Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun
إِنْ صَمَتَ لَمْ يَغُمَّهُ صَمْتُهُ
“Eğer uzun bir süre sükut ederse, suskunluk onu mahzun kılmaz.”
Ayrıntılara girmeden önce sukutun anlamı, ayetler ve hadislerde bu konunun yeri ve önemine bir göz atalım.
‘Sükût’, susmak, konuşmamak, başkası konuşurken onu dinlemektir.
Sükût, insanın toplum hayatında sevilmesini ve kendisine saygı duyulmasını sağlayan güzel huylardan biridir.
Dilin afetleri çok ve kendini bunlardan korumak zor olduğu için, elden geldiği kadar susmak en iyi davranıştır. O halde insan, gerektiğinden fazla konuşmamalıdır. Dediler ki abdallar, yani yüksek derecedeki veliler, konuşması, yemesi ve uyuması zaruret miktarında olan kimselerdir.
Allah Teâlâ (c.c.) buyurmuştur: “Doğru söylemek, hayırla buyurmak ve insanların arasını bulmak hariç konuşmada hayır yoktur.” ( Nisa 114)
Muaz İbnu Cebel (r.a.) anlatıyor: “Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
– Ey Allah’ın Rasûlü, dedim. Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!
“Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasip ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’a hacc yaparsın!” buyurdular ve devamla: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” dediler.
– Evet ey Allah’ın Rasûlü! dedim.
“Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiârıdır.” buyurdular ve şu ayeti okudular: “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümit ederek O’na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar.” (Secde 62)
Sonra sordu: “Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?”
– Evet, ey Allah’ın Rasûlü! dedim. “Dinle öyleyse!” buyurdu ve açıkladı:
“Bu dinin başı İslam’dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır.”
Sonra şöyle devam buyurdu: “Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?”
– Evet ey Allah’ın Rasûlü! dedim.
“Şuna sahip ol!” dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?
“Ey Muâz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” buyurdular.
Sükûtu, bedene kolay ve hafif gelen bir ibadet olarak vasıflandıran Peygamberimiz (s.a.v.), bir konunun detaylarını bilmeden peşin fikirle konuşan kimseleri ikaz ederdi.
Yine Peygamberimiz (s.a.v.), sahabîlerin sorusu üzerine cihat, oruç ve zekâttan sonra en hayırlı ibadetin sükût olduğunu bildirerek, şöyle buyurdu:
“Susmak, konuşunca da hayır konuşmak.“
‘Söz gümüş ise sükût altındır’ diyen Lokman (a.s.): ‘Sükûtu ganimet bil! Konuştuğunda boş ve lüzumsuz şeyler konuş, diyerek öğütte bulunmakta ve bizi sükûti bir hayata teşvik etmektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Kişinin kendini alakalandırmayan şeyleri terk etmesi, İslâmî güzelliğindendir” buyurarak, kendini ilgilendirmeyen şeyin lüzumsuzluğuna, boş şeyler olduğuna işaret edip bundan sakınmanın İslâmi güzellik olacağını bildirmiştir.
Sükut etmenin faydaları konusunda İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır:
مِنْ عَلَامَاتِ الْفِقْهِ الْحِلْمُ وَ الْعِلْمُ وَ الصَّمْتُ إِنَّ الصَّمْتَ بَابٌ مِنْ أَبْوَابِ الْحِكْمَةِ إِنَّ الصَّمْتَ يَكْسِبُ الْمَحَبَّةَ إِنَّهُ دَلِيلٌ عَلَى كُلِّ خَيْرٍ؛
“Fıkhın ( derin idrak ve anlayışın) alameti üçtür: Olgunluk, ilim ve sükut. Sükut hikmet kapılarından biridir. Sükut sevgiyi beraberinde getirir. Sükut tüm güzelliklere klavuzdur.“
Taqva ehli için ya sıdq veya sukut esastır. Yani ya hakkı, doğruyu ve faydalı olanı konuşur, yada sukut eder. Sukut etmesi gereken yerde sukut etmeyi tercih eder. Konuşması gereken yerdede konuşur.Konuşulması gereken yerde sukut etmek, sukut edilmesi gereken yerde konuşmak kadar yanlış ve hatalı bir davranıştır. Uzun zaman konuşmamak ve sessizliğe bürünmek insanları depressiv kılabilir. Ancak muttaqiyı etkilemez.
كَانَ الْمَسِيحُ يَقُولُلَا تُكْثِرُوا الْكَلَامَ فِي غَيْرِ ذِكْرِ اللَّهِ فَإِنَّ الَّذِينَ يُكْثِرُونَ الْكَلَامَفِي غَيْرِ ذِكْرِ اللَّهِ قَاسِيَةٌ قُلُوبُهُمْ وَ لَكِنْ لَا يَعْلَمُونَ
“Hazreti İsa a.s şöyle buyuruyor: Allahın zikri dışında fazla konuşmayın. Allahın zikri dışında fazla konuşanların kalpleri katılaşmıştır.” ( Kafi c 2.s 114)
Çok konuşanın hataları da çok olur. Her günah ve hatanın kalbimizdeki beyazlık üzerindeki siyah bir nokta hükmünde olduğunu unutmamak gerek. Günahlarda sureklilik kalbin beyaz ve aydınlık sayfasının tamamen kararmasına neden olur.
İmam Ali (a.s) konuyla olarak İmam Huseyin (a.s) a bir tavsiyesinde şöyle buyurmaktadır:
مَنْ كَثُرَ كَلَامُهُ كَثُرَ خَطَؤُهُ وَ مَنْ كَثُرَ خَطَؤُهُ قَلَّحَيَاؤُهُ وَ مَنْ قَلَّ حَيَاؤُهُ قَلَّ وَرَعُهُ وَ مَنْ قَلَّ وَرَعُهُ
“Çok konuşanın hatası çok olur. Hatası çok olanın, hayası az olur.hayası az olanın günahlardan sakınması az olur. Günahlardan ay sakınanın kalbi ölür, kalbi ölen ise cehenneme girer.”( Tuhefu’l Uqul s 89)
Her yerde de sukut ve sessiz kalmak hoş karşılanmaz ve makbul görülmez. Bir ilehi vecibe çiğneniyorsa. Bir münker işleniyorsa, bir haksızlık yapılıyorsa tabiki muttaki ve sorumlu insan burada susamaz
Sukut denizdir ve konuşmak nehir gibidir.
Deniz seni arıyor sen nehiri arama.
Denizin işaretlerinden yüz çevirme
Konuşmaya son ver Allah doğru olanı en bilendir.
لَا يَزَالُ الْعَبْدُالْمُؤْمِنُ يُكْتَبُ مُحْسِناً مَا دَامَ سَاكِتاً فَإِذَا تَكَلَّمَ كُتِبَمُحْسِناً أَوْ مُسِيئاً
İmam Sadık Hazretleri de konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Mumin bir kul sessizliğini koruduğu surece muhsinlerden sayılır. Konuşmaya başladığında ise ya iyilerden veya kötülerden yazılır.” ( Kafi c 2. S 116)
Muttaqilerin 66. özelliği
وَ إِنْ ضَحِكَ لَمْ يَعْلُ صَوْتُه
“Gülduklerinde seslerini yükseltmezler ( kahkaha atmazlar)” ( Uyun Ahbaru Rıza c 2.s 183)
Taqva ehli olgun ve ağırbaşlıdırlar. Güldüklerinde dahi edep ve ahlak kurallarına riayet ederler. Konunun detayına inmeden önce genel anlamda dinimizde gülme konusnun nasıl ele alınmış olduğuna bir bakalım.
Klasik kaynaklarda genellikle, “sevincin veya psikolojik açıdan rahatlamanın bir ifadesi olarak dişler görünecek biçimde yüzün gerilmesi” şeklinde tarif edilen gülmenin hafif derecede olanına tebessüm, yüksek sesle olanına kahkaha denildiği belirtilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Kindî, gülmeyi tabii bir fiil olarak göstermiş ve hem fizyolojik hem de psikolojik tezahürlerine göre tarif etmiştir (Resâʾil, I, 126). İbn Sînâ’ya göre gülme, nâtık nefsin amelî gücünden doğan tepkisel bir durum olup insan türünü ifade eden bir özellik taşır. Meselâ, “İnsan gülen bir varlıktır” denildiğinde “gülen” kavramı bütün insanlar için ortak ve ayrılmaz bir özelliği gösterir (en-Necât, s. 330-331).
Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı örneklerden, insanın sevindirici bir haber, ilginç bir gelişme karşısında gülmesinin tabii olduğu anlaşılmaktadır (bk. Hûd 11/71; en-Neml 27/18-19). Güldürenin de ağlatanın da Allah olduğunu ifade eden âyet (en-Necm 53/43) hem gülme ve ağlamanın tabiiliğini, hem de aynı varlıkta zıt tabiatları yaratan kudretin büyüklüğünü belirtmektedir. Gülmenin bir alay ve aşağılama ifadesi olduğuna işaret eden âyetler de vardır (el-Mü’minûn 23/109-110; ez-Zuhruf 43/47; en-Necm 53/59-60). Dünyada müşrikler alaycı tavırlarla müminlere gülmüşlerdi; âhirette ise gülme sırası müminlere gelecek (el-Mutaffifîn 83/29-36) ve o gün bazı yüzler gülerken bazı yüzleri keder kaplayacaktır (Abese 80/38-41).
Gülme, insana has bir davranış olarak aynı zamanda insan karakterini belirleyici bir nitelik ve beşerî ilişkilerde sıkça görülen bir tavır olmasından dolayı İslâm ahlâkıyla ilgili kaynaklar bu kavramı inceleme konusu yapmıştır. Hz. Peygamber’in nükteli sözler, ilginç çelişkiler, sürpriz gelişmeler ve diğer bazı hareketler karşısında tebessüm ettiğine ve güldüğüne dair hadisler vardır
خَيْرُ الضَّحِكِ التَّبَسُّمُ
Imam Ali “en hayırlı gülme tebessümdür.“
Kur‘an ve Sunnetten anladığımız şudur ki: “Mümin güler yüzlüdür. Kalbi ise ilahi haşyet ve hüzünle dolu olur. Hüznü muhtemel kötülük ve günahlara binaen olur. Kötü hesaptan korkar. Allahın rahmet ve mağfiretinden hiç bir zaman ümidini kesmez.. Umut ve korku arasında yaşar. Asık suratlı ve abus olmaz. İnsanlarla çabuk kaynaşır ve sıcak davranır. İnsanlarla iyi bir irtibatın ve muaşeretin aklın kemalınden olduğunun bilinç ve şuurundadır.“