نماز جمعه

 

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

HAZRETİ  YA’KUBUN HAYATI 1

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

HAZRETİ  YAKUBUN  HAYATI 2

Hazreti  Yakubun  Peygamberler  arasındaki  yeri.

Kur’anı Kerim  hazreti  Yakubu, insanlık  tarihinin  büyük  peygamberleri arasında zikretmektedir. Ona  imanı,  sahih  bir  imanın  gereği  olarak  görmektedir. Konuyla  ilgili olarak Nisa  suresi 163 ayeti  kerimede Yüce  Mevla  şöyle  buyurmaktadır.

إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا ﴿نساء:۱۶۳﴾

“Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Ya‘kūb’a, torunlara, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.”

Diğer gayri müslimler ve inkârcılar yanında Ehl-i kitabın da hem birbirine hem de İslâm’a olumsuz bakışları, Allah nezdinde geçerli bulunan imana nisbetle yanlış veya eksik bir inanç içinde bulundukları, bunlardan bir grubun, Hz. Peygamber’e gökten bir kitap indirilmesini istedikleri yukarıda geçen âyetlerde zikredilmişti. Özellikle Ehl-i kitap’tan olanların bu taleplerinde ne kadar haksız ve çelişkili olduklarını açıklamak üzere bu âyetlerin geldiği anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber’in şahsında Ehl-i kitaba şu gerçekler hatırlatılıyor: Din, Allah’ın peygamberlerine vahyederek bildirdiği bilgi ve öğretiler bütünüdür. Ellerinde bulunan kitaplarda hem vahiyden hem de peygamberlerden söz edilmiş, kendileri de bunlara inanmışlardır. Muhammed Mustafa da diğerleri gibi bir peygamberdir. Ona gelen Kur’an da, diğer peygamberlere gelen Tevrat, Zebûr, İncil gibi bir ilâhî kitaptır. Aslında kendileri kitaplarında bunların çoğunun isimlerini buldukları ve bildikleri halde daha önce okuma-yazma öğrenmemiş bulunan son peygamberin bunlardan haberi yoktur. Ona peygamberleri de, kitapları da bildiren, öğreten Allah’tır. Diğer peygamberler nasıl ümmetlerine hem müjdeler hem de uyarılarla gelmişlerse son peygamber de öyle gelmiştir. Bu arada kendilerini de uyarmış, iman etmedikleri takdirde uğrayacakları âkıbeti, “bilmiyorduk, haberimiz olmadı” deme imkânlarının da bulunmayacağını bildirmiştir.

Biz  müslümanlar  olarak  bütün  Peygamberlere  bu  cümleden  Hazrerti  Yakubun ve  neslinden  gelen  peygamberlerin  risaletine de  inanıyoruz. Bu  konuda  Bakara  suresi 136  ayeti  kerimede  Yüce  Rabbimiz  şöyle  buyurmaktadır:

 

  • قُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿بقره:۱۳۶﴾

 

“Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O’na teslim olmuşuzdur” deyin.

 

Sözlükte “torun” anlamına gelen sıbt (çoğulu esbât), âyette özellikle Hz. Ya‘kub’un on iki oğlundan torunları olan peygamberleri ifade eder.

Müslümanları kendi dinlerine davet eden yahudilerle hıristiyanlara cevap veren önceki âyetin, “Hayır! Biz, hanîf olan İbrâhim’in dinine uyarız” meâlindeki cümlesinin açıklaması mahiyetinde olan bu âyette, öncelikle Allah’a iman emri yer almıştır. Çünkü bu, bütün hak dinlerin ortak inanç ilkesidir. Âyette daha sonra müslümanlara indirilen Kur’an-ı Kerîm ile Hz. İbrâhim ve onun soyundan gelen peygamberlere, hâsılı genel olarak bütün peygamberlere bildirilen ilâhî hakikatlere, bir kısmına doğrudan doğruya vahyedilmiş, bir kısmına da önceki peygamberden intikal etmiş olan kutsal kitaplara inanılması emredilmektedir.

Hazreti  Yakub  Peygamberle  arasında babası ve  dedesi,  gibi   peygamberler  zincirinin  babasıdır. Kendisinden  sonra  gelen  peygamberler  camiasına  Al-i  Yakub  denilmektedir.  Meryem  suresinde  hazreti  Zekeriya  Allahtan    kendisine ve  Ali  Yakuba  varis  olacak  bir  evlat  talep  etmektedir.

  • ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا؛ إِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا؛ قَالَ … فَهَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا؛ يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ وَاجْعَلْهرَبِّ رَضِيًّا ﴿مریم:۲-۶﴾

Bu, Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır. Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.. O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”

 “Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir veli bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

Velî kelimesi, kişinin “ hamisi. Koruyucusu, yetki  sahibi  yakını, dostu, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi demektir (aynı zamanda Allah’ın isimlerinden olan velî kelimesinde de  koruma, üzerinde  yetki sahibi  oma  yani velayet durumu anlaşılmaktadır. Kelimenin   diğer anlamları için bk. Bakara 2/257; Mâide 5/51; En‘âm 6/14; Bütün  ilgili  ayetlerde  Allahın   hamiliği. Koruyculuğu,  yol  gösterciliği  ön  plana  çıkmaktadır.  Vela  kökünden  türeyen  ve  dilimizede   geçmiş  olan  bütün  türevlerde koruyuculuk,  yöneticilik ve  himaye ön plana  çıkmaktadır.  Veli.  Vali, vilayet ve  Mevla   kelimelerinde  olduğu  gibi.

Hz. Zekeriyyâ, Veli istemesinin gerekçesini de açıklarken, övünmek veya faydalanmak için değil, dini tebliğ etmek gibi yüce bir gaye için Veli istediğini ifade etmiştir. Başka âyetlerde bildirildiğine göre Zekeriyyâ şu duaları da yapmıştır: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle. Kuşkusuz sen duayı işitensin!” (Âl-i İmrân 3/38). Rabbim! Geride kalanların en hayırlısı sensin, yine de sen beni yalnız (çocuksuz) bırakma! “ (Enbiyâ 21/89).

Bazı tefsirlerde Zekeriyyâ’nın hem mülküne hem de ilmine ve peygamberliğine  veli  olacak sâlih bir çocuk  istemektedir. Hz. Zekeriyyâ’nın “Tarafından bana yerimi alacak bir veli ver; o, Ya‘kub hânedanına da vâris olsun” ifadesi de bu mânayı destekler. Burada Ya‘kub hânedanına vâris olmaktan maksat onların mallarına mirasçı olmak değil, Hz. Ya‘kub’un soyu olan İsrâiloğulları’nın misyonuna, peygamberliğin geride bıraktığı geleneğe ve ahlâka vâris olmak ve onların gittiği doğru yolu takip etmektir.

İbn Âşûr’a göre âyetlerin zâhirinden peygamberlere mirasçı olunabileceği anlaşılmaktadır. Ona göre başka bir âyetteki (Neml 27/16) ifade bu anlamı desteklemektedir.

 

Kur’anın  en  öğretici  kısslarından  biri  olan  Hazreti  Yusuf  Kıssasında da, hazreti  Yakubdan  çokca söz  edilmektedir. Yakubun  Yusufa  olan  muhabbeti. Hasret  ve  üzüntüsü,  umudunu  hiç  bir zaman  kesmemesi, Mısırdan  onun  kokusunu  alması,  farklı dillerdeki  islami edebiyatta da  çok  önemli   bir  yer  işgal etmektedir.

Yakubun çocuklarına  vasiyeti.

Hazreti  Yakub  çocuklarına,  müslüman  olarak  ölmeyi  vasiyet  etmektedir. Bu  tavsiye  Kur’anı  kerimde  hem  hazreti  İbrahim ve  hem de  hazreti  Yakubun  dilinden bizlere  hatırlatılmaktadır:

  • وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ فَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ؛ أَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدِي قَالُوا نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿بقره:۱۳۲-۱۳۳﴾

„İbrâhim de bu dini oğullarına vasiyet etti, Ya‘kūb da. “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O’na teslim olmuş müminler olarak can verin!” (dediler).”

Yoksa Ya´kub´a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya´kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak´ın ilâhı olan tek Allah´a kulluk edeceğiz; biz ancak O´na teslim olmuşuzdur, dediler.

 

  1. âyette ifade buyurulduğu üzere o, söz konusu dini kendi çocuklarına ve dolayısıyla sonraki nesillere de vasiyet etmiştir. 132-133. âyetlerde onun torunu ve Hanîf dininin diğer bir temsilcisi olan Hz. Ya‘kub’un da kendi oğullarına aynı vasiyeti tekrar ettiği, tevhid inancından sapmamalarını emrettiği; onların da tevhid geleneğini yaşatacaklarına dair söz verdikleri bildirilmektedir. Bu durum karşısında Hz. Peygamber döneminden itibaren gerek yahudiler ve hıristiyanlar gerekse müşrik Araplar, kendilerini İbrâhim’in soyuyla bağlantılı görmelerine rağmen, İslâm dinini ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmemekle, temelde İbrâhimî geleneği, diğer bir deyişle Hanîf dinini de reddetmiş oluyorlardı. Çünkü hem konumuz olan âyetlerde hem de Kur’an-ı Kerîm’in başka birçok yerinde Hz. Muhammed’in getirdiği dinle İbrâhim ve diğer hak peygamberlerin getirdikleri dinlerin aynı ilâhî hakikatleri içerdiği bildirilmekte, hatta bu sûrenin 135. âyetinde müslümanlara, “Biz, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyarız” demeleri emredilmektedir. Öte yandan 132. âyetin son cümlesinden de anlaşılacağı üzere İbrâhim’le Ya‘kub’un, oğullarına vasiyet ettikleri din de genel anlamda İslâm’dan başkası değildi.

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment