle diğer tüm insanlar gibi ölmüş veya bir kısmı öldürülmüştür. Ancak Peygamberlerin hukuki şahsiyetlerini sembolize eden tevhid mektebi ve bu mektebin ahlaki ve insani öğretileri ila yewmil kıyame, kızamete kadar baki kalacaktır. İlahi galibiyet vaadi işte budur.
.