نماز جمعه

Fazileti: Salih amel işlediği halde korku içinde yaşar

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin 37. Özelliği:

يَعْمَلُ الْأَعْمَالَ الصَّالِحَةَ وَهُوَ عَلَى وَجَلٍ

Salih amel işledikleri halde korku içinde yaşayan biri olarak görünür.

İmam Ali bu cümlede, farklı bir açıdan korku veya bir başka ifadeyle ürperti konusunu ele almaktadır. Genel anlamda korku hakkında daha önce konuşmuştuk. Burada kişinin salih amel işlerken duyduğu korku söz konusudur. Bunu nasıl anlamak gerek.?

Korkunun Merhaleleri:

  1. Günah işlerken korku: Kişinin günah işlerken veya günahtan sonra Allahtan korku duyması, Günahın iğrençliğine vakıf olması, bir değer, bir erdemdir. Kişi de henüz iman nüvesinin varolduğunu yansıtmaktadır.
  2. Gafletten dolayı korku: Kişi günah ve isyanda bulunmuyor azgınlık ve taşkınlık yapmıyor. Ancak hayatını ibadet, zikir ve fikirle de mamur kılmıyor. Vaktinin boşuna harcayıp, gafletle geçirdikten sonra, Allahın bu ömür nimetini nasıl ve ne şekilde geçirdiğinden dolayı ilahi muhasebeye maruz kalacağını bildiği için Allahtan korkmaya başlar.
  3. İbadet anında huşu (ürperti): Kişinin ibadet yapıp salih amel işlerken, korkuya kapıldığı ve ürperdiği nadiren görülür. Çünkü ibadet yapan salih amel işleyen kimse adeten bir mükâfat ve bir karşılık bekleyişindedir. Çünkü Allah kulluk ve salih ameli mükafatlandıracağını Kur’anda defaetle vurgulamıştır. Peki durum böyle iken takva ehli neden ibadetinden ve salih amellerinden dolayı kaygılı ve tedirgindir… Bu tedirginliğin sebebi niyyetin halis olmaması, riya ve nifak kuşkusu ve dolayısıyla kişinin amellerinden dolayı böbürlenip gururlanması gibi afetlerden dolayı takva ehli korkuludur ve tedirgindir.

Şairin ifadesiyle

Yakınlaşmanın mihneti (zorluğu) uzaklaşmaktan daha fazladır

Ciğer yakınlığın heybetiyle kan doludur.

Yakınlaşırken insan hep kaybetmenin kaygısındadır

Uzak iken kişi buluşmanın ümidiyle dolup taşmaktadır

Kaybetme kaygısının ateşi canı ve gönlü yakar

Ümit meşalesi ise insanın canını aydınlatmaktadır.

Muttakiler, kıyamet günü perdenin kaldırılıp ve her şeyin yalın ve şeffaf bir şekilde ortaya çıktığında, amellerinin ne derecede kabul gördüğünü ve kendilerine fayda sağladığından mutmain değiller. Çünkü ihlas olgusunun çok önemli olduğunu ve Allahın halis ve muhlis kullarının amellerini kabul ettiğinin bilincindedirler. Dolayısıyla ibadetlerinde dahi Allah’ın rahmetine sığınmakta ve amellerinin afete uğramış olmasının kaygısını her daim yaşamaktalar.

İbadetin Afeti

Her şeyin bir afeti olduğu gibi ibadetin de afetleri vardır. İbadetin başlıca afetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür.

1-Geveşeklik ve bezginlik ibadetin afetlerinden biridir.

آفَةُ الْعِبَادَةِ الْفَتْرَةُ

Konuyla ilgili olarak sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır. “ İbadetin afeti geveşkliktir (Elmehasın c 1. S 17)

Bu konuda Nisa suresi 142.143. Ayeti kerimelerde munafıkların ibadetteki bezginlik ve isteksizlikleri hakkında Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır.

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ

مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً

Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.

Arada bocalayıp duruyorlar; ne onlara, ne bunlara! Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir yol bulamazsın.

Münafıkların daha yakından tanıtıldığı bu iki âyette şu özelliklerinin altı çizilmektedir:

a) Münafıklar Allah’ın sevgili kulları olan müminler için hazırladıkları tuzaklar, uyguladıkları taktikler, onları içten çökertmek için aldıkları tedbirler yoluyla başarıya ulaşacaklarını umarken bütün bunların Allah Teâlâ’nın bilgisi altında cereyan ettiğini, O’nun her şeyi görüp işittiğini unutuyorlar ve böylece gülünç duruma düşüyorlar. Gizli kamera ile rezaletleri filme alınıp sonra ilgililere gösterilince, yaptıkları ortaya çıkınca gülünç, mahcup ve perişan olanlar misali münafıklar da yaptıklarını Allah’ın müminlere bildirmesi sebebiyle rezil ve rüsvâ olmaktadırlar.

b) Kendilerini müslüman göstermek durumunda olan münafıklar cemaatle namaza iştirak etmek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bu ise onların zoruna gittiğinden, kendilerine ağır geldiğinden isteksiz davranmaktadırlar. Maksatları yalnızca gösterişten, kendilerini müslüman göstermekten ibaret olduğu için namaza sadece şekil yönünden katılmaktadırlar. Allah’ı anmaları ve hatırlamaları da bu çerçevede (evlerinde namaz kılmadıkları, namazda ancak duyulacak yerlerde zikre katıldıkları için) az olmaktadır

c) Münafıkların hayatı, iç ve dış dünyaları tam bir istikrarsızlık tablosudur. Devamlı bir huzursuzluk, dikkat, açık vermeme korkusu, iki tarafı memnun etme arzusu içinde yaşamakta, ömürlerini böyle tüketmektedirler. İnanmadıkları için müminlerle tam bir iş birliği içinde olmadıkları gibi gizli kâfirlikleri anlaşılmasın diye kâfirlerle de tam bir iş birliği ve dayanışma yapma imkânını bulamamaktadırlar.

d) Kendi iradeleriyle bu yolu seçen kimseleri Allah zorla imana sevketmez. Kendileri istemeyince –Allah da cebren imana getirmediğinden– kimsenin onları hidayete kavuşturması mümkün olmamaktadır. 

2-Riyakarlık

İbadetin belki de en büyük afeti riyakarlık ve gösteriştir. Riyakarlık Peygamberimiz tarafından küçük şirk olarak tanımlanmıştır. İmam Ali ibadetin afetinin riya olduğunu söylemektedir:

آفة العبادة الرّياء (Ğüreru’l Hikem. S 278)

Takva ehli, Allaha takdim ettikleri amellerin Allah’ın rızasına uygun düşmemesinden dolayı, kendilerini salih amel işlemeye muhtaç bilmektedir. Bu yolda hiç bir telaş ve çabayı esirgememekteler. Yüce Allah Kur’anı Kerimde Müminun suresinin 60. Ayetinde şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ؛ أُولَئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا

Verdiklerini, rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler;

İşte bunlar iyiliklere koşup, bu uğurda yarışırlar.

Sorumlu davrananlar” şeklinde çevirdiğimiz müşfikûn kelimesi genellikle “Allah’a itaatlerini sürdürenler, O’nun hoşnutluğunu kazanma gayreti içinde olanlar, rızâsını elde edememe korkusuyla çaba gösterenler”; “âyetler” kelimesi ise “Kur’an âyetleri ve Allah’ın varlığını kanıtlayan deliller” şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Taberî, XVIII, 31-32; Râzî, XXIII, 106-107). 60. âyette “vermek”ten söz edilmekle birlikte verilen şeyler belirtilmemiştir. Bu durumda Allah’a saygı ve hayır işleme düşüncesiyle insanlara yapılan her türlü iyilikler bu âyetin kapsamına girmektedir. Yukarıda inkârcılar eleştirildikten sonra burada da müminlerin seçkin niteliklerinden bazıları gösterilmiştir. Bunlar kısaca haşyet, yani Allah’a derin saygı, O’nun âyetlerine, yani peygamberine gönderdiği kitabına, varlığının kanıtlarına inanmak ve Allah’ın huzurunda hesabının verileceği düşüncesi ve sorumluluk bilinciyle eldeki imkânları muhtaçlarla paylaşmaktır. “İyiliklere koşup bu uğurda yarışma” iki anlama gelmektedir: a) Büyük bir arzuyla Allah’a itaat mahiyetindeki işlere yönelip yeri ve zamanı gelince bu işleri aksatmadan yapmak; b) Çeşitli hayırlı işler için çalışmak, başka insanlara iyilik etme yarışı içinde olmak

Takva Ehl-i amellerinin kabulünden dolayı güvende olmadıkları için, salih amelleriyle hiç bir zaman övünmüyor ve amel tezahuründe bulunmuyorlar. Hatta niyyet halis olmadığı ve riyakarlık bulaştığından dolayı amellerinin kendi helaklarına da sebep olabileceğinden tedirgindirler. Bu tedirginlik ve kaygı yersiz değildir. Konuyla ilgili olarak Kehf suresi 103. 105 Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır:

قُلْ هَل نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً

ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً

De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?

Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.”

İşte onlar, rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa gitmiş olanlardır; bu sebeple biz kıyamet gününde onların (dünyadaki) amellerine değer vermeyiz.

İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası cehennemdir.

İnsanlar, davranışlarında daima bir amaç gözetip ona göre çaba harcarlar. Meselâ kişinin hedefi Allah’ın rızâsını ve âhireti kazanmak ise bu hedefe ulaşmak için çaba gösterir ve ona göre çalışır. Eğer kişi yüce değerlerle ilgilenmeyip sadece dünyevî menfaat elde etmek istiyorsa gayretini de o yönde sarfeder.

 Allah’a ortak koşanlar tanrılarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağını ve Allah katında küfür sayılan bu davranışlarının Allah’a itaat olduğunu sanmaktadırlar. Oysa Allah kendisine ortak koşanların amellerinin hiçbir değeri olmadığını bildirmiştir. Bu sebeple dünyada yapıp ettikleri boşa gitmiştir; âhirette Allah tarafından hiçbir değer verilmeyecektir. Hz. Peygamber’in hadisinde de bu hususa işaret edilmiştir: “Kıyamet gününde şişman ve iri cüsseli nice adamlar gelir ki Allah katında sivri sineğin kanadı kadar ağırlığı yoktur. (İsterseniz) ‘Biz kıyamet gününde onların amellerine değer vermeyeceğiz’ âyetini okuyunuz Bunlar âyetlerde belirtilen kötülükleri yaptıkları için cezaları cehennem olacaktır.

Muttakilerin bu davranışı ve haleti ruhiyeleri, onları bir çok çeşit ahlaki rezaletlerden bu cümleden tekebbür, gurur, kendini beğenmişlik, başkalarına tepeden bakma gibi hastalıklardan korumaktadır. Çünkü kişi kendisini başkalarına göre daha kamil ve daha üstün ve erdemli görmeye başlamasıyla birlikte, bu kötü hasletlerin şekillenmesine ortam hazırlamaktadır. Ancak Ehl-i takva Allah’ın azamet ve kibriyası karşısında kendilerinin naçiz ve küçük gördüklerinde ve amellerinin makbuliyetinden de güvencede olmadıklarından dolayı, bu kötü hasletlerden kendiliğinden korunmuş oluyorlar. Buna binaendir ki, İmam Ali muttakilerin tevazu sıfatı üzerinde önemle durmaktadır.

(مَشیُهُمُ التَّواضُعُ) Onların davranışı tevazudür

İmam Seccadın hacc farızasını yerine getirdiğindeki haleti ruhiyesi hakkında şöyle yazmışlardır.

Telbiye söylemekle meşgul iken rengi sarardı kendisinden geçercesine, sebebini sorduklarında ise şöyle buyurdular. Allahım ben senin davetine icabet ettim diyorum. Eğer Allah hayır icabet etmedin derse, ne olur. Telbiye nedir?

Telbiye – Lebbeyk Duası Arapça

لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ، لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ، إِنَّ الْحَمْدَ، وَالنِّعْمَةَ، لَكَ وَالْمُلْكَ، لاَ شَرِيكَ لَكَ

Telbiye – Lebbeyk Duası Türkçe Okunuşu

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk, lâ şerike lek”

Türkçe Anlamları

“Allah’ım, davetine isteyerek uydum, emrine amadeyim. Senin eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd senin, nimet senin, mülk de senindir. Eşin ve ortağın yoktur.”

“Hizmetine geldim. Ey Allah’ım! Hizmetine geldim. Senin ortağın yoktur, hizmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk senindir, ortağın yoktur.”

“Allah’ım! Sana itaat ve ibadete hazırım, emrine boyun eğiyorum. Sana ibadet üzereyim. Senin ortağın yoktur, emrine boyun eğiyorum. Hamd ve nimet gerçekte Senindir, mülk de Sana mahsustur. Senin ortağın yoktur.”

İmam Huseyin (a.s) Arefe duası diye meşhur olan münacatında şöyle diyor:

إِلَهِي مَنْ كَانَتْ مَحَاسِنُهُ مَسَاوِيَ فَكَيْفَ‏ لَا يَكُونُ‏ مَسَاوِيهِ‏ مَسَاوِي

“Ey Allahım iytilikleri ve güzellikleri baştan sona ayıplı ve noksan olanın hataları nasıl hata olur.?

Allahım amellerini ihlas ile yapan ve her hâlükârda Allaha karşı en derin saygıyı taşıyanlardan eyle. Kalblerimizi iman ve Kur’an nuruyla aydınlat.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment