Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun.
Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

İslam 
şeriatı  ile  ilgili 
bir  diğer  önemli 
husus  ise  şudur: 
Bir  müslüman  kendi 
sorumluluğunu  idrak edip
onunla  amel ettiğinde, bir  yandan 
bir  hakkı eda etmiş  olur. Öte 
yandanda  bir  hak 
kazanmış  olur. Her  sorumluluk 
karşılığında  bir  hakkı 
beraberinde  getirir.
Konumuzun  tekmili  için 
bu husus  hakkında  da 
konuşmamız  lazım.  Hak ve 
sorumluluk  arasındaki  irtibata 
açıklık kazandırmak   büyük  bir  önem 
arzetmektedir.

Teklif sorumluluk ve  hak 
kavramları üzerinde 
yoğunlaştığımızda bu  iki  kavram arasında  bir 
anlamda  mutemmim  cüz 
kuralının   geçerli  olduğunu 
göreceğiz. Teklif sorumluluk kavramının  anlamını   
idrak   etmek  için  hak
 kavramını  anlamaya 
ihtiyaç  vardır. Tersi  de  söz
konusu.  Hak  mefhumunu  anlamak 
için   sorumluluk   mefhumunu 
kavramak lazım.  Bazıları  hak 
ve  sorumluluk  arasındaki  
mutemmim  cüz mutekabiliyet
irtibatını   baba 
oğul arasındaki  irtiabata  benzetmekteler. Yani  çocuk 
babasız  bir  anlam 
ifade etmediği  gibi,  hak ta 
sorumluluk ve  sorumlulukta  hak 
olmadan  fazla  bir 
anlam taşımamaktadır.1 

Bazıları  
da  hak ve  sorumluluğu 
bir  madalyonun  iki 
yüzü olarak  tanımlamışlardır.2  Bazı  İslam
alim  ve 
düşünürleri  ise  hak  ve  sorumluluk 
hakkında  şu  kanaatı 
taşımaktalar:

Mukellefiyet, 
kişinin  bir  işi 
yapmak  veya   yapmamakla 
sorumlu  kılınmış  olmasıdır 
ve  hak   mefhumuyla 
mutekabiliyet  esasına  dayalı 
bir  irtibatı  bulunmaktadır. Yani  her  hak
 bir 
sorumluluğu ve  her  sorumluluk ta  bir  hakkı  beraberinde 
getirir. Tabiki  şu  ince 
farkı  da gözden kaçırmamak  gerek. Hakkı 
kullanıp kullanmama  veya  yararlanıp 
yararlanmama  konusunda  kişi 
muhtar hür dır. Bir  başka  ifadeyle 
hak  konusunda  özgür 
irade  belirleyicidir.  Ama 
mukellefiyet sorumluluk  
konusunda durum  böyle değildir.
Her  ne 
kadar  uygulamada  kişi 
sorumlu  davranıp  davranmama 
konusunda  serbest  ise 
de  ancak  sorumluluğu 
kabul edip  etmeme   konusunda 
özgür  iradesini  kullanma 
yetkisi  yoktur.Yani   kişiye 
namaz  kılıp veya  kılmaması 
sorulmaz.3 Tabiki  başka  yerde de  
değindiğimiz  üzere “ Hukuki kanun
ve düzenlemelerde  her  sorumluluk  
sorumlu  kimseler  için 
öngörülmüş  olan  bir 
takım haklar doğuruyor. Aynı 
şekilde  her  hak da 
hak  sahibi için  bir 
takım yükümlülükler  getirmektedir.
Bu hususlara  dikkatle  hak ve 
yükümlülüğün mükellefiyetin bir   
madalyonun  iki  yüzü 
veya  bir  diğerinin 
mütemmim  cüz’ü olduğunu söyleyebiliriz.  Bir 
kimsenin şu şeyden yararlanma 
hakkına  sahip  olduğunu 
söylediğimizde, bu  başkalarının
onun  hakkına  saygı 
göstermekle  yükümlü  oldukları 
anlamına  gelmektedir.4 

 Dikkat 
edilmesi  gereken  bir 
diğer  husus  ta şudur: İslam  şeriatında insanların haklarıyla  yükümlülükleri mukellefiyetleri   arasında 
sıkı  sıkıya  bir 
irtibat  bulunmaktadır.  Öyleki 
bu  iki  hususu 
birbirinden ayrı  olarak  düşünmek ve 
tahlil etmek  mümkün  değildir. Bu 
oldukça  önemli  olan 
bir  husustur  ve 
farklı  boyutları  üzerinde 
yoğunlaşmak  gerek. Çünkü  günümüzde 
bazı  insanlar   yanlış 
bir  algıyla, özgürlük  hakkını 
kullanma  bahanesiyle,  kendi 
yükümlülük ve 
sorumluluklarını  ihlal  etmeketeler. 
Halbuki  nerede  bir 
hak  var  ise 
ona  munasip ve  uygun olarak 
bir  sorumluluk ta  mevcut 
bulunmaktadır. Örneğin  eğer  insanların 
özgürlük  hakkı  resmen 
tanınmış  ise, kesinlikle  o 
hakka   munasib  sorumluluk ta 
mevcut  bulunmaktadır.  İnsanların  
fikir düşünce ve  beyan  özgürlüğü 
resmen  tanınmışsa  bu  hak,  insan 
onuru ve  yaşam  çevresinin 
şartlarına aykırı düşmeyecek 
şekilde  tanımlanmıştır. Yani  özgürlük 
hakkı  kullanıldığında  insan 
varlığının  en  değerli ve 
şerefli unsuru  olan  onur ve 
haysiyetinin  korunması ve   tarif 
edilmiş hem  maddi ve  manevi 
hem de    bireysel ve  toplumsal haklara  saygı 
gösterilmesi  lazım.  Düşünce 
özgürlüğü kişinin  istediği  herşeyi pervasızca ve  keyfi 
her  metod ve  yöntemle 
dile  getirmesi  anlamına 
gelmemektedir.  Dolayısıyla  İslam 
şeriatında, insanların kendi 
haklarını  ve    yükümlülüklerini  hedeflenmiş 
tekamul ve  saadeti elde  etmek 
yönünde  kullanmalarıı  temin etmek için,   zaman ve 
mekan  şartlarına  uygun 
bir  takım  ahkam 
öngörülmüştür.

 

İnsanlar,  adilane ve 
hekimane   tutum ve
davranışlar  sergilemek   ve 
herkesin  kendi  hakkına  
kavuşmalarını  sağlamak için  çabaladıklarında, hak  ile   sorumluluk
arasındaki  irtibata  teveccüh etmek  anlam 
kazanmış  olur. Toplum  bireylerinin 
zor ve  kaba  kuvvetle sömürülüp  istismar 
edildikleri toplumlarda güç sahipleri hakkı  kendilerine 
munhasır  bilmekte  ayrımcılık 
yapmakta  ve  kolaylıkla 
başkalarını  haklarını  ihlel edebilmekteler. Buna  binaendir ki Emir-ul  Müminin hak 
ile  sorumluluk arasında kopması  mümkün 
olmayan  bir  irtibat  ve 
mukabiliyeti  vurgulamakta,  yani 
biri  olmadan  diğerinin 
tahakkuk  etmesinin   mümkün olmayacağını  beyan 
buyurmaktadır. Buna
binaendir  ki  İmam  
Ali  Hazretleri  konuyla 
ilgili  olarak Nehc-ül  Belağede 
şöyle  buyurmaktadır. 

  Allah
işlerinizin sebebiyle üzerinizde 
benim  için  bir 
hak karar  kılmıştır. Benim  sizin 
üzerinizde  hakkım olduğu  gibi, sizin de  benim üzerimde hakkınız  var. Hak nitelendirmede  en 
geniş,  amel  makamında 
ise  en dar  olan bir 
şeydir.  Haklar karşılıklıdır.
Başkasının  üzerinde hakkı  olanın, başkasınında  onun üzerinde 
hakkı  vardır.  Başkasının 
kendi  üzerinde hakkı  olanın da 
başkası üzerinde  hakkı  vardır. Birisinin  üzerinde 
hakkı  olan, ama   başkasının 
kendi  üzerinde hakkı  olmayan 
olsaydı,  bu yarattıkları  değil, ancak 
her türlü   noksan  sıfatlardan 
münezzeh  olan Allah  olurdu. Zira 
kulları  üzerinde  güç 
sahibi ve  her  işi 
adaletiyle  icra eden odur.  Ama 
münezzeh  olan Allah’ın
kulları  üzerindeki  hakkı, kullarının  kendisine 
itaat etmesidir. Buna 
karşılık  o lutfüyla onların  yaptıklarını kat  kat sevapla 
mükafatlandırmasını,  ehli  olana 
da  artırarak genişlik  vermesini 
bir  hak  bilmiştir.” 

Halk ve  yöneticiler  karşılıklı 
olarak birbirlerinin 
haklarına  riayet  ettiklerinde, raiyet  yöneticinin 
hakkına ve  yönetici de  raiyetin 
hakkına  saygı gösterdiğinde,
toplumda  hak izzet  kazanmış ve 
yerini  bulmuş,  dinin 
emir ve  öğretileri uygulanmış,  adalet 
teessüs  etmiş ve  Sünneti 
Nebevi  ihya  edilmiş  
ve  insanların  hayatı ıslah edilip  düzene sokulmuş  olur. 

Bu  kısa  izahattan anlaşılan  şudur: hak ve 
sorumluluk arasındaki mukabiliyet esası 
geneldir. Bu  mukabiliyet   yalnızca 
yönetenler ve  yönetilenlerle  sınırlı 
değildir. Nitekim  konuyla  ilgili 
olarak İmam  Ali a.s   bir 
başka  beyanında  şöyle   
diyor:  “ Yüce Allah, ayrıca
insanların  birbirleri üzerinde  olan haklarını da  düzenlemiştir. Çeşitli  yönleriyle 
o  hakları  eşit 
kılmış,  bazılarının  varlığını diğer  bazılarına 
başlamıştır. Biri  ancak  öbürü 
yapılınca  yapılmalıdır. Bu haklardan  Allah’ın 
farz  kıldığının en büyüğü,  emir 
sahibinin tebaası, tebaanın da emir yetki   sahibi üzerindeki  hakkıdır. Bu hakkı  eda etmeyi 
Allah  her  iki 
tarafa da  farz kılmıştır ve  bunu 
onların uzlaşmasını  temin eden,
dinlerinin  yücelip güçlenmesini  sağlayan 
bir  vesile  kılmıştır. Halk  ancak 
emir   yetki   sahipleri islah  olunca 
düzelir.  Emir  sahipleri 
de ancak   halkın  doğru olmasıyla  düzelir.’’ 6

 Sözün  özü: Yüce 
Allah  toplumda bir  takım 
hak ve  sorumlulukları  teşri 
buyurmuştur. Çünkü  toplum  birey ve 
katmanları  bribirleriyle  dengeli ve sıkı  sıkıya 
bir irtibat ve ilişki 
içerisinde  bulunmaktalar. Bu  haklar 
birbirlerini doğurur.  Biri  olmadan diğeri  şekillenmez. 

Vesselamu aleykum wa rahmatullahi wa 
barakatuhu

 

 

 

1-Muhammed Ali Muvahhed, Hak ve Adalet 
Hevesiyle, s 35

2-Muhammed  Cafer  lengerudi Hukuk  Terminolojisi, s 1403

3-Ayetullah Cevvad Amuli Felsefe  ve
İnsan Hakları,  s75.76

4-Hukuk Felsefesi 24

5-Nehc-ül Belağe  216

6-Aynı  Kaynak

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment