نماز جمعه

Peygamberlerin  hayatında  müşterek prensipler. Hutbe  9

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Peygamberlerin hayatında müşterek prensipler 11

Halkın ihtilaflarını çözmek ve  halletmek.

Tüm  peygamberlerin ortak  özelliklerinden  biri de  insanların  toplumsal ve  hukuki  ihtilaflarını  hak ve adalet  temelinde  halletmektir. Konuyla  ilgili  olarak Bakara  suresi 213. Ayeti  kerimede Yüce  Allah şöyle  buyurmaktadır:

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ ﴿بقره:۲۱۳﴾

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi. Ancak kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden, o kitap hakkında anlaşmazlığa düşenler de onun kendilerine verildiği kimselerden başkası değildi. Sonra Allah onların, üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeği, kendi izniyle müminlerin bulmasını sağladı. Allah dilediğini doğru yola iletir.”

Ümmet bir din üzerinde birleşen topluluk” demektir. Bakara 2/134). Âyetteki ümmet kelimesinin aralarında ortak inanç ve değerlerin bulunduğu, birlik ve beraberlik içinde yaşayan bireylerden oluşan topluluğu ifade ettiği anlaşılmaktadır. Burada iki konu kapalı bulunmaktadır:       a)Bu ilk ümmetle hangi dönemdeki hangi topluluk kastedilmiştir? b) Bu ilk topluluğun ortak inanç ve yaşayışları hak mı yoksa bâtıl mı idi? Bazı müfessirler âyetin lafzından yola çıkarak ilk insan topluluğunun hak üzerinde değil, bâtıl üzerinde olduğunu ileri sürmüşlerse de, tefsirlerde bu ilk topluluğun hak üzerinde olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu çerçevede yukarıdaki sorularla ilgili olarak ileri sürülen görüşlerin başlıcaları şöyledir: 1. Bu ümmet Hz. Âdem’le Hz. Nûh arasında yaşamış olan on nesildir. Bunların inanç ve yaşayışları düzgündü; sonradan sapmalar ve farklı inançlar ortaya çıkınca Allah peygamberler gönderdi. 2. İnsanlardan maksat Hz. Âdem ve onun çocukları, ümmetten maksat da onların inandığı hak dindir. Âdem aleyhisselâm doğru din üzerindeydi. Sonradan nesillerinde çekişmeler, kıskançlık ve sapmalar baş gösterince Allah Teâlâ peygamberler gönderdi. 3. Âyette somut bir insan topluluğundan değil insanların fıtratlarında, yaratılışlarının özünde bulunan hak dine, doğru inanç ve yaşayışa yatkınlıktan bahsedilmektedir. Buna göre insanlar yaratılıştan iyidirler; bir tek ümmet oluşturacak fıtrat ve tabiata sahiptirler. Sapmalar ise dış sebeplerin etkisiyle sonradan ortaya çıkmakta olup bu sapmaları önlemek veya düzeltmek için peygamberler gönderilmiştir. Nitekim “Her doğan fıtrat üzere doğar, anlamındaki hadiste de bu gerçek ifade edilmiştir. Bazı alimler de, âyeti şu şekilde anlamıştır: İnsanlar temelde tek bir ümmet olarak, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmek, Allah’a kulluk ve şükretmek; zulüm, yalancılık, cahillik vb. kötülüklerden kaçınmak gibi aklî gerçekleri ve doğruları kavrayıp benimsiyorlardı. Konumuz olan âyetin üslûbundan da peygamberler gönderilmesinden önceki insanların “akıldan istifade ile düzenlenmiş bir şeriat içinde bulundukları” anlaşılmaktadır. Daha sonra ortaya çıkan çeşitli sebepler yüzünden insanlar arasında ihtilâflar doğmuş; bunun üzerine Allah Teâlâ onların bilgilerini ve inançlarını desteklemek üzere peygamberler  göndermiştir.

Sonuç olarak âyetten anlaşıldığına göre insanlar, temelde temiz bir yaratılışa (fıtrat), hakkı kabul edip uygulamaya yatkın bir tabiata sahip olarak yaratılmışlardır ve –belki– başlangıçta, basit de olsa uyumlu ve düzenli bir topluluk olarak da yaşamışlardı. Fakat iptidai hayat şartları karşısında dayanışma ve paylaşmanın hayatî önem taşıdığı ilk devirlerden sonra zamanla insanların zihinsel yetenekleri ve ihtiyaçları geliştikçe, belki sayıları çoğaldıkça, insanlar kavim ve kabilelere bölündükçe, tabiatın zorlukları karşısında başarılar kazandıkça aralarında çatışma eğilimleri de gelişmeye başladı; sürtüşmeler arttı. Kimi insanlar yanlış düşünmeye, kişisel çıkarlarını hak ve adalet ölçülerinin üstünde tutmaya başladılar; böylece doğru olmayan görüş, inanç ve davranışlara saptılar. Nihayet insanlar arasında geniş çaplı çözülmeler, toplumsal ihtilâflar ve çekişmeler ortaya çıktı. Bunun üzerine yüce Allah tarafından peygamberler gönderildi, kitaplar indirildi. Bu peygamberler iyi yolda olan insanlara dünya ve âhirette kazanacakları güzellikleri müjdelediler; kötü yoldan gidenleri uğrayacakları sıkıntılar ve cezalar konusunda uyardılar. 

Kanundan önceki  ihtilaflar ve  kanundan  sonraki ihtilaflar.

Bu ayeti  kerimede  iki  çeşit  ihtilaftan  söz ediliyor: İlahi  kanuna arzedilmeyen  ihtilaflar yani  kanunun henüz  vazedilmediği  döneme  ait  sorun ve sıkıntılar. Kısacası  Kanundan  önceki  ihtilaflar. Ayetin  ilk  bölümünde  bu  ihtilaflara işaret edilmektedir.

بَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ

 “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi.” 

Eğer  bu  ihtilaflardan  maksat, insan  tabiatının malulu, neticesi  olan  görüş  farklılığı ise, bunu   bir derece  makul  karşılamak  mümkündür. Bir  konuda düşünen  iki  kişi  arasında  muhakkak  bir  görüş  farklılığı  olabilir, Bu  yerilmesi  gereken  bir  durum değildir. Çünkü  bu  tür  ihtilaflar ve  görüş  ayrılıkları  beşeri  düşüncenin  pekişmesi ve  olgunlaşmasına  yol açar. Musademei efkardan  barikaı  nhakikat  tecelli eder. Toplum  ve  bireyler bu  vesileyle   fikri  olarak  dahada   mükemmelleşip rüşdünü   yakalayabilirler. Ummetimin «اختلاف امّتی رحمة» ihtilafı  rahmettir  hadisini de  eğer  ayet  ile  ilgili  sergilediğimiz  bu  yaklşım isabetli  ise, bu  çerçevede  değerlendirmek  gerek.

Farklı  görüşler ve  bundan kaynaklanan ihtilafları  bertaraf etmek ve  isabetlı  nihai  bir  karar  almak  için  İslam  şura esasını öngörmüştür. شَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ»  İşlerde  onlara  danış

Kanun ve  şeriat   konulduktan  sonra da, kıskançlık, hakkına  kani  olmamaktan, hırs ve  tecavuzden  dolayı da   ihtilflar  şekillenebilir. Bu  ihtilflara,  kanundan  sonraki  ihtilaflar  denilmektedir. Ayetin  ikinci  bölümünde ise  bu  tür  ihtilflara değinmektedir.

   وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُم

“Ancak kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden, o kitap hakkında anlaşmazlığa düştüler” 

Âyetin bu kısmı Hz. Mûsâ’dan sonraki yahudiler de dahil  olmak  üzere  peygamberlerden  sonra  onların  mesaj ve  risaleti  hakkında ihtilafa düşen  ümmetlerin durmunu ele  almaktadır.. Buna göre yahudiler başlangıçta bir tek ümmet olarak Mûsâ’ya inanıp onun izinden gidiyorlardı. İseviler de,  müslümanlar da.  Kısa sureli  tek  ümmetten  ihtilaflardan  dolayı  uzaklaşıp  bölük  pörçük  oldular. Bu  bölünmüşlüğün yegane sebebi, kıskançlık ve isyankârlık duygularına  kapılıp kendi hakkına ve  sınırına   kani  olmayıp saldırganlık ve  tecavüzde  bulunmak  olmuştur; Allah da tekrar durumlarını düzeltmelerini sağlamak üzere  peyder pey peygamberler göndermiştir.

Peygamberlerin  hayatındaki  müşterek  prensipler 12.

Bütün  peygamberler  hem  mübeşşir  müjdeleyen ve  hem  de  nezir  korkutan  olmuşlardır. .

  • وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ… ﴿کهف:۵۶﴾

Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz 

 Sözlükte “müjdelemek; güler yüzlü olmak, güler yüzle karşılamak” anlamlarına gelen beşr kökünden türetilmiş bir sıfat olup “müjdeleyen, güler yüzlü ve sevecen olan” demektir. Bu kelime Kur’ân-ı Kerîm’de yedi defa nezîr ile birlikte Hz. Peygamber’e ve aynı mahiyette bir defa da Kur’an’a (Fussılet 41/4) nisbet edilmiştir. 

Bizzat Hz. Peygamber’in de beşîr sıfatını kendisine nisbet ettiği sabittir. Kur’an’da tebşîr (müjdelemek) fiili Allah, Hz. Peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm için kullanıldığı gibi bunun ism-i fâili olan mübeşşir de hem geçmiş peygamberler hem de Hz. Muhammed için kullanılmıştır. Bu istimal tarzı hadislerde de mevcuttur, 

Allah Teâlâ peygamberleri, insanları helâk etmek için değil onlara müjde vermek ve isyan edenleri uyarmak için göndermiştir. Fakat inanmayanlar hakkı mağlûp etmek için mücadele etmektedirler. Onlar, hak ve hakikatin ortaya çıkması için değil, bilâkis Allah’ın âyetleri ve bu âyetlerde bildirilen azap ile alay etmek için mücadele ederler. Böyle peşin hükümlü ve sabit fikirli kimselere ne kadar misal getirilirse getirilsin fayda vermez. Bunlar azabı apaçık görmedikçe iman etmezler. Ancak azabı gördükten sonra da inanmaları kendilerine bir fayda sağlamaz. 

“Nezîr”; Kur’an’da 43 defa peygamberleri ve hz. Muhammed’i ve Kur’an’ı nitelemek üzere geçiyor.

Kur’an’da bunlardan 4 tanesi hz. Nuh’u, 16 tanesi peygamberleri, ya da Allah’ın insanlara uyarıcı gönderildiği gerçeğini, 2 tanesi Kur’an’ı, 1 tanesi cehennemi, 20 tanesi de 7’si beşîr’le birlikte olmak üzere hz. Muhammed’in bir uyarıcı olduğunu haber veriyor.  

-Beşîr-nezîr gerçeği

İnsan neyin kendisi için hayırlı, neyin kendisi için şer olduğunu tek başına bilemez. Bu noktada ve doğru yolu (hidâyeti) bulmada müjdeleyicilere ve uyarıcılara ihtiyaç vardır. Sözünde ve davranışlarında dürüst bir kimsenin uyarılarına, haberlerine kulak verilir. Aklını kullananlar bu uyarıcıların ve müjdecilerin dediklerini dinlerler, alırlar ve gereğini yaparlar.

İslâm, Allah’a ve O’nun vahiyle gönderdiklerine teslim olduktan sonra ma’ruf (hayırlı/faydalı) işleri yapmayı, münkerden (şer/zararlı) kaçınmayı, sâlih amelleri (iyi işleri) emreden bir dindir. İslâmı seçmek de kişinin kendi tercihidir, başkasının zorlaması değil. Genelde peygamberlerin, özelde hz. Muhammed’in görevi sadece davet, tebliğ ve yaşayarak örnek olmaktır. 

Ahzab  suresi 45.46 Ayeti  kerimede de Peygamberimizin beşirlik ve  nezirliği ve aydınlatıcı  bir  ışık  oluşu özellikle  hatırlatılmaktadır: .

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذٖيراًۙ 

  • وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِهٖ وَسِرَاجاً مُنٖيراً 

“Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.”

Allah kullarına peygamber gönderip inanç, amel, ahlâk konularında ne istediğini açıklamadıkça onları sorumlu tutmuyor, birçok âyette “Bilmiyorduk, bilemezdik demeyesiniz diye size peygamberler gönderdim” diyor (meselâ bk. Nisâ 4/165). Bütün bunlara rağmen âhirette “uyarılmadığı, bilgi verilmediği yolunda” mazeret ileri sürecek olanlara da Allah Teâlâ peygamberleri ve hepsine birden son peygamberini tanık gösteriyor. Hz. Peygamber’in bu niteliği, onun rabbi nezdindeki değerini gösterir. Çünkü şahitler önce tezkiye edilir, onları tanıyan erdemli kişiler tarafından tanık olabilecekleri ifade edilir. Hz. Peygamber’i tezkiye eden ise bizzat Allah’tır. 

Hz. Peygamber hem Kur’an âyetlerini tebliğ etmekle hem de bunları açıklayan, canlandıran ifadeleriyle yeteri kadar müjdeci ve uyarıcı olmuştur. Onun tebliği ve açıklamaları itaat edenler için ebedî mutlulukların müjdesi, inkâr ve isyan edenler için ise felâketlerin haberidir. 

Peygamber efendimiz insanları Allah’a çağırmaktadır; yani O’na iman, ibadet ve itaat etmeye davet etmektedir. Burada dikkat çeken bir kayıt, Peygamber’in bunu Allah’ın izniyle yapmakta olduğudur. Allah bir kuluna insanları kendine çağırma izni, yani bilgisi ve yetkisi vermedikçe kimse bu vazifeyi üstlenemez. Bu konuda ümmete düşen görev, Hz. Peygamber’den öğrendiği şekilde insanları Allah’a çağırmaktır. Öğrenmenin yolu ise her mümine açık olan din ilmini tahsil etmektir. Aslı Kur’an’da ve sahih hadislerde bulunan ve tahsille elde edilen din ilmine uymayan bilgi, sezgi, keşif vb. bilgi yolları, insanları Allah’a çağırmak için yeterli ve geçerli değildir. 

Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamber’i dinlemektir. Şu halde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lutfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment