Peygamberlerin hayatında müşterek prensipler. Hutbe 11
Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Peygamberlerin hayatındakı müşterek prensipler 14
Ümmetleri içn Şefaat, Magfiret ve Rahmet Talebetmek
Peygamberlerin ümmetleriyle irtibatlarındaki ortak prensip ve davranışlarından biri, onlar için her daim, rahmet, hidayet ve mağfiret talep etmeleridir. Rahmet ve mağfiret talebi ve şefaatte bulunma, insanları ümitvar kılmak ve ümitsizlikten kurtarmak için önemli bir faktördür. Tabiki rahmet ve mağfiret talebi insanlar günahlar hususunda cüretkarca pervasız kılmamalıdır. Şefaat ve merhamet, şeytanın vesvesesıne kapılıp tamamen umidini yitirmiş olanlara umut aşılamak ve ümitsizlikten kurtarmak amacı da taşımaktadır. Çünkü ümitsizlik insanı daha fazla günah işlemek ve günah bataklığına saplanıp helak olmaya sebebiyet verebilir. Peygamberler insanlara tevbe ve rahmet kapısı daima açık olan bir ilah tanıtmakta ve onun hayatbahş insani ve ahlaki öğretilerini tebliğ etmekteler. Bu Konuda bir çok kimsenin Mevlanaya ait bildiği ama onun türbesinde yazılı olan bu dörtlük Ebu Said Ebu’l Hayra aittir.
باز آ باز آ هر آنچه هستی باز آ گر کافر و گبر و بت پرستی باز آ
این درگه ما درگه نومیدی نیست صد بار اگر توبه شکستی باز آ
Gel, gel, ne olursan ol yine gel, Peygamberler ve ilahi kitaplar insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak ve doğru yola yönlendirmektedir. كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ ﴿ابراهیم:۱﴾ “Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.” Hz. Peygamber’e indirilen kitaptan maksat Kur’an’dır. Allah Teâlâ cehalet, inkâr, bâtıl inanç gibi durumları zulumât (karanlık); bilgi, iman, hidayet gibi hasletleri de nûr (aydınlık) olarak nitelemiştir. “Rablerinin izniyle” ifadesi Hz. Peygamber’in bu görevi kendiliğinden değil, Allah’ın emri ve iradesiyle yerine getirdiğine işaret eder. Bir anlayışa göre de bu ifade peygamberin görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu; hidayete erdirmenin ise Allah’ın izin ve iradesine bağlı bulunduğunu gösterir Kur’anın şefaatı konusundaİmam Ali hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Biliniz ki, şefaatçiler içinde şefaati kabul edilen şefaatçi kuranı kerimdir. Konuşması tasdik edilmiş konuşmacıdır. Kıyamet gününde kuranı kerim her kim için şefaat ederse onun hakkında yapılan şefaati kabul görülüyor“ Şefaat bazen de peygamberin Allah’tan ümmetinin sapmasına yol açan amil ve faktörleri ortadan kaldırması için dua etmesi anlamına gelmektedir. Bu duanın muhtavasında peygamberlerin kendilerine mahsus halet ve özellikleri de muessirdir.. Kur’anın beyanından anladığımız kadarıyla en uzun ömürlü yaşayan ve tebliğde bulunan Peygamber hazretı Nuh a.s kendi ümmetinin bağışlanması talebinde bulunmadan önce, Allahtan insanları saptıran ve kalmaları durumunda kafır ve fasıklar dünyaya getirecek olan kafirlerin tamamn yok edilmesi için beddua etmiştir.
“Nûh “Rabbim” dedi, “Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi sağ bırakma! Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve sadece günahkâr nankör nesiller yetiştirirler.” Nûh peygamber, artık bundan sonra inkârcılar arasından kendisine iman edenlerin çıkmayacağını vahiy yoluyla öğrenince yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi bırakmamasını Allah Teâlâ’dan niyaz etmiştir. Âyetin devamı Nûh’un kişisel sebeplerden değil, gelecek nesillerin kurtuluşu için böyle bir bedduada bulunduğunu göstermektedir. Hazreti İbrahim Halil kendi muhalifleri için mağfiret talebinde bulunmuştur. Hazreti İbrahim günahlardan kaçınmanın yolunu muhaliflere gösterdikten sonra, günahlardan dolayı onları yakalıyacak olan azab konusunda Rabbu’l Alemine şöyle hitap etmektedir
Rabbim! Putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldu. Bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir; kim de bana karşı gelirse artık sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir. Hazreti Musa a.s da kendi kavminin buzağıya taptığını görünce, ümmetinin durumunu ıslah etmek için kendisiyle birlikte yetmiş kişiyi Allah ile konuştuğu, vahız aldığı yere götürüyor ve hepsi için mağfiret talebinde bulunmaktadır.
Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları’nın on iki oymağından (sıbt) seçtiği yetmiş kişiyi yanına alarak, kavminin altın buzağıya tapmalarından dolayı af dilemeleri, dua ve niyazda bulunmaları için, Allah’ın kendisiyle konuştuğu mekân olmasıyla kutsallık kazanmış bulunan Tûrisînâ’ya ikinci defa gitti.Kur’an’da Mûsâ’nın, Tûr’daki ilk buluşmasında, dağın sallanmasıyla kendinden geçip yere yığıldığı bildirilirken, söz konusu yetmiş kişinin orada bulunup bulunmadığından ve onların da bu sarsıntıdan etkilendiğinden söz edilmemekte; fakat bu durumun ikinci ziyaret sırasında gerçekleştiği bildirilmektedir. İbn Âşûr, yine Tevrat ile Kur’an’daki bilgileri birleştirerek, yetmiş kişilik topluluğun ilk ziyarette de Mûsâ’nın yanında bulunduğunu, Mûsâ gibi onların da sarsıntıdan yere yığıldıklarını kabul etmektedir. Hazreti İsa da hem kendi hayatında ve hem de ölümünden sonra ümmetinden hata yapanların bağışlanmasını Yüce Allahtan talep etmiştir.
Allah, “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman o şu cevabı verir: “Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.” “Ben onlara ancak senin bana emrettiklerini söyledim; ‘Benim de rabbim sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onların yaptıklarına tanık idim. Fakat sen beni vefat ettirdikten sonra onların halini bilip gören sadece sensin. Sen her şeye şahitsin. Şayet onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen, hiç kuşku yok sen hem izzet hem hikmet sahibisin.” Babasız dünyaya gelmiş olan Hz. Îsâ’nın annesi olması dolayısıyla Hz. Meryem’in gerek Hıristiyanlık’ta gerekse İslâmiyet’te özel bir yeri ve değeri vardır. Kur’an’da kendi adına bir sûre bulunan ve değişik sûrelerde anılan Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstün kılındığı yine Kur’an’da ifade edilmiştir (onun böyle bir mûcize olay için seçilmesinin insanlık tarihindeki önemi ve hikmetleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/42, 45-47). Ne var ki hıristiyanlar Tanrı inancı konusunda asırlarca süren bocalama süreci içinde Hz. Meryem’in bu seçkinliğine de farklı bir boyut getirmeye yönelmişler, hıristiyan mezheplerinde onun mahiyeti hakkında değişik teoriler ortaya konmuştur. Bu arada tarihî bilgiler Arabistan’da Collyridienler diye anılan bir sapkın hıristiyan grubunun Hz. Meryem’i tanrıça olarak kabul ettiğini göstermektedir. 116. âyette Allah’a nisbetle yer verilen “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” şeklindeki soru, gerek Hz. Meryem’i teslîs inancının ögesi haline getirecek kadar ileri giden hıristiyanları gerekse bu derecede olmasa bile genellikle Hz. Meryem’in mahiyeti hakkında aşırılıklar taşıyan hıristiyan telakkilerini mahkûm Hz. Îsâ’nın “Hakkım olmayan şeyi iddia etmek bana yakışmaz” şeklinde tercüme edilen sözündeki incelik, böyle bir sözü söylemeye hakkı olmadığını belirtmek değil, kendisinin asla mâbud olamayacağını ve böyle bir iddiada bulunamayacağını ifade etmektir. Âyetin bu kısmını “Gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz” şeklinde anlayanlar da olmuştur. Resulu Ekrem (a.s) da hem ümmetinden bela ve azabın defi için ve hem de günahlarının bağışlanması için dua etmiştir. Konuyla ilgili olarak Nisa suresı 64. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır:
﴿٦٤﴾ “Biz her bir peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine kötülük ettiklerinde sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı” . Şu halde Allah’a ve resulüne itaat etmeyenlerin kötülükleri, zulümleri, zararları eninde sonunda kendilerine dönmekte, kendilerine dokunmaktadır. Bu mânada “kendilerine kötülük edenler” için de tövbe kapısı açıktır. Allah Teâlâ tövbeleri hemen kabul edeceğini, içtenlikle tövbe edenlerin daha öncesine ait kirli sicillerini tertemiz kılacağını vaad etmiştir. Nifak ve isyana sapanlar kendilerini temize çıkarmak için çıkmaz yollara girmek, tutarsız te’villere başvurmak yerine samimi olarak pişman olmalı, Resûlullah’a gelip suçlarını itiraf etmeli, bağışlaması için Allah’a yalvarmalı ve O’nun sevgili peygamberinden de kendileri için dua etmesini, Allah’ın bağışlamasını dilemesini istemelidirler. Istiğfarın nefyedildiği ve etkisiz olduğu durumlar: Kur’andan anladığımız kadarıyla iki taife insan vardır ki, bunlar bunlar bağışlanmanın zeminini yok etmekteler. Dolayısıyla Allah peygamberlerini ve müminleri onlar hakkında dua etmekten alıkoymuştur. Onlar için bağışlanma talebi gerçekleşse dahi kabul görmiyecektir. Kur’an muşrikler hakkında şöyle buyurmaktadır.
“Müşriklerin cehennemlik oldukları müminler nezdinde açıklık kazandıktan sonra, akraba bile olsalar peygamber de müminler de onların bağışlanmalarını dileyemezler.” Bazı müfessirlerce belirtildiği üzere, burada müşrikler için istiğfarda bulunma yasağı, onların şirk üzere öldüklerinin bilinmesi haliyle sınırlıdır. Hz. İbrâhim’in babası için duadan vazgeçmesi, birçok müfessir tarafından, babasının müşrik olarak öldüğünden emin olması üzerine istiğfarı bırakması şeklinde açıklanmıştır. سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ أَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ لَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ Munafıklar konusundada bu durum söz konusudur: Konuyla ilgili olarak munafikun suresı 6. Ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır. “Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.” Tevbe suresı 80. Ayette de munafıkların bağışlanmayacağı konusunda şöyle denilmektedir:
﴿٨٠﴾ “Onların bağışlanması için Allah’a ister dua et ister etme; onların affedilmesi için yetmiş kere de dua etsen Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah günaha batmış kimseleri doğru yola iletmez.” Hz. Peygamber münafıkların bağışlanması için yetmiş defa yalvarsa da Allah’ın onları bağışlamayacağının bildirilmesi değişik biçimlerde yorumlanmıştır. Hâkim kanaate göre belirtilen sayı çokluktan kinaye olup bununla, Resûlullah ne kadar dua ederse etsin, artık âyette işaret edilen münafıklar için bağışlanma ümidi taşımaması. Münafıklardan Hz. Peygamber’e gelip özür dileyenler için onun Allah’a yalvarması, onların samimi olabilecekleri ihtimaline dayanıyordu. Âyet ise onların dürüst ve samimi davranmadıklarını haber vermiş olmaktadır. Tefsirlerde, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy’in ölümü ve iyi bir mümin olan oğlunun ricası üzerine Hz. Peygamber’in onun cenaze namazını kılmasına Hz. Ömer’in itiraz ettiği, Resûlullah’ın bu âyete dayanarak istiğfar sayısını arttırma hakkını kullandığını söylediği, bunun üzerine de 84. âyetin nâzil olduğu yönünde bir rivayet yer almaktadır. Kanaatimizce bu ve benzeri rivayetlerde geçen ifadelerle ilgili tartışmalardan çok, âyetten kolayca anlaşılan şu iki hususun üzerinde durulması âyetin sağlıklı anlaşılması bakımından daha önemli görünmektedir: Birincisi, Resûlullah’ın, yıllarca gösterdiği engin hoşgörü ve iyi niyete türlü entrikalarla karşılık veren, kuyusunu kazmak için her fırsatı değerlendiren münafıklar hakkında dahi ümidini yitirmemeye ve kendisinin herkes için rahmet olduğu hitabının (Enbiyâ 21/107) gerektirdiği biçimde davranmaya çalışmasıdır. Münafıkların cehennemin en derinlerine atılacağını bildiren âyetlerde dahi istisna yapıldığını, bunlardan tövbe edip kendini düzelten ve gönülden teslimiyet içine girenlerin Allah’ın büyük mükâfatlara lâyık gördüğü müminlerle beraber olacaklarının bildirildiğini (Nisâ 4/146-147) dikkate alan Hz. Peygamber’in bu tutumu, müslümanlara şu mesajı vermektedir: Asıl erdemlilik, güçlü olduğu halde yanlış yoldaki insanları dışlama yönüne gitmeyip, onların ıslahı ve kazanılması için çaba harcamaktır. Âyetten anlaşılan ikinci husus da, kendilerinden söz edilen münafıkların affedilme şanslarını tamamen yitirmiş olduklarıdır. Bunun gerekçesi âyette şöyle açıklanmıştır: “Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah (böylesine) kötülüğe saplanmış kimseleri doğru yola iletmez.” |
|