نماز جمعه

 Gündüz akşama kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi şükürdür

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin 38. Fazileti: Gündüz akşama kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi şükürdür

 يُمْسِي وَهَمُّهُ الشُّكْرُ

Takva ehlinin nişanelerinden biri de ilahi nimetlere karşı şükreden olmalarıdır. Günlük meşgaleler, yorgunluklar, çabalar ve çalışmalar onları Allah’a teveccüh etmekten alıkoymaz. Yani bu hususta gafil davranmazlar.

Şükrün Tanımı

Sözlükte “yapılan iyiliği bilmek ve onu yaymak, iyilik edeni iyiliğiyle övmek; minnettarlık” anlamındaki şükr terim olarak “Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme, nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yapma” şeklinde tanımlanmıştır.

Türkçe’de Allah’a karşı minnettarlık için şükür, insanlara karşı minnettarlık için teşekkür kelimeleri kullanılır. Şükrün karşıtı küfrdür (küfrân) (nimeti inkâr etme, nankörlük). Şükür hamd (övgü) kavramına yakın bir anlam taşımakla birlikte hamdin kapsamı daha geniştir. Nitekim bir kimse hem iyilikleri hem güzel nitelikleriyle övülür; şükür veya teşekkür ise sadece iyiliklere karşı gösterilen minnettarlığı anlatır (İbnü’l-Esîr, II, 493). Râgıb el-İsfahânî üç türlü şükürden bahseder. Nimeti hatırda tutmak kalple şükür, nimeti vereni övgüyle anmak dille şükür, nimet sahibine lâyık olduğu şekilde karşılık vermek organlarla şükürdür. Ona göre Sebe’ sûresinin 13. âyetinde geçen, “Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin” meâlindeki ifade ile şükrün bu üç çeşidine işaret edilmiştir

Şükrün Hakikatı

 Allame Tabatabai El-mizanda şükrün örtmek anlamında olan küfrün karşıtı olduğunu, nimeti izhar etmekten açığa çıkarmaktan ibaret olduğunu söylemektedir. Şükür, velinimeti takdir etmektir. Bu takdirin etkileri kalb, dil ve amelde ayrı ayrı bir şekilde tecelli eder.Ama kalpte huzu, huşu, muhabbet, haşyet vb. etkileri vardır. Dilde ise sena, medh ve hamd gibi eserleri vardır. Organlarda ise itaat ve bu organların velinimetin rızası doğrul­tusunda kullanılması gibi etkileri vardır.

 Arif, Muhakkik Hace Ensarî şöyle diyor: “Şükür nimeti tanımak için var olan bir isimdir. Zira şükür velinimeti tanıma yoludur.”

 Şarih-i Muhakkik ise şöyle diyor:

“Nimetin velinimetten olduğunu tasavvur etmek ve onun nimeti olduğunu bilmek şükrün ta kendisidir. Nitekim rivayet edildiği üzere Davud (as) şöyle buyurmuştur: Ey Allah’ım sana nasıl şükredeyim ki? Zira şükür de ayrı bir nimettir ve o da bir şükür gerektirir.

Allah Teala ona şöyle vahyetti: “Ey Davud, nimetlerin benden olduğunu bildiğin takdirde bana şükretmişsin de­mektir.”

Bir başka ifadeyle, şükür, kalbin marifeti, dilin izharı ve organların amel etmesidir. Yani, nefsanî bir haletten ibarettir ki bu halet de velinimeti ve nimeti bilmek ile nimetin velinimetten olduğunu anlamaktır. Bu haletin semeresi ise, kalbi ve kalıbı (organik) amellerdir. Nitekim bazı muhakkikler de bu manaya işaret etmişlerdir. Ama bu da aslında bir müsamahadan başka birşey değildir. Şöyle buyurulmuştur: “Bil ki şükür nimete söz fiil ve niyet ile karşılık vermektir.

– أَدْنَى‏ الشُّكْرِ رُؤْيَةُ النِّعْمَةِ مِنَ اللَّهِ، مِنْ غَيْرِ عِلَّةٍ يَتَعَلَّقُ الْقَلْبُ بِهَا دُونَ اللَّهِ، وَ الرِّضَا بِمَا أَعْطَاهُ، وَ أَنْ لَا تَعْصِيَهُ بِنِعْمَتِهِ وَ تُخَالِفَهُ بِشَيْ‏ءٍ مِنْ أَمْرِهِ وَ نَهْيِهِ بِسَبَبِ نِعْمَتِهِ. ‏

İmam Sadık hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır: Şükrün en düşük mertebesi nimetle meşgul olup, Allahı unutmadan nimeti Allahtan bilmen, Allahın verdiğine razı olman, Allahın verdiği nimetle günah işlememen ve Allah’ın nimetleriyle O‘na baş kaldırmamandır. (Misbahu’ş Şeria. S 24)

 Kur’anda şükredenlerin nitelikleri hakkında ayetler

وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ

Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz” buyurarak insanların emeklerinin ve dileklerinin zayi olmayacağını, yaptıklarının karşılığını dünyada ve âhirette alacaklarını bildirmektedir. Bununla birlikte İslâm’da niyet esastır, Hz. Peygamber’in ifade buyurduğu üzere “Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Kişi yaptığı işi hangi niyetle yapmışsa karşılığında kendisine o şey verilir” (Bir kimse yaptığı işlerin karşılığında sadece dünyalık isterse Allah kendi iradesine ve dilemesine bağlı olarak ona ne takdir etmişse onu verir, fakat âhirette bu amelin karşılığında bir şey alamaz. Kişi âhirette sevap kazanmak niyetiyle dünyada hayırlı bir iş yaparsa Allah ona âhirette sevabını vereceği gibi dünyada da takdir ettiği kısmetini verir. Nitekim “Biz şükredenleri ödüllendireceğiz” cümlesinden ve ilgili diğer âyetlerin ruhundan bu mâna anlaşılmaktadır (ayrıca bk. Bakara 2/200-201; İsrâ 17/18-19; Şûrâ 42/20).

 Âyetin bu bölümünde ganimet elde etme arzusuna kapılarak savaş sırasında nöbet yerini terkeden ve müslümanların yenilmesine sebep olan sahâbîler kınanmakta; düşman karşısında sebat edip direnenler ise “şükredenler” olarak vasıflandırılmakta, bunların hem dünyada hem de âhirette mükâfatlarının verileceği bildirilmektedir

مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً

Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size niçin azap etsin? Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir. (Nisa 147)

Allah kullarına lutufta bulunmakla büyümez, ceza vermekle de küçülmez. O, mutlak büyüktür, mutlak kâmildir. O’nun vahiy yoluyla bildirdiği sıfatları ve fiillerine genel bir bakış yapıldığında rahmetinin gazabına galip olduğu, kullarını sevdiği, onlardan iman, ibadet ve güzel davranışlar beklediği, bunlardan hoşnut olduğu, dünyayı imtihan için yarattığından iyilerin mükâfatı, kötülerin ise cezayı hak etmelerinin hikmet gereği bulunduğu, hak edilenin üstündeki lutfu için sınır bulunmamakla beraber azabının, kulların günahlarına ve suçlarına uygun ve bunlarla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilke çerçevesinde iman eden ve verilen imkânları yerinde kullanan, buna ek olarak diliyle de nimetin sahibini zikredip O’na şükranlarını sunan kula rabbi niçin azap etsin? İman yerine küfre, ibadet ve iyilik yerine kötülüğe sapan kimseler, bunların karşılıklarını gördüklerinde kusuru Allah’ta değil, kendilerinde arasınlar!

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ ك انَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ َ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Kuşkusuz İbrâhim, bir tevhid önderi olarak Allah’a gönülden itaat eden iyilik rehberiydi, müşriklerden de değildi.

Allah’ın nimetlerine şükrederdi; Allah onu seçkin kılmış, doğru yola yöneltmişti. (Nahl 120. 121)

Zemahşerî, “iyilik rehberi diye çevirdiğimiz ümmet kelimesinin burada iki anlama gelebileceğini belirtmektedir: a) İbrâhim’in, sahip olduğu bütün güzel nitelikler sebebiyle âdeta tek başına bir ümmet kadar büyük ve önemli bir zat olduğunu ifade eder; b) Burada ümmet, “bir toplumun kendisini iyilik konusunda önder ve rehber (imam) edindiği, peşinden gittiği kişi anlamına gelir. Nitekim başka bir âyette bildirildiğine göre Allah Teâlâ ona, “Ben seni insanlara önder (imam) yapacağımbuyurmuştu (Bakara 2/124).

 Kur’ân-ı Kerîm’de âdeta Hz. İbrâhim’in ismiyle özdeşleştirilen hanîf kelimesi ise şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşarak, Allah’ın birliği inancını benimseyen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden anlamını ifade eder ve Allah’ın, başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insanın tabiatına en uygun olan tevhid dininin genel bir niteliği olarak geçer (bilgi için bk. Bakara 2/135). Muhtemelen Mekke putperestleri, kendi helâl-haram telakkilerinin ataları Hz. İbrâhim’den geldiğini ileri sürdükleri için burada İbrâhim’in gerek inanç gerekse yaşayış olarak onlarla hiçbir ilgisinin bulunmadığı vurgulanmaktadır (Taberî, XIV, 190). Yukarıda müşriklerin Allah’a karşı nankörlükleri üzerinde durulmuştu; burada ise Hz. İbrâhim’in özellikle tevhid inancına bağlılığı ve Allah’ın nimetlerinden dolayı şükür vecîbesini yerine getirme özelliği öne çıkarılmakta ve bu suretle Mekke putperestlerinin gerek inançta gerekse yaşayışta ondan ne kadar uzakta oldukları ortaya konmaktadır.

Tabaiki bunuda hatırlatmak gerekir ki : İnsanların çoğu iman edenler, şükredenler, bilenler ve aklını kullananlar değillerdir. A’raf suresi 16. Ve 17ç ayetlerde çok az insanın şükredenlerden olduğu beyan buyrulmuştur:

قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ

ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَ كْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ

İblîs dedi ki: “Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.

Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.”

Şeytan insanları, dinî ve dünyevî bakımdan en doğru ve en güzel yaşayış tarzı demek olan “sırât-ı müstakîm”den saptıracağına ant içmiş; Allah ise bu şekilde kötü niyet taşıyan ve kötü planlar peşinde olan şeytanı “yerilmiş ve kovulmuş” bir mahlûk sayarak bulunduğu makamdan uzaklaştırmıştır. Bu durum, İblîs’in Allah’a isyan etmesinin bir sonucu olduğu kadar, insanları kıskanıp onlar hakkında kötü emeller beslemesinin de bir cezasıdır. Nitekim buradaki âyetlerde şeytanın kovulduğuna ilişkin buyruk da iki defa zikredilmiştir. Şu halde insanları kıskanıp onlar hakkında zararlı fikirler taşımak, huzur ve mutluluklarını bozacak planlar peşinde olmak şeytanî bir niyet ve davranış olup Allah katında çok ağır cezaî sonuçlar doğuracaktır. Şeytanın bu meydan okumasına karşı Allah A’raf 18. Ayeti kerimede onu şu şekilde tardetmekte, rahmetinden kovmaktadır.

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ

Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!”

Şeytan insanları, dinî ve dünyevî bakımdan en doğru ve en güzel yaşayış tarzı demek olan “sırât-ı müstakîm”den saptıracağına ant içmiş; Allah ise bu şekilde kötü niyet taşıyan ve kötü planlar peşinde olan şeytanı “yerilmiş ve kovulmuş” bir mahlûk sayarak bulunduğu makamdan uzaklaştırmıştır. Bu durum, İblîs’in Allah’a isyan etmesinin bir sonucu olduğu kadar, insanları kıskanıp onlar hakkında kötü emeller beslemesinin de bir cezasıdır. Nitekim buradaki âyetlerde şeytanın kovulduğuna ilişkin buyruk da iki defa zikredilmiştir. Şu halde insanları kıskanıp onlar hakkında zararlı fikirler taşımak, huzur ve mutluluklarını bozacak planlar peşinde olmak şeytanî bir niyet ve davranış olup Allah katında çok ağır cezaî sonuçlar doğuracaktır. Şükreden kulların az olduğunu beyan eden bir diğer ayette Sebe suresi 13. Ayeti kerimedir:

اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْراًۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.

 Âyette şükredin denmeyip “Şükür için çaba gösterin şeklinde çevrilebilecek bir ifade kullanılmış olması, İslâmî anlayışta şükrün davranışlara yansıtılmasının esas olduğuna işaret eder (bu hususta bilgi için bk. İbrâhim 14/7’nin tefsiri). Gramer açısından yapılan izahlar dikkate alınarak (meselâ bk. Şevkânî, IV, 363) âyet metnindeki ilgili cümleyi, “Size verdiklerinden ötürü O’na şükür olmak üzere Allah’a itaat kapsamında ameller yapın”, “Şükür mahiyetinde ameller yapın” veya “Hakkıyla şükredin şeklinde de çevirmek mümkündür. Hz. Peygamber’in minbere çıkıp bu âyeti okuduktan sonra şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Şu üç haslet kime verilmişse –âyetteki ifadesiyle– ‘şükür davranışı göstermek’ de kendisine nasip olmuş demektir: Kızgınlık ve sükûnet halinde adaletli davranmak, yoksulluk ve zenginlikte itidalli harcama yapmak, gizli ve açık durumlarda Allah korkusunu korumak (İbn Atıyye, IV, 410).

Hakkıyla şükredenlerdiye çevirdiğimiz şekûr için “şükrü edâ edebilen; sağlam bir inançla, aczini ve kusurluluğunu itiraf ederek bütün kalbini, dilini, bedenini ve vakitlerinin çoğunu şükrün ifasına veren ve bunun için âzami çabayı sarfeden kişi; içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun bütün durumlarda şükretme tavrını koruyabilen kişi gibi açıklamalar yapılmıştır

Şükrün Fayda ve etkileri. İbrahim suresi 7.8. Ayeti kerimede şükrün nimeti artıracağı ve nankörlüğün ise yokluğuna mucib olacağını beyan buyurmaktadır:

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ

Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.”

Yine Mûsâ, “Siz ve bütün yeryüzündekiler nankörlük etseniz dahi bilin ki Allah kimseye muhtaç değildir, övgüye lâyıktır” demişti.

Şükür,verdiği nimetlerden dolayı kulun Allah’a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da kulluğun gereği olarak değerlendirilmiş, Allah’ın nimetlerine mazhar oldukları halde şükretmeyenler kınanmıştır (bk. A‘râf 7/10; Nahl 16/78; Gafir 40/61). Hz. Peygamber de yaptığı ibadetleri Allah’ın verdiği nimetlere karşılık bir şükran ifadesi olarak değerlendirmektedir. Şükür sadece sözle değil, eldeki nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğuna gönülden inanarak bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmakla olur. Servetin şükrü muhtaçlara yardım etmek, ilmin şükrü bilgiyi insanların yararına kullanmak, sıhhatin şükrü ise Allah’a kulluk ve insanlara hizmet etmektir. Yüce Allah burada olduğu gibi başka âyetlerde de şükrünü yerine getirenlere daha çok nimet vereceğini vaad etmiştir (krş. Âl-i İmrân 3/144-145; Zümer 39/7). Âyette Allah Teâlâ İsrâiloğulları’na verdiği çeşitli nimetleri Hz. Mûsâ vasıtasıyla onlara hatırlatarak şükredenlere bu nimetleri kat kat arttıracağına, nankörlük edenleri de şiddetli bir şekilde cezalandıracağına işaret etmektedir.

Mevlana Celaleddini Rumi ise bu konuda bir şiirinde şöyle diyor:

Nimete şükretmek nimetten daha tatlıdır.

Şükre tutkun olan nimet ardınca gider mi hiç.

Şükür nimetin canı, nimet kabuk gibidir.

Çünkü şükür seni sevgilinin diyarına getirir.

Nimet gaflet, şükür bilinç getirir.

Sultana şükür tuzağıyla nimet avla.

Şükür nimeti seni gözü tok ve saygın kılar.

Böylece yoksula yüzlerce nimet saçarsın.

Hakkın besin ve yemişinden doyasıya yersin de

Oburluk ve dilencilik senden gider.

Konuyla ilgili olarak Nehcu’l Belağede İmam Ali hazretleri şöyle buyurmaktadır:

إِذَا وَصَلَتْ إِلَيْكُمْ أَطْرَافُ النِّعَمِ فَلَا تُنَفِّرُوا أَقْصَاهَا بِقِلَّةِ الشُّكْر

Nimetler size akın edince, az şükretmekle onu kendinizden uzaklaştırmayın„ (Nehcu’l Belağe Hikmet 13)

Yani kişi nankörlükte bulunarak, Allah’ın nimetinin kendisinden uzaklaşmasına neden olabilir.

İmam Sadıktan nakledilen bir rivayette ise şöyle denilmektedir:

«مَكْتُوبٌ فِي التَّوْرَاةِ اشْكُرْ مَنْ أَنْعَمَ عَلَيْكَ وَ أَنْعِمْ عَلَى مَنْ شَكَرَكَ فَإِنَّهُ لَا زَوَالَ لِلنَّعْمَاءِ إِذَا شُكِرَتْ وَ لَا بَقَاءَ لَهَا إِذَا كُفِرَتْ الشُّكْرُ زِيَادَةٌ فِي النِّعَمِ وَ أَمَانٌ مِنَ الْغِيَر

Tevratta şöyle yazılmıştır: Sana bir nımet veren kimseye karşı şakir ol. Sana teşekkür eden ise senona bağışla. Nimetin şükrü yerine getirildiği sürece nimete zeval olmaz. Nimete karşı nankörlük yapılmadıkça nimet baki kalır. Şükür nimetin artması ve tersine (niqmete) dönüşmemesinin de teminatıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment