نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hazreti  İbrahim (a.s)’ın  Kıssası  4

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

HAZRETİ  İBRAHİMİN AŞKA VE AKLA DAYANAN İLAHİ MARİFETİ

ألطُّرُقُ إلیَ اللّهِ سُبحَانَهُ فَهُوَ بِعَدَدِ أنفُسِ الخَلَائِقِ

Allaha giden  yollar insanların  nefesleri  kadardır.

Hiadayet  yolları, insanlara göre  farklıdır. Meşhur  bir  rivayete  göre; insanların  nefesleri kadardır. Buradaki  farklı  yollardan  maksat, insanların  fıtrat ve yapısına  uygun yollardır.  Yani  kimi  akla  öncelik  vermkte,  kimi aşka ve sevgiye ve  kimi de batıni ( iç ) aydınlanmaya  eğilimlidir.

İbrahim  akıl ve aşk  ile Rabbini  tanıyan ve irtibat Kur’an  bir  peygamberdir. Kur’anı  Kerim  Hazreti  İbrahimin   putlara  tapınma  konusunda  Azerle tartışıp Onu  putlara  tapınmaktan ve  ibadet etmekten  vazgeçirmeye   çabaladıktan  sonra.  Allah  Ona   melekutun  yani  maddi alemin ötesindeki  sırları öğretti.  Yer ve  göklerin  işleyişi  üzerinden  perdeyi  kaldırıp,  metafiziği  Ona  gösterdi. En’am  suresi 75.  Ayeti  kerimede  konuyla  ilgili  olarak  Yüce Allah şöyle  buyurmaktadır:

وَكَذٰلِكَ نُرٖٓي اِبْرٰهٖيمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنٖينَ 

“Böylece biz İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk ki kesin inananlardan olsun.” 

Melekût, “mülk”le eş anlamlı olarak “Allah’ın hükümranlık ve yönetimi” şeklinde de açıklanmıştır. İbn Âşûr, her iki halde de kelimenin mecazi olarak geçtiğini ve buradaki hakiki anlamının “memlûk” (sahip ve mâlik olunan şeyler) olduğunu ifade eder. 83. âyeti dikkate alarak “hüccet” anlamı taşıdığını da düşünmek mümkündür. Biz, bu anlamı da dikkate alarak ilgili kısmı “İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk” şeklinde çevirdik. Nitekim Zemahşerî de bu kısmı, “Onun düşünce yeteneğini güçlendiriyorduk, istidlâl yöntemine ulaştırıyorduk” şeklinde açıklamıştır. Bu açıklamalara göre âyet şu mânaya gelmektedir: Putlara tapan kavminin ve babasının dalâlette olduğunu gören, bu yüzden babasını ikaz eden İbrâhim’e biz, göklerde ve yerde mülkiyet ve tasarrufumuz altında bulunan şeylerin mahiyetlerini, hakikatlerini açık seçik gösterdik; bunların bizden başka yaratıcısı ve yöneticisi olmadığı hususunda onu bilgilendirdik ve bütün bunları, kuşku götürmez kesinlikte bir imana ulaşsın diye yaptık. 

Hazreti İbrahim kendi  mesajını  tebliğ  için çok   ilginç ve güzel  metotlara  baş vurdu. Bu  metotlardan  bir  şuydu, O  işin  başında  muşrik  kavmi  ileymiş gibi  hareket etti ki  bu  vesileyle şirkin  kabul  edilebilecek  bir  durum  olmadığını  bizatihi yaşamış  olsun. O  ilk  önce  yıldızların  uluhiyetini  gündeme  getirdi. Hazreti  İbrahimin  yıldızlar, ay ve  güneşin  tanrılığını  gündeme  getirme  senaryosunun  arka planında  mezepotamyadaki  güneş, ay ve  yıldız  tapıclığı  yatmaktadır.  Şhammas yani güneş  tanrısının  mabetleri  bir  cok  yerde  mevcut  bulunmaktaydı ve  Şi’ra  yıldızına  tapınma ki, Necm  suresinde  buna  işaret  vardır. İbrahim  peygamber  gerçekten  yıldızlara    tapıyordu  yoksa  tapınıyor  gibi mi  gösteriyordu. İknci  ihtimal  daha  fazladır. Bu  konuda Enam  suresi 76.79 Ayeti  kerimede  Yüce  Allah  şöyle  buyurmaktdır.

ï  فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَباًۚ قَالَ هٰذَا رَبّٖيۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ 

ï  فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغاً قَالَ هٰذَا رَبّٖيۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنٖي رَبّٖي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّٖينَ 

ï  فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّٖي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّٖي بَرٖٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ   اِنّٖي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذٖي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنٖيفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِكٖينَۚ

“Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem” dedi. 

Ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum” dedi. 

Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” 

 “Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” 

Milâttan önce 2100’lerde yaşadığı kabul edilen ve Allah’ın birliği esasına dayalı dinî geleneğin (Hanîflik) önderi olarak bilinen Hz. İbrâhim’in kavmi ay, güneş ve yıldızlarla bu gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. Tevrat’a göre Hz. İbrâhim’in doğum yeri olan Ur şehrinde yapılan kazılar sonucu bulunan tabletlerde 5000 civarında tanrı ismi geçmektedir. İbrâhim aleyhisselâm, muhtemelen kendisi bu gözlemlere girişmeden önce de tevhid ehlinden olmakla birlikte, kavminin bu bâtıl inançlarından hareket ederek onları tevhid akîdesine ikna etmek düşüncesiyle önce, belki de yıldızlar içinde en parlak olan birinin, sonra ayın ve ardından da güneşin tanrı olup olamayacağını tartmış; gelip geçici ve değişken bir varlığın tanrı olamayacağı, tanrısal bir sevgiyle benimsenemeyeceği şeklindeki temel gerçeğe dayanarak bunların hiçbirini ilâh diye kabul etmenin mümkün olmadığını, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tan başka gerçek ilâh bulunmadığını ispatlamış; nihayet sahip olduğu veya gözlemlerinden sonra ulaştığı yakînî imanı “Ben, Hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim” ifadesiyle ortaya koymuştur. Böylece Hz. İbrâhim pek çok müslüman ilim ve fikir adamının Allah’ın varlık ve birliğini aklî delillerle ispat etmek bakımından önemle üzerinde durdukları, gözleme dayalı bu istidlâli ile hem putperest kavminin inançlarını çürütmüş hem de hak dinin en temel ilkesi olan doğru bir ulûhiyyet inancının nasıl olması gerektiğini göstermiş bulunmaktadır. 

78. âyetteki “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” şeklindeki ifadeden, İbrâhim’in bu gözlemi tek başına yapmadığı, yanında kavminden bir grup insanın da bulunduğu sonucunu çıkarmak  mümkündür. Ayrıca aynı ifadeden, başka birçok insan topluluğu gibi bu kavmin de aslında Allah’ın varlığına inandıkları, fakat gök cisimlerini ve bunları sembolize eden putları O’na ortak koşmak suretiyle tevhid inancından saptıkları anlaşılmaktadır. Esasen Kur’an’ın temel tavrı, tanrı tanımazlardan ziyade şirkle mücadeledir. Bu da Kur’an’ın insanlarda ulûhiyyet fikrinin fıtrî olduğu, ancak bunun birçok şirk çeşidiyle, çok tanrıcılık inancıyla bozulduğu şeklindeki yaklaşımından kaynaklanmaktadır. 

اندرین وادی مرو بی این دلیل                   لا احب الآفلین گو چون خلیل

Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!

Hazreti  İbrahimin İstidlali

İbrahim ( a.s)  bazen  karşıtlara  hakkı  ıspatlamak  için  akli delillere  başvuruyordu. Bazen de  ameli  kanıtlar  sunuyordu. Hazreti  İbrahim  karşıtlarına,   akıl ve  idrak  seviyesi ve  kabulleri  nispetinde  delil  sunuyordu. Bilgili, intellektuel ve akıl seviyesi  yüksek  insanlar  için  tabiki akli deliller  ikame  etmek  icab ediyordu. Duyusal  olan halkın  geneli  için de  elle  tutulur  gözle  görülebilir kanıtlar sunmak  lazım geliyordu. Hazreti  İbarhim  putların herhangi  bir  zarar ve  yarar  dokunduramıyacağını  ve  hiç  bir  güç ve etkilerinin  olmadığını.  Kendilerini  bile  savunmadıklarını  gözler  önüne serdetmek  için ameli  somut deliller  sunuyor. Enbiya  suresi  52. 54. Ayeti  kerimelerde  bu  konuda   Yüce  Allah şöyle  buyurmaktadır:

اِذْ قَالَ لِاَبٖيهِ وَقَوْمِهٖ مَا هٰذِهِ التَّمَاثٖيلُ الَّتٖٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ 

قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِدٖينَ 

قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ 

O, babasına ve kavmine, “Şu kendilerine tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” diye sormuştu. 

Onlar da “Atalarımızı bunlara tapar bulduk” diye cevap vermişlerdi. 

İbrâhim, “Doğrusu siz de atalarınız da açık bir sapkınlık içindesiniz” dedi. 

Hz. İbrâhim’in hikmetli, düşündürücü sorusuna putperest kavmi, “Atalarımızı bunlara tapar bulduk” diye cevap vermek suretiyle düşünceye değil taklide dayandıklarını itiraf etmişlerdir. Hazreti İbrahim putperestlerle   tartışmasının devamında sertleşip tehdid  dozunu  yükseltiyor. Bilhassa  müşrikler,  putperestliğin  bir ecdat  geleneği  üzerinde dururken.  İbrahim  a.s  putlara  karşı  bir  şeyler  yapacağınba  dair  Alklaha  yemin etmektedir.

مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ , “Şu kendilerine tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” diye sormuştu.  Enbiya suresi 52. ayeti  kerimede bu  sertleşme ve  tehdid  şu  şekilde  dile  getiriliyor:

:« تَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ بَعْدَ أَنْ تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ  “Allaha  yemin ederim  ki, siz arkanızı dönüp  gidince putlarınıza  karşı bir  tuzak  kuracağım.” Devamında  Kur’anı  Kerim  şöyle  buyurmaktadır:

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَبٖيراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ 

قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمٖينَ 

قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰهٖيمُؕ 

قَالُوا فَأْتُوا بِهٖ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ 

“ (Onlar gidince) İbrâhim putları paramparça etti, belki ona başvururlar diye büyük putu bıraktı. 

 (Dönüp durumu gören) putperestler, “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir” dediler. 

Bazıları, “İbrâhim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik” deyince, “O halde, onu hemen insanların önüne getirin, belki birileri şahitlik eder” dediler.” 

Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. İbrâhim’in kavminin dinî bir bayramı vardı; her sene kırda toplanarak bu bayramı kutlarlardı. Bir defasında yine bayram şenliğine giderken İbrâhim’i de götürmek istediler. İbrâhim hasta olduğunu ileri sürerek bayrama katılmadı ve halk kıra çıktıktan sonra puthaneye giderek büyük put hariç hepsini kırdı. 58. âyette bu açıkça ifade edilmektedir. Rivayete göre baltayı büyük putun boynuna astı ki (Kurtubî, XI, 296-297) kavmi ona başvurup putları kimin kırdığını sorsun da böylece putun acizliği ortaya çıksın. Halk bayram yerinden döndüklerinde tanrılarının başına gelenleri görünce bu işi kimin yaptığını araştırdılar. Daha önce Hz. İbrâhim’in putların aleyhindeki konuşmalarını işitmiş olanlar durumdan halkı haberdar ettiler. Halk, İbrâhim’in sorgulanmasını ve ona verilecek cezanın başkalarına da ibret olmasını istedi. 

قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰهٖيمُؕ ؛ قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ

 “Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın, ey İbrâhim?” diye sordular. İbrâhim, “Hayır” dedi, “Bu işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!” Kur’anın  ifadesine  göre Hazreti   İbrahimin  putları  kırmasına tanık  olan putperestler  büyük  putun  bu  işi  yapamıyacağını  anladıkları  gibi İbrahimin  doğruluğunu da  kabul etmek  durumunda  kalmışlardı.  Hazreti  İbrahim,  putların  bir zarar ve  yarar  dokunduramıyacağı  konusunda  halkın aklını  harekete  geçirmek  için  suçu  büyük  putun boynuna  atmıştı. Bu  hadiseden  sonra  kendilerinin  kritik etmeye ve  hatalarını  anlamaya  başladılar. Hazreti,  İbrahimin  dediği  gibi  putlara  tapınılmaması  gerektiği yönünde  bir  kanaat   elde ettiler. Kur’anda Onların  durumu  şu  şekilde  dile getirilmiştir.

 

فَرَجَعُوا إِلَى أَنْفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنْتُمُ الظَّالِمُونَ؛ ثُمَّ نُكِسُوا عَلَى رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَؤُلَاءِ يَنْطِقُونَ؛ قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْئاً وَلَا يَضُرُّكُمْ؛ أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ   ﴿انبیاء:۶۴-۶۷﴾

“Sonra kendi kendilerine dönüp, “Asıl haktan ayrılanlar sizlersiniz!” dediler. Sonra yine başlarını öne eğerek “Bunların konuşamayacağını pekâlâ biliyorsun” dediler. râhim, “öyleyse Allah’ı bırakıp da size ne fayda ne de zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de Allah’ı bırakıp taptığınız bu şeylere de yuf dedi” ( Enbiya 64.67)

Putperestlerin İbrâhim’e, “Sen bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun” demeleri, açıkça kendilerinin de tanrılarının âcizliğini itiraf etmelerinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla bu cevap İbrâhim’e, onların inançlarının ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu yüzlerine vurma fırsatı verdi. Enbiya 66-67. âyetlerde onun bu konudaki eleştirisi nakledilmektedir. Ancak taassupları sebebiyle bu eleştiriye tahammül edemeyen putperestler İbrâhim’i yakmaya karar verdiler ve böylece tanrılarının onları koruması gerekirken, onlar tanrılarını korumak istediler. Rivayete göre İbrâhim’i yakmak için kavmi büyük bir ateş yakıp onu mancınıkla ateşe fırlattılar; ancak Allah’ın bir mûcizesi olarak ateş onu yakmadı. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment