Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ YUSUFUN HAYATI 5
İZZET ONUR VE YÜCELTME ALKLAHIN ELİNDEDİR
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Hazreti Yusfun hayatından dersler 4
İlahi İrade bütün güçlere galiptir:
Kardeşler Yusufu kuyuya attılar ve sonra az bir paraya köle olarak sattılar.
- وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا فٖيهِ مِنَ الزَّاهِدٖينَࣖ
(Mısır’da) onu yok pahasına, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona pek değer vermemişlerdi.
- ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى حٖينٍࣖ
﴿٣٥﴾
“Sonunda -kesin delilleri görmelerine rağmen- onu bir zamana kadar zindana atmak (yetkililerce) gerekli ve uygun görüldü
Aziz’in ailesini temize çıkarıp zevâhiri kurtarmak ve olayı örtbas etmek, istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca kadın da Yûsuf’un itaatsizliğini cezalandırmak istiyordu. Bu da suçu köleye yükleyerek onun belli bir süre hapse atılmasıyla mümkündü. Bu sebeple bütün delillerin Yûsuf’un günahsız, kadının ise suçlu olduğunu göstermesine rağmen Aziz ve arkadaşları, Yûsuf’un bir süre zindana atılmasını uygun gördüler. Yusufu düşürmek ve itibarını zedelemek için yaptıkları tüm hile ve entrikalara rağmen. Allah Onu yüceltip aziz kıldı.
Bir kişi ki yardımcısı Allah ola
Var kıyas eyleki o ne şah ola
وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ يَتَبَوَّأُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاءُ نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَاءُ وَلَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
“Böylece Yusuf`un o ülkedeki konumunu sağlamlaştırdık, artık o ülkenin dilediği yerinde oturabilirdi. Biz rahmetimizi dilediğimiz kimselere sunarız ve iyi davranışlıları ödülsüz bırakmayız.”
Allah Teâlâ Hz. Yûsuf’u hapisten kurtardığı gibi, bir de ona Mısır ülkesinde yüksek bir nüfuz ve iktidar lütfetti. Ülke tamamıyla onun idare ve kontrolü altına verildi. İstediği yerde dilediği gibi tasarruf edebiliyordu. Ülkenin her yerinde sözü geçiyor, her dediği yapılıyordu. Sağladığı emniyet ve asayiş, kazandığı sevgi ve itibar, ulaştığı o büyük nüfuz ve iktidar ile bütün ülkeyi tasarrufu altına almıştı. Bir kimse kendi evini nasıl tanır ve nasıl kimseye sormadan istediği gibi kullanabilirse, Yûsuf (a.s.) da Mısır ülkesinin her bir tarafını öyle avucu içi gibi biliyor ve orada istediğini yapabiliyor, yaptırabiliyordu. Bu ifadeler, onun Mısır ülkesi ve devleti üzerindeki tasarruf gücünün kemâlini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Yûsuf’a verilen ilim, hikmet, nübüvvet, akıl, sabır, metanet ve dünya saltanatı gibi bahsi geçen nimetler, Allah Teâlâ’nın ona olan rahmetinin bir tezâhürü idi. Allah dilediği kullarına istediği kadar merhamet etmede serbesttir. Kimse O’nun irade ve ihtiyarına karşı gelemez. Bir taraftan da Allah, iyi ve güzel davrananların, ihsan şuuruyla hayırlı ameller peşinde koşanların mükâfatını zayi etmeyeceğini müjdelemektedir. Yani O, herhangi bir kayd ü şart olmaksızın dilediğine rahmet ettiği gibi, iyi olan, iyilik yapan kullarının ecrini ise asla zayi etmez, emeklerini boşa çıkarmaz, tamı tamına öder, hatta fazlasını verir. İşte Hz. Yûsuf’un hali bunun en güzel bir numûnesidir. Yalnız Allah Teâlâ’nın vereceği mükâfatlar dünya hayatıyla sınırlı değildir. O, iman edip takvâ üzere bir hayat süren kullarına âhirette de bol bol mükâfatlar verecektir. Ebedî olan âhiret mükâfatının, pek çok elemlerle karışık ve fani olan dünya mükâfatından daha hayırlı olacağında şüphe yoktur.
İlahi iradenin galibiyeti konusunda İmam Ali Hazretleri Nehcul Belağedeki 250 hikmetli sözünde şöyle buyurmaktadır:
عَرَفْتُ اللهَ سُبْحَانَهُ بِفَسْخِ الْعَزَائِمِ، وَحَلِّ الْعُقُودَ، نَقْضِ الْهِمَم
İmam Ali kendisine Allahı ne ile tanıdınız? diye soran birisine şöyle cevap verdi: Allah’ı azimlerin ( kararlılıkların ) bozulması, düğümlerin çözülmesi ve himmetlerin kırılmasıyla tanıdım.
Allah Teâlâ Hz. Yûsuf’u hapisten kurtardığı gibi, bir de ona Mısır ülkesinde yüksek bir nüfuz ve iktidar lütfetti. Ülke tamamıyla onun idare ve kontrolü altına verildi. İstediği yerde dilediği gibi tasarruf edebiliyordu. Ülkenin her yerinde sözü geçiyor, her dediği yapılıyordu. Sağladığı emniyet ve asayiş, kazandığı sevgi ve itibar, ulaştığı o büyük nüfuz ve iktidar ile bütün ülkeyi tasarrufu altına almıştı. Bir kimse kendi evini nasıl tanır ve nasıl kimseye sormadan istediği gibi kullanabilirse, Yûsuf (a.s.) da Mısır ülkesinin her bir tarafını öyle avucu içi gibi biliyor ve orada istediğini yapabiliyor, yaptırabiliyordu. Bu ifadeler, onun Mısır ülkesi ve devleti üzerindeki tasarruf gücünün kemâlini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Yûsuf’a verilen ilim, hikmet, nübüvvet, akıl, sabır, metanet ve dünya saltanatı gibi bahsi geçen nimetler, Allah Teâlâ’nın ona olan rahmetinin bir tezâhürü idi. Allah dilediği kullarına istediği kadar merhamet etmede serbesttir. Kimse O’nun irade ve ihtiyarına karşı gelemez. Bir taraftan da Allah, iyi ve güzel davrananların, ihsan şuuruyla hayırlı ameller peşinde koşanların mükâfatını zayi etmeyeceğini müjdelemektedir. Yani O, herhangi bir kayd ü şart olmaksızın dilediğine rahmet ettiği gibi, iyi olan, iyilik yapan kullarının ecrini ise asla zayi etmez, emeklerini boşa çıkarmaz, tamı tamına öder, hatta fazlasını verir. İşte Hz. Yûsuf’un hali bunun en güzel bir numûnesidir. Yalnız Allah Teâlâ’nın vereceği mükâfatlar dünya hayatıyla sınırlı değildir. O, iman edip takvâ üzere bir hayat süren kullarına âhirette de bol bol mükâfatlar verecektir. Ebedî olan âhiret mükâfatının, pek çok elemlerle karışık ve fani olan dünya mükâfatından daha hayırlı olacağında şüphe yoktur.
Mısır’da devletin idaresini eline alan Hz. Yûsuf, kralın rüyasını tâbir ettiği istikamette hareket etti. Lâzım gelen tedbirleri alarak bolluk senelerinde ziraata ehemmiyet verdi. Mümkün olduğu nispette üretimi artırıp ihtiyaç fazlası ürünleri depoladı. Nihayet rüyanın işaret ettiği kıtlık seneleri gelip çattı. Bu sefer Mısır halkı bir taraftan depolanmış olan ürünlerle kendi ihtiyaçlarını karşılamaya, bir taraftan da bundan çevre ülkelere ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece Mısır’da değil, Kuzey Arabistan, Ürdün, Filistin ve Suriye’de de etkisini göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Her taraftan insanlar Mısır’dan erzak satın almak için geliyorlardı. Bu sırada Hz. Ya’kub da Yûsuf’un öz kardeşi Bünyâmin hariç, diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi: Allah layık gördüğünü yüceltir ve hak edeni de zelil ve alil (malul) kılar. Konuyla ilgili olarak Ali İmran suresi 26. Ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير
“De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”
Mülk kelimesi tefsirlerde genellikle şu anlamlarla açıklanmıştır: “Peygamberlik, kudret, yönetme gücü, zafer, egemenlik, ilim, servet, itibar, akıl, sağlık gibi her türlü maddî ve mânevî imkân”. Bazı müfessirler bu anlamlardan birini veya birkaçını tercih ederken, bazıları âyeti bu anlamların hepsini kapsayacak şekilde yorumlamışlardır.
“Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın” şeklinde meâli verilen ifade dolayısıyla tefsirlerde “izzet” ve “zillet” kavramları üzerinde durulur. Bu kavramların dünyevî anlamıyla açıklanması halinde, yukarıda değinilen kelâm tartışmalarının ve bu konudaki değerlendirmenin göz önüne alınması gerekir. Bunların dinî içeriğinden hareket edildiğinde ise diğer âyetlerin ışığında, yücelmenin doruk noktasını yüceler yücesi ulu Allah’a içtenlikle iman edip bunun icaplarına göre davranmanın; alçalmanın en aşağı noktasını ise gerçeği gördüğü halde inkârcılıkta direnip bunu ideoloji haline getirmenin oluşturduğu görülür (izzet ve zillet kavramlarının Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Münâfikun 63/8). Bu takdirde en şerefli mevki olan “iman” mertebesine yükselmede Allah’ın dilemesinin yanında kulun iradesinin rolünün olup olmadığı, kulun çabasının etkisi yoksa, dünya hayatının sınav olma özelliğinin nasıl açıklanabileceği sorusu gündeme gelir. Bu sorunun cevaplanmasında, yukarıda atıfta bulunulan irade konusu ve etrafındaki kavramların yanı sıra “hidayet” kavramıyla ilgili bilgi ve değerlendirmeler de özel bir önemi haizdir
“Her türlü iyilik senin elindedir” buyurularak “hayr”ın, yani görünen ve görünmeyen yüzüyle gerçek anlamda iyinin yalnız yüce Allah’ın kudretinde olduğu belirtilmiştir. Türkçe’de, insanların gelecekteki beklentileri konusunda değişik ihtimallere göre fikir yürüttükten sonra sözü “hayırlısı Allah’tan” şeklinde bağlamaları bu âyette değinilen gerçeği derinden kavramış olmanın güzel bir ifadesidir.
Izzetin Allahın elinde olduğu hususunda Fatır suresi 10 ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُولَئِكَ هُوَ يَبُور
“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur.”
İzzet kelimesi “onur, saygınlık ve güçlü olma” anlamlarına gelir. “Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir” şeklinde çevirdiğimiz cümleye, bazı müfessirler, “Kim o sözde tanrılara ve putlara taparak bir izzet elde etmek istiyorsa bilsin ki izzet tümüyle Allah’a aittir”, bazıları “Kim izzet istiyorsa Allah’a itaat etsin, izzet bulsun”, bazıları da “Gerçek anlamda izzetin kime ait olduğunu öğrenmek isteyenler bilsinler ki, her yönden izzet Allah’a mahsustur” mânasını vermişlerdir.
Şeref, onur, güç, pâye, üstünlük gibi anlamları olan “izzet”in bütünüyle Allah’a ait kılınması, bu kavramın insanlar açısından asla kullanılamayacağını değil, insanların elde edebilecekleri her türlü onur ve pâyenin Allah’tan olduğunu ve ancak O’nun hoşnutluğuna uygun olması halinde değer taşıyacağını ifade etmektedir. Nitekim başka bir âyette bu kavram Allah’a, Resûlüne ve müminlere izâfe edilmiştir ( Münâfikūūn 63/8). Âyetin devamında yer alan ve “Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur” şeklinde çevirdiğimiz cümle ile de, izzetin şeytanî düşünceleri geliştirmekle elde edilemeyeceğine bir telmihte bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Vesselamu aleykum we rahmetullahi we berekatuhu