Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah  Ramazani

Tarih: 09.05.14

  

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd
Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden
odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

 

Namaz, oruç, hac, humus, iyiliği  emretmek ve 
kötülüklerden  alıkoymak gibi  şer’i 
ilahi  ahkamın  felsefesi hakkında  şu 
önemli noktaya değinmek  yerinde  olacaktır. O da  şudur: Bir 
kişi  kendi  iradesiyle 
bir dini  seçtikten sonra, o dinin
kanun ve  kurallarını  da kabul 
etmek  durumundadır.  Çünkü her 
din  kendi kanun ve
kurallarıyla  tanımlanmaktadır.
Ancak  bir  kişi 
sadece  bir  dinin 
ismini  almak ve  ondan yararlanmak kastıyla   görünürde 
bir dini seçiyorsa, bu durumda değerlendirmeler  değişir. Yani 
böyle  bir  insan   
gerçek anlamda   dindar  bir müslüman değildir.   Gerçek 
anlamıyla    müslüman, İslamı
kanun ve  kurallarıyla  birlikte 
kabul  ve kendisini  ilgilendiren 
ahkamı  doğru  bir   şekilde uygulamak  için çaba 
gösteren kimsedir. Bir  dine  giren 
bir  kimsenin  durumu, bir 
kurum veya  kuruluşa veya  bir 
gruba ve topluluğa  kendi  hür iradesiyle  giren 
insanın   durumuna  benzer.  Kişi 
diye bilirmi  ki  ben 
bu  kuruma  veya topluluğa  girmişim  
ama ilgili  kanun ve  kuralları 
kabul etmiyorum. Bu  kişi
girdiği  kurum ve  kuruluşta 
hakim  olan  kanun ve 
kuralların aksine   keyfi  hareket ve 
davranışlarda bulunabilir mi?. Girdiği 
tarihten itibaren geçerli 
olan  kanun ve  kurallara 
boyun  eğmek ve uygulamak  zorundadır. Bu  kimse kuruma 
girmeden  önce    oranın 
kanun ve  kuralları  karşısında 
hiç  bir  yükümlülük taşımıyordu. Çünkü  kurumun  
kanun ve  kuralları  onu 
kapsamıyordu. Ama   o  kurumda 
çalışıp imkanlarından 
yararlanma  kararını  özgürce 
verdikten  sonra tabii  olarak 
kurumun  kanunlarına  saygılı 
olmalı ve  uygulamada  bağlılık 
göstermelidir. Bu  kişi iş  vicdanıyla 
doğru dürüst  çalışırsa    mükafatlandırılır. Eğer  ciddi 
olmayıp  lakayd ve  laubali 
davranıp   sorumluluğunu   yerine 
getirmezse bir  kaç ihtar   uyarı ve 
disiplin  cezasından  sonra  
kurumdan  atılır ve  tüm 
imkan ve  imtiyazlarından   da  mahrum kalır.

 

Bir  dini 
kabul etme hususu da  aynı  buna 
benzer. Eğer  dine  amelen bağlılık gösterip  kanun ve 
kurallarını  uygularsa,  bu dünyada 
ve  ahirette  kendisine 
vaadedilenlere  kavuşur. Bu  dünyada 
güzel  yaşar, hayatı
tayyibeye  kavuşur, kendisiyle, toplumla,
çevresi ve  Rabbiyla  barış ve 
huzur  içerisinde  yaşar. Ayrıca kişi  temiz 
ve  insanca  yaşadığından 
dolayı çevresi  ve  insanlar tarafından  da 
saygı  görüp   onurlandırılır. Ahirette de  yaptıklarının 
karşılığı  olarak  cenneti 
kazanmış  olur. Bütün
peygamberler  bu  konu 
hakkında  bizi  bilgilendirmişlerdir. Tabiki  kişi 
eğer   helal ve  harama 
riayet  ederse   hatta 
mekruhlar ve mustahab  olan
hususlarda da  titiz  davranırsa 
tabiki  O’na  daha büyük 
mükafat verilmiş  olur ve  cennet  
ehl-i  nezdinde  de 
daha  yüksek  bir 
makam   elde etmiş olur. Eğer  dini 
emir  ve  ilahi 
ahkama  bağlılık  göstermezse, 
tabiki  bir  karşılık ve 
mükafat  beklentisinde olmaması
lazım. İnsan  dünyada da,  ahirette de  
telaş ve  çabasının   karşılığını 
alacaktır. Yani  ne ekerse  onu 
biçer.  Nitekim Allahu  Teala 
buyuruyor ki: 
“Kendiniz  için  önceden 
ne  göndermiş  iseniz, hayır 
olarak  onu  Allah 
nezdine  bulacaksınız.”

 

 Eğer 
dünyada  temiz ve  insanca 
yaşamış  ise  ahirette cenneti ve  peygamberler 
ile  Allah dostlarının beraberliğini  hakketmiş 
olur.  Aksi  takdirde  
eğer  fasid, fasık, kafir
veya  muşrik  bir 
kimse  olmuş  ve 
gayrı  insani  ve  gayrı  islami 
bir  şekilde  yaşamış 
ise, pak ve  temiz  olan 
insanlarla birlikte  cennette    olmayı hakketmiş  olmaz. 
Çünkü  böylesi  bir 
insanın  aklı ve  kalbi karanlıktır, aklını ve  düşüncesini 
sağlıklı  bir  şekilde 
kullanmamıştır, dolayısıyla   
ruhi, fikri, akidevi, ahlaki ve 
ameli sağlık ve selametten 
mahrum  kalmıştır. Bu  mahrumiyet ve 
karanlığın  kendisi  bir 
nevi  cehennemdir.  Buna 
binaen  nasıl  davranmış 
ise   ona  uygun 
davranışla  karşılaşır. Yani  insan 
kendi  yanlış  düşünce, inanç, amel ve  davranışının    batınıyla içyüzüyle  karşılaşacaktır İnsanın  cennet ve 
cehennemi  onun inanç, amel
ve  ahlakına munasip  olarak 
şekillenecektir. Kıyamet ve 
ahirette   hakikatler   gün ışığı gibi  ortaya 
çıkacaktır. Nitekim  konuyla  ilgili 
olarak   Yüce Mevla  şöyle 
buyurmaktadır.  “Perdeni  senden alacağız ve  bu  gün
gözlerin  çok keskin  görecektir”    Hiç 
kimse   o  gün  
ne   bir  yalan 
konuşabilir,  ne  bir 
şeyi  saklayabilir ne de  bir 
hile ve  dolap  çevirebilir. Yer, gök, peygamberler ve  melekler   insan hakkında  şahitlikte 
bulundukları  gibi  kendi organları ve   derisi de aleyhine  tanıklıkta 
bulunacaktır.    Bunların
hepsi  Allah’ın izniyle  konuşacaklardır.   Ayeti 
kerimede şöyle  denilmektedir. 

 “Derilerine,
Ne  diye aleyhimizde tanıklık  ettiniz , derler. Onlar da  her 
şeyi  konuşturan  Allah, bizi de  konuşturdu 
derler. O  sizi  ilk defa 
yarattı ve  O’na
döndürüleceksiniz.”

Fussilet 21

 

Durum  bundan 
ibaret olduğuna  göre,  her 
kes  ilahi  vaadten nasibini alacak ve  lütfuna 
mazhar  olacak  ve  Allah’ın
azabından emanda  kalacak  şekilde  hareket 
etmelidir.   Konuyla  ilgili 
olarak   izah edilmesi  gereken 
bir  çok husus  daha 
vardır. Zilzal   suresinin    tanıklık 
ile  ilgili  ayetleri de   
ele alındığında işin 
mahiyeti  daha  iyi 
anlaşılmış  olacaktır.  “Yer bu 
gün  haberlerini konuşacaktır.’’  Surenin 
sonundaki   ayetler de  amellerimizin iç  yüzüyle 
ilgili  hakikatleri  gün 
yüzüne  çıkarmaktadır.

“Kim
zerre  ağırlığında bir  hayır yapmışsa  on görür. Kim de  zerre 
ağırlığında bir kötülük  yapmışsa,
onu  görür.”

 

 Özetle ifade 
edersek şöyle deriz:Eğer  şer’i
hükümlerle  amel edilip  ilahi kanunlara  bağlılık

Gösterilirse,  hem 
birey ve  hem  toplum 
bundan  yarar  sağlar ve insanların  hem dünya 
ve  hem de ahiret saadeti  temin edilmiş 
olur. Maalesef İslam ve 
şeriat  hakkında  çok az veya 
yüzeysel bilgilere sahip 
olan  kimseler İslam’ın ruhuyla   ve Allah’a 
kulluk  felsefesiyle  uyum 
arzetmeyen  bir  takım 
nispetlerde ve  yakıştırmalarda  bulunmaktalar.  Genel 
olarak bir  çok  çevrede 
İbrahimi dinlerin  ilahı olan Rabb-ul  Alemin  
hakkında   da  cehalet ve 
bilgisizlik  bulunmaktadır.  Çünkü 
bazıları  İbrahimin,  Musanın, 
İsa”nın  ve  Muhammed’in ilahını  farklı 
görmekteler.  Halbuki  bütün Peygamberler ve bilhassa  Ulül-azm 
olan Peygamberlerin  hepsi
mutlak  olan bir  hakikat yani  
Alim.  Kadir, Hekim ve Hayyu  hazır olan bir  ver 
tek ilah  olan Allah  c.c   
hakkında  konuşmuş  ve  
insanlığı  onun kulluğuna
çağırmışlardır…

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment