نماز جمعه

 

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

HAZRETİ  YA’KUBUN HAYATI 1

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,nefislerimizin munisi günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 

HAZRETİ YAKUBUN  HAYATI  1

İshak’ın oğlu Ya‘kūb, Kur’ân-ı Kerîm’e göre peygamber, yahudi inancına göre İsrâil’in ataları diye adlandırılan üç kişiden biridir (diğerleri İshak ve İbrâhim’dir) ve İsrâiloğulları’nın isim babasıdır. Hem Müslüman alimler hem de ehli kitap alimleri İsrail isminin İbrahim’in torunu olan Yakup’un lakabı olduğu hakkında hem fikirdirler. Fakat Yakup’un bu lakabı nasıl ve nerede aldığı Kur’an’da geçmez. Yakup’un isminin İsrail lakabına evirilmesi ve bu lakabın Yakup isminin önüne geçip oğullarından devam eden soyun kendilerini atalarının ismine değil de lakabına nispet etmesi Tevrat kaynaklıdır.

İsrail adı, Tevrata  göre  İbranilerin atalarından biri sayılan Hz.Yakub’a verilen bir isim veya lakaptır. Yahudi Kutsal kitabı Tevrat’ın (Tora) Tekvin bölümünde anlatıldığına göre bu isim ona Tanrı Yehova tarafından verilmiştir. Kelime İbranicede, Tanrı’yla güreşen veya Tanrı’yla mücadele eden anlamına gelmektedir. İslami   kaynaklara  göre  ise  İsrail  kelimesi  Hazreti  Yakubun  ismi  olarak, Allahın  kulu, Allah  tarafından seçilmiş  veya Allahla   birlikte    cihad eden sadık  emir  anlamı  taşımaktadır. Bu  hususta  tevratın  yaratılış  sıfrında  şöyle  bir  hikaye anlatılmaktadır:

Burada Tevrat’ta kullanıldığı şekliyle İsrail kelimesinin teolojik, etimolojik ve tarihsel kullanımına
değineceğiz. Yahudiler için İsrail kelimesinin kullanımı Tevrat’ta anlatılan bir olaya dayanır.Bunagöre
Yakub kardeşi Esav’la yaşadığı bir mesele dolayısıyla dayısı Laban’ın yanına kaçmış, onun iki kızıyla evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olup uzunca bir süre burada kaldıktan sonra kendi vatanına dönmeye karar vermiştir. Kenan’a dönüş yolunda yaşanan bu hadise Tevrat’ın Tekvin bahsinde şöyle anlatılmaktadır:

Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti.  Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. 

Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı. 

 Adam, “Adın ne?” diye sordu. 

“Yakup”

 Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin. (Yaratılış 32/24-28)

 

Ya‘kūb kelimesinin aslı İbrânîce Yaakob’dur (Yaakov). Tevrat’ta kelimenin menşei iki şekilde izah edilmektedir. Bunlardan birine göre Yaakob “topuk tutan” demektir; zira Esav ile ikiz olan Ya‘kūb önce doğan Esav’ın topuğunu tutarak dünyaya gelmiştir (Tekvîn, 25/26).

Diğerine göre ise kelime “birinin yerini alan” mânasındadır. Ya‘kūb, Esav’ın ilk oğul olma hakkını elinden aldığı, onun yerine geçtiği ve bereketini çaldığı için bu adla anılmıştır. Esav, “Onun adı haklı olarak Yaakob çağrılmıyor mu, çünkü iki defa beni aldattı, benim yerime geçti” sözleriyle (Tekvîn, 27/36) bunu vurgulamaktadır (a.g.e., II, 782-783). Ahd-i Atîk’te kelime, “Çünkü her kardeş çok aldatacak” (Yeremya, 9/4) ve, “Rahimde kardeşini topuğundan tuttu” (Hoşea, 12/3), şeklinde her iki anlamda da kullanılmaktadır. Yine Tevrat’taki bir ifadeye göre Ya‘kūb’a Tanrı tarafından İsrâil adı verilmiş olup (Tekvîn, 35/1-15) bizzat Tanrı ile veya meleğiyle güreştiği için bu adı almıştır. Ayrıca kelimeyi oluşturan harflerin nümerik değerleri ileride meydana gelecek İsrâil’le ilgili önemli olaylara bir işarettir (Ginzberg, II, 98).

Hz. Ya‘kūb müslüman milletlerin kültür ve edebiyatında, halk inanışlarında adı çokça geçen ve hayatına dair bilgi verilen peygamberlerden biridir. Kaynaklarda duasının bereketiyle bir koyunun tek batında dört kuzu doğurması, sesinin üç konak mesafeden duyulacak kadar gür olması, attığı okun çok uzaklara gitmesi, duasıyla dağları yerinden oynatması, oğlu Yûsuf hakkında kurtlarla konuşması, çok uzak mesafeden Yûsuf’un kokusunu alması gibi mûcizeleri nakledilir. Edebiyatta daha çok etkili duasıyla anılan Hz. Ya‘kūb’la ilgili bilgiler Kur’an’da Yûsuf sûresinde yer alır. Kısas-ı enbiyâ kitaplarında, Yûsuf u Züleyhâ mesnevilerinde, hilyelerde, siyer ve mevlidlerle, mi‘râciyyelerde, Envârü’l-âşıkīn ve Mârifetnâme gibi eserlerde Ya‘kūb daha çok Yûsuf’la birlikte zikredilir. Tasavvuf edebiyatında Ya‘kūb’la ilgili konular çeşitli yönlerden ele alınmış ve bu alanda zengin bir birikim oluşmuştur. Yûsuf u Züleyhâ mesnevilerinde Hz. Ya‘kūb’un babasından dua alması, peygamber olması, evlenmesi ve on iki oğlu anlatılır. Bu eserlerde genellikle Yûsuf tanıtıldıktan sonra Ya‘kūb’dan söz edilir.

İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre kardeşleri Yûsuf’u kuyuya attıktan sonra kestikleri bir kuzunun kanını gömleğine sürer, babalarına da kardeşlerini bir kurdun yediğini söyler. Ancak Ya‘kūb, “Kurt onu nasıl yemiş olabilir, gömleği bile yırtılmamış” diyerek oğullarına inanmadığını belirtir. Diğer bir rivayete göre ise oğulları babalarının yanına bir kurt getirerek, “Yûsuf’u bu kurt yedi” derler, Ya‘kūb da “Ey kurt! Benim evlâdımı sen mi yedin?” diye sorunca Allah kurdu konuşturur ve kurt, “Ben çocuğunu ne yedim ne de gördüm” cevabını verir. Bu olay bir Urfa türküsünde, “Cemolup geldiler Ken‘an’ın kurdu / Biz yemedik deyü içtiler andı / Ya‘kūb’un feryâdı arşa dayandı” dizeleriyle yer almıştır.

Ya‘kūb, Halîl’in (İbrâhim) torunu, Ishakın oğlu, Sıddîk’in (Yûsuf) babası, Esbât’ın şeyhi, Benî İsrâil peygamberlerinin atası, İsmâil’in kardeşinin oğludur. Kırk veya yetmiş yıl hüzün içinde yaşamış, Yûsuf’un gömleğinin kokusunu 80 fersahtan almıştır (Fîrûzâbâdî, VI, 43). Ya‘kūb, oğlu Yûsuf’un yokluğunda Bünyâmin de yanından ayrılınca üzüntüden iki gözüne ak düşmüş, oğlu Yûsuf’un gönderdiği gömleği yüzüne sürerek gözleri açılmıştır.

Hazreti  Ya’kub  ile  ilgili Kur’an ayetleri  bir  kaç  açıdan ele  alınıp  incelenmelidir. Hazreti  Ya’kubun  doğumu Hazreti  İbrahim  ve  Saraya  verilmiş  fazladan   bir  lütüf  ve  ihsan  olarak ifade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ayrıca İbrâhim’e İshak ve Ya‘kūb’un bağışlandığı zikredilmekte (el-En‘âm 6/84), İbrâhim’in eşi Sâre kastedilerek, “Biz ona İshak’ı ve onun ardından Ya‘kūb’u müjdeledik” denilmektedir (Hûd 11/71). Bu âyetlerden hareketle bazı şarkiyatçılar, Kur’an’da Ya‘kūb’un da İshak gibi İbrâhim’in oğlu diye gösterildiğini ileri sürmüşlerse de, Kur’an âyetleri (el-Bakara 2/133, 136, 140; Âl-i İmrân 3/84; Hûd 11/71; Yûsuf 12/6) böyle bir anlayışa imkân vermemektedir. Konuyla  ilgili  olarak Hud  suresi 71 ayeti  kerimede  şöyle  denilmektedir.:

  • وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ ﴿هود:۷۱﴾

İbrâhim’in karısı da ayakta durmuş dinliyordu; bu sözleri duyunca güldü. Ona da İshâk’ı, İshâk’ın ardından da Yakûb’u müjdeledik.” (Hûd sûresi, 71)

Lût kavmini helâk etmeye giden melekler önce İbrâhim aleyhisselâm’a uğradılar, onların melek olduğunu bilmeyen Hz. İbrâhim hemen bir dana kesip kızarttı. Misafirlerin bunu yemediklerini görünce korkuya kapıldı, bunun üzerine melekler kendilerini tanıttılar.

İşte bu esnada Hz. İbrâhim’in hanımı Sâre, misafirlere hizmet için ayakta durmuş bekliyor ve konuşmaları dinliyordu. Kendileri için yemek hazırladıkları misafirlerinin melek olduğunu öğrenince, âyet-i kerîmede belirtildiği üzere gülmeye başladı. Melekler de ona İshâk’ı dünyaya getireceğini, daha sonraları da torunu Yakub’un doğacağını müjdelediler. O tarihte Hz. İbrâhim, müfessirlerin belirttiğine göre 120, karısı Sâre de 90 yaşındaydı. Âyet-i kerîmenin devamında belirtildiği üzere Sâre bu müjdeye şaştı ve:

“Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.” Melekler de ona, bunun Allah Teâlâ’nın rahmet ve bereketiyle mümkün olacağını söylediler. Hazreti  Yakbun  İshak  ile  birlikte  İbrahim  ogul ve  torun  olartak  bağışlanması Enbiya  suresi 71 ayette  ilahi  bir   hibe  bir  vergi  olarak  tanımlanmıştır. 72 ayette de bunların  insanlık  için  imamlar  kılındığı  ifade edilmiştir.

  • وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ ﴿انبیاء:۷۲﴾
  • وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ ﴿٧٣﴾

İbrâhim’e İshâk’ı lutfettik, ayrıca torun olarak da İshâk’ın oğlu Yâkub’u ihsân ettik. Her birini dürüst, erdemli ve ıslaha yönelik işler yapan kimseler kıldık.

Biz onları, emrimizle insanlara doğru yolu gösteren önderler yaptık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namazı dosdoğru kılmayı ve zekâtı vermeyi emrettik. Onlar, kendilerini sadece bize kulluğa adamış kimselerdi.

Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in sâlih bir erkek çocuk talebi üzere (bk. Saffât 37/100) yaşlılığına rağmen ona İshâk’ı ihsan etmiştir. Hz. İshâk’tan da torunu Yâkub dünyaya gelmiştir. Bunların hepsi, yani burada ismi geçen dört peygamber de Allah’ın emirlerini tutan ve haramlarından kaçınan sâlih kimselerdi. Allah’ın izniyle insanları hidâyete davet eden hakîkat rehberleriydi. Cenâb-ı Hak onlara bütün hayırlı, iyi ve güzel işleri yapmalarını emretmiştir. Namaz ve zekât da bu hayırlı işler içinde olmakla birlikte ehemmiyetlerine binâen ayrıca zikredilmiştir. Çünkü namaz bedenî ibâdetlerin en şereflisi, zekât da mâlî ibâdetlerin en şereflisidir. Bu ikisinin toplamı ise Allah’ın emrini tâzim ve O’nun kullarına şefkat ve merhameti ifade eder.

Hazreti YA’KUBUN  Şahsiyeti

Kur’anı  Kerim  Hazreti Ya’kubu  güçlü  basiret sahibi, muhlis,  hayırlı ve  seçkin  bir  kişilik  olarak  tanımlamaktadır.

وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ أُولِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ؛ إِنَّا أَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ؛ وَإِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ ﴿ص:۴۵-۴۶-۴۷﴾

“Rasûlüm! Kuvvet, sağlam bir irade, derin bir görüş ve anlayış sahibi kullarımız İbrâhim, İshâk ve Yâkub’u da hatırla. Biz onları, özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Hiç şüphesiz onlar bizim katımızda seçkin, tertemiz ve hayırlı kullardandı.” ( Sad 45.47)

Bu üç peygamber, kendilerine uyulması gereken güzel örnekler olarak zikredilir. Hz. İbrâhim, kavminin eziyetlerine, ateşe atılmaya ve oğlunu kurban etme teklifiyle karşılaşmasına sabrı ile bilinir. Hz. İshâk ve Hz. Yakub da fazilette, kuvvette, derin bir görüş ve anlayış sahibi olmakta Hz. İbrâhim’e ortak oldukları için zikredilmiştir. Maksat ise, Peygamber Efendimiz ve ümmetinin, Allah’ın dinini yaşayıp yaşatmada ve yeryüüzne hâkim kılmada kuvvetli ve metanetli, işlerin gerçek yüzünü görmede de derin bir görüş ve anlayış sahibi olmalarını sağlamaktır. Burada bu üç peygamberin şu üç ortak özelliğine dikkat çekilir:

Birincisi; “eydî ve ebsâr sahibi olmaları”: اَلْاَيْد۪ي  (eydî), dinde, dini yaşama ve yaşatmada kuvvet demektir. اَلْاَبْصَارُ (ebsâr) ise, basîret olarak bilinen fikrî kuvvet, Allah’ın hükümlerini uygulamada ve rızâsını kazanmada basîretli davranmak, gözü ve gönlü açık olmak demektir. Bu özellik, onların elleriyle güzel işler yaptıklarını, sağlıklı görüş ve doğru düşünce sahibi olduklarını ortaya koymaktadır. Peygamberlerin kuvvet sahibi olarak vasıflandırılmalarının sebebi, onların sâlih ameller yapma ve günahlardan korunma hususunda güçlü olmalarıdır. Onlar, Allah’ın kelimesini yükseltmek için çok mücadele eden kimselerdir. Basîret sahibi olmalarına gelince, kastedilen sadece gözlerin görmesi değil, hakkı görerek tanımalarıdır. Onlar dünyada kör gibi yaşamazlardı. Sahip oldukları ilim ve basîret sâyesinde doğru yolu görürlerdi. Böylelikle doğru yolu bulmuş kimselerin, bu iki haslete, kuvvet ve basîrete sahip oldukları anlatılmak istenmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde kuvvet ve basîret sahibi olabilmek için doğru yol üzere bulunmak şarrtır.

İkincisi; “dâr zikriyle seçilmiş olmaları”: Allah Teâlâ onları, nefsin kirlerinden temizlemiştir. Bu sebeple onların nefisleri, insana ârız olan bütün ayıplardan temiz hale gelmiştir. Bu seçme, peygamberlik için lâzım olan ismet mânasındadır. “İsmet”, Allah’ın, peygamberine verdiği bir kuvvettir ki, bu kuvvet sayesinde peygamberler ister kasten ister hataen olsun bütün büyük günahlardan, nefreti ve küçük düşmeyi gerektirecek her türlü davranışlardan korunurlar. اَلدَّارُ (dâr), âhiret âlemidir. Peygamberler, âhireti hep akıllarında tutar, asla unutmaz ve âhireti bir tarafa bırakıp dünyaya yönelmezler. Himmet, inayet ve gayretlerini teksif ettikleri yegane yer, âhirettir. Onların başarılı olmaları, kalplerinde dünyaya meyletmekten eser kallmayıp, tüm çabalarının âhirete yönelik olması dolayısıyladır. Onlar, âhireti hem kendileri hatırlar hem de başkalarına hatırlatırlardı. Allah bu yüzden mertebelerini yükseltmiş ve onlara dünyaya meyleden kimselerin ulaşmalarının mümkün olmadığı dereceler vermiştir. Buradaki diğer bir incelik ise, Allah Teâlâ’nın âhiret için الدَّار (ed-Dâr) tabirini kullanmış olmasıdır. Bu ifadeyle dünyanın insanoğlu için geçici olduğu, insanın sonunda buradan göçeceği ve fakat asıl yurdun âhiret olduğu anlatılmak istenmektedir.

Üçüncüsü, اَلْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ  (el-Mustafayna’l-ahyâr): Allah Teâlâ o peygamberleri kulları arasından özellikle seçmiş, tertemiz yapmış, onları kendine yaklaştırmış ve onları en hayırlı kimseler kılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment