نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri (27)

Konu: Muttakiler gururlu ve kendini beğenmiş değillerdir

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin 24. Fazileti: Gururlu olmamaktır

– لَا يَرْضَوْنَ مِنْ أَعْمَالِهِمُ الْقَلِيلَ وَ لَا يَسْتَكْثِرُونَ الْكَثِيرَ، فَهُمْ لِأَنْفُسِهِمْ مُتَّهِمُونَ وَ مِنْ أَعْمَالِهِمْ مُشْفِقُونَ،

Onlar az amellerine razı olmaz, amellerinden korkarlar. Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten korkar ve “ kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni benden daha iyi bilir“ der. Allah’ım, söyledikleri sözlerden beni sorumlu tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri suçlarımı da bağışla. Diye söylenirler. (Nehcu’l Belağe 193. Hutbe 3. Paragraf)

Gurura sebep olan ve güçlü kılan faktörler

İyi amellerde bulunanlar ve hayır işleyenler, diğer insanlardan daha fazla, yakıcı ve yıkıcı olan gurur ve kendini beğenmişlik afetine kapılmaktalar. Kişinin başkalarının yapamadığı hayır ve güzel işleri yapmaya muktedir olduğu tasavvur ve zehabına kapılmış olması, gönlünde kendini büyük görmesi, kendini beğenmesi ve gurura kapılmasını beraberinde getirebilir. Muttakiler bu yıkıcı ve zehirleyici afetten dolayı Allah’a sığınmakta ve dolayısıyla yaptıklarını küçük görmekte ve kötülüklerini ise büyük saymaktalar. Buna binaendir ki; İmam Zeynu’l Abidin Sahife-i Seccadiye de Mekarimul Ahlak adlı duada şöyle buyurmaktadır.

 – لَا يَرْضَوْنَ مِنْ أَعْمَالِهِمُ الْقَلِيلَ وَ لَا يَسْتَكْثِرُونَ الْكَثِيرَ، فَهُمْ لِأَنْفُسِهِمْ مُتَّهِمُونَ وَ مِنْ أَعْمَالِهِمْ مُشْفِقُونَ،

– اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِهِ، وَ حَلِّنِی بِحِلْیةِ الصَّالِحِینَ، وَ أَلْبِسْنِی زِینَةَ الْمُتَّقِینَ، فِی بَسْطِ الْعَدْلِ، وَ کظْمِ الغَیظِ، … وَ الْقَوْلِ بِالْحَقِّ وَ إِنْ عَزَّ، وَ اسْتِقْلَالِ الْخَیرِ وَ إِنْ کثُرَ مِنْ قَوْلِی وَ فِعْلِی، وَ اسْتِکثَارِ الشَّرِّ وَ إِنْ قَلَّ مِنْ قَوْلِی وَ فِعْلِی (صحیفه سجادیه، دعای مکارم الاخلاق).

Allah’ım Muhammed ve Al-i Muhammed’e salat ve selam olsun, şayeste (seçkin) insanların süsüyle beni süsle, adalet sofrasını genişletmede, öfkeyi yutmada, ne kadar ağır olursa olsun hak sözü söylemeye, iyilikleri ne kadar fazla olursa olsun sözde ve davranışta küçük saymaya, ve ne kadar küçük olursa olsun şerri ve kötülükleri sözde ve davranışta büyük saymaya beni muktedir kıl, hayır işlerinde takva ehlinin elbisesini bana giydir.

Müspet bireysel özelliklere ve ahlaki erdemlere sahip olan kimsenin diğerlerine iyilik yapan ve insanlara hayırlı olan bir kimse olması, başkalarının hakkına riayet etmesi, günahtan uzak durması, yalan ve gıybetten uzak durması, ibadet ehli olması, güvenilir ve emanetdar olması oldukça tabii olan bir şeydir. Toplum bireyleri böylesi bir kimseyi büyük görür, ona hürmet eder ve ona ikramda bulunur. Bütün bunlar normal ve tabii şeylerdir. Ancak bu saygı ve hürmet kişinin kibir, gurur ve kendini beğenmesini beraberinde getirip güçlendirebilir. İmam Seccad öylesi kaygı ve korkulardan dolayı da Allaha sığınmaktadır.

 اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِهِ، وَ لَا تَرْفَعْنِی فِی النَّاسِ دَرَجَةً إِلَّا حَطَطْتَنِی عِنْدَ نَفْسِی مِثْلَهَا، وَ لَا تُحْدِثْ لِی عِزّاً ظَاهِراً إِلَّا أَحْدَثْتَ لِی ذِلَّةً بَاطِنَةً عِنْدَ نَفْسِی بِقَدَرِهَا( صحیفه سجادیه، دعای مکارم الاخلاق).

“Allah‘ım Muhammede ve Al-i Muhammede selat ve selam olsun. Allahım beni kendi nefsim yanında küçük kılmadıkça, halkın yanında yüceltme ve bir derece verme. Kendi nefsimde beni mütevazi kılmadıkça insanların nezdinde beni aziz kılma.„ ( Sahife-i Seccadiye, mekarimul ahlak duası)

İyi insanların, kendilerinden sadır olan küçük hata ve günahları yaptıkları büyük işler ve hayırlardan dolayı küçük saymak, bu kişilerde gurura ve kendilerini beğenmeye sebebiyet verebilir. Muttaki insanlar nezdinde, günah her ne kadar küçük olursa olsun Allaha karşı isyan ve serkeşlik olduğu için büyüktür. Bazı İslam alimleri küçük günahları önemsemeyip idame ettirmenin büyük günaha dönüşeceğini söylemekteler. Konuyla ilgili olarak İmam Ali Hazretleri 474. Hikmetinde şöyle buyurmaktadır: “En büyük günah, günahkârın küçük saydığı günahtır „

Buna binaendir ki İmam (a.s) muttakileri meşhur muttakiler hutbesinde şu şekilde nitelemiştir.

«فَهُمْ لِأَنْفُسِهِمْ مُتَّهِمُونَ وَ مِنْ أَعْمَالِهِمْ مُشْفِقُونَ»

“Kendilerini itham eder, amellerinden korkarlar„

Şair Hekim Senai‘nin ifadesiyle

هیچ خودبین خدای بین نبود مرد خود دیده مرد دین نبود

گر تو مرد شریعت و دینی یک زمان دور شو ز خود بینی

Hod bin asla hoda bin olamaz (kendini gören Allah’ı göremez)

Kendini beğenmiş kimse dindar olamaz

Eğer din ve şeriat adamıysan

Bencillikten vazgeçmenin zamanına bak

Gururun tehlikeleri

Takva ehli için en büyük tehlike gurur ve kibirdir. Gurur insanı Allahtan uzaklaştırır. Hubut ve sukuta sebebiyet verir. Tarihte ve günümüzde manevi yüce mertebelere ulaşan ilim ve irfanda paye sahibi olan ancak gurur ve kendini beğenmişlikten dolayı çöküş yaşayan çok insan olmuştur. Yeri gelmişken gurur kavramının bir izahatını yapalım akabinde gururundan dolayı ulaştığı mertebeyi kat eden insanlardan söz etmek istiyorum.

Sözlükte “aldatma, kandırma; aldanma, kapılma; gaflet, bilgisizlik” anlamlarına gelen gurûrun “bâtıl şey” manasındaki gār kelimesinin çoğulu olduğu da ileri sürülmüştür. Ancak yaygın görüşe göre gurur tekil bir kelimedir ve “insanın, mânevî ve ahlâkî açıdan değersiz sayılan süflî şeylerin cazibesine kapılarak onlarla avunması” demektir. Aynı kökten türeyen garûr “aldatan, kandıran” anlamında şeytanı, dünyayı ve genel olarak insanı gaflete düşürüp yanıltan şeyleri ifade eder (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ġrr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ġrr” md.; Fîrûzâbâdî, el-āmûsü’l-muî, “ġrr” md.; Gazzâlî, III, 379).

Kur’ân-ı Kerîm’de gurur ve bu kökten gelen diğer kelimeler yirmi yedi âyette geçmektedir. Bu âyetlerin çoğunda gururun “dünyaya kapılma, aldanma” mânası ağır basar. Kur’an öğretisine göre, geçiciliği ve aldatıcılığı unutularak bir değeri varmış gibi kendisine bağlanılan dünya insanların dinleri ve uhrevî hayatları için büyük bir tehlikedir. Zira, “Dünya hayatı aldatıcı bir metâdan ibarettir” (Âl-i İmrân 3/185; el-Hadîd 57/20). Âyetlerde, insanların inkâra sapmaları ve sonuçta azaba çarptırılmalarında dünya hayatına aldanıp onunla avunmalarının büyük etkisi olduğu (el-A‘râf 7/51; el-Câsiye 45/35), insanlar gibi cinlerin de dünyaya aldanarak kâfir olabileceği (el-En‘âm 6/130) bildirilir. Bir âyette, güçlü bir dinî ve ahlâkî şuurun en önemli öğeleri olan Allah’a saygı, uhrevî sorumluluk kaygısı ve Allah’ın vaadinin hak olduğuna inanmanın gerekliliği vurgulandıktan sonra insanlar şu şekilde uyarılır: “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın aldatıcı (garûr “şeytan”), Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!” (Lokmân 31/33).

Fahreddin er-Râzî, Kur’an’ın dünya hayatı hakkındaki bu uyarıcı ve bir ölçüde kötümser yaklaşımını, dünyada birçok bedenî-maddî haz ve menfaat elde edilse bile yine de tatminsizlikten doğan bir bunalımın sürüp gideceği, bitmek tükenmek bilmeyen hırsın insanı huzursuz edeceği, dünyaya aşırı düşkünlüğün ve onun geniş imkânlarından faydalanmanın insanın âhiret mutluluğunun azalmasına yol açacağı düşüncesine bağlamaktadır. (Mefâtîḥu’l-gayb, IX, 126-127).

İslâm düşünce ve ahlâk tarihinde gurur, ayrıntılı bir şekilde ilk defa Hâris el-Muhâsibî’nin tasavvufî ahlâkın en eski kaynaklarından olan er-Rivâye li-ḥuḳūkıllâh adlı eserinde ele alınmıştır. Bu eserin gururla aynı anlamı taşıyan “Gırre” başlıklı bölümü, Gazzâlî’nin İḥya adlı eserindeki “Zemmü’l-gurûr” bölümüne hem şekil hem muhteva bakımından örnek teşkil etmiştir. Gazzâlî, eserinin kırk temel konusundan biri olarak incelediği gururu bir tür bilgisizlik saymıştır. Buna göre bozuk ve yanlış bir görüşe dayanarak kendisinin iyi yolda olduğunu savunan kişi gurura kapılmıştır. Esasen insanlar farklı derecelerde yanlışlık yaptıkları halde kendilerini doğru yolda görürler, böylece gaflet içinde aldatıcı bir güven hissi duyarlar. Gazzâlî’nin “Gurura kapılmış zümreler” başlığı altında ortaya koyduğu, ilim adamları, ibadet ehli, tasavvuf ehli ve servet sahiplerinden oluşan zümrelerle ilgili isabetli tahlilleri, İslâm düşünce tarihinde yüksek değerde bir ahlâk ve dindarlık eleştirisidir.

Türkçe ’de gurur kelimesi “kendini beğenme, böbürlenme, kibir” mânasında kullanılmakta, bu tür duygular taşıyan kimseye de mağrûr denilmektedir.

Gurur ve kibirinden dolayı, üstün manevi makamlara ulaştığı halde çöküş yaşayan kimse veya kimslere hakkında Kur’an A’raf suresi 175. Ayette şöyle buyurmaktadır:

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

Kendisine kanıtlarımızı verdiğimiz, fakat onları bir kenara atan, bu yüzden şeytanın peşine düştüğü, nihayet azgınlardan olan kişinin haberini onlara anlat.

Kendisine deliller (âyetler) verildiği bildirilen kişinin kim olduğu hususunda değişik yorumlar vardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu kişi İsrâiloğulları’ndan Bâûrâ (veya Eber) oğlu Bel‘am’dır; buna göre âyetin asıl muhatabı da yahudilerdir. Bu kişinin adı Tevrat’ta Beor’un oğlu Bal‘am olarak geçmektedir. Onun kâhin (Yeşu, 13/22) veya peygamber olduğu (Petrus’un İkinci Mektubu, 2/15) yönünde farklı bilgiler vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te onun Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları karşısındaki tutumu hakkında da çelişik bilgiler yer almaktadır. Tevrat’taki bir kıssaya göre Hz. Mûsâ’nın ve İsrâiloğulları’nın çölde Ken‘ân diyarına doğru ilerlemesinden kaygılanan Moab kralının ısrarlı talebine rağmen, Tanrı katında dilekleri geri çevrilmeyen Bel‘am, İsrâiloğulları aleyhinde dilekte bulunmayıp aksine onları mübarek kılar (Sayılar, 23/7-10, 18-24; 24/3-9, 15-249). Fakat Kitâb-ı Mukaddes’te Bel‘am, İsrâiloğulları’na düşman olarak da tasvir edilir. Nitekim İsrâiloğulları’nın Midyan kadınlarıyla zina etmeleri onun bir tuzağı olarak gösterilir (Sayılar, 31/16; Vahiy, 2/14).

Başta Taberî’nin Câmiu’l-beyân’ı olmak üzere eski tefsirlerde bu âyet yorumlanırken Bel‘am hakkındaki rivayetlere geniş yer verilmektedir.Bu rivayetlerin birinde Hz. Mûsâ’nın, bir ordu ile zorba bir kavmin üzerine gittiği, durumdan kaygılanan bu kavmin, aslında iyi bir kişi olan Bel‘am’dan yardım istedikleri, onun başlangıçta bu isteği reddettiği, fakat bazı hediyelerle kandırıldığı; bunun üzerine kendisinden yardım isteyenlere, Mûsâ’nın askerlerine tuzak olarak kadınlarını süsleyip onlarla zina ettirmelerini öğütlediği, İsrâiloğulları’nın bu tuzağa düşmeleri üzerine Allah tarafından bir ceza olarak baş gösteren bir veba salgınında 70.000 kişinin öldüğü bildirilir. Başka rivayetlerde de başlangıçta sâlih bir kul veya bir peygamber olan Bel‘am’ın ism-i a‘zamı okuyarak Hz. Mûsâ’ya beddua ettiğinden ve bu suretle yoldan çıktığından söz edilmektedir (bk. Taberî, IX, 119-126; Kurtubî, VII, 319-321. İsm-i a‘zam “Allah’ın en büyük ismi” demektir. Bunun hangi isim veya isimler olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bazı hadislerde Allah, rahmân, rahîm, el-hayyü’l-kayyûm veya zü’l-celâli ve’l-ikrâm, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük ismi olarak gösterilmekte, bu isimle yapılan duanın mutlaka kabul edileceği belirtilmektedir; Tirmizî, “Da‘avât”, 65; Ebû Dâvûd, “Salât”, 358).

 Âyette işaret edilen söz konusu kişinin kimliği hususunda daha farklı görüşler de vardır (Râzî, XV, 54; Şevkânî, II, 303). Bir görüşe göre bu kişi, Câhiliye döneminin tanınmış şair ve hakîmlerinden Ümeyye b. Ebü’s Salt’tır. Ümeyye kutsal kitapları okumakta, yeni bir peygamberin geleceğini bilmekte, fakat o peygamberliği kendisi için beklemekteydi. Muhammed aleyhi selam peygamber olunca onu kıskanmış ve inkâr etmiştir. Hz. Peygamber bu kişi hakkında, “Şiiri iman etti, kalbi inkâr etti” demişlerdir (Râzî, XV, 54; İbn Kuteybe, eş-Şi‘ru-ve’ş-Şuarâ’, Leiden 1902, s. 279).

Bizim için bu kişinin kim olduğu değil, tutum ve davranışı önem taşımaktadır. Buna göre Allah bir kişiye kendi varlık ve birliğinin kanıtlarını bildirmiş yahut –172. âyette bildirildiği şekilde– onun fıtratına kendi rubûbiyyetini anlayıp kavrama yeteneğini yerleştirmiş; fakat daha sonra o kişi fıtratındaki inanma yeteneğinden sıyrılıp kopmuş; delilleri bir kenara bırakmış, inanmaktan vazgeçmiştir. Böylece şeytan onu peşine takmış, onu da kâfirlere ve azgınlara katmıştır (Râzî, XV, 55).

Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde, bu tehlikeye dikkatleri çekmekte ve şöyle buyurmaktadır.

«هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعاَلِمُونَ، وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلوُنَ، وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ، وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظِيمٍ

İnsanlar helak oldu, âlimler müstesna. Amel edenlerin dışındaki âlimler de helak oldu. Amel edenler de helak oldu ihlaslılar hariç. Muhlis olanlar da büyük bir tehlike üzerindedirler.

Bir ilmin bir katma değer ifade etmesi ise, onun uygulamada kullanılmasına bağlıdır. Pratikte uygulanmayan bir mühendislik, mimarlık, doktorluk ilminin bir faydası olmadığı gibi, İslamî ilimlerle amel etmeyenin de bu ilminin bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Hatta onun ilmi aleyhine bir hüccet olur.

Keza, İslam’ın temeli ihlas ve samimi niyet üzere tesis edilmiştir. Bu konuda pek çok ayet ve sahih hadisler vardır. Bu sebeple, ihlası kaybeden bir alimin ne ilmi ne de amelinin pozitif bir tesiri olur.

Kulun yapacağı şu var: Niyeti halis olacak, ameli sâlih olacak, helâl lokma yiyecek, mahviyeti tercih edecek.

Bu dört şeye dikkat edecek.
Samimi bir kalp ile Yuce Allah’a yönelmemiz, ihlaslı arkadaşlarla meşgul olmamız, haram lokmadan kaçmamız bizi Cenâb-ı Hakk’a ulaştırır.
İhlâs ve sadakati olanı. İnsan Hakk yolunda ne kadar dikkatle, ihlâsla çalışırsa Allah-u Teâlâ ona o kadar yol verir.
Bu yol Yüce Allah’a ve Resulullah’a ait bir yoldur. Yeter ki ihlâs ile yürüyelim.
İlim, amel, ihlâs, maneviyet olmadıkça terakkiyat mümkün değildir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment