نماز جمعه

Tarih: 24.04.2015
Hatip: Hamburg İslam Merkezi
Başkanı Ayetullah Ramazani

 
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun.
Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

İnsan 
Hakları  evrensel beyannamesinin  üçüncü 
maddesinde tüm  insanların  yaşam, özgürlük ve güvenlik  hakkına  işaret edilmiştir. Yaşam  hakkıyla 
ilgili  olarak geçen
hutbelerde  bazı  izahatlarda 
bulunduk.  Bu  vesileyle 
hayat  hakkının  genel ve 
kuşatıcı  bir  hak 
olduğu   ve  İslamın da  
tüm  bireylerin  hayat  
hakkı  üzerinde    önemle 
durduğu anlaşılmış    oldu. Bu meyanda  şöyle 
bir  soru  gündeme 
gelmişti,  eğer  toplumda 
başka  insanların  hayat 
hakkıyla  oynayan veya  onu yok eden, 
onları  yaşamdan   mahrum bırakan ve  kasıtlı 
olarak  suçsuz insanları
öldürenler  olurlarsa  böyle  
bir   durumda,  bu 
insanlara karşı nasıl ve  ne  surette  
davranmak   ve bunlara  ne 
türlü   cezalar  vermek 
gerek?  Bu  konuda  
mutefekkirler,  hukuçular ve    ceza 
uzmanları  arasında    görüş 
ayrılıkları  vardır.  Bazıları, 
bir  kaç  sene 
cezaevine atmakla  yapılan  cinayetin 
cezasının  verilmiş  olduğunu 
savunurlarken, Buna  karşılık
olarak   diğer bazı  hukukçular  başkalarının 
hayatına  kıyanlar  için 
en şiddetli  ceza  olan 
idam  cezasının  uygulanmasını 
  uygun  görmekteler. 
Tabiki  başka  cezaları da 
ön  görenler   vardır.

Bu 
arada  İslam  açısından  
en  önemli ve  öncelikli olan  husus 
her  ne  şekilde 
olursa  olsun  bazı 
kimseler   tarafından
gerçekleştirilen  bu  tür  
cinayetlerin önünün alınmasının 
gerekliliğidir. Çünkü 
gerekli  olan  önlemler ve 
cezai tedbirler  alınmadığında  bu 
canilerin  başkalarının  hayatlarına 
kıyması  her an   muhtemeldir. 
Dolayısıyla  toplum  düzenini 
bozan, asayışı  zedeliyen ve  insanların 
hayatını  tehlikeye  atan 
bu  tür  insanlar 
hakkında vereceğimiz  izahata  dikkatle  
ölüm  cezası veya   kısas 
öngörülmüştür.

Tabiki 
verilen  cezanın  uygulaması  
talep ve  yetkisi  maktulun 
velisi veya  varisine   bırakılmıştır. Veli isterse  affeder. 
İsterse  kan bahasını alır ve  isterse de 
mahkemeden  kısasını  talep eder. Ancak  bu  tür 
insanlara  hiç  bir   şekilde 
toplumda  kendilerini  güvende hissedip    yaptıklarının da  yanlarında 
kar  kaldığına  düşünmelerine 
fırsat  tanımamak  gerek. İslam şiddetli  cezalar  
öngörerek  bu  türlü 
cezaların  baş  göstermesini 
önlemeyi  ve  insanın 
en  önemli  hakkı olan 
yaşam  hakkının  korunmasını amaçlamaktadır. Buna  binaendir 
ki  Hakk  Teala 
tüm  ilahi  şeriatlerde bu  önemli husus 
hakkında  insanlardan  taahüt almıştır.  Yani 
insanlar  haksız  olarak   
başkalarının  hayatına  kıyma 
hakkına  sahip  değillerdir. 
‘‘ Haniya, birbirinizin kanını 
dökmeyeceksiniz  ve  birbirinizi 
yurdundan  çıkarmıyacaksınız   diye 
sizden      söz  almıştık. Sonra siz de   bunu   
kabul etmiştiniz   ve  buna 
taahhüde    siz de 
şahitsiniz“  Bakara  84

İnsan  hakları evrensel beyannamesinin üçüncü  maddesinde   üzerinde 
durulan  bir  diğer  hak  da, özgürlük 
hakkııdır. Biz  bu   türübünden 
özgürlük  konusu  hakkında  
çokca  konuştuk.  Bu 
bağlamda   hatırlatmamız  gereken husus 
şudur,  İslam  insani ve 
ilahi  değerleri yaşamak ve  yaşatmak 
için özgürlüğü dillendirmekte ve 
kayıtsız  şartsız   mutlak 
özgürlüğü  insanlar  için 
zararlı  bilmektedir.
Özgürlük  kavramının suistimaline ve  yanlış 
anlaşılmammasına  dikkat  etmek 
lazım.   Yani  kişi 
ne  kadarda   sakat  ve 
yanlış  olursa  olsun 
sırf  özgür  iradesiyle    
bir  seçim  yapmıştır 
diye,   bu  davranış 
ve  seçimi  tasvib etmek veya  kabullenmek 
mümkün değildir.

İslam  yapılan 
seçimlerin insanın   onur ve  manevi 
konumuna  uygun  olarak 
şekillenmesine  büyük  önem 
atfetmektedir. İnsan  onuruna  uygun 
bir  karar ve   seçim 
tabiki   bireysel ve  toplumsal  
günahlar ve   sapmalarla  uyum arzetmez. Her  ne 
kadar  bireysel   hata ve 
günahlarda  yargı  makamları 
hatakar  insanı   muhasebeye  
çekmiyorlarsa,  ve kişi hür  iradesiyle 
yanlışlık ve  sapıklığı  seçerek kendisini  manevi ve 
ilahi   nimetlerden ve    vergilerden mahrum bırakıyorsa da, bu
durum  kanun  koyucuların  
sefahet ve  ayyaşlıkla  eş 
değer  olacak  mutlak 
bir    özgürlüğü  makul 
gördüğü  anlamına  gelmez. Yani 
kendisine  veya  başkalarına  
zarar  verecek  işleri 
özgürlülk  bahanesıyle  kişinin 
yapması  caiz   değildir. Kanunda  bunu 
makul  göremez.

Bunun içindir ki   insan 
hakları  evrensel  beyannamesinin  29 
maddesinin ikinci  şıkkında  şöyle 
denilmektedir. “Herkes, haklarının ve hürriyetlerinin
kullanılmasında, sadece, başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince
tanınması ve bunlara saygı gösterilmesi amacıyla ve ancak demokratik bir
cemiyette ahlâkın, kamu düzeninin ve genel refahın haklı icaplarını yerine
getirmek maksadıyla kanunla belirlenmiş sınırlamalara tabi tutulabilir. „

 Bu 
maddenin üçüncü  şıkkında ise  şöyle 
denmektedir. “Bu hak ve hürriyetler hiçbir veçhile Birleşmiş
Milletler’in amaç ve prensiplerine aykırı olarak kullanılamaz. „ 

Bu  beyanlardan  açık 
anlaşılan şudur: Sınırsız 
mutlak  özgürlük  dünyanın 
hiç  bir  yerinde ve 
hiç  bir  hakimiyette 
tarif edilmiş  değil. Hatta  bireysel 
özgürlükler  konusunda dahi,  bu 
özgürlüklerin 
kullanılmasının  başkasnın
rahatsızlığı ve  zarararına yol
açmaması  üzerinde  durulmuştur.

Anlatılanlara  ilaveten İslamda  bir 
hususun  daha  altı 
önemle  çizilmektedir.  Her 
ne  kadar  insan 
bireysel olarak  özgürse de,
bu  onun 
yaptığı  her şeyin  takdir 
edilip hoş  görülmesi  anlamına 
gelmez. İnsan bireysel özgürlüğünü 
kullanarak, ilahi, insani ve 
ahlaki  sınırları ihlal  ederek 
kendini  bir  çok nimetten, bu cümleden  deruni 
huzur,  kalp sükuneti ve  güvenliği, 
ruh  tahareti ve  diğer 
bir  çok  ulvi mevhibeden  mahrum bırakmış ve  kendini 
bir  çok  çeşit 
hastalık ve  müşkülata  bu cümleden 
psikolojik  krizlere,
depresyonlara, kimliksizliğe, kişiliksizliğe ve kalbi ölüme  maruz 
bırakmış  olur. Bu  insanın kendisine   verdirebileceği en büyük zarar olabilir.

Buna  binaendir ki Yüce  Allah 
şöyle  buyurmaktadır.  “Heva 
ve  hevesini  kendine ilah edinen ve  Allah’ın 
bilerek  saptırdığı, kulağını
ve  kalplerini mühürlediği ve  gözünün 
üzerine perde  çektiği  kimseyi gördün mü? Artık  Allahtan başka  kim 
onu hidayete erdirebilir.? Hala 
öğüt  almazmısınız? „ Casiye
23

Ayeti  biraz 
daha  açarsak,  şöyle 
diyebiliriz. İnsan  kendi 
heva ve  hevesine  uyup 
nefsani  eğilimlerin  kulluğu ve 
esareti  yüzünden   hakka, 
doğruluğa, saadet ve  felaha   götüren 
bir   seçim  yapma  
kudretini  elden vermiş  olur. 
Buna  karşılık  olarak, kendi 
seçiminde  ilahi ve  değersel 
prensiplere  bağlılık  gösteren 
birey  ise kendisini  hakkın yoluna adayıp,  nefis 
ile  dünyanın kayıt  ve 
bağlarından azade  olarak  gerçek 
insani hayatın   talibi  olur.

Bu  izahatla 
hayat  ile   özgürlük arasındaki  irtibat  
açıklık  kazanmış  oluyor. Çünkü 
heva  ve  hevesten azade  olmak ve sapıklıktan  kurtulmak, insanın    asil 
hayat  olan  manevi 
hayat rotasında  seyretmesine  sebebiyet 
verir. Nefsani  temayüllerden  özgürleşerek gerçek  manevi 
özgürlüğü  elde  etmiş  olur.
Buna   binaendir  ki 
Resulü  Ekrem Şaban  ayının 
son  Cuma   hutbesinde şu  beyanda  
bulunmaktadır “ Ey  insanlar
nefisleriniz amellerinizin 
ipoteğindedir, Allah’tan  
bağışlama  dileyerek   
istiğfarda   bulunarak  nefislerinizi 
özgürlüğüne  kavuşturun.„    Bihar-ul Envar c 93. Bab 46. S 356  rivayet 25

Dolayısıyla  İslam 
açısından  gerçek  özgürlük günahların  ağırlığından ve  bağından  
kurtulup iman ve  ameli  salih 
yolunda  adım atmaktaan  ibarettir. Gerçek  iman 
sayesinde  insan  oğlu    Allah’ın dışındaki  tüm 
kulluklar ve  köleliklerden  kurtulmuş 
olup  gerçek  hürriyet ve 
özgürlüğün  hazzını ve   zevkini 
almış ve  tatmış  olur. Nitekim Emir-ul  Müminin 
Ali a.s    özgürlük  hakkında  
ki  şu  veciz 
cümlesini hayatta  bir  düstur edinmek  gerek. 
‘‘ Başkasına  kul  olma 
Allah seni  özgür  yaratmıştır.“

 
Bu açıklamayla hayat  hakkı 
ile  güvenlik arasındaki  irtibat ta 
anlaşılmış  olur. Gerçek   emniyyet ve 
güvenliği birey  için  oluşan 
deruni  huzur ve  sükunette 
aramak  gerek.  Bunun da 
gereği güçlü ve  güvenilir     bir 
dayanakla  irtibat  içerisinde 
olmaktır.  İslam  dininde 
bu  dayanak   Allah 
olarak  tanımlanmaktadır.
Eğer  insanlar   Rableri ve 
yaratıcılarıyla  sağlıklı  bir  
irtibat  kurabilseler. Bu  deruni 
huzur ve  sükuneti tam  anlamıyla 
yaşıyacaklardır.  Tabiki  İslam 
biryesel  emniyyet ve  sukunetin 
yanı  sıra  toplumsal 
huzur ve  güvenliği de  büyük 
bir  önem  atfetmektedir. Ekonomik,  siyasi, kültürel ve  sosyal 
güvenliklerin tümü  toplumsal  güvenliğin aksamını  oluşturmaktadır. İslam ve  güvenlik 
ile  ilgili   Cuma   
hutbelerimizde  bu  konuyu  
detaylı  bir  şekilde 
ele  almıştık.

 
Sonuç   itibarıyla  
İslam açısından    hayat  hakkı, özgürlük  hakkı ve 
güvenlik  hakkı arasında hem   anlamsal ve 
hem de içeriksel  olarak    köklü ve 
derin  bir  irtibat 
mevcut  bulunmaktadır. İşin  gerçeği 
şudur  ki:   Manevi ve   
hakiki bir  özgürlükle  ruhi 
güvenlik ve  sükunet olmadan  insanlar 
kendi asil  hayatlarından   istenilen 
yararı  temin
edemiyeceklerdir.  İlmi ve  irfani açıdan 
gerçek  hayata  kavuşmak 
için  insan  manevi 
özgürlük  ve  ruhi  
huzur ve  sükunete sahip  olmalı. 
İnsan  hakları  evrensel 
beyannamesinde    özgürlük ve   güvenliğin  
manevi  boyutuna   yer 
verilmemiştir.  Hem  özgürlük ve 
hem de  güvenlik  hususu  
humanist   bir  yaklaşımla 
tanımlanmıştır.  Hayat  hakkı da   
bu  yaklaşımla  el alınmıştır.

Vesselamu  aleykum wa 
rahmatullahi wa  barakatuhu.

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment