Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
HAZRETİ NUH (A.S)’IN HAYAT HİKAYESİ
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
HAZRETI NUHUN HAYATI, İSMİNİN ANLAMI ŞECERESI VE DAVETİ
Adı İbrânîce’de Nôah, Yunanca’da Nôe şeklindedir. Tevrat’a göre babası Lamek, “Rabbin lânetlediği bu toprak yüzünden çektiğimiz eziyeti, harcadığımız emeği bu çocuk hafifletip bizi rahatlatacak” diyerek (Tekvîn, 5/29) oğluna Nûh adını vermiştir..
İslâm’da. Hz. Nûh, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde diğer peygamberlere oranla geniş bir şekilde tanıtılan ve “ülü’l-azm” olarak isimlendirilen beş büyük peygamberden biridir. Kur’an’da yirmi sekiz sûrede hakkında bilgi verilmiş ve kırk üç yerde ismen zikredilmiştir. Kur’an’ın yetmiş birinci sûresi onun adını taşır ve baştan sona onun tevhid mücadelesini anlatır. Ancak Kur’an, Nûh’un hayatının sadece peygamber olarak görevlendirildikten sonraki safhasından bahsetmektedir. Kendisine inanmayan kavmi tûfanla cezalandırıldığından tûfan hadisesi de ona nisbetle Nûh tûfanı diye anılmaktadır. Nûh kelimesinin Arapça asıllı olup nevḥ (ağlamak, dövünmek) kökünden geldiğini, bizzat kendi nefsini kötülediğinden veya tövbe etmeden boğulup gitmeleri sebebiyle kavmi için üzüldüğünden ona bu adın verildiğini söyleyenler olmakla birlikte (Fîrûzâbâdî, VI, 26) kelimenin Arapça olmadığı kabul edilmektedir
. Allah peygamberlerini selamlamaktadır سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ “Ibrahime selam olsun” ( Saffat 109) سَلَامٌ عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ “Musa ve haruna selam olsun.”( Saffat 120) Hazreti Yahyada üç alemde selamlanmaktadır. وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيّاً Doğduğu, oldüğü ve kekrar dirilceğiş gün kendisine (Yahyaya) selam olsun.
Yukarıdaki âyetten önce gelen ayetlerde, Hz. Yahya’nın yedi erdemi sıralanmıştır. 1. Hikmet sahibi, 2. şefkatli, 3. temiz ruhlu, 4. takva sahibi, 5. ana babasına saygılı, 6. zorbalıktan uzak, 7.asilik yapmaz. Bu güzel vasıfları sebebiyle Yahyâ, Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş ve bütün bu hallerde yani dünyaya gelirken, dünyadan giderken ve kıyamet gününde kabirden kalkarken Allah’ın inâyetinin onunla beraber olacağı bildirilmiştir. Hazreti, İsanın kendis ağzından, kendisine yapılan selam şu şekilde dile getirlmiştir وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيّاً
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.”
Nuha yapılan ilahi selam konusunda Saffat suresı 79. Ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır. سَلَامٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Bütün âlemlerde ona selâm olsun. Bu şekilde bir selamın gönderilmesi, Nuh’un peygamberler arasında haiz olduğu özel bir konumu göstermektedir.
NUHUN ALLAH TARAFINDAN SEÇİLMİŞLİĞİ
Kur’anda Nuhun insanlık camiasında, insanlık için seçilmiş olduğunu görüyoruz. Bazı peygamberler gibi bazı ailelerin de seçimine Kur’anda vurgu yapılmaktadır.
- اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَۙ
- ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍؕ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌۚ
“Allah, birbirinden gelme nesiller olarak Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesini ve İmrân ailesini seçip âlemlere (bütün yaratılmışlara) üstün kıldı. Allah hakkıyla işitmekte ve bilmektedir.”
NUHUN KURANDAKİ GÜZEL SIFATLARI
1-Salih: ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذٖينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍؕ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَقٖيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلٖينَ
“Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal vermektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli(salih) kişinin nikâhı altındaydılar ama onlara ihanet ettiler. Dolayısıyla kocaları da Allah’tan gelen cezaya karşı onları koruyamadı ve kendilerine, “Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!” dendi.”
2-Şükreden ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ إِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً
“Ey Nûh ile birlikte taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Bilesiniz ki Nûh çok şükreden bir kul idi.”
Sûrenin ilk âyetinde İsrâ ile Hz. Muhammed’in onurlandırıldığı bildirildikten sonra burada kendisine Tevrat indirilmek suretiyle Hz. Mûsâ’nın da şereflendirildiği belirtilmektedir. Bu vesileyle insanlığın en eski atalarından ve ulu peygamberlerden olan Hz. Nûh da “çok şükreden bir kul” olarak takdirle yâdedilmektedir.
3-Muhsin: سَلَامٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ؛ إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Bütün âlemlerde ona selâm olsun! İşte biz iyileri böyle ödüllendiririz.( Saffat 79.80)
âyetteki muhsin kelimesinin mastarı olan ihsan, genel olarak imanda doğruluk ve içtenliği, söz ve davranışta iyilik ve güzelliği ifade eden geniş kapsamlı bir Kur’an terimidir (bk. Bakara 2/112). Âyette bütün peygamberler gibi Hz. Nûh’un da belirtilen anlamıyla ihsan içinde geçen bir hayat yaşadığına, bu yönüyle de insanlığa örnek olduğuna işaret edilmektedir.
ULU‘L AZM PEYGAMBERLER ZİNCİRİNİN BAŞI
Allahın makbulu olan din butun zaman ve zeminlerde ve bütün kavımlerde birdir. O da Allaha teslimiyettir. Kur’an isbati bir şekilde bu hsususta şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ Muhakkak ki Allah nezdinde din islamdır.
İslâm kelimesinin sözlük anlamıyla terim anlamı arasında güçlü bir alâka vardır. İslâmî anlayışa göre din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasında uyuşmazlıkları ve çekişmeleri önleyip uzlaşma sağlayan bir kanundur. Din sadece insanlar arasında değil insanlarla Allah arasında da bir mutabakatı ifade eder. Böylece yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur (Elmalılı, II, 1062-1063).
Bütün ilâhî dinler Allah’ın birliği esasına dayalı olduğu için, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslâm dini ile diğer peygamberlerin getirdiği dinler temelde birleşirler. Bununla beraber müslüman bilginlerin bir kısmına göre İslâm dini ve İslâm ümmeti tabirleri sadece Hz. Muhammed’in getirdiği din ve onun mensupları için kullanılabilir. İslâmiyet önceki hak dinlerle temelde uyuşsa bile, bu dinin kendine ait özellikleri ve mensubu olan ümmete özgü hükümleri vardır. Diğer bir grup müslüman bilgine göre ise, önceki ilâhî menşeli dinlerin de İslâm olarak anılması mümkündür. Onlara göre Kur’an-ı Kerîm’de bu anlayışı destekleyen birçok âyet vardır: Hz. Îsâ’nın havârilerinin cevabının “Şahit ol ki bizler müslümanlarız” (Âl-i İmrân 3/52) şeklinde ifade edilmesi, Hz. İbrâhim hakkında “O hanîf bir müslümandı” (Âl-i İmrân 3/67) buyurulması, yine “O size daha önce de bunda da ‘müslümanlar’ adını verdi” (Hac 22/78) şeklinde genel bir nitelendirilmeye yer verilmesi bunlara örnektir. Karşı görüş sahiplerine göre ise bu tür nitelendirmeler peygamberlerle alâkalıdır.
Âyeti nihaî hedef açısından bu şekilde anlamak, nerede ve ne zaman yaşamış olursa olsun Allah’a şirk koşmaktan uzak durabilmiş ve davranışlarına bu inanca uygun biçimde yön verebilmiş herkesin Kur’an’ın telakkisine göre “müslüman” olarak nitelenmesi gerektiği teziyle (bk. M. Reşîd Rızâ, III, 257-258) çatışmaz. Gerçekten birçok âyette insanların âhiretteki kurtuluşları konusunda bu ölçütün esas alındığı görülmektedir (bk. Bakara 2/62; Âl-i İmrân 3/64).
Geniş anlamıyla İslâm (müslüman olma) hem kalp hem dil hem de davranışlarla teslimiyeti ifade eder. Bunlar içinde en önemli ve değerli olan teslimiyet kalple olanıdır. Kur’an’da İslâm kelimesinin, iman düzeyine ulaşmamış teslimiyeti ifade etmek üzere kullanıldığı da görülür.
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِيناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır.
islâm’dan başka din arama çabası içine girmenin hüsranla sonuçlanacak beyhude bir gayret olduğu belirtilmektedir. 83. âyette kullanılan “begā” fiili normal sınırın üstüne çıkan bir isteği, bu âyette kullanılan “ibtegā” fiili ise arayış çabası içine girmeyi ifade ettiğinden, burada âyetin baş kısmına “kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse” şeklinde mâna verilmiştir.
Din temel ilkeleriyle bir olurken, şeriatler farklı olabilir. Çünkü insanın rüşd ve tekamulu tedrici olduğundan, ve yaşam kemale doğru değişim arzettiğinden, beşer ilmi illerlemeler kaydedttiğinden dolayı bu gelişmelere paralel olarak ilahi kanunlarda değişim ve tekamul göstermektedir. Nihayeten din Peygamberimizle birlikte tekamulunu yakalamış oluyor.
« الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً
Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim.
Yüce Allah son peygamber Hz. Muhammed’e insanlığın muhtaç olduğu itikadî ve amelî ilkelerin en mükemmellerini içeren Kur’an-ı Kerîm’i indirmek suretiyle ilk peygamber Hz. Âdem’den beri insanlığa göndermiş olduğu ve kendi katında İslâm diye isimlendirdiği dini (Âl-i İmrân 3/19, 85), kıyamete kadar farklı iklim ve coğrafyalarda yaşayan muhtelif cemiyetlerin düşünce, hayat ve medeniyet alanındaki ihtiyaçlarını karşılayacak bir nitelikte ve mahiyette olmak üzere kemale erdirmiş; bu dinde insanî sorunların çözümü için ana ilkeleri koymuş, ayrıntılar ve ortaya çıkacak yeni sorunların çözümü için de genel prensipleri çerçevesinde ictihad yolunu açık tutmuştur. Öte yandan müslümanlar Mekke’yi fethederek Beytullah’ı rahatça tavaf etme imkânını kazanmışlar ve bu sayede giderek gelişen bir siyasî, sosyal ve ekonomik güç haline gelmişlerdir.
Allah Şura suresinde şeriatlerden ve Ulu’l Azm peygamberlerden bahsederken Hazreti Nuh ile konuya başlıyor.
- شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّٖينِ مَا وَصّٰى بِهٖ نُوحاً وَالَّـذٖٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهٖٓ اِبْرٰهٖيمَ وَمُوسٰى وَعٖيسٰٓى اَنْ اَقٖيمُوا الدّٖينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فٖيهِؕ كَـبُرَ عَلَى الْمُشْرِكٖينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِؕ اَللّٰهُ يَجْتَبٖٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْدٖٓي اِلَيْهِ مَنْ يُنٖيبُ
﴿١٣﴾
“O, Nûh’a buyurduklarını, sana vahyettiklerimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya buyurduklarımızı size din kıldı ki o dini ayakta tutasınız, o konuda ayrılığa düşmeyesiniz. Kendilerini davet ettiğin bu din müşriklere ağır geldi. Allah (dini tebliğ için) dilediğini seçer ve kendisine yöneleni doğruya iletir.”
Hemen bütün müfessirler burada din kelimesinin ilâhî dinlerin tamamını ifade eden geniş anlamıyla kullanıldığı kanaatindedirler. Bu dinlerdeki bütün hükümlerin diğerlerinde aynen korunmadığı ve önceki ilâhî dinlerde yer alan amelî hükümlerin hepsinin Hz. Muhammed’in ümmeti için teşrî‘ kılınmadığı da bilinmektedir. Dolayısıyla burada geniş anlamıyla dinin bir kısmının kastedilmiş olması gerekir. Bu kısmın ise bütün ilâhî dinlerdeki müşterek hükümler olduğu açıktır. Başta kuşkusuz tevhid inancı gelmektedir. Aynı şekilde meleklere, vahiy olgusuna (ilâhî kitaplara), peygamberlik müessesesine ve âhiret hayatına inanmak da ortak akîde esaslarındandır. Bunların yanı sıra temel ahlâk ilkeleri, –ayrıntılarında farklılıklar olsa da– namaz vecîbesi ve belirli yakınlık derecesinde olanların birbirleriyle evlenme yasağı gibi bazı amelî hükümler bütün peygamberlerin toplumlarına bildirdiği ve uyma çağrısı yaptığı hususlardır.
Âyette kutlu peygamberler zincirinin dönüm noktası özelliği taşıyan halkalarına ismen yer verildiği görülmektedir: İnsanlık tarihinde önemli bir başlangıcı temsil eden Hz. Nûh, çok tanrıcı inançların her tarafı sardığı bir ortamda tek Tanrı inancının ihyası için görevlendirilen ve halen mevcut üç büyük ilâhî dinin peygamberlerinin atası olarak bilinen Hz. İbrâhim ve bu üç dinin peygamberleri Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (Bu âyette ve Ahzâb sûresinin 7. âyetinde bu peygamberlerden özel olarak söz edildiği için, bazı İslâm âlimleri Ahkaf sûresinde geçen “ülü’l-azm” tabiri ile, anılan beş peygamberin kastedildiği yorumunu yapmışlardır; bk. Ahkaf 46/35).
HAZRETI NUHUN DAVETININ ÖZETI
- إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ أَنْ أَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ؛ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ؛ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ؛ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاءَ لَا يُؤَخَّرُ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“Biz Nûh’u, “Kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce halkını uyar” diyerek kavmine gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz ben size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’a kulluk edin; O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin;
Ki Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve size belirli bir vadeye kadar süre tanısın. Şüphesiz Allah’ın belirlediği vade geldiğinde artık ertelenmez. Keşke bilseydiniz!”
Nûh aleyhisselâm, Kur’an’da adı çokça geçen ve dini tebliğ konusunda kavmiyle mücadelesine yer verilen peygamberlerin ilkidir. Kur’an’da Nûh’tan önceki bazı peygamberler de anılmakla birlikte onların inkârcılarla mücadelesi hakkında detaylı bilgi verilmemiştir. Nûh’un soyu, hayatı, peygamberliği, inkârcı toplumuna karşı sergilediği mücadele ve Nûh tûfanı hakkında Hûd sûresinin tefsirinde genişçe bilgi verilmiştir (bk. 11/25-49; ayrıca krş. A‘râf 7/59-64).
Müfessirler, birinci âyette sözü edilen “can yakıcı azab”ın Nûh tûfanı olduğu kanaatindedirler.
4. âyette Nûh’un, bir taraftan “... size belirli bir vadeye kadar süre tanısın” derken, diğer taraftan Allah’ın belirlediği vade geldiğinde artık ecelin ertelenmeyeceğini söylemesi müfessirlerce iki şekilde açıklanmıştır:
a) Allah, topluluk olarak iman etmeleri şartıyla insanlar için bir ecel tayin etmiştir. Ancak inkârda ısrar ettikleri takdirde belirlenen ecel gelmeden yine topluluk olarak cezalandırılıp helâk edilmeleri de ilâhî takdirin gereğidir. İman etmeleri halinde ise belirlenen o vakte kadar toplumsal varlıklarını devam ettirirler.
b) Maksat, ömrün zamansal anlamda uzayıp uzamaması değil, bereketli, hayırlı ve verimli geçip geçmemesidir. Şu halde burada Allah tarafından belirlenen ecelin değişebileceği bildirilmemiş; fakat insanların değişmeyecek ecelleri gelinceye kadar iman ederlerse bereketli, mutlu ve huzurlu bir ömür yaşayıp ölecekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatlarının da felâketlerle son bulacağı anlatılmak istenmiştir (Zemahşerî, IV, 161; Şevkânî, V, 342).
Rivayete göre insanlar Hz. Nûh’a kadar tevhid inancıyla yaşamış, putperestlik ilk defa Nûh’un kavmiyle ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın, ilâhlarınız Ved, Süvâ‘, Yegūs, Ye’ûq ve Nesr’den vazgeçmeyin” meâlindeki âyette (Nûh 71/23) Nûh kavminin taptığı putlardan bahsedilmektedir. Bu isimler başlangıçta iyilikleriyle temayüz etmiş kişilere aitti. Ölümlerinin ardından bunların heykelleri yapılmış, daha sonra insanlar onları Allah ile kendi aralarında aracı olarak birer tapınma objesi yapmıştır.