نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri 39

 Fazileti: Hidayette Coşku

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin özellikleri: Hidayette Coşkuludurlar

  وَنَشَاطاً فِي هُدىً

Konuya girmeden önce, hidayet Kelimesinin anlamı hakkında bir izahatta bulunmamız gerek: Bildiğimiz anlamıyla hidayet (yol göstericilik), hangi açıdan bakılırsa bakılsın, fiillerin tanıtımı ve nitelendirilmesi amacıyla kullanılan bir kelimedir. Araplar, “Hedeytu fulanen ila emrin keza=falan adamı şu işe hidayet ettim.” derler. Burada kastedilen, o işe nasıl ulaşılacağının anlatılması veya ona varmasını sağlayacak yolun gösterilmesi kastedilmiştir. Bu, yol gösterme anlamında hidayettir. Veya birinin elinden tutar, yol boyunca ona eşlik ederek, onun istediği yere ulaştırırsın. Bunun adı da, amaca ulaştırma anlamında hidayettir, kılavuzluktur.

Bu hususların tümü bağlamında objeler dünyasında meydana gelen ise, kişinin gerçekleştirdiği eylem çeşitleridir; yolu açıklama veya gösterme (yol göstericilik) ya da yol gösterilen kişiyle beraber yürüme (kılavuzluk) gibi. Ancak hidayetin kendisi, eylemin tanıtıcı formasyonudur ve amaçla ilintilidir. Nitekim yol gösterilen kişinin, bunun sonucunda sergilediği fiil de “ihtidâ” (gösterilen yola iletilme) şeklinde nitelendirilir. Bu bağlamda yüce Allah’a izafe edilen hidayet -bu yüzden güzel isimlerinden biri olan “el-Hadî” şeklinde isimlendirilmiştir. Yüce Allah’ın rahmet ve rızk gibi fiillerinden algılanan fiil sıfatlarının kapsamına girer.

Yüce Allah’ın hidayeti ise iki türlü olur: Birincisi: Tekvinî/Varoluşsal hidayet. Bu, varoluşsal olgularla ilintilidir.

Yaratılan tüm varlık türlerine, yaratılmalarının amacını oluşturan olgunlaşma hedefine doğru yol almalarına, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik fiillerini işlemelerine yöneltmesi gibi. Yüce Allah’ın, yaratılan her canlıyı, kendisi için takdir edilen işlere yöneltmesi ve varoluşu için öngörülen eceli doldurmaya iletmesi de bu tür hidayetin/yol göstericiliğin kapsamına girer. Nitekim ulu Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:

O, her şeye yaratılışını verip sonra hidayet edendir.” (Tâhâ, 50) “O ki her şeyi yarattı, düzenledi. Ve O ki her şeyin miktarını, biçimini belirleyip (hedefini) gösterdi.” (A’lâ, 2-3)

İkincisi: Teşriî/Yasama nitelikli hidayet. Bu ise, hak esaslı inanç ilkeleri ve salih ameller gibi yasama nitelikli olgularla ilintilidir. Bunlar da emir, yasak, diriltme, azap etme, emre uyanlara ödül, emre uymayanlara azap vadetme gibi hususlar bağlamında söz konusudur.

Bu hidayet bir tür yol gösterme şeklindedir. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Biz onu yola hidayet ettik: Ya şükredici veya nankör olur.” (İnsân, 3)

Bu hidayetin kapsamına giren bir kısım yol göstericilik de, kişiyi amacına ulaştırma şeklindedir. Bir ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Dileseydik elbette onu ayetlerle yükseltirdik; fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.” (A’râf, 176) Yüce Allah bu tür hidayeti şöyle tanımlar: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar.” (En’âm, 125)

Kur’an ve Nehcu’l Belağede hidayet heva ve heves karşıtı kullanılmıştır. Bu anlamda takva ehlinin hidayeti heva ve hevesten uzak durmak ve nefse boyun eğmemektir. İmam Ali 138. Hutbede Hazreti Mehdi (a.s)’ın zamanındanki insanlara karşı amel ve davranışları hakkında şöyle buyurmaktdır.

– يَعْطِفُ الْهَوَى عَلَى الْهُدَى إِذَا عَطَفُوا الْهُدَى عَلَى الْهَوَى؛ وَ يَعْطِفُ الرَّأْيَ عَلَى الْقُرْآنِ إِذَا عَطَفُوا الْقُرْآنَ عَلَى الرَّأْيِ (نهج‏البلاغه، خطبه138)

Onlar hidayete karşı hevalarına uymak istediklerinde o da (Hazreti Mehdi) hevaya karşı hidayete uymayı ister. Onlar Kur’ana karşı reylerini isterlerse. O da re’ye karşı Kur’ana uymayı ister.”

Hidayet ehli heva ve hevese kulluk yapmaktan kurtulmuş olur. Nefsinin kulu ve kölesi kesilmiş olan kimse için yaptıklarının doğru mu, yanlış mı, hak mı batıl mı, pek fazla bir önem arzetmez. Mevlananın ifadesiyle takvasızlık işte budur.

تازه کن ایمان نی از گفت زبان                     ای هوی را تازه کرده در نهان

تا هوی تازه ست ایمان تازه نیست                  کاین هوی جز قفل آن دروازه نیست

İmanını tazele, ancak dil ile söylemekle değil

Ey gizlice heva ve hevesi tazeleyen.

Heva ve heves taze oldukça iman taze olmaz.

Bu heva, iman kapısı için bir kilitten başka bir şey değil.

Coşkunun(canlılık) anlamı

Coşku (canlılık) tembellik ve bıkkınlık kelimesinin karşılığıdır. Lugat anlamı çevik ve hızlı bir şekilde hareket etmektir. Takva ehli kendilerini Allaha kavuşturan ve rızasına mucib olan amel ve davranışlarda tam bir gönül rahatlığı, canlılık ve dinamizmle hareket ederler. Bu yolda hiç bir şekilde gaflet ve tembellik göstermezler. Bu da onların Allahın vaadine olan iman ve yakinlerinin bir sonucudur. Munafikların durumu ve haleti ruhiyesi ise bunun tam tersidir.

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ

مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً

Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.

Arada bocalayıp duruyorlar; ne onlara, ne bunlara! Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir yol bulamazsın. ( Maide 142, 143)

Münafıkların daha yakından tanıtıldığı bu iki âyette şu özelliklerinin altı çizilmektedir:

 a) Münafıklar Allah’ın sevgili kulları olan müminler için hazırladıkları tuzaklar, uyguladıkları taktikler, onları içten çökertmek için aldıkları tedbirler yoluyla başarıya ulaşacaklarını umarken bütün bunların Allah Teâlâ’nın bilgisi altında cereyan ettiğini, O’nun her şeyi görüp işittiğini unutuyorlar ve böylece gülünç duruma düşüyorlar. Gizli kamera ile rezaletleri filme alınıp sonra ilgililere gösterilince, yaptıkları ortaya çıkınca gülünç, mahcup ve perişan olanlar misali münafıklar da yaptıklarını Allah’ın müminlere bildirmesi sebebiyle rezil ve rüsvâ olmaktadırlar.

 b) Kendilerini müslüman göstermek durumunda olan münafıklar cemaatle namaza iştirak etmek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bu ise onların zoruna gittiğinden, kendilerine ağır geldiğinden isteksiz davranmaktadırlar. Maksatları yalnızca gösterişten, kendilerini müslüman göstermekten ibaret olduğu için namaza sadece şekil yönünden katılmaktadırlar. Allah’ı anmaları ve hatırlamaları da bu çerçevede (evlerinde namaz kılmadıkları, namazda ancak duyulacak yerlerde zikre katıldıkları için) az olmaktadır

 c) Münafıkların hayatı, iç ve dış dünyaları tam bir istikrarsızlık tablosudur. Devamlı bir huzursuzluk, dikkat, açık vermeme korkusu, iki tarafı memnun etme arzusu içinde yaşamakta, ömürlerini böyle tüketmektedirler. İnanmadıkları için müminlerle tam bir iş birliği içinde olmadıkları gibi gizli kâfirlikleri anlaşılmasın diye kâfirlerle de tam bir iş birliği ve dayanışma yapma imkânını bulamamaktadırlar.

 d) Kendi iradeleriyle bu yolu seçen kimseleri Allah zorla imana sevketmez. Kendileri istemeyince –Allah da cebren imana getirmediğinden– kimsenin onları hidayete kavuşturması mümkün olmamaktadır. 

Munafiklarin bazı özellikleri hakkında İmam Ali Hazretleri şöyle diyor:

– ثَلَاثُ‏ عَلَامَاتٍ‏ لِلْمُرَائِي:‏ يَنْشَطُ إِذَا رَأَى النَّاسَ، وَ يَكْسَلُ إِذَا كَانَ وَحْدَهُ، وَ يُحِبُّ أَنْ يُحْمَدَ فِي جَمِيعِ أُمُورِهِ

“Riyakar insanın üç alameti vardır. İnsanların yanında (ibadette) coşkuludur. Yanlız kalınca tembellik gösterir. Tüm işlerinde övülmesini ister. „ (Kafi c2. S 295)

Muttakiler inandıkları mesaj ve gittikleri yola tam anlamıyla inanıyor. Dünyanın geçici ve imtihan diyarı olduğu ahiretin ise darus selam ve darul beqa yani huzur, barış ve ebediyet yurdu olduğuna tam kani oldukları için, daima coşkulu ve sevinçlidirler, Kuşku ve kaygıya mecal vermezler hayatlarında. Bu haleti ruhiye, coşku ve sevinç onları yollarında ve hidayette azimli ve kararlı kılmaktadır.

 Kişi kulluk yolunda samimiyetle illerlediğinde, Allah kalplere nurunu yansıtacaktır. Kişi hulus niyyetle ve sadakatle hareket ettikçe Allahın sevgisi ve muhabbeti derununda dahada güçlenmekte buda mümine coşku ve dinamizm kazandırmaktadır. İbadetin sırf sevgiye binaen yapılmasının gerekliliği konusunda İmam Ali Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

Bazı kimseler birtakım menfaatler umarak Allah’a ibadet ettiler; bu, tüccarların ibadetidir. Bazı kimseler bir şeylerden korktukları için Allah’a ibadet ettiler; bu da kölelerin ibadetidir. Bazı kimseler de teşekkür maksadıyla, şükür sunma amacıyla ibadet ettiler. İşte bu, özgürlerin ibadetidir. (Biharu’l Envar c 41. S 14)


İmam’ın ibadetinde, korkup ürken kimsenin veya menfaat peşinde koşan tüccarın olumsuzluğundan bir ize rastlamak mümkün değildir. Nitekim ibadet edenlerin, kendini ibadete verenlerin genelinin bu davranışlarının gerisinde bu tür olumsuzluklar vardır. Bilakis, onun ibadetinde deneyimli bir bilgelik, hikmetli bir akıl ve duyarlı bir kalp temeli üzere olan ve kendini koruma bilincinde olan büyük insanın pozitifliği belirginleşiyordu.


Takva ve ibadet kavramlarına ilişkin bu anlam açısından Ali (a.s), insanları, insanlığın genel hayrı uğruna Allah’tan korkup sakınmaya (takvaya) yöneltirdi. En azından, ahiret nimetlerine kavuşmak için ibadet eden tüccar anlayışından daha yüce bir değer uğruna takva sahibi olmaya ve ibadet etmeye çağırırdı. İnsanları takva sahibi olmaya çağırırdı ki, zalimler karşısında mazlumların haklarını korusunlar, onlar açısından adaleti egemen kılabilsinler.


Şöyle derdi: Allah’tan korkun!… Dosta düşmana karşı adil olun. İmam’a göre, hakka tanıklık etmeden önce hakkı kabul etmeni sağlamayan, sana kin güdenden öç almanı ve günah işlemeni engellemeyen bir takvada hayır yoktur. İbadet kavramına ilişkin bu anlam bağlamında, meta edinmek için hayat istenmez, geçici bir lezzete kavuşmak uğruna yaşamak arzu edilmez.

Takva ehli ibadet için hiç bir fırsatı kaçırmazlar. İbadetlerinin temelinde aşk ve şevk yatmaktadır. Bilhassa kışın uzun gecelerini ibadi şevk ve coşku için iyi bir fırsat olarak telakki etmekteler. Konuyla ilgili olarak İmam Caferi Sadıq şöyle buyurmaktadır:

– الشِّتَاءُ رَبِيعُ‏ الْمُؤْمِنِ‏ يَطُولُ فِيهِ لَيْلُهُ فَيَسْتَعِينُ بِهِ عَلَى قِيَامِهِ، وَ يَقْصُرُ فِيهِ نَهَارُهُ فَيَسْتَعِينُ بِهِ عَلَى صِيَامِهِ (الأمالي (للصدوق) ص٢٣٧)

Kış mevsimi müminin baharıdır. O bu uzun geceleri ibadet ve kıyam için bir fırsat olarak görmektedir. Günleri de kısadır. Bu kısa günleri de oruçlu geçirir.“

Hidayette şevk ve coşkunun çeşitleri

1-Kişinin kendi nefsinin irşad ve hidayetinden duyduğu şevk ve coşku

Bu şu anlama gelmektedir: Takva ehli ilim kesbetmek, farz ve sunnet olan ibadetleri ve vecibeleri yerine getirmek, haramlardan ve yasaklardan uzak durmakla hidayet yolunda adım atmakta şevkli ve coşkuludur. Başka bir ifadeyle Allahın rızasını tahsil etmek için zevk ve şevkle çaba gösterirler. Bu konuda ayet ve hadisler çoktur. Ancak bu bahsi açarsak çok vakit almış olacaktır.

2-Başkalarının hidayetinden dolayı şevk ve coşku

Bu bağlamdan hareketle mümin ve muttaki bir kimsenin bencil olmadığını, başkalarının cehalet, sapıklık ve dalaletine karşı duyarsız kalamıyacağı anlaşılmaktadır. İnsanların fesat, küfür ve ahlaki çöküşü onları rencide etmekte, gönüllerini yakmaktadır. Öte yandan muttaki bir kimse emr-i bil maruf ve nahyi anil münker, iyiliği emredip kötülükten uzaklaştırmayı kendisi için şer’i bir vecibe olarak görmektedir. Her muttaki insan için bu konuda Peygamber en güzel örnektir. Peygamber insanların hidayetine çok düşkündür. Tevbe suresi 128. Ayeti kerimede bu konu çok veciz bir şekilde işlenmiştir.

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur. „

Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-ı Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurlandırmıştır. Başka bir âyette “bütün varlıklar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/107) Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı tutumuna ve hissiyatına ağırlık verilen 128. âyette o, Allah Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun Rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. İşte 129. âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allah’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakkında bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakkında bk. Âl-i İmrân 3/159).

İmam Zeynu’l Abidin Ramazan azının dualarından birisinde şöyle yakarıyor:

– اللَّهُمَّ ارْزُقْنِي فِيهِ الْجِدَّ وَ الِاجْتِهَادَ وَ الْقُوَّةَ وَ النَّشَاط (الكافي، ج٤، ص٧٦)

.

Allahım bu ayda bana ciddiyet, çaba, güç ve coşku kazandır. ( Kafi c 1 s 76)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment