Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ YUSUFUN HAYATI 8
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Hazreti Yusufun Kıssasından dersler: 14 Yargıda Adalet
Yusuf suresindeki adil yargı hususuna geçmeden önce İslamda yargı. Kaza ve hüküm hususları hakkında kısa bir izahatta bulunmamız icab edecektir.
İslam hukukunda yargı iki terim ile ifade edilir: Kaza ve hüküm. Bu iki kelimenin sözlük anlamları farklı olsa da, terim olarak aynı manayı ifade ederler. Sözlükte yargı (kaza) kelimesi (çoğulu akdiye), kesip atmak (=kat’), işi bitirmek (=fasl), karar vermek (=hüküm) gibi anlamlara gelir. Terim olarak yargı, “hüküm ve Hâkimlik” veya “kamu otoritesinden çıkan bağlayıcı söz” demektir. Ünlü bilgin İbn Rüşd’e göre yargı (kaza), “bağlayıcı (ilzam edecek) şekilde hukuki hükümden haber vermektir”. Yargı kelimesi ile yasama ve yürütme dışında kalan “adli düzen” ifade edilmek istenir.
Kaza kelimesinin yerine kullandığımız yargı kelimesi, aslında kaza kelimesini tamamen karşılamaz. Kaza kelimesi, “eda”nın zıddı olarak, “evvelce ihmal edilmiş bir görevin yerine getirilmesi” anlamına gelmektedir. Yani hak yerine gelmemiş olduğu için hakkı tutup yerli yerine koymak ve adaleti gerçekleştirmeye kaza (yargı) denilmiştir. Kaza kelimesi, kaderle bağlantılı, “bütün varlığa göre, onların birbirini takip etmesinde Allah’ın ebedi ve külli takdiri” manasına da gelmektedir. Belirtilen nedenle doğruyu eğriden ayırmak gibi anlamlara gelen yargı kelimesi, kaza kelimesine göre, daha dardır.
“Hükm” kelimesi, Arapça’da, yasaklamak (men’ etmek) anlamına gelir; “sefihe hüküm verildi” demek, tasarruftan yasaklanması demektir; zalimi, zulümden men’ ettiği için, bunu yapana hâkim denilmiştir. Hükm kelimesi, “problemleri çözmek” anlamına gelmektedir. Hekim, hâkim demektir. Hekim, hikmet sahibi anlamına da gelir. Hüküm kelimesinde, bilim, hukuk ve adaletle hükmetmek manaları da vardır. Kur’an’da yargı (kaza) kelimesi dört ayrı anlamda kullanılır: Birincisi, yaratmak manasında kullanılmıştır (Fussilet/41, 12: “O, yedi göğü yarattı”). İkincisi bildirmek manasındadır (İsra/17, 4: “O, Kitapta Ben-i İsrail’e bildirdi”). Üçüncüsü hüküm anlamında kullanılmıştır (Gafir/40, 20: “Allah, hakk ile hüküm verir”). Ve sonuncusu emretmek anlamındadır (İsra/17, 23: “Rabbin, sadece kendisine ibadet etmeyi emretti”). Emir ve hüküm söze yöneliktir; Allah’ın sözü ise ezelidir.
Mısır Yöneticisi eşi ve Yusufun birlikte kapıya doğru koştuklarını ve Yusufun gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, Zuleyha kendisini temize çıkarmak için önce davrandı ve şöyle dedi. قَالَت مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ Senin ailene karşı kötülük düşünen ceyası hapıs veya ağır bir ceza olmalı. قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي Yusuf o benden kam almak istedi. Yusuf 26.
Bu sahneyle karşılaşan Mısır Hakimi yakınlarından ve bilhassa Zuleyhanın akrabalarından kimin doğru söylemekte olduğu ve buna binaen adil bir yargıda bulunmak hususunda fikir teatisinde yani görüş alışverişinde bulunuyor. Yani gömlek Yusufun saldırısında mı yırtılmış yoksa Yusufun kaçışında mı? Konuyla ilgili olarak Kur’anı Kerim şöyle buyurmaktadır:
- وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ؛ وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿یوسف:۲۶-۲۷﴾
“Yûsuf: “Asıl o benim nefsimden murat almak istedi” diyerek kendini savundu. Kadının yakınlarından o anda orada bulunan biri şöyle şâhitlik etti: “Eğer Yûsuf’un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru, o yalan söylüyor, demektir.” Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan, o doğru söylüyor, demektir.”
Yusufun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gören mısır azizi işin hakikatını ve Yusufun gunahsızlığını anlıyor. Yusufun haklı olduğunu, eşinin kötü bir kasıt taşıdığını teslim ediyor ve suçlunun kendi eşi olduğu yönünde adilane bir yergıda bulunuyor. Yusuftan da özür diliyor. Hakim aile haysiyetini korumak ve itibarını korumak için hakkı ayaklar altına almaktan kaçınıp Yusufu suçlu gösterme girişiminde bulunmuyor. Kur’an bu hususta şöyle diyor:
- فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ؛ يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ إِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ ﴿یوسف:۲۸-۲۹﴾
28.Evin efendisi gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce hanımına şunları söyledi: “Anlaşılan, bu da sizin tuzaklarınızdan biri. Doğrusu siz kadınların tuzağı pek yaman olur.”
29: Yûsuf’a da: “Yûsuf! Sen bu olaydan kimseye bahsetme!” tavsiyesinde bulundu. Tekrar eşine dönüp: “Ey kadın sen de günahın için af dile. Çünkü sen gerçekten büyük bir hata yapmışsın” dedi.
Gerçeği anlayan Aziz, hadisenin toplum içinde yayılmaması için, Yûsuf’a bu işi gizlemesini, bundan kimseye bahsetmemesini söyler; hanımına da, günahı için bağışlanma dilemesini öğütler.
Âyet-i kerîmede, Aziz’in diliyle de olsa, kadınların hilelerinin büyüklüğüne dikkat çekilir. Gerçekten de, erkeklerin gönüllerine nüfûz edip onları esir almakta kadınların hile ve tuzaklarının fevkalade tesirli olduğu bir gerçektir. Nitekim âlimlerden birinin şöyle dediği nakledilir:
Ben şeytandan korkmadığım kadar kadınlardan korkarım. Çünkü Allah Teâlâ şeytan hakkında: “Bilin ki, şeytanın hîlesi cidden zayıftır” (Nisâ 4/76) buyururken, kadınların hilesi hakkında: “Doğrusu siz kadınların tuzağı pek yaman olur” (Yûsuf 12/28) buyurmuştur.
Aziz bir taraftan Yûsuf’a, diğer taraftan da hanımına öğüt vererek olup bitenlerin gizli kalması için gayret gösterdiyse de, olayın insanların diline düşmesini engelleyemedi: Adilane yargıda bulunmak, sevgi ve düşmanlık etkisinde kalmamak, aile ve kabilenin haysiyetini korumak amacıyla hakkı ayaklar altına almamak büyük bir erdemdir. Konuyla ilgili olarak İmam Zeynul Abidin şöyle buyurmaktadır: Akraba ve kabile taasubu menfi ve musbet olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yani kişi kendi akrabalığı için hakkı ayaklar altına alıp haksızlıkta bulunuyorsa bu menfi bir tassuptur. İnsanı helakate götürebilir.
- الْعَصَبِيَّةُ الَّتِي يَأْثَمُ عَلَيْهَا صَاحِبُهَا أَنْ يَرَى الرَّجُلُ شِرَارَ قَوْمِهِ خَيْراً مِنْ خِيَارِ قَوْمٍ آخَرِينَ،
وَلَيْسَ مِنَ الْعَصَبِيَّةِ أَنْ يُحِبُّ الرَّجُلُ قَوْمَهُ وَ لَكِنْ مِنَ الْعَصَبِيَّةِ أَنْ يُعِينَ قَوْمَهُ عَلَى الظُّلْمِ (کافی،ج۲، ص۳۰۸
“ Kişinin kendi kabilesinin kötülerini başka kabilenin iyisine tercih etmesi, insanı günahkar kılan bir taassuptur. ( Kabile tutkusudur). Kişinin kendi kabilesinin insanlarını sevmesi yerilmemiştir. Yerilen tutku ve taassub başkalarına zulüm etmek için kendi kabile mensuplarına yardımda bulunmaktır.”
Başkalarını ayıplarından dolayı yermek ve kötülüklerini dillendirmek. 15
Kur’anı Kerimin beyanına göre Yusuf ile Zuleyha arasındaki maceranın duyulmasından sonra, Mısır kadınları Zuleyhayı ayıplamaya ve hatalarını dillendirmeye ve onu yermeye başladılar.
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ: امْرَأَتُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ، قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا، إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ ﴿یوسف:۳۰﴾
“Olayı duyan şehirdeki bir takım kadınlar: “Â! Duydunuz mu? Aziz’in hanımı yanında bulunan gencin nefsinden murat almak istiyormuş. Onun aşkıyla yanıp tutuşuyormuş. Görüyoruz ki, bu kadın iyice azıtmış!” dediler.”
Fazilet ve erdem kötülükleri gizlemektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:(Kim, bir müslümanın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allahü teâlâ da onu kıyamet günü sıkıntılardan korur. Kim, müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da onun dünya ve ahirette aybını örter. Kişi, arkadaşına yardımcı olduğu müddetçe, Allahü teâlâ da onun yardımcısı olur.)
(Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, zulmedilmesine de yardımcı olmaz. Kim arkadaşının ihtiyacını giderirse, Allahü teâlâ da onun ihtiyacını giderir. Kim, müslümanın sıkıntısını kaldırırsa, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarını kaldırır. Kim, müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyamette onun aybını örter.) (Bir mümin, arkadaşının aybını görmez, onu gizlerse, şüphesiz Allahü teâlâ bu hareketi sebebiyle onu Cennete koyar.) [Taberani]
(Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.)
(Müslümanların aybını araştıran, onlara kötülük etmiş ve onları kötülüğe itmiş olur.)
مَنْ عَيَّرَ مُؤْمِناً بِشَيْءٍ، لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَرْكَبَهُ
(Kim arkadaşını, tevbe ettiği bir günahtan dolayı ayıplarsa, o kimse, aynı günaha müptela olmadan ölmez.) ( Kafi c 2. S 356)
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ؛ قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِهِ فَاسْتَعْصَمَ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِنَ الصَّاغِرِينَ ﴿یوسف:۳۱-۳۲﴾
Kadın, onların dedikodu şeklindeki oyunlarını işitince, onlara haber gönderdi. Kendilerine, yaslanarak yiyebilecekleri bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi. Yusuf’a da, “Karşılarına çık” dedi. Nihayet Yusuf’u görünce onu öylesine yücelttiler ki, bu yüzden bıçakla kendi ellerini kestiler ve şöyle dediler: “Aman Allah’ım! Bu bir insan değil; asil bir melek bu!”
Bu anı bekleyen Aziz’in hanımı şunları söyledi: “Kendisine gönlümü kaptırdım diye beni kınadığınız genç işte bu! Gerçekten de ben onun nefsinden murat almak istedim, fakat o namuskârlık gösterip reddetti. Eğer kendisine emrettiğim şeyi yine yapmazsa, başka yolu yok, kesinlikle zindana atılacak; elbette zelil ve perişan olacaktır!”
.