نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Peygamberlerın yaşamında ortak prensipler.

Birinci  Prensip: Allah tarafından  seçilmiş  olmak. İnsanlar ve  melekler arasındaki  seçim  konusunda Yüce  Allah, hem varlık aleminde  işlerin  tanzim ve  tertibi  için  melekler seçtiğini ve  aynı  şekilde  yeryüzünde de  insanları  hakka ve  hidayete  yönlendirmek ve  mesajını  ulaştırmak  için  bazı  insanları elçi ve  peygamber  olarak  seçtiğini  beyan  buyurmaktadır. Hacc suresı 75.76 Ayeti  kerimede  Yüce  Allah  şöyle  buyurmaktadır.

  • اَللّٰهُ يَصْطَفٖي مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِؕ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌۚ 
  • يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْؕ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ 

Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah her şeyi işitmektedir, görmektedir. 

Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür 

Allah’ın peygamberlerine vahyi iletme v.b. işler için meleklerden elçiler seçtiği gibi, kullarına kendi emir ve yasaklarını tebliğ etmek üzere insanlardan da elçiler görevlendirdiği ve her şeyin bilgisinin kendi katında mevcut olduğu belirtilmektedir. 75. âyetin bazı müşriklerin “İşte Kur’an aramızdan birine indirildi” şeklindeki sözleri üzerine nâzil olduğu, bu hususun onların iradesine değil Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu vurgulama amacı taşıdığı rivayet edilmiştir. 76. âyetteki “Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir” ifadesi, “Onların yapacaklarını da daha önce yaptıklarını da bilir” ve “Onların açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir” şeklinde de anlaşılmıştır. Yine, buradaki onlarzamiri ile 67. âyetten itibaren sözü edilenmüşrikler”in veya bir önceki âyette geçen melekler ve insanlar”ın kastedilmiş olması muhtemeldir.

Tabiki  insanlar ve melekler arasından  belli  bir  görev  ve  vazifeye atananlar, o  görev ve vazife  için gerekli  olan  bir  takım  sıfat ve donanımlara  sahip  bulunmaktadırlar. Kendilerini  Peygamberlerle denk ve peygamberliğe layık gören  kimselerin cevabında  şöyle  buyurmaktadır. 

  • وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِؕ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُؕ سَيُصٖيبُ الَّذٖينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَدٖيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ 

“Onlara bir âyet geldiğinde (okunduğunda), “Allah’ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız” dediler. Allah, elçiliğini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenler, yapıp durdukları hileler sebebiyle, Allah tarafından bir aşağılanmaya ve çetin bir azaba uğratılacaklardır.” 

Müfessirlerin çoğunluğuna göre âyet, müşriklerin ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e karşı kıskançlıklarını dile getirmektedir “Onlar, hüccet ve deliller bekledikleri için değil, aşırı kıskançlıkları yüzünden inkârda daima ısrarlı olmuşlardır” Esasen tarihin bütün dönemlerinde ve günümüzde inkârcılık veya bâtıl inançlarda ısrar etmenin temelinde çoğunlukla kıskançlık, gurur ve kibir, yanlış geleneklerin veya telkinlerin etkisini aşamama gibi psikolojik sebepler bulunmaktadır. Âyette bu tür iddialara “Allah, elçiliğini kime vereceğini çok iyi bilir” şeklinde cevap verilmiştir. Bu ifade bize peygamberliğin kesbî (insanın istemesi ve gayret göstermesiyle elde edebileceği) bir makam olmadığını, Allah’ın birine peygamberlik vermesinin sadece O’nun bir lutfu olduğunu göstermektedir. Ancak Allah, mutlak irade ve tasarrufuyla, peygamberliği lutfedeceği kişiyi yüksek ahlâkî ve zihnî melekelerle donatır. Buna karşılık kendilerini de peygamberliğe lâyık görenlerin ruhları isyan, kıskançlık, hile ve desisecilik, gurur ve kibir gibi fenalıklarla kirlenmiş olup buna rağmen Peygamber’i tanımamaya, cürümler işlemeye devam ettikleri için, kibirlerine karşılık aşağılanmaya ve zillete, isyanlarına karşılık da azaba mâruz kalacaklardır. 

Allah Kur’anda hem  bazı  Peygamberler ve  hem de  bazı aileler  için seçilmiş  ifadesi  kullanmıştır. Ali  imran suresı 33 ve 34. Ayeti  kerimelerde  konuyla  ilgili  olarak  Yüce  Allah  şöyle  buyurmaktadır:

  • اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَۙ 
  • ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍؕ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌۚ 

“Allah, birbirinden gelme nesiller olarak Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesini ve İmrân ailesini seçip âlemlere (bütün yaratılmışlara) üstün kıldı. Allah hakkıyla işitmekte ve bilmektedir.” 

Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde, peygamberlerin Allah’ın seçkin kulları olduğunu belirten ifadeler vardır. Bu hususu özellikle belirten “istefâ” fiili için:

 a) Onların bütün yaratılmışların özü kılındığı, 

b) onların kötü sıfatlardan arındırılıp övgüye lâyık hasletlerle bezendiği şeklinde yorumlar yapılmıştır (Râzî, VIII, 20-22). 

Tefsirlerde ve genel olarak İslâm düşüncesine dair eserlerde, bu gibi âyetlerde geçen “istefâ” fiili, varlıkların oluşum ve gelişim süreci ile ilgili “istefâ” kanunu arasında bağ kurularak peygamberlerin üstünlüğü konusunda geniş açıklamalar yapılmıştır

  • قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتٖي وَبِكَلَامٖيۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرٖينَ 

“Allah, “Ey Mûsâ!” dedi, “Ben, mesajlarımı iletmek ve sözüme muhatap kılmak için insanlar arasından seni seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” 

Hz. Mûsâ’nın yüce Allah’ı görme dileğinin kabul edilmemesi karşısında, teselli mahiyetinde olmak üzere, Allah Teâlâ ona, iki büyük nimetini ikram etmek üzere onu seçtiğini, bu suretle kendisini diğer insanlardan üstün ve seçkin kıldığını hatırlatmış; bu nimetlerin kadrini bilip şükrünü eda etmesini istemiştir. Bu nimetlerden biri Mûsâ’ya tebliğler (risâlât) yani vahiyler gelmesi, diğeri de Allah’ın onunla vasıtasız olarak konuşmasıdır (kelâm). 

İkinci Prensıp: Bütün insanlık  toplumlarına  Peygamberler  gönderilmıştir.

Biz İnsanınlı  tarihinde tüm  kavimlere veya  bölgelere  Peygmaberler gönderildiğine  inanıyoruz. Fikir, düşünce ve  özgür  iradenin  hüküm  sürdüğü ama  ilahi  bir  elçi ve  muslihin  gönderilemediği  bir   ülke veya  diyar  düşünülemez. Konuyla  ilgili   olarak Fatır  suresi 24. Ayeti kerimede  şöyle  buyurmaktadır.

  • اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشٖيراً وَنَذٖيراًؕ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا فٖيهَا نَذٖيرٌ 

“Doğrusu biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” 

24. âyetin son cümlesi, ilâhî mesajın ve tevhid çağrısının bütün insanlığı kapsayacak biçimde peygamberler vasıtasıyla ulaştırıldığını ifade etmektedir. Her topluluğa Allah tarafından bir uyarıcı gönderilmiş, uzun veya kısa bir süre uyarıcının mesajı korunmuş, sonra unutulmuş (araya fetret yani mesajın unutulduğu, bozulduğu bir süre girmiş), arkadan yeni bir uyarıcı gönderilmiştir.

Genel anlamda peygamberliğin  gereklerinden  biri, ilahi  mesaj ve  hidayet  meşalesinin  tüm  insanlara  ulaşmasıdır. Dolayısıyla  Allahın  bir milleti veya dünyanın  önemli  bir  bölgesini  peygambersiz  bırakmış  olması  düşünülemez. Çünkü  ilahi  mahkeme de  bunu  gerekli  kılmaktadır.yoksa hangi  ölçü ve mikyasa  göre  insanlar  ilahi  mahkemede  yarglanıp sevab veya   ikaba  mahkum  kılınacaklardır.

 Ahirette  insanların sayısız  nimetler  ile  nimetlenmesi ve  ilahi  lütuf ve  ihsan görmeleri,  bu  dünyadaki  sayısız  nimetler  gibi Allahın  rahmet ve muhabbeti  olarak  görülebilir.  Yani,  Allah  hidayet ve  risalet  elçilerini  göndermediği  bir  topluma rahmetınden bin bir   bağış ve  ihsan  yapabilir.  Buraya  kadar  normal.  Ancak  hidayet olmadan ve mesaj  ulaştırlımadan  cezalandırmak adilane ve  makbul  olamaz.  Meşhur  kaide  gereği:  قبح عقاب بلا بیان»  Bilgilendirmeden  cezalandırmak  kabih,  çirkindir. Nitekim  Yüce  Allah  Isra  suresı 15. Ayeti  kerimeyle  böyle  bir  çürkinlik ve adaletsizliğin  söz  konusu  olmadığını  vurgulamaktadır.

  • مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَدٖي لِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاؕ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىؕ وَمَا كُنَّا مُعَذِّبٖينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً 

“Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.” 

Bu hususta şu üç nokta önemlidir: a) Peygamberin gönderilmesinden maksat, onun getirdiği dinî davet hakkında insanların yeteri kadar bilgi sahibi olmalarına elverişli bir ortamın sağlanmasıdır. b) Âyetin bu kısmı, bilinmesi, anlaşılması ve inanılıp uygulanması ancak bir peygamberin açıklamasına bağlı olan, insanın beşerî aklı ve bilgisiyle aydınlanamayacağı salt dinî konularla ilgilidir. c) Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Âyetin, on dört asır önce suçun ve cezanın kanunîlik ilkesini bu kadar açık ve kesin bir şekilde ifade etmesi ilgi çekicidir 

Yine  konuyla  ilgili  olara Nisa  suresı 165. Ayeti  kerimede  Yüce Allah  şöyle  buyurmaktadır:

  • رُسُلاً مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَزٖيزاً حَكٖيماً 

“Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”

Hz. Peygamber’in şahsında Ehl-i kitaba şu gerçekler hatırlatılıyor: Din, Allah’ın peygamberlerine vahyederek bildirdiği bilgi ve öğretiler bütünüdür. Ellerinde bulunan kitaplarda hem vahiyden hem de peygamberlerden söz edilmiş, kendileri de bunlara inanmışlardır. Muhammed Mustafa da diğerleri gibi bir peygamberdir. Ona gelen Kur’an da, diğer peygamberlere gelen Tevrat, Zebûr, İncil gibi bir ilâhî kitaptır. Aslında kendileri kitaplarında bunların çoğunun isimlerini buldukları ve bildikleri halde daha önce okuma-yazma öğrenmemiş bulunan son peygamberin bunlardan haberi yoktur. Ona peygamberleri de, kitapları da bildiren, öğreten Allah’tır. Diğer peygamberler nasıl ümmetlerine hem müjdeler hem de uyarılarla gelmişlerse son peygamber de öyle gelmiştir. Bu arada kendilerini de uyarmış, iman etmedikleri takdirde uğrayacakları âkıbeti, “bilmiyorduk, haberimiz olmadı” deme imkânlarının da bulunmayacağını bildirmiştir. 

Allah Teâlâ insanlara gerektiği kadar peygamber göndermiştir, ayrıca her insan topluluğunda onlara yol gösteren rehber kulları vardır (Ra‘d 13/7). Ancak peygamberlerin tamamının isimlerini Kur’an’da saymamış, müslümanların bilmelerinde fayda gördüğü peygamberleri yeteri kadar zikretmiş ve faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. 

Ğafır  suresi 78. Ayeti  kerimede de  Allah   hayat  hikayeleri  anlatılan ve  kendilerinden bahsedilmeyen  ve  ibrahim  suresindede  sayılarını  Allahtan  başka  kimsenin bilmedikleri  kavimler ve  bilvesile  peygamberlerden  söz edilmektedir.

  • وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَؕ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَࣖ 

“Senden önce de elçiler gönderdik; onlardan sana hayat hikâyelerini anlattıklarımız var, anlatmadıklarımız var. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir elçi âyet getiremez. Allah’ın buyruğu geldiğinde artık hak yerini bulmuştur ve ilâhî hakikatleri yok etmeye kalkışanlar hüsrana uğramışlardır.” 

Resûlullah’a, önceki peygamberlerin de benzer sıkıntılarla karşılaştıkları hatırlatılmaktadır. Allah, onların bazıları hakkında Kur’an’da bilgi vermiştir, ama bilgi verilmeyenler de vardır. Sonuçta bütün peygamberler temelde aynı inanç, ibadet ve hayat ilkelerini tebliğ ve temsil etmişler; fakat hepsinin düşmanları olmuş, acı ve sıkıntı çekmişlerdir. Ama vakti gelince Allah hükmünü vermiş, hak yerini bulmuştur. 

“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir elçi âyet getiremez” cümlesindeki âyet kelimesi genellikle mûcize olarak açıklanmıştır. İnkârcılar, Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmak için ondan bazı olağan üstü işler başarmasını isterlerdi. Burada bu tür olayların ancak Allah’ın dilemesiyle gerçekleşebileceği bildirilmektedir

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment