نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

İNSANLIĞIN BABASI ADEM (A.S)’IN HİKAYESİ 4

 ŞEYTANIN BAŞINA GELENLER 

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 ŞEYTANIN MUKADDERATI ( BAŞINA  GELENLER)

Kur’an İblisin  başına  gelenlere  değinmekte ve binlerce senelik  ibadeti  karşılığında kıyamet  gününe  kadar  kendisine  bir  ömür   verilmesini  talep  ettiğini söylemektedir. Şeytan  Rabbim  insanların  tekrar  diriltileceği  güne  kadar  bana  mühlet  ver, yaşam fırsatı  tanı.  قَالَ أَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ؛ . Allah c.c  buyurdu ki sana fırsat verilmiştir.

  • قَالَ اَنْظِرْنٖٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 
  • قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرٖينَ 

 “İblîs, “Bana insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. 

Allah, “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.“ 

İblîs’in, Allah’tan kendisini, kıyamete kadar değil de insanların yeniden diriltilecekleri zamana (ba‘s) kadar yaşatmasını dilemesi ölümsüzlüğü istemesi anlamına gelir. Çünkü ba‘sten sonra artık ölüm olmayacak, İblîs de kendisine uyanlarla birlikte cehennemi boylayacaktır. Onun bu dileğinin kabul edilmesi, insanoğlu için dünya hayatının bir imtihan süresi olması yönündeki ilâhî takdirin de bir sonucudur. Ayrıca burada şeytanın insanlar aleyhindeki kötü planları onlara haber verilerek, bir bakıma insanlar dünya ve âhiret hayatlarını mahvedecek olan bu tehlike karşısında uyarılmışlardır. 

Sad suresi 79-81 ve  Hicr  suresı 37-38. Ayeti  kerimelerde  ise belli  bir  zamana  kadar  suresinin  tanınmış  olduğundan söz edilmektedir.

ï  قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْنٖٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ   قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرٖينَۙ   اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 

 “Rabbim! Öyleyse insanların yeniden diriltileceği güne kadar bana mühlet ver” dedi. Allah, “Mâlum vakte kadar mühlet verilmiş olanlar arasındasın” buyurdu. 

İblîs’in, emri yerine getirmediği gibi, yeniden dirilme gününe kadar yaşaması için dilekte bulunarak bu süre içinde insanları yoldan çıkarmaya ahdetmesinin, insanın sahip olduğu ayrıcalığı hazmedememesinden ve onu kıskanmasından, özellikle rahmetten kovulmasına Âdem’in yaratılışının sebep olduğu şeklindeki vehminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

 Halbuki aslında böyle bir cezaya çarptırılmasının asıl sebebi, kendi küstahlığı ve isyanı idi. Muhtemelen İblîs, içten içe kendi günahına yine kendisinin kulluktaki samimiyetsizliğinin sebep olduğunu da düşündüğü için, bu tecrübesinden hareketle samimi kullara zarar veremeyeceğini ifade etmektedir. Allah Teâlâ, insanlar hakkında dünya hayatını bir imtihan süreci kılmayı murat ettiği için İblîs’in dileğini kabul etmiş; bu arada kendisine varan doğru yolun, şeytanın tuzaklarına kapılmayacak olan ihlâslı kulların tutacağı yol olduğunu, bunlar üzerinde şeytanın hâkimiyet kuramayacağını, buna karşılık şeytana uyacakların buluşma yerinin cehennem olacağını bildirmek suretiyle dolaylı olarak insanlara da akıllarını başlarına alıp şeytana kapılmamaları, kendisine varan doğru yoldan şaşmamaları, cehennemden korunmaları gerektiği yolunda uyarıda bulunmuştur.

ï  قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعٖينَۙ ï  اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصٖينَ ï  قَالَ فَالْحَقُّؗ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ ï  لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَعٖينَ 

“İblîs, “Senin kudretine andolsun ki rabbim, içlerinden samimi kulların hariç, insanların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım” dedi. Allah buyurdu: “O zaman gerçek -ki ben hep gerçeği söylerim- şudur: Kesinlikle ben cehennemi, sen ve bütün sana uyanlarla dolduracağım!” 

Burada belirtilmemekle birlikte, başka âyetlerde meleklerin secde etmeleri emredilen bu ilk insanın Hz. Âdem olduğu bildirilmiştir. Bundan önceki âyetlerde melekler topluluğunun tartışmasına atıf yapılmasına ve ilk insan konusuyla münasebet kurulmasına bakılırsa burada Hz. Âdem’in yaratılışına ve İblis’in onun karşısındaki olumsuz tutumuna, bu yüzden Allah’a âsi olup rahmetten kovulmasına dair bilgilere yer verilmekle, bilhassa Hz. Muhammed’in ( a.s) bu bilgileri ancak vahiy yoluyla almış olabileceği ortaya konmuş; böylece ona vahiy geldiğine, dolayısıyla peygamberlik görevi verildiğine inanmayan müşrikler ikna edilmek istenmiştir. Ayrıca bu âyetler insanın, yaratıcısının kim olduğunu, kendi aslının ne olduğunu, nereden geldiğini anlayıp kavraması; şeytanî kışkırtmalara karşı dikkatli olması gerektiğini; Allah’a inanıp dayanan, ihlâsla Allah yoluna koyulanlar üzerinde şeytanî kışkırtmaların asla etkili olamayacağını, zira Allah’ın, yardımıyla onların yanında olduğunu bildirmektedir. 

Ademin cennete zerleşmesi ve  şeytanın  onu  aldatması

Kur’anı  Kerim insanlığın  babası Hazreti  Ademin  eşi  Havva Anne  ile  Allahın emri  üzerine  cennete yerleşti. Araf suresi 19-21. Ayeti  kerimelerde bu  husus  şe şekılde  beyan edilmektedir.

  • وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ 
  • فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدٖينَ 
  • وَقَاسَمَهُمَٓا اِنّٖي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحٖينَۙ 

 “(Buyuruldu ki:) “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediklerinizden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.”

 Derken şeytan, kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi. 

Onlara, “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye de yemin etti. 

Yüce Allah İblîs’i bulunduğu makamdan kovduktan sonra Âdem’e de, “Sen eşinle birlikte cennette yerleş…” buyurdu. Buradaki cennet kelimesinin ne anlama geldiği tartışmalıdır. Bir görüşe göre bu cennet, sözlük anlamıyla “dünyadaki bağlık bahçelik bir yer” olup Âdem ve Havvâ’nın burada yaşamaları istenmiştir. 

Ancak ilgili âyetler topluca değerlendirildiğinde şu sonuçlar çıkmaktadır: İlk insanı Allah özel bir topraktan yeryüzünde yaratmış, ondan eşini de var etmiş, sonra bunları cennete koymuştur. Bu cennetin ve içindeki hayatın yeryüzündeki hayattan farklı olduğu bildirilmiştir. Şu halde bu, kulların ödüllendirileceği, içinde ebedî olarak mutlu yaşayacakla

Vesvese “aynı şeyleri tekrar tekrar fısıldama” anlamına gelir ve daha çok ayartıcı, tahrik edici sözler veya psikolojik telkinler, yönlendirmeler için kullanılır. Burada İblîs’in, “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” diyerek Âdem ve Havvâ’yı ayartması, onları günah işlemeye teşvik etmesi hakkında kullanılmıştır 

Şeytanın ebediyet vaadiyle yaptığı vesveseye  kendilerini kaptıran  Adem ve  hava yasaklanan  ağactan  yediler. Bu  husus  Taha s uresi  121. Ayeti  kerimede  şöyle  ifade edilmektedir.

  • فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى ﴿طه:۱۲۱﴾

Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı.”

Insanlığın babası Adem( a.s)’ın bu kıssası ve haram  meyveden  yemesi, edebiyatımızda da  şairlere  ilham  kaynağı  olmuş  ve  güzel  beyitler  söylenmiştir. Bazıları da bu  maceradan  dünyanın  önemsizliği sonucunu çıkarmaya  çalışmışlardır.

:

پدرم روضه رضوان به دو گندم بفروخت                   من چرا ملک جهان را به جوی نفروشم

Babam  rıdvan  bahçesini bir  kaç  buğday  tanesine sattı

Ben  niye  dünya  mülkünü bir  kaç arpaya  satmıyayım

Defalarca  söyledik.  Tekrarlıyoruz: haram  meyve  hepimizin  hayatında  vardır.  Bu  meyveyi  yemekle  bir  çok erdem ve   fazileti  kaybederiz. Kiminde  bu  haram  meyve  kibirdir, kiminde  zulümdür, kiminde  şehvet ve   dünya sevgisidir,  kiminde  ise  fitne  ve  fesat  tutkunluğu ve  şöhret  düşkünlüğü veya  küfre ve  zülme  meyil  v.s. Burada  dikkat etmek  gerektir ki; şeytanla  savaşımız assimetrik bir  savaştır. O  bizi  görüp  gözetliyor. Arkadan, önden sagdan ve  soldan  saldırtıya  geçebilir. Malimiza, evladımıza ve  hatta  kalbimize  nüfuz ederek  sultasını  genişletebilir. Kertenkele  gibi  bir  başını  gösterip bir  başka  deliğe  girip  saklanabilir.  A’raf  suresi 27. Ayeti  kerimede   Yüce  Mevla  bu  konuda  şöyle  buyurmaktadır:

  • يَا بَنٖٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاؕ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَبٖيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْؕ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطٖينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ 

﴿٢٧﴾

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.” 

Peygamberler tarihinin ibretli yanlarını insanlara anlatarak muhtaç oldukları noktalarda onları aydınlatmak ve uyarmak Kur’an-ı Kerîm’in başlıca eğitim metotlarındandır. Hz. Âdem hakkında yukarıda verilen bilgilerle şeytanın Âdem ve soyuna beslediği kin ve düşmanlığı yansıtan ifadeler de Kur’an mesajının ulaştığı bütün insanları yanılgılardan koruma, şeytanın vesveselerine karşı onları uyarma maksadını taşır. Bu maksat 27. âyette sarih olarak ifade edilmiştir. 

Tefsirlerde âyetteki libâs’ın nurdan bir elbise, takvâ elbisesi veya cennet elbisesi olduğu şeklinde farklı görüşler yer alır. Ancak onun, Âdem ile Havvâ’nın, birbirlerinin edep yerlerini görmelerine engel olan, gerçek mahiyetini ancak Allah’ın bildiği nezih bir durum olduğunda kuşku yoktur. Şeytanın vesvesesi, kısa bir süreyle de olsa, onları bu nezih durumdan uzaklaştırdığı gibi diğer insanları da yoldan çıkarabilir. Çünkü şeytan onları görmekte, fakat kendisi görünmemektedir. Bu da onun tehlikesini arttırmaktadır. Özellikle iman yoksunu insanlar takvâ elbisesinden mahrum bulundukları için, şeytanlar tarafından ayartılmaya daha elverişli hale gelirler ve sonuçta onlarla aralarında bir dostluk gerçekleşir. Müşriklerin inkâr ve isyanları böyle bir dostluktan kaynaklanıyordu. 

Nefis ve  şeytan  birlikteliğini  Mevlana Celaleddin  çok  güzel  bir şekilde Mesnevisinde   dile  getirmiştir. Akıl ve  melek arasındaki  bir benzerlik  gibi nefsi  emmare  ve  şeytan arasında da  aynı  şekilde bir  benzerlik  vardır.

  نفس و شیطان هر دو یک تن بوده‌اند ** در دو صورت خویش را بنموده‌اند 

  Nefisle Şeytan, ikisi de birdir… Surette kendisini iki gösterdi. 

 

 چون فرشته و عقل کایشان یک بدند ** بهر حکمتهاش دو صورت شدند 

  Melekle akıl da birdir, hikmeti var da onun için iki suret oldu. 

دشمنی داری چنین در سر خویش ** مانع عقلست و خصم جان و کیش

İçinde, aklı alan, cana da düşman, dine de düşman olan böyle bir düşmanın var. 

  یکنفس حمله کند چون سوسمار ** پس بسوراخی گریزد در فرار 

 Bir an kertenkele gibi saldırır… Derken hemencecik bir deliğe kaçıverir. 

  در دل او سوراخها دارد کنون ** سر ز هر سوراخ می‌آرد برون 

Gönül de onun  nice delikleri var. Her delikten baş çıkarıp durmada!

Adem  günahkarmıydı yoksa  masummuydu.

Bu  kıssanın mütalaasıyla  birlikte  şöyle  bir  soruda  gündeme  gelmektedir. Adem  bu  meyveyi  yemekle  günah  işledi mi,  işlemedimi ? Onun   masumeyitine  gölge  düşmez mi?  Tabiki  bu  soruya  cevap  vermeden  önce  Ademin yaratılıştan  itibaren  mi Peygamber  olduğu  veya  sonradan  kendisine mi   peygamberlik  verildiği  üzerinde  biraz durmak  lazım. Yani  peygamber  iken mi  bu  hatayı  işledi  yoksa  Peygamber olmadan önce  mi?  Halbuki  Kur’anın  ayetlerinden seraheten  peygamberlerin  özel  ilahi  bir  koruma  altında  olduğu  anlaşılmaktadır.  Adem. (a.s)Bu  hatadan ve  istiğfardan  sonra   seçilmiş  oldu. Taha suresi 121-122. Ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır Yüce  Rabbimiz.

  فَاَ كَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِؗ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىࣕ 

  ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى

“nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı. Sonra rabbi onu seçkin kıldı, tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.”

Bazı alimler ve  müfessirler  ise konuya  başka  bir açıdan yaklaşmaktalar şöyleki: Ademe  yöneltilen ağaca  yaklaşmama  emri, velai  bir emir değil  irşadi  bir  emirdir. Şer’i ve  dini  emirlerin  iki  kategoride el alınması  gerekir. Örneğin  Allah  yaratıcımız olarak  bize  farz  olarak  yapmamızı emrettiği emirler  vardır ve   yapmamamızı emrettiği emirler  vardır ki  bunlar da  haramlardır. Bazı  durumlarda  vardır  helal ve  haram  değildir  tavsiye ve irşad  niteliği  taşımaktadır.  Neticesine göre  karar  almayı ve  hareket etmeyi  Allah  insana  bırakmıştır. Yani  Allah  sonucu  hakkında  insanları bilgilendirmekte ama yapıp  yapmama  konusunda bir emir buyurmamaktadır.  Bu açıdan  bakıldığında  Adem  günah  işlememiş  belki  terki evlada  bulunmuştur.  Bu  yaklaşımı savunanlar  aşagıdaki  ayeti kerimede  gelen sakındırmayı da  irşadi  bir  sakındırma  emri  olarak  telakki etmekteler. Ancak  böyle  bir  yaklışımı  bu  ayetten  istinbat etmek  oldukça  zordur.  Taha 117- 119 ayeti  kerimelerde  Yüce  Rabb  bu  konuda  şöyle  buyurmaktadır:

  • فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى؛ إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى؛ وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى ﴿طه:۱۱۷-۱۱۹﴾

Bunun üzerine “Ey Âdem!” dedik, “Bil ki bu senin de eşinin de düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutluluğunu yitirirsin! 

Burada sana acıkmak da çıplak kalmak da yok. Yine burada susuzluk çekmezsin ve sıcaktan bunalmazsın.”

Burada Allah Ademe, o ağaçtan yemenin onu cennette yaşamaktan, nimetlerinden  yararlanmaktan ve  oradaki  huzur ve  sükunetten    mahrum  kılacağını  hatırlatmaktadır. Yani  Adem  bu  ağaştan  yememe  hususunda irşad ediliyor. A’raf 22 de  Yüce  Allah bu hususta  şöyle  buyurmaktadır. 

  • فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِؕ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبٖينٌ 

﴿٢٢﴾

  • قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ 

﴿٢٣﴾

“Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi. 

Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” 

Âdem ve Havvâ yasak meyveyi yemeden önce, bir bakıma çocuk gibi saf ve günahtan habersizlerdi; birbirinin cinsel özelliklerine ilgi duymuyorlardı. Fakat şeytanın kışkırtmasına kapılarak yasağı çiğneyince birbirinin mahrem yerlerini gördüler ve hemen yapraklarla kapatmaya gayret ettiler. Şeytanın Âdem ve Havvâ’yı vesveseyle kandırması onun insanlığa ilk kötülüğü, onların yasak meyveyi yemeleri de insanlığın ilk günahı oldu. Âdem ve eşinin, mahrem yerleri açılınca herhangi bir telkin altında kalmadan hemen örtmeye girişmeleri insanda hayâ duygusunun fıtrattan geldiğini, çıplaklığın ve vücudun belli yerlerini teşhir etmenin insandaki doğal ahlâk duygusuna aykırı olduğunu kanıtlar. 12. âyette işaret edildiği gibi İblîs bir günah işlemiş; tövbe edeceği yerde kibre kapılıp günahında ısrar etmiş ve sonuçta alçaltılmıştır. Âdem ve eşi de bir günah işlemişler; fakat tövbe edip pişman olmuşlar ve sonuçta affa mazhar kılınıp yüceltilmişlerdir. Ayrıca bu olaydan sonra İblîs ile melekler, yeryüzünün halifesi olarak nitelenen insanın bir faziletine de şahit olma fırsatı bulmuşlardır. İblîs gibi kötülükte ısrar etmek kulun değerini düşürür, Âdem ve Havvâ gibi kötülükten dönüp pişman olmak, tövbe etmek ise kulun değerini yükseltir. Hz. Peygamber bu ilâhî yasaya işaret ederken “Kim Allah için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir; kim büyüklük taslarsa onu da alçaltır” (Müsned, III, 76; İbn Mâce, “Zühd”, 16) buyurmuşlardır 

.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment