نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri (25)

Konu: Muttakiler obur değiller

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin 22. Fazileti: Bedenleri obur değil, yani etli-butlu, semiz değillerdir.

Yiyin, için, ancak israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. (A’râf, 31)

Yemede, içmede aşırılığa kaçmaya ve sık sık bir şeyler atıştırmaya oburluk denir. Oburluk, hem sağlık ve hem dînî açıdan zararlı olduğundan, âyet-i kerîme’de “Yiyin, için, ancak israf (oburluk) etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyuruluyor. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:  Her hastalığın başı, mideyi tıka basa doldurmak (ve acıkmadan yemek) tir. (Beyhakî)

قَدْ بَرَاهُمُ الْخَوْفُ بَرْيَ الْقِدَاحِ،

Korku onları okçunun yonttuğu ok gibi inceltmiştir, Bakan kimse onları hasta zanneder. Obur olmamak, yani zayıf ve güçsüz oldukları anlamına gelmez. Çünkü Resulü Ekrem bu bağlamda şöyle buyurmaktadır.

ألْمُؤمِنُ الْقَوِیُّ خَیرٌ وَ أحَبُّ إلَی اللّهِ مِن الْمُؤمِنِ الضَّعِیف

Allah nezdinde güçlü mümin zayıf müminden daha faziletlidir.

Peygamberimiz (a.s), ümmeti hakkında korktuğu durumları göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve iman zayıflığı olarak zikrediyor. Yeme içmeyi hayatta amaç haline getirmeyi ve şişmanlamayı endişe verici bir hal olarak görüyor.

إنَّ نَفْسَکَ مَطِیَّتُکَ إنْ أجْهَدْتَهَا قَتَلْتَهَا وَ إنْ رَفِقْتَ بِهَا أبقَیْتَهَ

Bedenin bineğindir fazla yüklersen mahvedersin, ihtiyacına göre yedirirsen devamın sağlarsın.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin zayıf noktalarını çok iyi bildiğinden, zaman zaman çeşitli ikaz ve tembihlerde bulunmuşlardır. Bu hususta dikkat çeken ikazlardan biri de şu hadis-i şeriftir: “Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en korkuncu (tehlikelisi) şunlardır: Karın büyüklüğü (göbek bağlamak), çok uyku, (maddi ve manevî) tembellik ve yakîn (iman) zayıflığıdır.” (Suyuti, Fethu’l-Kebir, I, 58.)

Peygamber Efendimiz’in (sas) ifade ettiği ‘Karın büyüklüğü’nün şişmanlık değil,göbek bağlamak” anlamındaki oburluk olduğunu anlamak gerek “Dolayısıyla karın büyüklüğü ile, kendini gaflete salıp çok yiyen, yeme ve içmeyi hayatın gayesi edinen belki böylece şişman olan insanlar kastedilmektedir. Zira Peygamberimiz böyle yaşayan kimseler için dünya ve ahiret hayatları adına endişe duymuşlardır.” deniliyor.

Bir insanın hayatında yeme ve içme gaye olmuşsa, onda ahiret hayatı adına bir hazırlık beklemek de zordur. Nitekim Peygamberimiz “Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysaki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın, buyurmuşlardır. İmam A Ali (a.s) de “Eğer karnın doymuyor ve obur isen, kendini müzmin hastalardan say.” (Mâverdî, Edebü’d-dünya ve’d-din, s. 533) demiştir.

Peygamberimiz “İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” buyurarak, Müslümanların obur olmaması gerektiğine işaret etmişlerdir. Görüldüğü gibi çok yemek ve içmek, kâmil bir mü’minin sıfatı değildir. O halde insan midesinin altında kalıp ezilmemeli, yemesini-içmesini disipline edebilen bir irade insanı olmalıdır. Zira Peygamberimiz “Kişinin her iştahını çekeni yemesi israf olarak yeter.” buyurmuşlardır.

Çok uyumak

Cenâb-ı Hak, “Uykunuzu bir dinlenme vesilesi kıldık.” (Nebe 78/9) buyurarak, uykunun istirahat olarak nimet olduğuna işaret etmekte. Hadiste “müdâvemetü’n-nevm” kelimesiyle uykuyu seven ve uykudaki sınırı aşanlar uyarılmıştır.

Tembellik

İki günü eşit olan zarardadır.” (Aclunî, Keşfü’l-Hafa, II, 323) buyrulmuştur. İslâm, insanları üretime ve dağıtıma teşvik etmiştir. Köşeye çekilip miskin bir şekilde oturmak veya başkalarına yük olmak, İslam’da hoş karşılanmamaktadır.

Yakîn zayıflığı

İnsan Allah’a, peygamberlere, kitaplara, haşre ve imanın sair unsurlarına olan inancını ilimle besleyememiş ise yakîni zayıftır. Çünkü yakînin başlangıcı ilimdir.


 
Peygamber efendimiz yine konuytla ilgili olarak bir başka hadislerinde şöyle buyurmaktadır: Beş şey gelmeden önce, beş şeyin değerini bil! Ölüm gelmeden hayatın. Hastalık gelmeden sağlığın. İşlerin yoğunlaşmadan boş vaktin. Yaşlılık gelmeden gençliğin. Yoksulluk gelmeden servetin (değerini bil). (Ahmed İbni Hanbel-Beyhakî)

Gece yarısı hastanelere koşmamak ve yakınlarımızı sıkıntıya sokmamak için, hastalık gelmeden önce sağlığımızın değerini bilelim ve yediğimiz gıdalara özen gösterelim. Ayrıca karnımızı tıka basa doldurup değerli enzimleri boşa tüketmeyelim ve midemize kaldıramayacağı yükü yüklemeyelim. Midemizi birbirine zıt ve karmaşık gıdalarla tıka basa doldurduğumuzda, zahmeti sadece mide değil başta kalp ve akciğer olmak üzere bütün organlar çeker ve içimiz çöp deposuna dönüşür.
Başka bir hadislerinde Peygamberimiz ümmeti hakkında tedirgin olduğu üç hususa dikkat çekmektedir:

ثَلاثٌ أَخَافُهُنَّ عَلَى أُمَّتِي مِنْ بَعْدِي الضَّلالَةُ بَعْدَ الْمَعْرِفَةِ وَمَضَلاَّتُ الْفِتَنِ وَشَهْوَةُ الْبَطْنِ وَالْفَرْجِ؛

Marifet ve bilgiden sonra dalalet ve sapıklık, saptırıcı imtihanlar (fitneler) karın ve cinsel şehvet. ( kafi c 2. S 79)

Yüce Allah buyuruyor: Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz olan (doğal gıda) ları yiyin.
(Harama sapıp) şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır
.“ (Bakara, 168)

كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى

Size rızık olarak verdiğimiz iyi ve temiz şeylerden yiyin ama bunda ölçüyü aşmayın, yoksa gazabıma uğrarsınız; kim gazabıma uğrarsa artık uçuruma yuvarlanmış demektir. (Taha 81)

Burada bu hatırlatmayı takiben, bütün insanlara, ölçüyü kaçırmadan Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanmaları, –yaptıkları nankörlük ne kadar büyük olursa olsun– Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeleri gerektiği mesajı verilmekte ve herkes Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmaya çağırılmaktadır.

İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığı, huzuru ve mutluluğu, yediği, içtiği gıdaların helâl, temiz ve doğal olmasına bağlıdır. Çünkü Allah (c.c.) insanların dokularını, organlarını, sistemlerini, beyinsel yapılarını, yönetim merkezlerini, duygularını, genlerini ve DNA larını bu fıtrat üzerine yaratmıştır. İşte insanın aslî fıtratı budur. Bu fıtratı koruyanların yani helâl, temiz ve katkısız doğal gıda yiyenlerin kanları, hücreleri temiz, düşünceleri olumlu, gönülleri nurlu ve meleklerle uyumlu olur.

Maddi ve manevi olarak güçlü olmak iyidir. Ancak güç ve kuvvet haksızlık, azgınlık ve taşkınlığa sebeb oluyorsa bu asla makbul değildir. Bu nedene binaen olsa gerektir ki şair şöyle diyor.

Ben bileğime çokca şükür ediyorum

Ki başkasına haksızlık yapamıyorum.

Ben ne ayaklar altında ezılen karıncayım

Ne de başkalarına ısıran arıyım.

Başkalarına zulüm edecek ve haklarını payimal edecek bir güce sahip olamamak ta bir açıdan nimettir. Ancak bu bir fazilet değildir. Çünkü fazilet gücün, kuvvetin ve imkanların olduğu halde, bunları zulüm isyan ve tuğyanda kullanmamaktır. Kör olan birisinin namahreme bakmaması bir fazilet değildir. Veya dilsiz olan birisinin yalan konuşmaması veya gıybet etmesi, ve bilvesile dil ile günah işlememesi de bır erdem değildir.

Zarif ve hafif bedenli olmayı, güçsüzlük ve kuvvetsiz olma anlamında algılamamak gerek. Yerilmiş olan oburluk ve şişmanlıktır. Yoksa ince veya yapılı bir bedene sahip olmak bir rezalet veya fazilet değildir.

Bedeni sportif faaliyetlerle geliştirmek islamda önemle vurgulanmıştır

Spor ve egzersiz yapmak zorunlu görülmektedir. Modern Tıp, birçok hastalıklar için artık çeşitli egzersizleri ve spor yapmayı tavsiye etmektedir. İslam Dini insan sağlığına gereken önemi en üst seviyede gösteren bir din olarak spor yapmayı teşvik etmiştir.

Dinimizin ilk kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bugünkü ifadesiyle direk olarak spordan bahseden ayetler görmek mümkün değildir. Ancak unutulmamalıdır ki, Kur’an çağlar üstü bir kitap olduğu için her şeyi bazen ayrıntılı olarak vermeyerek onları genel hükümler çerçevesinde değerlendirmekte ve hükmünü o devirde yaşayan İslam bilginlerine bırakmaktadır. Bu çerçevede Kur’an’a baktığımızda, Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde spora son derece olumlu yaklaşıldığını söylememiz gereklidir. Kaldı ki, Kur’an’ın genel hükümlerinden hareket etmeye gerek kalmaksızın İslam’ın ikinci kaynağı olan Hz. Muhammed’in hadislerinde zaten sporla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunduğunu ve sporun teşvik edildiğini görmekteyiz. Ayrıca, sağlığın korunması ve boş vaktin iyi değerlendirilmesiyle ilgili Hz. Peygamber’in birçok hadisi şerifleri mevcuttur.

Her şeyden önce şunu belirtmek gereklidir ki, bugün uğraştığımız spor dallarından birçoğu Hz. Muhammed zamanında mevcut değildi. Bunların hepsinin o çağda olmasını beklemek zaten haksızlık olur. Ancak kılıç, mızrak, ok gibi savaş aletlerinin kullanımı ile birlikte güreş, yüzme, atıcılık, binicilik ve koşu/atletizm Peygamber A.S. zamanında bilfiil yapılan sporlar arasındaydı. Bunlardan hareketle diğer spor dalları ve çeşitli klüplerde öğretilen uzak doğu kökenli ve savunma ağırlıklı sporlar hakkında fikir yürütmemiz mümkün olabilir. Bunun için öncelikle adı geçen spor dallarından birkaçını kısaca incelemeye çalışalım.

Atletizm (yürüme-koşu): Pek çok rivâyette yürümenin tavsiye edildiğine, ashâbın da buna önem verdiğine şahit olmaktayız. Yürüme, her yaş ve seviyedeki insanın yapabileceği bir spordur. Günümüz tıbbı her insanın günde dört beş kilometre yürümesini bir çok hastalığın önlenmesi veya tedavisinde faydalı görmekte ve tavsiye etmektedir.

 Güreş: O devirde güreş sporu da pek yaygındı. Rükâne adında biri bu spor dalında ün yapmıştı. Hz. Peygamber (s.a.s) bu pehlivan ile güreşmişti. Rükâne İslâm’ı kabul etmek için Hz. Muhammed (s.a.s)’in bizzat kendisiyle güreşmesini ve bu güreşte kendisini yenmesini şart koşmuştu. Hz. Peygamber bu teklifi kabul etmiş, yapılan müsabakada, kendisine son derece güvenen Rükâne’yi şaşırtacak derecede güreşmiş ve onu üç kez mağlup etmiştir. Sonuçta Rükâne müslüman olmuştu. Ayrıca Hz. Hasan ve Hüseyin’in de Resûlullah’ın huzurunda güreş yaptıkları yer almaktadır.

إنَّ رَسُولَ اللّهِ سَابَقَ بَیْنَ الْخَیْلِ وَ أعْطَی السَّوَابِقَ مِنْ عِنْدِهِ؛

Peygamberimiz hem güreş yarışları ve hem de at yarışları tertiplemiş ve bizzat kendisi ödülleri dağıtmıştır.

Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.

Yüzme: Efendimiz atıcılık, binicilik ve koşunun yanı sıra yüzmenin de öğrenilmesi ve öğretilmesini teşvik etmiş, hatta bir babanın evladına karşı vazifelerinden söz ederken onları helâl rızıkla besleme, yazıyı öğretme yanında atıcılık ve yüzme öğretmeyi de ifade etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s)’ın Mekke ve Medine gibi, yakınında deniz göl ve akarsu bulunmayan bir çevrede yüzme öğrenmeyi tavsiye etmesi dikkat çekicidir.

Öte yandan Mekkeliler “kürre” denilen bir tür ayak topu oynarlardı ve büyük kalabalıklar halinde oynayanları seyretmeye gelirlerdi. Mekke’nin çeşitli semtlerinde bu oyunu oynamak için sahaların bulunduğu ve Resûlüllah (s.a.s)’ın bu oyunu yasaklamadığı haber verilmektedir. İslam Dini, seyirci olmaktan çok bizzat spor yapmayı teşvik eder. Herkesin kendi kapasitesine göre yapabileceği bir spor dalı vardır.

Görüleceği ve anlaşılacağı üzere sünnette yer alan spor türleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır. Bütün spor aktivitelerinde taraflar arasında kine, nefrete ve düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmemektedir. Buradan hareketle savunma direncini artıran ve bu nitelikte olan askeri, sporlarında onaylanarak teşvik ve tavsiye edildiğini söylememiz mümkündür. Atıcılık ve okçuluk başta olmak üzere bu gün genellikle uzak doğu sporları olarak bilinen, judo, karate ve tekvando gibi spor dallarını da savunma kabiliyetini geliştiren spor dallarından addetmek gerek. Demek ki İslam Dini açısından bir “beden ve ruh eğitimi tekniği” olarak bu sporlarla uğraşmak uygun görülmüş hatta övülmüştür. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir husus daha vardır ki, o da bu sporların dini ve felsefi boyutudur. Uzak Doğu sporlarının kendi oluştukları coğrafyanın dinini ve felsefesini yansıtmaları gayet doğaldır. İşte İslam açısından meselenin bedeni ve ruhi faydası yanında bir diğer püf noktası burasıdır. Burada önemli olan bu dînî ve felsefî unsurlardan hangilerinin bizim dinimize ve kültürümüze uygun olup olmadıklarının belirlenmesidir.

Çok önemli diğer bir konu ise sportif faaliyetlerin kumara âlet edilmesi kesinlikle yasaktır. Günümüzde yaygın olan Spor-toto, Spor-Loto ve Ganyan gibi müesseselerin, halkı kumara ve haksız kazanca götürmesi ve alıştırması sebebiyle İslâma ters düştüğü açıktır. Bütün sportif faaliyetlerin, bu tür haram yollara âlet edilmeksizin sade ve temiz bir ruhla yapılması en doğru olanıdır.

Sünnetteki genel ölçüler çerçevesinden bakılırsa yarış, koşu, yüzücülük, binicilik, atıcılık, güreş; günümüzde ise birer Uzakdoğu sporu olan judo, tekvando, karate ve eskrim gibi spor dallarından her biri, hem geliştirici, hem de geleceğe hazırlayıcı bir özellik taşıması açısından imkânlar ölçüsünde gençlere öğretilmelidir. Bu spor dalları ve meşru çizgide kalan diğer oyunlar çocukluk döneminde bir gelişme ve eğlenceye vesile olurken, gençlik döneminde bir hareketlilik ve deşarjı temin eder, ileri yaşlarda ise durgunluğun doğuracağı çeşitli rahatsızlıklara karşı bir savunma ve korunma görevi yapar.

Spor değişik düşüncede ve inançta yer alan insanları birleştiren, bir araya getiren, yer yer sevindiren, zaman zaman eğlendiren ve bazen de ağlatan bir özelliğe sahiptir. Ancak bunun da kendi sınırı içinde kalması gerekir. Bu sınır aşıldığı zaman fanatik taraftarlıklar sonucu kavgalara, bazen yaralamalara ve hatta öldürmelere kadar varan olumsuzluklara sebep olabiliyor. Bu sınırın korunmasında en önemli esas ise iman ve ahlâkın yapıcı ve birleştirici yönüdür. Bunun yanında, spor, insana yaşama azmi, ibadet aşkı, çalışma şevki verir ve gönül rahatlığı sağlar. İnsanın belli kabiliyetlerini geliştirir. Gençlerin enerjilerini boşaltmalarına vesile olur. Dinî ve manevî değerlerine sahip olan sporcunun inancı, ahlâkı ve yaşantısı gençler için iyi bir örnek olabilir

Spor, kötü alışkanlıklardan alıkoyma, kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesi, başarı ve başarısızlık kavramının öğretilmesi, kurumlar ve sporcular arasındaki centilmence rekabetin sağlanmasına da katkıda bulunur.

Ayrıca, her gün yapılan bedensel egzersizler, sporun sağlık için önemini daha da belirginleştirir. Bu egzersizlerin amacı, kemiklerin, eklemlerin, kalp-damar sisteminin ve fonksiyonlarının en uygun şekilde çalışmasını sağlamaktadır. Dayanıklılık sporları (Uzun mesafe koşuları, bisiklet, uzun mesafe yüzme vb.) yapanlarda kroner arter hastalığı, hipertansiyon ve şeker hastalığı daha az görülmektedir. Uzun süre hareketsiz kalan insan bedeni hareket yeteneğini kaybeder ve sağlık problemleri doğar. Sporla ilgilenenlerin amacı, beden ve ruh sağlığını geliştirmek kendine güven kazanmasını sağlamak ve üst düzey performansı elde etmektir.

Hem spor, estetik yönden de önemlidir. Hz. Peygamber’in tavrı ve beyanları bunu gösteriyor. Örneğin Resûlullah hayatının her döneminde göbeğinin göğüs hizasını geçmemesini sağlamıştır. Konuyla ilgili ve uyarı niteliği taşıyan Peygamberimizin bir hadisini sizlerle paylaşmak istiyorum ”Ümmetim adına en çok korktuğum şey, göbek iriliği, uyku düşkünlüğü ve tembelliktir

Genel anlamda, sporla ilgili kısaca ve özet olarak şunu söyle biliriz: İslam’ın temel prensiplerine ters düşmemek ve koyduğu ilke ve kurallara uymak şartıyla, sporun her türlüsü faydalı olarak nitelendirilir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment