Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
İNSANLIĞIN BABASI ADEM (A.S)’IN HİKAYESİ 4
ŞEYTANIN BAŞINA GELENLER
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
ŞEYTANIN MUKADDERATI ( BAŞINA GELENLER)
Kur’an İblisin başına gelenlere değinmekte ve binlerce senelik ibadeti karşılığında kıyamet gününe kadar kendisine bir ömür verilmesini talep ettiğini söylemektedir. Şeytan Rabbim insanların tekrar diriltileceği güne kadar bana mühlet ver, yaşam fırsatı tanı. قَالَ أَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ؛ . Allah c.c buyurdu ki sana fırsat verilmiştir.
- قَالَ اَنْظِرْنٖٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
- قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرٖينَ
“İblîs, “Bana insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi.
Allah, “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.“
İblîs’in, Allah’tan kendisini, kıyamete kadar değil de insanların yeniden diriltilecekleri zamana (ba‘s) kadar yaşatmasını dilemesi ölümsüzlüğü istemesi anlamına gelir. Çünkü ba‘sten sonra artık ölüm olmayacak, İblîs de kendisine uyanlarla birlikte cehennemi boylayacaktır. Onun bu dileğinin kabul edilmesi, insanoğlu için dünya hayatının bir imtihan süresi olması yönündeki ilâhî takdirin de bir sonucudur. Ayrıca burada şeytanın insanlar aleyhindeki kötü planları onlara haber verilerek, bir bakıma insanlar dünya ve âhiret hayatlarını mahvedecek olan bu tehlike karşısında uyarılmışlardır.
Sad suresi 79-81 ve Hicr suresı 37-38. Ayeti kerimelerde ise belli bir zamana kadar suresinin tanınmış olduğundan söz edilmektedir.
ï قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْنٖٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرٖينَۙ اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
“Rabbim! Öyleyse insanların yeniden diriltileceği güne kadar bana mühlet ver” dedi. Allah, “Mâlum vakte kadar mühlet verilmiş olanlar arasındasın” buyurdu.
İblîs’in, emri yerine getirmediği gibi, yeniden dirilme gününe kadar yaşaması için dilekte bulunarak bu süre içinde insanları yoldan çıkarmaya ahdetmesinin, insanın sahip olduğu ayrıcalığı hazmedememesinden ve onu kıskanmasından, özellikle rahmetten kovulmasına Âdem’in yaratılışının sebep olduğu şeklindeki vehminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Halbuki aslında böyle bir cezaya çarptırılmasının asıl sebebi, kendi küstahlığı ve isyanı idi. Muhtemelen İblîs, içten içe kendi günahına yine kendisinin kulluktaki samimiyetsizliğinin sebep olduğunu da düşündüğü için, bu tecrübesinden hareketle samimi kullara zarar veremeyeceğini ifade etmektedir. Allah Teâlâ, insanlar hakkında dünya hayatını bir imtihan süreci kılmayı murat ettiği için İblîs’in dileğini kabul etmiş; bu arada kendisine varan doğru yolun, şeytanın tuzaklarına kapılmayacak olan ihlâslı kulların tutacağı yol olduğunu, bunlar üzerinde şeytanın hâkimiyet kuramayacağını, buna karşılık şeytana uyacakların buluşma yerinin cehennem olacağını bildirmek suretiyle dolaylı olarak insanlara da akıllarını başlarına alıp şeytana kapılmamaları, kendisine varan doğru yoldan şaşmamaları, cehennemden korunmaları gerektiği yolunda uyarıda bulunmuştur.
ï قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعٖينَۙ ï اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصٖينَ ï قَالَ فَالْحَقُّؗ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ ï لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَعٖينَ
“İblîs, “Senin kudretine andolsun ki rabbim, içlerinden samimi kulların hariç, insanların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım” dedi. Allah buyurdu: “O zaman gerçek -ki ben hep gerçeği söylerim- şudur: Kesinlikle ben cehennemi, sen ve bütün sana uyanlarla dolduracağım!”
Burada belirtilmemekle birlikte, başka âyetlerde meleklerin secde etmeleri emredilen bu ilk insanın Hz. Âdem olduğu bildirilmiştir. Bundan önceki âyetlerde melekler topluluğunun tartışmasına atıf yapılmasına ve ilk insan konusuyla münasebet kurulmasına bakılırsa burada Hz. Âdem’in yaratılışına ve İblis’in onun karşısındaki olumsuz tutumuna, bu yüzden Allah’a âsi olup rahmetten kovulmasına dair bilgilere yer verilmekle, bilhassa Hz. Muhammed’in ( a.s) bu bilgileri ancak vahiy yoluyla almış olabileceği ortaya konmuş; böylece ona vahiy geldiğine, dolayısıyla peygamberlik görevi verildiğine inanmayan müşrikler ikna edilmek istenmiştir. Ayrıca bu âyetler insanın, yaratıcısının kim olduğunu, kendi aslının ne olduğunu, nereden geldiğini anlayıp kavraması; şeytanî kışkırtmalara karşı dikkatli olması gerektiğini; Allah’a inanıp dayanan, ihlâsla Allah yoluna koyulanlar üzerinde şeytanî kışkırtmaların asla etkili olamayacağını, zira Allah’ın, yardımıyla onların yanında olduğunu bildirmektedir.
Ademin cennete zerleşmesi ve şeytanın onu aldatması
Kur’anı Kerim insanlığın babası Hazreti Ademin eşi Havva Anne ile Allahın emri üzerine cennete yerleşti. Araf suresi 19-21. Ayeti kerimelerde bu husus şe şekılde beyan edilmektedir.
- وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ
- فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدٖينَ
- وَقَاسَمَهُمَٓا اِنّٖي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحٖينَۙ
“(Buyuruldu ki:) “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediklerinizden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.”
Derken şeytan, kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.
Onlara, “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye de yemin etti.
Yüce Allah İblîs’i bulunduğu makamdan kovduktan sonra Âdem’e de, “Sen eşinle birlikte cennette yerleş…” buyurdu. Buradaki cennet kelimesinin ne anlama geldiği tartışmalıdır. Bir görüşe göre bu cennet, sözlük anlamıyla “dünyadaki bağlık bahçelik bir yer” olup Âdem ve Havvâ’nın burada yaşamaları istenmiştir.
Ancak ilgili âyetler topluca değerlendirildiğinde şu sonuçlar çıkmaktadır: İlk insanı Allah özel bir topraktan yeryüzünde yaratmış, ondan eşini de var etmiş, sonra bunları cennete koymuştur. Bu cennetin ve içindeki hayatın yeryüzündeki hayattan farklı olduğu bildirilmiştir. Şu halde bu, kulların ödüllendirileceği, içinde ebedî olarak mutlu yaşayacakla
Vesvese “aynı şeyleri tekrar tekrar fısıldama” anlamına gelir ve daha çok ayartıcı, tahrik edici sözler veya psikolojik telkinler, yönlendirmeler için kullanılır. Burada İblîs’in, “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” diyerek Âdem ve Havvâ’yı ayartması, onları günah işlemeye teşvik etmesi hakkında kullanılmıştır
Şeytanın ebediyet vaadiyle yaptığı vesveseye kendilerini kaptıran Adem ve hava yasaklanan ağactan yediler. Bu husus Taha s uresi 121. Ayeti kerimede şöyle ifade edilmektedir.
- فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى ﴿طه:۱۲۱﴾
“Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı.”
Insanlığın babası Adem( a.s)’ın bu kıssası ve haram meyveden yemesi, edebiyatımızda da şairlere ilham kaynağı olmuş ve güzel beyitler söylenmiştir. Bazıları da bu maceradan dünyanın önemsizliği sonucunu çıkarmaya çalışmışlardır.
:
پدرم روضه رضوان به دو گندم بفروخت من چرا ملک جهان را به جوی نفروشم
Babam rıdvan bahçesini bir kaç buğday tanesine sattı
Ben niye dünya mülkünü bir kaç arpaya satmıyayım
Defalarca söyledik. Tekrarlıyoruz: haram meyve hepimizin hayatında vardır. Bu meyveyi yemekle bir çok erdem ve fazileti kaybederiz. Kiminde bu haram meyve kibirdir, kiminde zulümdür, kiminde şehvet ve dünya sevgisidir, kiminde ise fitne ve fesat tutkunluğu ve şöhret düşkünlüğü veya küfre ve zülme meyil v.s. Burada dikkat etmek gerektir ki; şeytanla savaşımız assimetrik bir savaştır. O bizi görüp gözetliyor. Arkadan, önden sagdan ve soldan saldırtıya geçebilir. Malimiza, evladımıza ve hatta kalbimize nüfuz ederek sultasını genişletebilir. Kertenkele gibi bir başını gösterip bir başka deliğe girip saklanabilir. A’raf suresi 27. Ayeti kerimede Yüce Mevla bu konuda şöyle buyurmaktadır:
- يَا بَنٖٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاؕ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَبٖيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْؕ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطٖينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ
﴿٢٧﴾
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.”
Peygamberler tarihinin ibretli yanlarını insanlara anlatarak muhtaç oldukları noktalarda onları aydınlatmak ve uyarmak Kur’an-ı Kerîm’in başlıca eğitim metotlarındandır. Hz. Âdem hakkında yukarıda verilen bilgilerle şeytanın Âdem ve soyuna beslediği kin ve düşmanlığı yansıtan ifadeler de Kur’an mesajının ulaştığı bütün insanları yanılgılardan koruma, şeytanın vesveselerine karşı onları uyarma maksadını taşır. Bu maksat 27. âyette sarih olarak ifade edilmiştir.
Tefsirlerde âyetteki libâs’ın nurdan bir elbise, takvâ elbisesi veya cennet elbisesi olduğu şeklinde farklı görüşler yer alır. Ancak onun, Âdem ile Havvâ’nın, birbirlerinin edep yerlerini görmelerine engel olan, gerçek mahiyetini ancak Allah’ın bildiği nezih bir durum olduğunda kuşku yoktur. Şeytanın vesvesesi, kısa bir süreyle de olsa, onları bu nezih durumdan uzaklaştırdığı gibi diğer insanları da yoldan çıkarabilir. Çünkü şeytan onları görmekte, fakat kendisi görünmemektedir. Bu da onun tehlikesini arttırmaktadır. Özellikle iman yoksunu insanlar takvâ elbisesinden mahrum bulundukları için, şeytanlar tarafından ayartılmaya daha elverişli hale gelirler ve sonuçta onlarla aralarında bir dostluk gerçekleşir. Müşriklerin inkâr ve isyanları böyle bir dostluktan kaynaklanıyordu.
Nefis ve şeytan birlikteliğini Mevlana Celaleddin çok güzel bir şekilde Mesnevisinde dile getirmiştir. Akıl ve melek arasındaki bir benzerlik gibi nefsi emmare ve şeytan arasında da aynı şekilde bir benzerlik vardır.
نفس و شیطان هر دو یک تن بودهاند ** در دو صورت خویش را بنمودهاند
Nefisle Şeytan, ikisi de birdir… Surette kendisini iki gösterdi.
چون فرشته و عقل کایشان یک بدند ** بهر حکمتهاش دو صورت شدند
Melekle akıl da birdir, hikmeti var da onun için iki suret oldu.
دشمنی داری چنین در سر خویش ** مانع عقلست و خصم جان و کیش
İçinde, aklı alan, cana da düşman, dine de düşman olan böyle bir düşmanın var.
یکنفس حمله کند چون سوسمار ** پس بسوراخی گریزد در فرار
Bir an kertenkele gibi saldırır… Derken hemencecik bir deliğe kaçıverir.
در دل او سوراخها دارد کنون ** سر ز هر سوراخ میآرد برون
Gönül de onun nice delikleri var. Her delikten baş çıkarıp durmada!
Adem günahkarmıydı yoksa masummuydu.
Bu kıssanın mütalaasıyla birlikte şöyle bir soruda gündeme gelmektedir. Adem bu meyveyi yemekle günah işledi mi, işlemedimi ? Onun masumeyitine gölge düşmez mi? Tabiki bu soruya cevap vermeden önce Ademin yaratılıştan itibaren mi Peygamber olduğu veya sonradan kendisine mi peygamberlik verildiği üzerinde biraz durmak lazım. Yani peygamber iken mi bu hatayı işledi yoksa Peygamber olmadan önce mi? Halbuki Kur’anın ayetlerinden seraheten peygamberlerin özel ilahi bir koruma altında olduğu anlaşılmaktadır. Adem. (a.s)Bu hatadan ve istiğfardan sonra seçilmiş oldu. Taha suresi 121-122. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır Yüce Rabbimiz.
فَاَ كَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِؗ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىࣕ
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
“nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı. Sonra rabbi onu seçkin kıldı, tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.”
Bazı alimler ve müfessirler ise konuya başka bir açıdan yaklaşmaktalar şöyleki: Ademe yöneltilen ağaca yaklaşmama emri, velai bir emir değil irşadi bir emirdir. Şer’i ve dini emirlerin iki kategoride el alınması gerekir. Örneğin Allah yaratıcımız olarak bize farz olarak yapmamızı emrettiği emirler vardır ve yapmamamızı emrettiği emirler vardır ki bunlar da haramlardır. Bazı durumlarda vardır helal ve haram değildir tavsiye ve irşad niteliği taşımaktadır. Neticesine göre karar almayı ve hareket etmeyi Allah insana bırakmıştır. Yani Allah sonucu hakkında insanları bilgilendirmekte ama yapıp yapmama konusunda bir emir buyurmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Adem günah işlememiş belki terki evlada bulunmuştur. Bu yaklaşımı savunanlar aşagıdaki ayeti kerimede gelen sakındırmayı da irşadi bir sakındırma emri olarak telakki etmekteler. Ancak böyle bir yaklışımı bu ayetten istinbat etmek oldukça zordur. Taha 117- 119 ayeti kerimelerde Yüce Rabb bu konuda şöyle buyurmaktadır:
- فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى؛ إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى؛ وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى ﴿طه:۱۱۷-۱۱۹﴾
“Bunun üzerine “Ey Âdem!” dedik, “Bil ki bu senin de eşinin de düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutluluğunu yitirirsin!
Burada sana acıkmak da çıplak kalmak da yok. Yine burada susuzluk çekmezsin ve sıcaktan bunalmazsın.”
Burada Allah Ademe, o ağaçtan yemenin onu cennette yaşamaktan, nimetlerinden yararlanmaktan ve oradaki huzur ve sükunetten mahrum kılacağını hatırlatmaktadır. Yani Adem bu ağaştan yememe hususunda irşad ediliyor. A’raf 22 de Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır.
- فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِؕ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبٖينٌ
﴿٢٢﴾
- قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
﴿٢٣﴾
“Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi.
Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!”
Âdem ve Havvâ yasak meyveyi yemeden önce, bir bakıma çocuk gibi saf ve günahtan habersizlerdi; birbirinin cinsel özelliklerine ilgi duymuyorlardı. Fakat şeytanın kışkırtmasına kapılarak yasağı çiğneyince birbirinin mahrem yerlerini gördüler ve hemen yapraklarla kapatmaya gayret ettiler. Şeytanın Âdem ve Havvâ’yı vesveseyle kandırması onun insanlığa ilk kötülüğü, onların yasak meyveyi yemeleri de insanlığın ilk günahı oldu. Âdem ve eşinin, mahrem yerleri açılınca herhangi bir telkin altında kalmadan hemen örtmeye girişmeleri insanda hayâ duygusunun fıtrattan geldiğini, çıplaklığın ve vücudun belli yerlerini teşhir etmenin insandaki doğal ahlâk duygusuna aykırı olduğunu kanıtlar. 12. âyette işaret edildiği gibi İblîs bir günah işlemiş; tövbe edeceği yerde kibre kapılıp günahında ısrar etmiş ve sonuçta alçaltılmıştır. Âdem ve eşi de bir günah işlemişler; fakat tövbe edip pişman olmuşlar ve sonuçta affa mazhar kılınıp yüceltilmişlerdir. Ayrıca bu olaydan sonra İblîs ile melekler, yeryüzünün halifesi olarak nitelenen insanın bir faziletine de şahit olma fırsatı bulmuşlardır. İblîs gibi kötülükte ısrar etmek kulun değerini düşürür, Âdem ve Havvâ gibi kötülükten dönüp pişman olmak, tövbe etmek ise kulun değerini yükseltir. Hz. Peygamber bu ilâhî yasaya işaret ederken “Kim Allah için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir; kim büyüklük taslarsa onu da alçaltır” (Müsned, III, 76; İbn Mâce, “Zühd”, 16) buyurmuşlardır
.