Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
İNSANLIĞIN BABASI ADEM (A.S)’IN HİKAYESİ 5
BU KISSADAN ALINMASI GEREKEN DERSLER
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
ADEM ( A.S)’IN HAYAT HİKAYESİNDEN DERSLER
Kur’anı Kerimdeki tüm peygamber kıssaları ve hayat hikayelerinde insanlar için bir çok yönlü dersler bulunmaktadır. Bu kıssaların hedefleri vardır. Bu kıssalarda farklı yönleriyle insan, insanın següzeşti , hayat hikayesindeki farklı aşamalar anlatılmaktadır. İnsanın saadeti ve mutluluğu bu kitapta anlatılan bir başka husustur. Bir kaç hutbede insanlığın babası Adem ( a.s )’ın hayat hikayesi, haram meyve, cennetten atılması, şeytanın desiselerini anlattık. Bu kıssada bizler için ibret alınması gereken bir çok dersler vardır. Aslında Kur’an insanı anlatmaktadır. Farklı yönleriyle, Enbiya suresinde şöyle denilmektedir:
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً فٖيهِ ذِكْرُكُمْؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَࣖ
Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
“Öğüt” diye çevirdiğimiz zikir kelimesi, “şan, şeref, uyarı,anma, yad etme vaad ve tehdit, din konusunda gerekli olan şeylerin açıklaması “kişinin elde ettiği bilgiyi zihinde koruma kabiliyeti, bir şeyin zihinde tutulması, hatırlatıcı, hatırlama, hâtıra, akılda tutulması gereken her şey” anlamlarına da gelmektedir (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “zkr” md.). İnsanlara indirilen kitaptan maksat da Kur’an’dır. Allah Teâlâ insanların şeref ve şanını koruyup yücelten, onları uyaran,onlardan yad edip anlatan, öğüt veren ve dinleri konusunda gerekli açıklamaları yapan bir kitap indirdiğini belirtmiş ve insanların kitabı okuyup akıllarını da kullandıkları takdirde bu nimetlere kavuşacaklarına işaret etmiştir
Halifetullah Makamı: Bu makam insanlığın babasına mahsus olan bir makam değildir. Adem bu açıdan bu makama ulaşan kamil insanı temsil etmektedir. Allahın Ademe öğrettiği ilim ve maarif onunla sınırlı değildir. Her kamil insan bu ilimlerden bir pay alabilir. Meleklerin mescudu olmak ( onlar tarafından secde edilen) Ademe mahsus bir durum değildir. Şeytan Ademin şahsi düşmanı, insan cinsinin düşmanıdır. Babanın düşmanı evladın dostu olmaz. O insanları saptırmak için gece gündüz çabalamaktadır.
Ey Adem bu senin ve eşinin düşmanıdır. يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ؛ devamında Allah Ademin çocuklarını uyarmaktadır: يَا بَنِي آدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ Ey Adem çocukları Şeytan sizi aldatmasın.
Bu kıssayla Allah bizlere tüm insanların imtihana tabı tutulmuş olduklarını ve bin bir fitne ve aldatmalara maruz olduğunu hatırlatmaktadır. YaniAdem nasılki haram meyve yemekten sakındırlmış ise bizlerde aynı şekilde haram meyvelerden nehy edilmişiz. Rüşd ve tekamulumuz önünde engel teşkil eden her hal, hareket ve davranış kıscası günah, bir haram meyve niteliğindedir. Eğer Adem haram bir meyve yeyip nezih bir elbise olan taakva elbisesini elden verip haya perdesinin yırtılmasına sebebiyet vermiş se, aynı şekilde bizlerde haram meyveler hükmünde olan her günah işlemekle haya ve takva perdesını yıkarak, çöküşümüzü ve Allahın rahmetinden uzaklaşmamıza sebebiyet vermiş oluyoruz. Adem o meyveyi yiyerek cennetten uzaklaştırıldı. Bizler de haramlar işleyerek safvet, temizlik ve taharet örneği olan tevhidi fıtratımızdan ve ruhi cennetimizden uzaklaşarak, bir yandan cehenneme yaklaşıyor ve öte yandan Allahtan uzaklaşıyoruz. Halbuki yaratılış amacımız kulluk ile Allaha yakınlaşmak, ebrar ve mukarrebinden olmaktır. Iffetsizlik, hayasızlık, zulüm, azgınlık ve taşkınlık aslında cehennemin bu dünyadaki yansımalarıdır. Hiç kimse şeytanın vesveselerinden bir an olsun gafil kalmamalı ve sürekli olarak kendisini kontrol edip gözetim altında tutmalıdır. Insanın kemal ve rüşdü önünde engel teşkil eden ve bundan alıkoyan her şey haram meyve hükmündedir. İnsanın yaratılş maksadı kemali yakalamak ve ilahi renge bürünmektir. Bu da İslam öğretilerinde kemal olarak tanımlanmaktadır.
Tasavvuf tarihinin en önemli konularından olan insân-ı kâmil anlayışı, varlık ve bilgi problemleriyle ilgisi yanında dinî ve ahlâkî boyutları da bulunan derin fikrî çaba ve ruhî tecrübenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İnsân-ı kâmil kavramı irfan ve tasavvuf literatürüne Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından yerleştirilmiştir. Ancak felsefe tarihinde kökleri çok gerilere giden “küçük âlem” (mikrokozm) ve “büyük âlem” (makrokozm) düşüncesiyle bağlantılı olarak eski kültürlerde insanla âlem arasında bir münasebet görülmüş, birinde bulunan özelliklerin en azından bir kısmının diğerinde de bulunduğuna inanılmıştır.
Hür bir irade ve akıl gücüyle donatılmış olan insan, bu özellikleriyle rüşd ve kemale namzet bir mahluk kategorisinde yaratılmıştır. İyilik ve kötülük arasında seçim yapma durumunun söz konusu olduğu ve hür iradenin devreye girdiği durumlarda çöküş veya tekamül ve rüşd söz konusu olur. İnsanın yüklendiği ağır emanet te özgür irade veya akıl gücü olarak tanımlanmıştır. İbni Rüşd varlığın hakikatı ile ilgi,li burhani tevili ağır emanet olarak tanımllamıştır. Ahzab suresi 72. Ayeti kerimede Yüce Allah emanet konusunda şöyle buyurmaktadır:
- اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُؕ اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ
- لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِقٖينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكٖينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَحٖيماً
“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.
Böyle yaptı ki Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları cezalandırsın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul buyursun. Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.”
Burada yine bir benzetme ve temsil yoluyla anlatım örneği görüyoruz. Âyeti bazı tefsirciler hakiki mânasıyla alarak “Allah’ın ezelde, göklere, yere ve dağlara şuur verdiğini, emaneti almayı onlara teklif ettiğini, onların bundan çekinerek yüklenmek istemediklerini, sonra insana teklif ettiğini, insanın ise tabiatı itibariyle bilgisiz ve neyi nereye koyacağı konusunda genellikle başarısız olduğu için, başka bir deyişle dağlar taşlar kadar bile düşünemediği, bilemediği için emaneti yüklendiğini” söylemiş, böyle anlamışlardır.
Ancak bizim tercihimiz burada bir temsilî anlatımın söz konusu olduğudur. Anlatılmak istenen şudur: Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. Çünkü o, bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir, ama öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir, onu hakkıyla taşımada başarılı olamamaktadır. Yani insan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır; bu konulardaki bilgisizlik büyük bir cehalettir. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye de gayret etmelidir, onun hakkını yerine getirmemek büyük bir zulümdür.
Emanet kelimesinin sözlük anlamı “korku ve kaygının gitmesi, insanın korunma konusunda gönül rahatlığı içinde olması”dır. Emanet kelimesi bu güvenlik hali, psikolojisi için kullanıldığı gibi, güvenme ve koruma konusu olan, korunması istenen şey için de kullanılır. Bir din terimi olarak emanete birçok anlam yüklenmiştir. Bunlar içinde maksada en yakın bulduklarımız, “tevhid kelimesi ve inancı, adalet, okuma-yazma, akıl ve yükümlü (mükellef) olma kabiliyeti ve Türkçe’deki anlamıyla emanet”tir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât)
Bunların da tamamını, “insanın, akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü” kavramı içinde toplamak mümkündür. İnsandan başka her şey, yaratıcı tarafından nasıl programlanmışsa öyle işler, tabiatının dikte ettiği davranış biçimini değiştiremez. Bu sebeple dünyada ve âhirette göklere, yerlere, canlı ve cansız varlıklara “Niçin böyle yaptın?” diye sorulmaz. İnsana gelince onda akıl, bilgi edinme, bilgisini, kararını ve davranışını değiştirme kabiliyeti vardır. Ancak gerek din ve ahlâk alanlarında doğruyu bilme ve gerekse doğru, iyi ve hayırlı olanı yapma konusunda insanın önünde önemli engeller de vardır.
Bu yüzden –ilâhî bir bilgi ve hidayet desteğinden mahrum olan– insanların bilmedikleri bildiklerinden fazladır (72. âyetteki deyimiyle insan cehûldür, çok bilgisizdir); din ve ahlâk konusunda kötülükleri iyiliklerinden çoktur (aynı âyetteki ifadeyle insan zalûmdur, gerekeni yapma, her şeyin hakkını verme konusunda başarısızdır). Belki her devirde ama kesin olarak çağımız insanları arasında, Allah’ın razı olduğu bir inanç, ibadet ve ahlâk hayatını yaşayanların sayısı, böyle olmayanlara göre oldukça azdır. İnsana tevdi edilen yükümlülük kabiliyeti çok değerli bir emanettir, iyi muhafaza edildiği, hakkı verildiği takdirde insan, onun sayesinde eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en değerlisi ve şereflisi) olur; hakkını veremezse, sermayeyi kötüye kullanırsa, şeytana uyarsa aşağıların aşağısına yuvarlanır. İşte bu yüzden emanet, insandan başka bir mahlûkun yüklenmeye cesaret edemeyeceği kadar büyüktür, önemlidir ve değerlidir.
Hafız Şirazinin ifadesiyle
آسمان بار امانت نتوانست کشید قرعهٔ کار به نام من دیوانه زدند
Gök emanet yükünü çekemeyince
Kurayı benim gibi divaneye çektiler
:
.