Tarih: 18.06.14
Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah Ramazani
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden
odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık
cennetin anahtarı ve cehennem
ateşine karşı ise
koruyucu siperdir.
İnsanlığın saadet ve
mutluluğu için konulmuş
olan şer’i kanun ve kurallarda
dikkat edilmesi gereken önemli
bir husus vardır
oda şudur: İnsanın yarar ve
maslahatı kendisi için belirlenmiş olan yolda ve konulmuş
olan kanunlardadır. Çünkü bizi yaratan
Rabbimiz Hakimi hekimdir.
Yani hikmet ve maslahatı
olmayan ve adaleti
öngörmeyen bir hüküm koymaz. Öte
yandan O’nun ilmi her
şeyi kuşatmıştır. Buna binaen
insana yüklemiş olduğu
sorumlulukta bir hata veya
ziyan olmaz.
İkincisi.
Sorumluluğu gerektiren şartlar
mevcut olmadıkça Allah
hiç bir kulunu
sorumlu tutmaz. Örneğin namazın
hem bireysel ve hem de
toplumsal sayısız faydaları
ve yararları bulunmaktadır. Ancak
Peygamberliğin ilk
yıllarında insanlar bu emre
amade ve hazır olmadıkları için, namaz farz
kılınmamıştı. Öte yandan bunu
da bilmek lazımdır ki İslam
kanunları hepsi bir
defada teşri olunmamıştır. İslam
ahkamı ve şer’i kanunların
konulması tedrici bir şekilde
23 senelik bir zaman diliminde konulmuştur. Çünkü kanunun
icrası ve insanların
bir çok vecibe ve ahkamla
yükümlü kılınması için gerekli
olan şartlar ve ortamın oluşması
lazım.
Üçüncü husus:
İnsanlar ahkamı ve vecibeleri tanıyacak ve
öğrenecek bir fırsatı
yakalamış olmalıdırlar. Yani kişi
bilmediği veya öğrenmek
için fırsat bulamadığı
bir konuda yükümlü
kılınamaz. Allah hiç bir
insanı, hakkında bilgisi
olmadığı bir konuda mükellef
kılmamıştır. Örneğin
Ramazn bayramı gelmeden
önce mükellef olan
kimse bayram günü
oruç tutmanın haram olduğunu bilecek
bir fırsatı yakalamış olmalı.
Yani bu hükme
vakıf olmalı. Dolayısıyla hiç kimseyi,
ahkamı açıklamadan önce
muhakemeye tabi tutamayız.
Şunuda hatırlatmak
gerekir ki İslam şeriatında
sorumlulukların belirlenmesinde, hem
mükellef ve hem de yükümlülük
ile ilgili tüm şartlar
nazarı itibara alınır. Yani hem
yükümlü Mükellef ve hem
de yükümlülük koyan
mukellif ile ilgili tüm
hususlar ve şartlar ayrıntılı bir
şekilde izah edilmeli.
Yükümlülük
konusunda şöyle denmektedir:
Allah’ın koyduğu sorumluluk
hiç bir fesad, çirkinlik ve zarar
unsuru içermemelidir. Allah’ın sorumluluk
ile ilgili hitabı, zaman açısından sorumluluğun
yerine getirilmesinden önceliklidir. Bu şu anlama gelmektedir: Mukellif Yani Rabbul-Alemin mükellef
olan insana hem teklifini ve hemde
mükellefiyetin sorumluluğun
ecza, erkan ve şartlarını bilme
ve tanıma fırsatı
vermelidir.
Mükellef konusunda iki
hususa dikat etmek gerek.
a Kişi güç yettiremiyeceği bir şeyle
sorumlu tutulmaz. Bir başka
ifadeyle güç yettirebileceği şeyle mükellef
kılınmalıdır
b Sorumluluk güzel
ve iyi
olmanın yanı sıra, tercihe
şayan olmalı. Yani
onda kesinlikle insan için
fayda ve yarar
olmalı. Bu durumda sorumluluk “vacip” olur. Faydası gerekli ve lazım
olan türden olmayan sorumluluk “mustehab” kategorisinde
yer alır.
Tabiki eğer bir
işi yapmak lazım ise, onu terk etmek
zarar ve ziyana sebeb
verir. Bu durumda o işi
yapmamak haram olur. Bu durumda insan bu haramı işlememeli.
Herhalukarda bir sorumluluğu yerine
getirecek bir tercih
sebebinin olması lazım.
Sorumluluğu koyanın
taşıması gereken şartlar.a O işin zararı ve yararına tamamen vakıf olmalı. Bir
başka ifadeyle eylemin amelin sıfatlarını bilmeli. Yani çirkin ve
kötü olan şeyi emretmemeli. Bir başka
ifadeyle mükellefin yarar ve
maslahatına olanı emretmeli ve
zararına olan çirkin ve iğrenç
şeylerden de alıkoymalıdır.b Mükellif sorumlu kılan
her işin mükafat ve cezasına vakıf olmalıdır ki hiç
kimsenin hakkından mahrum
kalmaması için karşılık verdiğinde
adil olmalıdır.c Sorumlu kılan kötü ve
çirkin olan şeylerden uzak
durmalı. Onun için çirkin olan işler O2nun canibinden muhal olmalı
ki itaat ehline karşılığını
vermekte taksir etmesin.
Mükellef kılınanda
aranması gereken şartlar ise
şunlardı
a Mükellef akıllı
olmalı
b Hayatta olmalı, baliğ olup, özgür iradesini
kullanabilmeli
c Sorumluluğu yerine
getirmek istediğinde, bunu yapacak güce
sahip olmalı
d Sorumluluğu hakkında gerekli olan
bilgiye sahip olmali
Bazı uzmanlar
bu şartların açıklamasında şöyle diyorlar: Araştırmacılar genel anlamda
mükellefiyet sorumluluk için dört
şartı ön görmekteler. Akıl, büluğ cismi ve
ruhi erginlik güç ve ilim. Tabiki
bu ön şartlar aynı
değildir. Aralarında fark vardır. Şu
anlamda; Büluğ ve akıl mükellefiyetin sorumlu kılınmanın asıl şartlarını oluşturmaktadır. Çünkü akıl ve
baliğ olmayan kimse
için bir sorumluluk
söz konusu değildir. Dolayısıyla onlar için herhangi bir
hükum konulmaz. Şartlardan
biri de güç tür
İnşa makamında güçlü ve aciz
mükellef kılınır ancak amel makamında sadece akıl
baliğ ve güçlü olan
mükellef kılınır. Tabiki hür
iradeyi de nazarı itibara almak
gerek. Amel makamında
eğer o ameli yapacak güç ve imkan varsa, kişi muhatab ve mükelleftir. Cahil ve alim her iki
tip insan da mükelleftirler. Ancak cahil bilmesi
gereken hususları öğrenme imkanı yakalamayıncaya kadar mazeretli kabul edilir.
Sorumluluğunu yerine getirmemekten dolayı da
ceza görmez.
Mükellefiyet için öngörülen tüm
şartları dikkatle incelediğimizde
şu sonuca varıyoruz. İslam teklifin sorumluluğun
tüm şartlarına özenle teveccüh
etmektedir. Bütün şartları göz
önüne alarak semavi
şeriatıyla insanlara yolu açıklamakta,
kurtuluş ve saadeti için vazifesini
belirlemektedir.
Buna binaen
eğer kişi dünya
ve ahiret saadetini yakalamak ve tekamule
varmak istiyorsa, şeriatta belirlendiği
şekliyle ülvi hedef ve
maksatlara ulaşmak için
çaba göstermelidir. Öte yandan tabi
insan bu ilahi
emirlerden hiç birini yerine
getirmeme hususunda da özgür ve
serbesttir. Yani hür irade belirleyicidir. Bu durumda
ne toplumda huzur
ve asayış olur ve
ne de kişi
dünya ve ahirette her hangi
bir mükafat görür. Gerçek
anlamda dünya ve ahiret
mutluluğu da söz konusu olamaz. Çünkü
insanların dinden ve dini
değerlerden uzaklaşmasıyla,
toplumda Allah’ın ismi ve zikri
kalkmış olacaktır. Bu
durumda hayat her
kes için sıkıntılı
olacaktır. Çünkü Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmaktadır: “ Beni
hatırlamaktan yüz çeviren için sıkıntılı bir hayat
olacaktır” Tabiki dini
değerlerden uzaklaşmak, kişinin nefsani
eğilimler ve şeytani isteklerin
peşine takılmasını beraberinde
getirir. Akabinde Ahlaki
erdemler yerini rezaletler ve kötülüklere
terkedecektir. Böylesi bir durumda
tabiki toplum hayatı
Tayyibeye doğru hareket etmiyecektir.