Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ YUSUFUN HAYATI 7
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Hazreti Yusufun Kıssasından dersler 12
Ahlak, güzelliğin ( İhsanın) sonucu olarak İffet ve İsmet.
Kur’anı kerim ilim ve hikmeti Allah tarafından hazreti Yusufa bağışlanmış bir vergi ve nimet olarak tanımlamaktadır. Yine Kur’anın ifadesiyle hikmet verilen kimse. Büyük bir hayra sahip kılınmıştır. Yeri gelmişken hikmet nedir bunun sözcük ve kavramsal anlamı üzerinde duralım.
HİKMET NEDİR?
Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin (çoğulu hikem) “yargıda bulunmak” anlamındaki hükm masdarından isim olduğu belirtilir; ayrıca “engellemek, alıkoymak, gemlemek; sağlam olmak” mânalarına gelen ihkâm masdarlarıyla anlam ilişkisi kurulur. İbn Düreyd’in tesbitine göre Arapça’daki “el-kelime mine’l-hikme” deyiminde geçen hikmet kelimesinde “alıkoymak, gem vurmak, sakındırmak” anlamı daha çok belirgindir. Zira bu deyimle kastedilen şey insanı iyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür. Böyle ahlâkî muhtevalı özlü sözlere hikmetin yanı sıra hüküm de denmektedir. Bu iki kelimenin anlamını birbirine daha da yaklaştıran Cevherî, hikmetin ihkâmla bağlantısı sebebiyle hakîm kelimesine hem “işleri gereği gibi sağlam ve kusursuz yapan” hem de “âlim ve ilmî hüküm sahibi” “mânaları idrak etmek” şeklinde açıklamaktadır
İbn Manzûr, hikmetin özellikle Allah’a nisbeti halinde “en değerli varlıkları en üstün bilgiyle bilmek” mânasına geldiğini belirtir.. Nitekim Allah’a “hakîm” denilmesi öncelikle hükmün O’na ait oluşundandır. İnsana nisbet edilmesi halinde hikmetin “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma” anlamına gelmektedir.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin, “Hikmet insanın gücü ölçüsünde nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir. Tasavvufta ise hikmet “nefsin ve şeytanın âfetlerini ve bunlardan koruyucu mânevî riyâzet yollarını bilmek” şeklinde ifade edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere yirmi defa geçmektedir;
Müfessirler Kur’an’da yer alan hikmet terimini çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. İbn Cerîr et-Taberî, “Onlara kitap ve hikmeti öğretir” âyetiyle (el-Bakara 2/129), “Hikmeti dilediğine verir; kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir; ancak akıl sahipleri düşünürler” meâlindeki âyeti (el-Bakara 2/269) yorumlarken bu terimi etraflıca ele almıştır. Ona göre verildiği belirtilen hikmet “söz ve fiilde isabet”tir. Ayrıca Taberî, te’vil ehlinin ikinci âyetteki hikmeti “Kur’an ve onun anlaşılması, sünnet, dini bilmek, din hakkında derin anlayışa sahip olmak ve dine uymak” gibi çeşitli şekillerde açıkladıklarını kaydeder. Bakara sûresinin 29. âyetini yorumlarken Taberî hikmet için şöyle demektedir: “Hikmet, bilgisi ancak Resulün beyanıyla idrak edilebilecek olan ilâhî hükümleri bilmek, bu hükümleri ve bunların delâlet ettiği diğer hükümleri kavramaktır”. Dolayısıyla hikmet, hak ve bâtılın arasını ayırıcı özelliğiyle hükümden alınmıştır
Zemahşerî, Allah’ın dilediğine büyük bir hayır olarak verdiği hikmeti (el-Bakara 2/269) “ilim ve amel uygunluğu” şeklinde yorumlamıştır. Ona göre âyetin devamından da anlaşılacağı üzere Allah’ın katında hakîm ilmiyle amel eden âlimdir (el-Keşşâf, I, 396). Ancak bu yorum, müfessirin hikmeti nebevî bilgiden bağımsız bir bilgi ve davranış şekli olarak tanımladığı anlamına gelmemektedir. Zira kendisi, “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et” (en-Nahl 16/125) meâlindeki âyette geçen hikmeti “gerçeği açıklayan, şüpheyi gideren delil, sahih ve muhkem söz” olarak tanımlamakta, bu âyette hikmetle kastedilen şeyin doğrudan doğruya Kur’an olabileceğini söylemektedir
Sadreddîn-i Şîrâzî, I, 21). “Eşyanın hakikatini bilme, güzel ve isabetli işler yapma” anlamındaki hikmet Allah’ın yalnızca peygamberlere veya müslümanlara bir lütfu değildir. Sonuçlardan sebeplere gidebilen tefekkür fiili esasen aklî bir yöneliştir; ancak doğru bilgiye ulaşan akıl sahibi, hikmete sadece kendi aklî başarısıyla ulaştığına inanırsa ona ulaşmasını mümkün kılan gerçek sebebi kavrayamamış, dolayısıyla hikmetten uzaklaşmış olur.
Hazreti Yusuf güç ve kuvvetine ulaşınca, ihsanına ve ahlaki güzelliğine karş Allah tarafından hikmet ve ilimle mükafatlandırmış oldu. وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
“Yûsuf olgunluk çağına erişince ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik eden ve işini güzel yapanları böyle mükâfatlandırırız.” Bir sonraki ayette Büyük bir günahtan söz edilmektedir. Bu günah mısır azizinin eşinin Yusufu cinsel olarak iğfal etme girişiminden ibarettir. Yusuf suresi 23. Ayeti kerimede Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır.
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“Evinde bulunduğu kadın, ondan murat almak istedi de kapıları sımsıkı kapattı ve hadi dedi, beri gel. O, Allah’a sığınırım dedi; şüphe yok ki kocan, benim efendimdir ve şüphe yok ki zulmedenler, asla kurtulamaz, muradına eremez.”
Malumunuz öfke ve şehvet insanı yoldan eder, saptırır. Şehvetine, öfkesine ve galip gelen ve aklı hakim kılan bir kimse ahlaki olarak istikameti yakalamıştır. Bir genç olarak Hazreti Yusuf bu kontrolü sağlayıp istikameti yakalamış oldu. Konuyla ilgili olarak Mevlana Celaleddini Rumi şöyle diyor:
خشم و شهوت مرد را احول کند
ز استقامت روح را مبدل کند
Öfke ve şehvet insanı şaşı kılar
Ve istikametten ruhu alıkoyar
Kur’an Hazreti Yusufun bu iffet ve ahlaki temizliğini ilahi bir lütuf ve teveccüh olarak değerlendirmektedir.
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿٢٣﴾
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ ﴿٢٤﴾
23: Olacak bu ya, evinde bulunduğu kadın onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kilitledi ve: “Haydi, gelsene!” dedi. Yûsuf hiç tereddüt etmeden: “Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım. O, benim efendimdir. O bana güzel bir mevki verdi ve bana çok iyi davrandı. Doğrusu bunu kötüye kullananlar asla kurtuluşa eremezler” dedi.
24: Kadın ona sahip olmayı kesinlikle kafaya koymuştu ve zihni hep onunla meşguldü. Eğer Rabbinin kesin delilini görmeseydi Yûsuf da onu arzulamıştı. Ancak biz, kötülüğü ve her türlü hayâsızlığı Yûsuf’tan uzak tutalım diye ona delilimizi gösterip kalbine sebât verdik. Çünkü o, bütün gönlüyle Allah’a bağlanmış samimi ve tertemiz kullarımızdan biriydi.
Evinde Yûsuf’un köle olarak bulunduğu ve onun bakımını üstlenmiş olan kadın, kocasının evde olmadığı bir zamanı fırsat bilerek tüm kapıları sıkıca kapamış ve Yûsuf’la beraber olma arzusunu bütün içtenliğiyle ortaya koymuştu.
Böyle son derece çirkin bir talep karşısında Hz. Yûsuf, derhal مَعَاذَ اللّٰهِ (ma‘âzallah!) diyerek Allah’a sığınmıştır. Çünkü nefsin bu nevi amansız istek ve arzularına karşı insanı koruyabilecek olan, ancak yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah Teâlâ’dır. İkinci olarak Hz. Yûsuf, bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın kendisine olan her türlü lutuf, ikram ve ihsanlarını; bir taraftan da kendisini satın alıp bakımını iyi yapmasını hanımına öğütleyen beyefendinin iyiliklerini dile getirerek böyle bir hıyânet içinde asla olamayacağını beyân etmiştir.
Zira o, ya peygamber veya peygamber namzedi olarak, ister bizzat Rabbinin, ister O’nun kullarının iyiliklerine karşı hıyânetle mukabele eden; nefsânî arzuları helâl yoldan tatmin imkânı varken, bile bile harama yeltenen zâlimlerin asla kurtuluşa eremeyeceklerini çok iyi bilmekteydi.
Bahsi geçen kadının, Hz. Yûsuf’un nefsinden kâm almaya iyiden iyiye niyet ettiğinde şüphe yoktur. Çünkü o, arzusunu tatmin için Yûsuf’a olan meylini fiiliyâta dökerek kâh teşvik, kâh korkutma çareleriyle ciddi bir şekilde teşebbüste bulunmuştu. Hz. Yûsuf ise böyle bir halde iken dahî, helâli helâl, haramı haram olarak görmüş ve bütün fıtrî husûsiyetleriyle olgunluğa ermiş bir insan olarak yaratılışının gereği olan meyline rağmen, akıl ve iradesiyle onda tam bir tasarrufta bulunarak hissiyatına hâkim olmuştu. Onun, bütün samimiyetiyle dile getirdiği “Ma‘âzallah!” niyazına Allah Teâlâ’nın yardım ve inâyeti yetişmiş ve bu ilâhî yardım onu her türlü kötülükten ve hayâsızlıktan menetmişti. Çünkü Hz. Yûsuf, Allah’ın risâlet emânetini yüklenmişti.
Ancak biz, kötülüğü ve her türlü hayâsızlığı Yûsuf’tan uzak tutalım diye ona delilimizi gösterip kalbine sebât verdik. Bu ilahi burhanın hazreti Yusufa ihsanından dolayı bağışlkanmış olan ilim ve hikmet olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü ilim ve hikmet yukarıdada açıklandığı üzere günahtan n uzak durmanınj en önemli amilidir. Ve hakkel yakın derecesinde bir ilim insana ismet sıfatı kazandırır. Muhsinlere verilen bir karşılık ve mükafat ta ilim ve hikmettir.
Peygamber ve imamların masumiyetini de sahip oldukları ilim ve hikmet ışığında ele almak gerek. Hiç bir akıllı insan içtiği zaman kendisini öldürecek olan zehirli bir suyu içmez. Ne kadar susuz loursa olsun bu suya yaklaşmaz. Veya üzerinden geçmesi gereken bir köprü var. Kişi köpründen geçmesi halinde yüzde yüz yıkılacağını bildiği halde o köprüze yaklaşmaz. Herhalukarda kişinin nefsinde muhsin olması veya başkalarına karşı ihsan ehli olması dünya ve ahirette kurtuluşuna sebep olur. Nefsine hakim ve ahlakı güzel olan ve başkalarına yardım ve iyilik yapan Allahın rahmet gözünden uzak kalmaz.
Günah ortamından uzak durmak 13
Kur’anın bildirdiğine göre günah ortamında kalan Yusuf maaazallah yani Allaha sığınıyorum demekle yetinmedi. İstiaze yani insi ve cinni şeytanların ve fasitlerin şerrinden Allaha sığınma talebinin iki boyutu vardır. Kavli ve fiili. Yani söz ve eylemla Allaha sığınmak gerek. Hazreti Yusufun yaptığı gibi. Kapı kapalı olduğu halde Hazreti Yusuf kaçış için çırpınıp çabalarken birden kapı açıldı. Bu da Allahın muttaki ve muhsin insanı günah sıkıntısıyla başbaşa kaldığınıda onu yanlız bırakmıyacağını göstermektedir. O kacıyor ve azizin hanımı onun peşine düşmüştü. Sonunda ne tür bir iftirada bulunduğunu Kur’an biz şöyle bildirmektedir.
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿یوسف:۲۵﴾
“Derken ikisi de kapıya doğru koştu. Kadın, onun gömleğini arkadan boydan boya yırtmıştı ki tam bu sırada kapıdan çıkarlarken kadının kocasına kapı önünde rastladılar. Kadın, karına kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan, yahut elemli bir azaba uğratılmaktan başka ne olabilir ki dedi.”
Kur’anın detaylı bir şekilde kendisinden bahsettiği Hazreti Yusufun bu dvranışından alınacak bir çok ders vardır.
Günah karşısında ve günahın işlendiği ortamlarda sadece istiaye ile iktifa etmemek gerek. Günahtan uzaklaşmak için çırpınıp çabalamak ve gerekli olan adımları atmak gerek. Fiiliyata dönüşmeyen kavli istiaye insana faydası olmaz.
Günahın işlendiği ortamlarda kalmak caiz değildir. Çünkü şeytani vesveseler günah ortamında insanı daha fazla günaha sürükleyebilir. Kişi kendisine hakim olup günah işleme niyyetinde olmazsa dahi. Onu orada gören bir çok insan, onun niyyetinden haberdar olmadıkları için, onu günahla suçlayabilirler. Bunun için sevgili Peygamberimiz konuyla ilgili olarak bir beyanında şöyle buyurmaktadır.
إتَّقُوا مَوَاضِعَ التُّهَم؛ “Töhmet altında kalabileceğiniz yerlerden uzak durun.” Yine sevgili Peygamberimiz bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
مَنْ وَضَعَ نَفْسَهُ مَوَاضِعَ التُّهَمَةِ فَلَا يَلُومَنَّ مَنْ أَسَاءَ بِهِ الظَّن . Töhmet altında kalacak yerlerde gezinen kimse, kendisine karşı kötümser ( kötü düşünen) olan kimseyi kınamamalıdır.
Çıkmazdan veya yolların kapanmasından dolayı kişi ümütsizliğe kapılmamalı. Nitekim kişi Allah için bir işi yapmaya kalkıştığında niyyeti de pak ve temiz olduğunda kesinlikle Allahın özel lütuf ve inayetine mazhar olacaktır. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَىءٍ قَدْرًا﴾
Manası: Ve kim Allâh´a karşı takvalı olursa, Allâh ona çıkış yolu nasip eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Ve kim Allâh´a tevekkül ederse Allâh ona yeterlidir. Muhakkak ki Allâh´ın dilediği olur ve her şey Allâh´ın takdiri iledir.
Din kardeşlerim; İmam Ahmed bin Hanbel “Musned” adlı kitabında ve İmam El-Hakim “El-Mustedrak” adlı eserinde Ebû Zerr´in (radiyallâhu anhu) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Rasûlullâh ﷺ benim önümde:
وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
Ayetini okudu ve dedi ki:
“يَا أَبَا ذَرٍّ لَوْ أَنَّ النَّاسَ كُلَّهُمْ أَخَذُوا بِهَا لَكَفَتْهُم”
Manası: Ey Ebû Zerr, bütün insanlar bu ayeti uygulasalar, dünyada ve ahiretteki hedeflerine ulaşmaya yeterli olur.
Bunun üzerine Efendimiz ayeti yine okudu ve tekrarladı.“
Allâh´a karşı takvalı olmak; bütün farzları yerine getirip bütün haramlardan sakınmaktır. Sahabe İbnu Abbâs (radiyallâhu anhumê) şöyle buyurdu: “Kim Allâh´a karşı takvalı olursa, Allâh onu hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirir.“ (Et–Taberiyy tefsiri)
Allâh takvalı olan kişiyi, onun ummadığı yerden rızıklandırır. Takvalı olmak, yani Allâh korkusu, bu dünyada ve ahirette kederlerin giderilmesine, rızıklandırılmaya ve yüksek derecelere ulaşmaya sebeptir. Günahlar ise hem dünyada hem de ahirette mahrum kalmaya sebeptir.