Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ MUSA’NIN HAYATI 4
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
HAZRETİ MUSANIN HAYATINDA ÜÇÜNCÜ DÖNEM: MISIRA GERİ DÖNÜŞ, MESAJIN BAŞLANGICI
Hazreti Musa mısıra geri dönerken gece kararnlığında yolunu kaybetti, hangi yöne gideceğini
Bilmiyordu. Karanlık çükünce tam bir şaşkınlık içerisinde doğru yolu bulma arayışına kozulmui iken uzakta bir ateş gördü. Ateşe doğru illerleyip geceyi sıcak geçirmek için bir ateş yakmak için ateşten bir kor almak için ateş tarafına gidince Allahtan şu hitabı işitmiş oldu.
- وَهَلْ اَتٰيكَ حَدٖيثُ مُوسٰىۘ
- اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّٖٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّٖٓي اٰتٖيكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
- فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
- اِنّٖٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىؕ
- وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى
„“Mûsâ ile ilgili bilgi sana erişti mi?
Hani o bir ateş görmüş ve ailesine şöyle demişti: “Siz bekleyin, (şu uzakta) bir ateş bulunduğunu farkettim; belki ondan size bir kor parçası getiririm veya ateşin başında bir kılavuz bulurum.” Onun yanına geldiğinde kendisine “ey Mûsâ!” diye seslenildi.
“İyi bil ki ben, evet yalnız ben senin rabbinim; artık pabuçlarını çıkar, çünkü şu anda kutsal vadide, Tuvâ’dasın. Ben seni seçtim, şimdi vahyedilecek olana kulak ver. „
Kur’an’ın başka sûrelerinde verilen bilgilerle beraber değerlendirildiğinde 10. âyette, Hz. Mûsâ’nın Medyen’de sekiz (veya on) yıl kayınpederinin yanında çalıştıktan sonra ailesiyle birlikte Mısır’a gitmek üzere yola çıktığı günlerden söz edildiği anlaşılmaktadır. Tefsirlerde bu olayın soğuk bir kış gecesinde ve Mûsâ’nın yolunu kaybettiği bir sırada meydana geldiği, ateş zannettiği ışığın gerçekte ilâhî nur olduğu belirtilir. Burada önemli olan, onun bir ışık görmesinin sağlanması ve bunun ilâhî huzura çağırılmasına vesile kılınmasıdır. Hz. Mûsâ bu mazhariyete eriştikten sonra, ( Taha suresi 11-24. âyetlerde belirtildiği üzere) kendisine vahiy gelmiş, mûcizelerle donatıldığı kendisine gösterilip Firavun’a gitmesi istenmiştir. Tevrat’ta Mûsâ’nın ateş görmesi olayı şöyle anlatılır: “Ve rabbin meleği bir çalı ortasında ateş alevinde ona göründü; ve gördü, ve çalı tükenmiyordu; ve Mûsâ dedi: Şimdi döneyim, ve bu büyük manzarayı göreyim, çalı niçin yanıp tükenmiyor…” (Çıkış, 3/2-3).
- âyette Hz. Mûsâ’dan niçin pabuçlarını çıkarmasının istendiği açıklanırken bazı müfessirler pabuçların yapıldığı malzeme üzerinde durmuşlarsa da, daha çok ayaklarının o kutsal mekâna doğrudan temas etmesinin ve bereketinden nasiplenmesinin istendiği yorumu tercih edilmiştir. Fakat burada ilâhî vahye muhatap olacak olan Mûsâ’nın kendisini ruhen buna hazırlamasının amaçlandığı, dolayısıyla kendisine çeki düzen vermesi ve daha özel bir saygı göstermesi için uyarıldığı söylenebilir.. Âyetin son kısmına “Sen iki defa kutlu kılınmış vadidesin” mânasını veren Esed, âyetteki “tuvâ” (diğer okunuşuyla “tıvâ”) kelimesiyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: Ne var ki bazı müfessirler bu kelimenin “kutlu kılınan vadi”nin ismi olduğunu söylemişlerdir. Oysa Zemahşerî, “iki kere yapılan” anlamındaki tuvan yahut tıvan tabirinden yola çıkarak, sözcüğü “iki kere” anlamına yormuştur; yani “iki kere kutsanmış” yahut “iki kere kutlu kılınmış” (II, 624, 625). Halbuki Zemahşerî önce bu kelimenin yer adı olmasına ilişkin yoruma temas etmekte, daha sonra “İki defa anlamına geldiği de söylenmiştir”
- اِنَّـنٖٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْنٖيۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْرٖي
- اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَ كَادُ اُخْفٖيهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
“Kuşkusuz ben, yalnız ben Allahım. Benden başka tanrı yoktur. O halde bana kulluk et, beni hatırında tutmak için namazı kıl.”
“Onun vaktini herkesten gizlemiş olsam da, her bir kişinin yapıp ettiğinin karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka gelecektir.”
“Ona inanmayan ve kendi tutkularının peşinden gidenler sakın seni ona inanmaktan alıkoymasın, sonra sen de helâk olursun! „
- âyetin “Beni hatırında tutmak için namazı kıl” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “Hatırladığında namazı kıl” mânası da verilmiş ve bu yorum Hz. Peygamber’in “Bir namazı unutan kimse hatırladığında onu kılsın” buyurduktan sonra bu âyeti okuduğu rivayetiyle hadis alimleri, bu yaklaşımı desteklenmeye çalışmışlardır.. Fakat âyetin lafzına göre ilk mânanın daha kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz.
- âyetteki “onu âdeta kendimden bile gizliyorsam da” diye çevirdiğimiz kıyamet günüyle ilgili yan cümle için değişik açıklamalar yapılmış, bu arada cümleye “Onu neredeyse açıklayacağım” mânası da verilmiştir. Fakat müfessirlerin çoğu, bu ifadenin Arap dilinde bilinen bir üslûp (mübalağa) olduğu, bizim tercih ettiğimiz “Âdeta kendimden dahi gizlemekteyim” anlamını taşıdığı ve Allah’ın bu bilgiyi kimseye vermediğini, o günün ansızın gelip çatacağını belirtmeyi hedeflediği kanaatindedir. Bu âyetin “Herkes yapıp ettiğinin karşılığını görsün diye” şeklinde çevirdiğimiz kısmıyla bilinçli çabaların kastedildiği ve dolayısıyla –ahlâken iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın– elde olmadan yapılan eylemlerle farkında olmadan yapılan ihmallerin hariç tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu ilkeyi Hz. Mûsâ’nın kıssasını anlatırken telaffuz etmekle Kur’an, bütün gerçek dinlerin temelinde yatan ahlâkî kavram ve öğretilerin özde hep aynı olduğunu vurgulamaktadır
Dikkat edilirse yukarıdaki Taha suresi 13.14.15 ve16 Ayetlerde, dinin temel esasları olan tevhid. Peygamberlik ve ahiret inancı işlenmiştir.. Bunun yanında kulluğun da yanlızca Allaha yapılacağının ve nefsi ihtiras ve tutkular peşinde olan zailm, zorba ve heves perestlerin kendisini Allahtan gafil kılmaması ve istikametten uzaklaştırmamasının altı çizilmiştir.
MUCİZE
Hazreti Musanın mucizelerine değinmeden önce İslam Litertauründe mucizenin tanımı hakkında kısaca bir durmakta fayda vardır.
İslam Literatürde mûcizenin, nübüvvetini ileri süren kişinin doğruluğunu ispatlayabilmesi için bazı özellikleri üzerinde durulur. Bunlar, kanıt olarak gösterilen hârikulâde olayın karışıklığa sebebiyet vermemesi için bizzat iddia sahibinin doğruluğuna işaret edecek tarzda meydana gelmesi, ya doğrudan yahut dolaylı biçimde ilâhî bir fiil olması, olağan üstü bir şekilde zuhur etmesi, peygamberlik iddiası ve tehaddî ile birlikte vuku bulması, peygamberin güvenilirliğini zedeleyecek bir şüphe taşımaması ve nübüvvet iddiasının ardından gerçekleşmesi gibi hususlardır. Mûcizenin özellikleri arasında iki temel husus öne çıkar. Birincisi ilâhî fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği hârikulâde olaya mûcize denmez. İkincisi de mûcizenin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur etmesidir.
Kur’an’da değişik vesilelerle değinildiği üzere Hz. Mûsâ Firavun’a gönderilirken asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –kendisi esmer tenli olduğu halde– hastalık vb. bir sebeple olmaksızın elinin bembeyaz çıkması şeklinde iki mûcize ile desteklenmişti (ayrıca bk. A‘râf 7/106-108; Kasas 28/31-32). 19-22. âyetlerde bunlara temas edildikten sonra 23. âyette bununla öncelikle Hz. Mûsâ’nın Allah’ın kudretine olan inancının pekiştirilmesinin amaçlandığı ifade edilmektedir. Hazreti Musa’nın mucizesi konusunda Tevratta şöyle denilmektedir: “Musa Rabbe dediki: Eğer İsrail oğulları söylediklerime inanmaz ve kulak vermeyip Rabbin sana nasıl tecelli ettiğini bilmek isytiyoruz dediklerinde ben onlara ne cevap vereyim. Allah şöyle buyurdu.
- وَمَا تِلْكَ بِيَمٖينِكَ يَا مُوسٰى
- قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَمٖي وَلِيَ فٖيهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
- قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
- فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
- قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْࣞ سَنُعٖيدُهَا سٖيرَتَهَا الْاُو۫لٰى
- وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
“Nedir o sağ elindeki, ey Mûsâ?”
Dedi ki: “O benim asâmdır. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim, ona başkaca ihtiyaçlarım da var.”
Allah buyurdu: “Onu yere at ey Mûsâ!”
Hemen attı. Bir de ne görsün, o akıp giden bir yılan oluvermiş!
Allah, “Tut onu ve korkma, biz onu hemen eski haline döndüreceğiz” buyurdu.
“Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık yüzünden olmaksızın, bir başka mûcize olarak elin bembeyaz çıkacaktır.
Böylece sana büyük mûcizelerimizden bir kısmını göstermiş olalım.
Onlara birinci mucizeyi göster, iman edip yakin hasıl etmezlerse ikinci mucizeyi göster. Onada inanmazlarsa Nil nehirinden su al ve karaya at, su kana dönüşecektir. ( Tevrat.çıkış 4.8.9)
Tevratta bu aşamada üçüncü bir mucizeden daha söz edilmektedir. Ancak Kur’an başlangıçta iki mucizeden bahsetmektedir.
ALLAH MUSAYA FİRAVUNA GİTMESİNİ EMREDİYOR
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى
Firavuna git kuşkusuz o haddini aşmıştır.
Allah dinin temel esaslarını, yani tevhid, peygamberlik, ahiret ve kulluğu Hazreti Musaya öğrettikten sonra, Firavunu Allahın dinine davet etmek ve zulmüne son verdirmek ve Firavunla mucadele etmek için, Ona gidip davettte bulunmakla görevlendirmektedir. Musa, hem iyi bir hatıplık tecrubesi olmadığından ve öte yandan kıptilerden birini öldürmüş olduğundan dolayı ciddi bir tedirginlik ve kaygı taşıyordu. Dolayısıyla Allah’tan güçlü bir hitabet, göğüs genişliği ve dayanma gücü ve kardeşi harunla desteklenmesini Yüce Allahtan talep etmektedir. Konuyla ilgili olarak Kur’anı Kerim şöyle buyurmaktadır.
- قَالَ: رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي؛ وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي؛ وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي؛ يَفْقَهُوا قَوْلِي؛ وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي؛ هَارُونَ أَخِي؛ اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي؛ وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي؛ كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا؛ وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا؛ إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا ﴿طه:۲۵-۳۵﴾
Mûsâ “Rabbim!” dedi, “Gönlüme ferahlık ver ( göğsümü genişlet). İşimi bana kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz, Ki sözümü iyi anlasınlar. Yakınlarımdan birini bana yardımcı ver. Kardeşim Hârûn’u. Onunla gücümü pekiştir. Onu da görevime ortak et. Ta ki seni bol bol tesbih edelim. Ve seni çok analım. Kuşkusuz sen bizi görmektesin.”
Bu âyetlerde, başta Resûl-i Ekrem olmak üzere Allah’ın birliği inancına çağrıda bulunacak bütün tebliğ insanlarına, hangi şartlar altında olursa olsun, Allah’a olan güveni bir an bile yitirmemek gerektiği fikri, Hz. Mûsâ’nın hayatından kesitler verilerek telkin edilmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ kendisine verilen görevin ağırlığı karşısında başarısız olmaktan endişelenmiş, ama yine rabbinin engin lutfuna sığınmıştı. Allah da ona, bu vazifeyi başarıyla yerine getirebilmesi için gönlünün ferahlatılması, zihninin açılması, işinin kolaylaştırılması, diline açıklık verilmesi ve yakınlarından bir yardımcıyla desteklenmesi hususundaki dileklerinin kabul edildiğini bildirmiş, hemen ardından da kendisinin bu günlere nasıl geldiğini hatırlatmıştır. Firavun gibi kendisini insanların tanrısı sayacak kadar onları küçümseyen bir kibir âbidesinin yanına yaklaşıp diyalog kurabilmek kolay değildi. Cenâb-ı Allah Mûsâ’nın Firavun ailesi içinde yetişmesini sağlamak suretiyle ona bu imkânı çok önceden hazırlamıştı. Buna rağmen Hz. Mûsâ yüklendiği görevin ne kadar ağır olduğunun bilinci içinde endişelerini ifade etmekten ve rabbinden yardım dilemekten geri durmadı.
Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın duasında yer alan “dilimden düğümü çöz” ifadesiyle neyin kastedildiği açıklanırken genellikle şu olay aktarılır: Mûsâ henüz küçükken, eşi Firavun’dan onu kucağına alıp sevmesini ister, Firavun bunu yapar, fakat Mûsâ onun sakalını yolar. Bunun üzerine Firavun “bu bana düşman!” diye haykırıp cellâtlarını çağırır. Karısı Firavun’un öfkesini yatıştırmak için onun henüz aklının ermediğini söyler ve bunu ispat için önüne, birinde mücevher diğerinde ateş bulunan iki kap koymasını önerir. Bu öneri uygulanır. Mûsâ elini içinde ateş bulunan kaba uzatıp bir kor parçasını ağzına götürür, böylece öldürülmekten kurtulur. Bu rivayeti aktaran müfessirler, 27. âyette, bu olaydan sonra Mûsâ’nın dilinde meydana gelen ârızaya ve bunun yol açtığı konuşma zorluğuna işaret bulunduğunu kaydederler (bk. Taberî, XVI, 159). Başka bir âyette belirtildiğine göre Mûsâ bu görevde kardeşi Hârûn’la desteklenmesini isterken onun kendisinden daha iyi konuştuğunu ifade ediyordu (Kasas 28/34).Yine bu bilgi ile paralellik taşıyan Tevrat’taki bir ifadeye göre Hârûn iyi bir hatip idi (Çıkış, 4/14). Fakat Hz. Mûsâ’nın bu dileği 28. âyette belirtilen gerekçe ve Mûsâ’nın yanı sıra Hârûn’un da Firavun’a tebliğde bulunmanın zorluklarıyla ilgili kaygılar taşıdığını gösteren 45. âyet ışığında incelendiğinde, onun kendisindeki fizyolojik bir ârızaya değil, üstlendiği görevin ağırlığı karşısında duyduğu sorumluluk duygusunun oluşturduğu psikolojik duruma ve bu konudaki endişelerine işaret etmek istediği anlaşılmaktadır.