نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri (24)

Konu: Takvalı hayırseverlik

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttakilerin 21. Fazileti: Takvalı hayırseverlik

وَ أَمَّا النَّهَارَ فَحُلَمَاءُ عُلَمَاءُ، أَبْرَارٌ أَتْقِیَاءُ،

“Gündüzleri ise halim, alim, hayır ehli muttakiler olurlar. İmam Ali’nin muttakiler için öngördüğü 21. Fazilet takvalı iyilikseverliktir“

Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde hayırlı olan insanlar için on özellik zikretmektedir

– اَمّا عَلامَةُ البارّ فَعَشرةَ: يُحِبُّ فِى اللّهِ وَ يُبْغِضُ فِى اللّهِ وَ يُصاحِبُ فِى اللّهِ وَ يُفارق فِى اللّه و يَغْضِبُ فِى اللّه و يَرضى فِى اللّه و يعملُ لِلّه و يطلُبُ اليه وَ يَخْشَعُ خائِفاً مَخُوفاً طاهِراً مُخْلِصاً مُسْتَحْيِياً مُراقِباً وَ يُحْسِنُ فِى اللّه

Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için biriyle arkadaş olur, Allah için arkadaşlığını bozar, Allah için öfkelenir. Allah için hoşnut olur, Allah için çalışır, Allahı arzular, temiz, ihlaslı, hayalı ve korkulu olup amellerini gözetleyen Allaha karşı huşu içerisinde olur ve Allah yolunda ihsanda bulunur.“ ( Tuhefu‘l Ukul s 33)

Birr kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık gibi anlamında kullanılmıştır. Aynı kökten gelen Berr ise hem “çok şefkatli ve kerem sahibi” anlamında Allah’ın bir ismi (et-Tûr 52/28), hem de “itaatkâr” anlamında insanın sıfatı olarak Kur’an’da tekrarlanmıştır. Bir âyette (Abese 80/16), aynı kökten gelen berr (itaatkâr) kelimesinin çoğulu olan berere meleklerin sıfatı olarak geçmektedir. İki âyette geçen (el-Bakara 2/224; el-Mümtehine 60/8) ve “iyi olma, iyilik yapma” mânasını ifade eden “(en) teberrû” fiili de “birr” kökünden türetilmiştir. Aynı kullanım tarzları hadislerde de yer almıştır.

Bakara sûresinin uzunca bir âyetinde (2/177) bu terimin muhtevasına giren müsbet nitelikler İslâm’ın beş temel itikad konusu (Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman), Allah’ın emir ve rızâsına uygun şekilde malî yardımlarda bulunma, namaz ve zekât ibadetlerini yerine getirme, sözleşmelere riayet etme, en zor ve sıkıntılı zamanlarda bile sabırlı ve metanetli olma şeklinde gösterilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde görüldüğü gibi bu âyette de yalnızca en başta gelen erdemlerin sıralandığı, dolayısıyla Birrin muhtevasının sınırlandırılmadığı düşünülürse birrin iman, ibadet ve ahlâka dair bütün iyi hasletleri kapsayacak genişlikte bir kavram olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim alimler bu âyet münasebetiyle birri, “bütün saygılı davranışları (taat) ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime” şeklinde tarif etmiştir

Söz konusu âyetin devamında, gerçekten dürüst ve takvâ sahibi olan kişilerin ancak belirtilen hasletleri kazananlar olduğu ifade edilmiştir. “Birr” ve en genel anlamı ile “Allah’a karşı saygılı olma” demek olan takvâ arasındaki bu yakınlık Kur’ân-ı Kerîm’de başka vesilelerle de gösterilmiştir. Yine Bakara sûresinde (2/189), bir örnek olmak üzere, evlere kapıdan girmek yerine arka taraftan girmek gibi ahlâk ve görgü kurallarına aykırı bir davranışın “birr” sayılamayacağı belirtildikten sonra birrin takvâ sahibi insana has bir fazilet olduğu ifade edilmiştir. İki fazilet arasındaki bu yakınlık diğer bir âyette (el-Mâide 5/2), “Birr ve takvâ hususunda yardımlaşınız” ifadesiyle gösterilmiştir. Bazı alimlerde bu âyeti tefsir ederken bu iki fazileti, “birr, bütün hayırların en tam şekli, takvâ ise bütün şerlerin terkedilmesi ve bir daha yapılmamasıdır” şeklinde tarif etmiştir.

Mâverdî’ye göre söz konusu âyette birr ve takvâ kelimelerinin yan yana gelmesinin sebebi, bunların birbirini tamamlayan ahlâkî faziletler olmasıdır. Çünkü ona göre birr insanlara karşı iyi olmak ve iyilik yapmaktan doğar ve kişiye insanların sevgi ve hoşnutluğunu kazandırır; Allah’a karşı vecîbelerini yerine getirmekten doğan takvâ fazileti de Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazandırır, her iki sevgiyi kazanan insan ise tam mutluluğu yakalamış olur. Mâverdî birr terimini geniş bir şekilde tahlil ettiği Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn adlı eserinde bu erdemi, sosyal hayatın kurulması ve işlemesinin temel şartları arasında saydığı ülfet*in bir unsuru olarak görmüştür. Ona göre birr sıla ve ma‘ruf olmak üzere iki şekilde tezâhür eder. Sıla, “karşılık gözetmeksizin mal yardımında bulunmak”, ma‘ruf ise “Gerek söz gerekse davranışla insanların iyilik ve mutluluğu, dirlik ve düzenliği için çalışmak” anlamına gelir (Mâverdî, s. 184). Mâverdî bu açıklamasında birrin takvâdan çok ihsan kavramıyla ilgisine ağırlık vermiştir. Esasen Kur’ân-ı Kerîm’de birrin bu mânası üzerinde de önemle durulmuştur (meselâ bk. el-Bakara 2/44; Âl-i İmrân 3/92). Birçok hadiste anne ve babaya karşı iyi ve saygılı davranmanın “birrü’l-vâlideyn” tabiriyle ifade edilmesi de birr ile ihsanın yakınlığını gösterir. Ancak bütün kaynaklarda birr “ihsanın en ileri derecesi” şeklinde açıklanmıştır.

Bakara sûresinin 177. âyetine göre birr doğruluk (sıdk) erdemiyle de yakından ilgilidir. Bu sebeple birre doğruluk mânası verenler olmuşsa da (bk. Râzî, III, 45; Râgıb, el-Müfredât, “birr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “brr” md.) Hz. Peygamber, “Doğruluk birre, birr de cennete ulaştırır” diyerek bu hususa işaret etmiştir. Hadiste ayrıca yalanın bütün kötülüklerin temeli olduğu şeklindeki genel İslâmî telakki de vurgulanmıştır. Bu durumda dürüstlük ve onun sayesinde ulaşılan birr bütün iyilikleri kapsamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber başka bir hadiste, “Birr ahlâk güzelliğidir” buyurmuştur. Burada ve daha başka hadislerde birrin insan vicdanını (nefs, kalp) huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzellikleri kapsadığı belirtmiştir.

Kur’anda Ebrar (iyiler)

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır. „

“Birr, ahlâk güzelliğidir” hadisindeki (Müslim, “Birr”, 14, 15; Tirmizî, “Zühd”, 52) kullanımı da dikkate alarak “erdemlilik” diye tercüme ettiğimiz birr (el-birru) kelimesi, bu âyetteki kullanımından da anlaşılacağı üzere, Kur’ân-ı Kerîm’in en kapsamlı kavramlarından biridir. Nitekim bu kelimenin geçtiği âyetler bütün olarak değerlendirildiğinde bunun Kur’an’da, iman ve ibadetten başlamak üzere her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık gibi mânalarda kullanıldığı görülür. Burada “birr” kelimesinin kapsamına giren; imana, ibadete, sosyal ahlâka ve bireysel ahlâka ilişkin olmak üzere dört bölümde sıralandığı görülen meziyetler de “birr” kelimesinin kapsadığı erdemlerin en önemlileri olup âyette kavramın muhtevası bunlarla sınırlanmamış, sadece örnekleme yoluna gidilmiştir.

Söz konusu âyetin devamında gerçekten dürüst (sâdık) insanların ve takvâ sahibi sayılması gerekenlerin, zikredilen hasletleri kazanmış kimseler olduğu ifade edilmiştir. Burada birr kelimesiyle sıdk (doğruluk-dürüstlük) ve takvâ kelimeleri arasında, neredeyse eşanlamlı kabul edilebilecek kadar yakın bir ilişki kurulması Kur’an terminolojisi bakımından oldukça önemlidir. Bu husustaki dikkat çekici başka bir âyetin meâli de şöyledir: “İyilik (el-birr) ve takvâ üzerinde yardımlaşın; kötülük (el-ism) ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan sakının (ittika). Çünkü Allah’ın vereceği ceza çok çetindir” (Mâide 5/2). Görüldüğü gibi burada “birr” kelimesi “ism”in, yani kötülük ve günah kavramının zıddı olarak kullanılmış ve takvâ ile birlikte zikredilmiştir. Böylece Kur’ânî anlamda “birr”, sıdk ve takvânın, birbirini tamamlayan ahlâkî erdemler olduğu anlaşılmaktadır. Bu üç terim arasında hadislerde de aynı ilişkinin kurulduğu görülür. Meselâ bir hadiste Hz. Peygamber “… Ben sizin aranızda Allah karşısında en çok takvâ sahibi (etkå), en doğru (esdak) ve en iyi (eberr) olanınızım” buyururken, kendisini bu üç üstün nitelikle tanıtmıştır. Başka bir rivayete göre Hz. Peygamber “Size doğruluğu (sıdk) tavsiye ederim. Doğrulukla iyilik (birr) bir bütündür ve bu ikisine sahip olanlar cennettedir” buyurmuşlar

Ticaret ehlini uyaran bir hadislerinde de kıyamet gününde “füccâr” (günahkârlar) damgası yemekten, ancak müttaki davranan, iyilik eden ve dürüst iş yapan ticaret erbabının kurtulabileceklerini bildirmiştir.



Ebrar, berr isminin çoğuludur. Berr, çok iyilik yapan, güzel davranışlarda bulunan, hayır işlerken geniş olan demektir. El Berr, Allah’ın isimlerindendir. Kuran’da bildiriliyor ki, muttaki kullar cennete girip nimetler içinde huzura kavuşunca birbirlerini ziyarete giderler ve sohbet ederler. O vakit, “Allah bize lutfetti de bizi vücûdun içine işleyen kavurucu azabdan korudu. Biz bundan önce O’na dua ederdik; muhakkak O berr (iyiliği bol) ve rahîm olandır(Tûr, 28) diyerek Allah’ın bol iyiliğini, lütfunu anarlar.



Kuran-ı Kerim’de ahiret gününde iyilerle kötülerin birbirinden kesin bir şekilde ayrılacağı bildirilir. Hatta iyi kulların amel defterleri ile inkârcı günahkârların işlediği fenalıkların defterleri bile birbirinden aynı yerlerde kaydedilmektedir: “Fâcirlerin amel defterleri, Siccîn denilen yerdedir.” (Mutaffifîn: 7) “Ebrâr (ihlâs ile kulluk eden iyi kimseler) ise İlliyyûn’da kayıtlıdırlar. İlliyyûn’un ne olduğunu bilir misin? O apaçık yazılmış bir kitaptır. Ona yüksek derecelerdeki melekler şahittir.” (Mutaffifîn: 18-22)


Berr, Kuran-ı Kerim’de; anne babasına karşı itaatkâr olan, iyilik yapan, iyiliğini güzellikle, can-ı gönülden yapan manasında da kullanılır. Hz. Yahya aleyhisselam, “O anne-babasına berr idi, zorba isyankâr değildi ” (Meryem, 14-15) diye methedilir.


Hz. İsa’nın dilinden de “(İsa): “Beni bulunduğum her yerde mübarek kıldı ve sağ olduğum sürece bana namaz ve zekât’ı emretti. Ve anneme karşı berr (kıldı) beni, zorba ve şakıy kılmadı beni”. (Meryem, 31-32) dediği aktarılır. Buradan anlaşılıyor ki, birr sadece Allah’a karşı ibadet değil, Allah’ın emrettiği şekilde üzerine vazife olan iyilikleri de yapmak demektir.


Ashab-ı Kiram Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme “Birr nedir?” diye sorduğunda Efendimiz şu ayet- kerimeyi okumuşlardır:


“Birr, yüzünüzü doğu ve batı yönüne çevirmeniz değildir fakat birr Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere iman eden, sevdiği halde malı akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışa, dilenenlere ve boyunduruk altındakilere infak eden, namazı kılan ve zekâtı veren, ahidleştiklerinde ahdini yerine getirenler, zorluk hali, zarar anları ve güçlük zamanında sabredenlerdir. Onlardır sâdık olanlar ve onlar müttaki olanlardır.” (Bakara,117)


Peygamberimizin okuduğu bu ayetten anlaşılıyor ki, ebrar olmak, iman ve ibadetten başlayıp bütün vazifeleri ve faziletleri içine almaktadır. İyilerden sayılmak için malını infak etmek, başına gelene sabretmek, ahdinde sadık olmak ve Allah’a karşı takvalı olmak gerekmektedir. Demek ki ebrar, iyi kulların bütün faziletlerini içine alan en kapsamlı sıfattır. İyilik Takvalı Olmaktır


İnsanoğlu iyilik ve fazilet diye çevresinden gördüğü adetlere uyma eğilimindedir. Bazen toplumda ahlak anlayışı körü körüne taklit edilen gelenekler haline gelir. Mesela Arap örfünde yolculuktan dönen bir kişinin evine kapısından değil arkadan dolaşarak girmesi adeti vardı. Rabbimiz bize ahlaki ve iyi olan davranışların, örf ve adetleri taklit etmek değil, takva ile yani Allah korkusuyla davranmak olduğunu bildiriyor: “Evlere arkalarından gelmeniz birr değildir, ancak birr takvalı olmaktır. ” (Bakara, 189)


Kur’an’ı Kerim’de “be-ra-ra” fiili de kullanılır, manası “iyilik etti, iyi davrandı” demektir. “Allah sizi din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik ve adaletle davranmaktan alıkoymaz, Allah adaletle davrananları sever” (Mümtehine, 8) buyrularak, müminlerin iman etmiş olmayanlara karşı da iyilik yapmalarına izin verilir.


Birr, yapılan amellerde gönülden ve fedakâr olmaktır. Mesela farz olan zekât, paranın kırkta birini vermektir. Bu miktarı vermek farzdır, vermeyene azap söz konusudur. Ancak kişi daha geniş davranırsa, vazifesini en alt sınıra göre değil, genişçe yaparsa bu iyiliktir. Yahut kişi malının pek önemsemediği bir kısmını verip bu ameli başından savmak yerine; en sevdiği malını vererek, can-ı gönülden amel yaparsa bu gerçek manada iyiliktir. Allah-u Zülcelâl: “Sevdiğinizden infak etmedikçe birr’e erişemezsiniz.” (Âli İmrân, 92) buyurarak Allah’ın ebrar kullarından olmanın fedakârlık istediğini bildiriyor.


Böyle fedakârlık yapan kulların mükafatı, Allah’ın katında değerli misafirler gibi ağırlanmaktır: “Fakat Rablerinden korkan kimseler için, altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır. Onlar orada ebediyen kalırlar ve Allah katından ziyâfetlerle ağırlanırlar. Allah katındaki mükâfât ise, Ebrâr (salih kullar) için dünya menfaatinden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 198)


Allah’ın cennet ehline verdiği mükafatların en büyüğü, Allah’ın rızasını kazanmak ve Allah’ın bir daha gazap etmeyecek olmasıdır. Çünkü Allah’ın gazabını hak etme korkusu devam etseydi cennet huzur ve selamet yeri olmazdı. Cenneti asıl cennet yapan, Allah’ın rızası ve mağfiretidir. İşte ebrar kulların en büyük mükafatı, Rablerinin rızasını kazanmış olmanın sevinci ve huzurudur.


Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede iyi kullarına vereceği mükafatları ve onların bu mükafatı nasıl kazandığını İnsan suresi 5-13 ayetlerde şöyle anlatır: “Muhakkak ki Ebrâr (itaatkar ve iyi kullar), içine kâfur katılmış dolu kadehten içerler. O kâfur, Cennette bir pınardır ki, Allah’ın mü’min kulları içerler ve onu diledikleri tarafa akıtırlar. Onlar adaklarını yerine getirirler ve dehşeti her tarafı kaplayan bir günden korkarlar. Kendi canlarının çektiği yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Sizi ancak Allah rızâsı için doyuruyoruz.’ derler. ‘Sizden bir karşılık veya teşekkür beklemiyoruz. Yüzlerin asılacağı o dehşetli günde biz Rabbimizden korkarız.’ Allah onları o günün şerrinden korur Yüzlerine güzellik, gönüllerine sevinç verir.”


Bu ayetten anlıyoruz ki, ebrar, Allah’ın rızasını arayan, iyiliklerine dünyada hiçbir karşılık beklemeyen ihlaslı, samimi kullardır. Allah-u Zülcelal bizlere böyle samimi kullarla haşır neşir olmayı, onlarla beraber yaşayıp, onlarla beraber ölmeyi tavsiye ediyor. Hatta bunu nasip etmesi için Allah’a dua etmemizi bize şöyle hatırlatıyor: “Rabbimiz! Bizi “Rabbinize iman edin!” diye çağıran davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Sen de günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve bize Ebrâr (iyiler zümresi) ile birlikte ölmeyi nasip eyle.” (Âl-i İmrân, 193)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment