نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

وَ إِنْ بُغِيَ عَلَيْهِ صَبَرَ حَتَّى يَكُونَ اللَّهُ هُوَ الَّذِي يَنْتَقِمُ لَهُ

Kendisine  bir  haksızlık  yapıldığı zaman hemen ıntıkama  kalkışmaz,sabırlı  olur, Allahın intikamını  bekler.”

Bazen insan  kendi  yakınlarından, dostlarından hatta  kardeşlerinden  haksızlık  görür. İnsanlık  tarihinin  kardeş  kavgasıyla  başladığını  unutmayalım.  Hazreti  Yusufun  kardeşlerinin  yaptıkları  herkesce  malum. Eğer  bir  haksızlığa  maruz  kaldığımızda  hemen  intikama  kalkışırsak, tüm sosyal ve  ahlaki dengeler alt  üst  olur. Surtüşmeler ve  çekişmeler  sarmalının  sonu  gelmez  olur. Bazen  bu sureç  çok  tehlikeli  bir  aşamaya  ulaşır. Bunun  için nasıl  ki  yayılmakta  olan  bir  tümoru  önlemek  için  bıçak  kullanılır ve zararlı tumor   bulunduğu  vucut  parcasıyla  birlikte sökülüp atılıyorsa.  Aynı  şekilde  bazen  haksızlığı  hazmetmek ve durumu  sabırla  ilahi adalete  havale  etmek  gerekiyor.  Allahı  vekil  olarak  alan  insan  için  Allah vekil.  koruyucu ve  hami  olarak  kafidir. İnsan  durumu  Allaha  havale ettiğinde  hem  şeytanın   ve  hem de  nefsi  emmarenin  kötü  durtüleri ve  vesvesesinden  kurtulmuş   böylece  hem  bireyin  kendisin de  ve  hem de  çevrede  sükunet  sağlanmış olur.Tabiki  bu sabır ve  metanet  bireysel haksızlık  içindir. Toplumsal  bir  zulüm ve adaletsizlik veya  harici  bır saldırıya  karşı  sabır ve sessizlik  zillet ve hiffettir  kabul edilmez.

Bazen acelecilkik veya dikkatsizlik ve  işiyi ciddiye  almamak kişiyi  mazlum  iken, zalim kılabilir. Taqva ehli intikam  gücüne  sahip  olduklarıa  halde Nahl  suresinin 126. Ayetinin  ruhuna  uygun  hareket ederler.

  • وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ 

 Cezalandırmak isterseniz size yapıldığı kadarıyla cezalandırın, fakat sabır gösterirseniz bilin ki sabırlı davrananlar için bu muhakkak daha hayırlıdır.” ( Nahl 126)

Adalet İslâm’ın aslî ilkesidir ve insan bu ilkeyi ancak kendisi aleyhine yani özveri yönünde aşabilir (âyet 90); buna mukabil, karşı taraf putperest, inkârcı veya başka bir dinden bile olsa ona, onun kendisine verdiği zarardan fazla bir zarar veremez; gördüğü zarara kurallar çerçevesinde dengiyle cevap vermek adalet ilkesinden doğan bir haktır. Ancak yine de Allah, Resulüne ve onun şahsında müslümanlara, eğer sabır gösterirlerse, yani kötülüğe dengiyle dahi karşılık verme arzularını dizginleyip mukabelede bulunmazlar ve bu haklarını kullanmazlarsa bunun sabır erdemini kazanmış kişiler için daha hayırlı olacağını bildirmektedir. İslâm ahlâk literatüründe bu davranışın adı hilimdir. Bazı eski tefsirlerde bu âyetin hükmünün cihadı emreden âyetlerle neshedildiği ileri sürülmüşse, bu görüşü kabul etmek mümkün değildir; çünkü cihad özel durumlarla ilgili geçici bir mücadele yöntemidir; buna karşılık kötülük edenlere adalet ölçüsü içinde cevap vermek hak olmakla birlikte, bağışlama yolunu tercih etmek ilâhî dinlerin ahlâk öğretilerinde başta gelen erdemlerindendir. Başka bir açıdan bakıldığında affetmek insan psikolojisini cezalandırmaktan daha fazla etkilediği için pratikte insanları kazanmak için daha etkili bir yoldur. Âyette sabrın daha hayırlı olduğu belirtilirken böyle bir imada da bulunulmuş olabilir. 

إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا

Nitekim  Allah  muttaqilerle  birliktedir. Yani  sorumlu davranan ve en  iyisini  yapmaya  gayret  gösterenler  Allahın  destek ve  himayesi  üserinde  hesap açabilirler.  Allah muttaqileri  sıkıntılarında  yanlız  bırakmaz. Allah   Hac  suresi 60. Ayette haksızlığa  uğrayanları ve  mutedil  davrnanaları destekliyeceği  vaadınde  bulunmuştur….

  • ذٰلِكَۚ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ 

Böyledir; her kim kendisine yapılana misliyle karşılık verir, sonra yine haksız bir saldırıya uğrarsa Allah ona mutlaka yardım eder. Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır.” 

Bazı müfessirler bu âyetin iniş sebebi olarak şu olayı zikrederler: Bir grup müşrik muharrem ayında bir müslüman topluluğu ile karşılaşmış ve “Nasıl olsa Muhammed’in adamları haram aylarda savaşmazlar” deyip onlara saldırmaya yeltenmişlerdi. Müslümanlar onları uyardıkları halde niyetlerinden vazgeçmediler. Müslümanlar bu haksız saldırıya karşılık verip onları mağlûp ettiler. Olayın duyulması üzerine Medine’deki bazı müminler haram aylarda savaşmış olmaktan ötürü onları kınayan sözler sarfettiler, bunun üzerine âyet indi ve onların haklılığını tescil etti.

Hak Aramada Nebevî Ölçü

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), uğranılan haksızlıklara karşı nasıl mukabelede bulunulması gerektiği hususunu da karanlıkta bırakmamış, bu konuda da ümmetini aydınlatmıştır. Bir gün ashâbına, “Hiç şüphesiz, benden sonra, adam kayırmalar ve yadırgayacağınız bazı işler olacaktır!” buyurunca onlar, “Ey Allah’ın Resûlü! O zaman nasıl bir duruş ortaya koymamızı tavsiye edersiniz?” diye sorunca, “Siz üzerinize düşen görevleri yapar, kendi hakkınızı ise Allah’tan beklersiniz!” karşılığını vermişti.

Demek ki uğradığı zulüm veya gördüğü haksızlıklar karşısında mü’min, bir köşeye çekilip görmezden, duymazdan ve anlamazdan gelme yerine hakkını müdafaa adına bütün meşru yollara müracaat etmeli ve kendini savunma hususunda üzerine düşenleri eksiksiz yerine getirmeli, ardından da kendine düşeni yapmış olmanın rahatlığı içerisinde neticeyi Allah’a bırakmalı, asla taşkınlık yapmamalı ve sabretmesini bilmelidir. Zira “Uğradığı haksızlıklara sabreden kulun şerefini artıran, bizzat Allah’tır (celle celâlühû).”

İstikamet Talebi

Hakkı temsil, tebliğ ve tespit konumunda bulunan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), içini Allah’a arz ettiği demlerde meselenin hakkını verememe endişesi ile iki büklüm oluyor ve bir haksızlığa sebep olmama adına şöyle yalvarıyordu:

Allah’ım! Ey Cebrâil, Mîkâîl ve İsrâfil’in Rabbi! Ey göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı! Ey herkesin bilemeyeceği gayb denilen bilgileri ve bilinen her şeyi bilen Allah’ım! Kullarının ihtilâf ettikleri meselelerde, onların aralarında hak ve adaletle ancak Sen hükmedersin. Hakta ihtilafa düşüldüğünde, bana doğru yolu göster, çünkü dilediğini doğru yola ancak Sen hidayet eylersin!”

Evinden dışarıya ilk adımlarını atarken de aynı duyarlılık içindeydi; “Bismillâh!” diyor ve ilave ediyordu:

“Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım! Dalâlete düşmekten ve başkaları tarafından dalâlete sürüklenmekten, zulmetmekten ve zulme maruz kalmaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan Sana sığınırız!”

Netice

Hakkı ikame hassasiyeti veya haksızlık karşısında duruşuyla Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir taraftan İslâmî hassasiyetler açısından mükemmel bir kulluk örneği sergilemiş, diğer yandan da arkadan gelenlere, yürünecek bir yol ve takip edilecek bir çizgi bırakmıştır. Bu duyarlılıktır ki o günlerde dünya, hakka saygılı ve haksızlık karşısında tüyleri diken diken olan bir altın nesille tanışmış, uğradığı her yerde hakkı haykıran ve adaletin sancağını dalgalandıran hakperestlerle şenlenmiştir. Hıms (Humus) valisi Umeyr ibn-i Sa’d’ın (radıyallahu anh) minberden halka hitaben söylediği şu sözler, bu hakikati ne güzel ifade etmektedir:

“Dikkat edin ki, İslâm muhkem bir duvar ve güvenli bir kapı gibidir. İslâm’ın duvarı adalet, kapısı ise haktır. Eğer duvar yıkılır ve kapı da sökülürse, İslâm ele geçirilmiş demektir. Yönetim güçlü olduğu müddetçe İslâm korunmuş olur. Yönetimin asıl gücü ise, kılıçla öldürmekte veya kırbaçla dövmekte değil, hakla hüküm vermekte ve adaleti esas almaktadır

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment