Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Mucize göstermek, kitap ve mizan ( ölçü)
Kur’anı kerim. Açık delil ve kanıt sunmayı, ve bunun yanında kitap ve mizanı sunmayı peygamberlerin ortak özelliklerinden saymaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan hârikulâde olaylar çok defa âyet (âyât) kelimesiyle ifade edilmiştir. Hz. Sâlih’in dişi devesi (el-A‘râf 7/73), Hz. Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli (el-A‘râf 7/106-108; Hûd 11/96; el-Kasas 28/31-32, 35), Hz. Îsâ’nın gösterdiği olağan üstü hadiseler (Âl-i İmrân 3/49-50) ve inkârcıların peygamberlerden mûcize talepleri genellikle bu kelime ile anlatılmıştır. Ayrıca beyyine (el-A‘râf 7/73), burhân, sultân (el-Kasas 28/32; en-Nisâ 4/153; Hûd 11/96), hak (Yûnus 10/76) ve furkān da (el-Bakara 2/53) Kur’an’da yer yer mûcize anlamında kullanılmıştır. Hadislerde de peygamberlik delilleri umumiyetle âyet kelimesiyle ifade edilmiştir Konuyla ilgili olarak Allah c.c. Hadid suresi 25. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır.
- لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمٖيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ وَاَنْزَلْنَا الْحَدٖيدَ فٖيهِ بَأْسٌ شَدٖيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِؕ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَزٖيزٌࣖ
“Andolsun biz peygamberlerimizi açık kanıtlarla gönderdik, beraberlerinde kitap ve adalet terazisini de indirdik ki insanlar hakkaniyete uygun davransınlar. Bir de demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Böylece Allah, görmeden iman ederek kendisine ve peygamberlerine yardım edecekleri ortaya çıkaracaktır. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.”
25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır.
İ’cazın sözcük ve kavramsal anlamı
Sözlükte “gücü yetmemek, yapamamak” anlamındaki acz kökünden türetilen i‘câz kelimesi “âciz bırakmak” demektir. Terim olarak genellikle “Kur’an’ın, sahip bulunduğu edebî üstünlük ve muhteva zenginliği sebebiyle benzerinin meydana getirilememesi özelliği” diye tanımlanır. Bu tanımda yer alan edebî üstünlük birinci derecede Arap diline vâkıf olan edipleri ilgilendirirken muhteva üstünlüğü bunlarla birlikte bütün aklıselim ve ilim sahibi insanları ilgilendirmekte ve böylece Kur’an’ı evrensel bir ilâhî mesaj haline getirmektedir.
Kur’an’da i‘câzü’l-Kur’ân terkibi geçmemekle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in beşer sözü değil insanların benzerini meydana getirmekten âciz kaldıkları ilâhî bir kelâm olduğu hususu ısrarla belirtilmektedir. Buna tehaddı denir yani meydan okuma. Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenler diledikleri takdirde Kur’an’a benzer sözler söyleyebileceklerini ileri sürmüşler (el-Enfâl 8/31) ve Resûl-i Ekrem’den hissî mûcize göstermesini istemişlerdir. Bu kişilere Kur’an’ın yeterli bir mûcize olduğu açıklanmış (el-Ankebût 29/50-51), eğer güçleri yetiyorsa bütün yardımcılarını da çağırarak benzer bir eser meydana getirmeleri istenmiş, fakat bunu asla yapamayacakları da ifade edilerek kendilerine meydan okunmuştur (el-Bakara 2/23-24; Yûnus 10/37-39; Hûd 11/13; el-İsrâ 17/86-88). Hadislerde i‘câzü’l-Kur’ân’dan bahsedilmemiştir.
Mucizenın Peygamberlerin davetındeki rolü
Literatürde mûcizenin, nübüvvetini ileri süren kişinin doğruluğunu ispatlayabilmesi için bazı özellikleri üzerinde durulur. Bunlar, kanıt olarak gösterilen hârikulâde olayın karışıklığa sebebiyet vermemesi için bizzat iddia sahibinin doğruluğuna işaret edecek tarzda meydana gelmesi, ya doğrudan yahut dolaylı biçimde ilâhî bir fiil olması, olağan üstü bir şekilde zuhur etmesi, peygamberlik iddiası ve tehaddî ile birlikte vuku bulması, peygamberin güvenilirliğini zedeleyecek bir şüphe taşımaması ve nübüvvet iddiasının ardından gerçekleşmesi gibi hususlardır. Mûcizenin özellikleri arasında iki temel husus öne çıkar. Birincisi ilâhî fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği hârikulâde olaya mûcize denmez.
İkincisi de mûcizenin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur etmesidir. Kur’an’da Hz. Sâlih, Mûsâ ve Îsâ’nın mûcizelerinden bahsedilirken meydan okuma özelliğine vurgu yapılması bunu gösterir. Ehl-i sünnet kelâmcıları da bu iki hususa dikkat çekmişlerdir. Bundan dolayı meydan okuma amacı taşımadan peygamberlerden zuhur eden hârikulâde olaylar ayrıca ele alınmıştır. Mucizeler de ilahi kanunlar çerçevesında gerçekleşir. Ancak Allahın emriyle tabii faktörler daha hızlı ve daha farklı bir etki göstermekteler. Kur’anı Kerim farklı kavim ve milletlerin akıl ve düşünce erbabının peygamberlerin daveti hakkında hiç bir şüphe ve kuşku taşımadıklarını vurgulamakta ve şöyle buyurmaktadır.
- يَرَى الَّذٖينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذٖٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْدٖٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَزٖيزِ الْحَمٖيدِ
“Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin, gerçeğin ta kendisi olduğunu ve çok güçlü, her türlü övgüye lâyık olan Allah’ın yolunu gösterdiğini çok iyi bilirler.” ( Sebe 6)
Burada sözü edilen “kendilerine bilgi verilenler” ile Abdullah b. Selâm gibi Ehl-i kitap’tan İslâmiyet’i kabul edenlerin veya Hz. Muhammed’in ashabının ya da onun ümmetinden olan herkesin kastedildiği yorumları yapılmıştır . Burada “aklını ve bilgisini iyi kullanan” bütün insanlar kastedilmiştir.
Paygamberlerin daveti insan fıtratına uyum arzettiği için, pak ve temiz olan kalpler ve vicdanlar hiç bir mucizeye ihtiyaç duymadan bu daveti kabul etmişlerdir. Mesajın ihya edici içeriği onlar için yeterli geliyordu. Ancak insanların çoğu çocukluğunudan itibaren anne ve babalarından veya yakınlarından ve çevreden aldıkları yanlış öğreti ve telkinlerden dolayı fıtratları bir evham perdesiyle perdelendiği için, peygamberlerin mesajı bu insanlar için makul görünmediği gibi bir çok şüphe ve bahane ile, bu davete karşı koyabiliyorlardı. Bu tür insanları susturmak ve şüphelerini bertaraf etmek için peygamberlerin mucize olarak ifade edilen ilahi bir destek ile donatılıyordu. Peygamberlerin hayatında mucize, savunma niteliği taşımaktadır. Tebliği mahiyetli değildir.
Mevlananın ifadesiyle
Mucizeler imana sebep değildir.
Mucizeler düşmanı kahretmek içindir. ( Mesnevi defter 6. Beyt 1176)
Mucize ve sihir arasındaki fark
Sihir yoluyla yapılan işler, her ne kadar gerçek anlamda harikulade olaylar ol-
masalar da sihirle uğraşmayan, onun teknik ve usullerini bilmeyen kimseler bunların
olağanüstü şeyler olduklarını sanabilirler. Bu bakımdan söz konusu hadiselerin muci
zelerle karıştırılması mümkün olabilmektedir. Dış görünüş itibarıyla aralarındaki zahirı
benzerlik bunların birbirinden ayırt edilebilmesini sağlayacak bir takım kriterlerin orta
ya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu ihtiyaca binaen kelamcılar, erken sayılabilecek bir
dönemden itibaren sihir-mucize ilişkisine dikkat çekmiş ve aralarındaki farklılığı göste
rebilmek için bazı ölçüler ortaya koymuşlardır. Şöyle ki;
Sihrin bir gerçekliğinin olmadığını iddia edenlere göre, sihir işleminde dış
dünyada gerçekleşen her hangi bir olay yoktur. Buna göre sihirbaz insanların his ve
duygularına hitap ederek, gerçekte olmayan bir şeyi tasavvur etmelerini sağlar ve
onların gözlerini büyüler. Kur’an-ı Kerim’de bir çok vesileyle söz konusu edilen Fira
vun’un sihirbazlarının yaptığı sihirler bu türdendir. Buna karşılık mucize gerçek an
lamda olağanüstü bir 0laydır. Bu sebeple sihirbazlar, asa mucizesiyle karşılaştıkların
da Musa’nın gerçek peygamber olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Mucize ile sihir arasındaki önemli farklardan biride, mucizenin gerçek ma
nada harikulade bir olay olması, sihir ve benzerlerinin ise harikaya benzer olmalarıdır.
Bu itibarla mucizenin benzeri yapılamazken, sihir ve benzerlerinin çeşitli zaman ve
mekanlarda tekrar edilebilmesi mümkündür. İbn Hazm, bu noktaya işaret ederek
mucize ile sihir arasında derece değil mahiyet farkının olduğunu açıklamıştır. Buna
göre mucize olağanüstü bir özellik taşır, benzerinin yapılması imkan dahilinde değildir.
Halbuki sihir ve diğerleri normal fiillerden olup, benzeri ya da daha mükemmelinin
yapılabilmesi imkan dahilindedir. Halbuki mucize gizli sebeplere, el çabukluğuna ve
benzeri hilelere dayanmaz, . bilakis o, tabiat kanunlarının normal işleyişinin dışında cereyan eden ilahı bir fiildir.
Sihirbaz eksersız, temrin yapa yapa sihir tekniklerini öğrenir. Güçlü sihirbaz var , zayıf olanı var. Möucizede eksersiz yapmak, öğrnenmek, temrin tekrarında bulunmak gibi bir durum söz konus değildir. Bu işlere soyunan her kes belli tecrube ve deneyimlerden sonra sihirbazlığı öğrenir. Amma peygamberlikte böylesi bir durum söz konusu değildir.
Keramete gelince peygamberlik ve risalet iddiası olmadan Allahın salih kullarına yaptığı bir lütüf ve ikramdır. Mucize ise Peygamberlik iddaisıyla birlikte ve talep anında şekillenen harıkulade olay ve hadisedir.
Her peygambere, gönderildiği dönem ve gönderildiği toplumun durumuna
uygun mucize verilmiştir. Böylece mucize olduğu o toplumca daha kolay anlaşılmış ve onlar için kesin bir delil olmuştur. Bu konuda Kur’an’da önceki peygamberlere verilen pek çok mucizeden bahsedilmektedir.
Tahaddi: Benzerini getirmek için meydan okumak peygamberlerin mucizlerinin bir gereğidir. Harikulade olan ve başkalarının getirmekten aciz kaldiği hususlar i’caz kategorisine girmektedir. Mucize öğrenmekle ve eksersiz yaparak gösterilemez.
Mucizeler Allahın izniyle Gerçekleşir.
Kur’an bir çok surede Peygamberlerin mucizlerinden bahsetmekte ve mucizlerin Allah’ın izniyle gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Bu vesileyle peygamberlerin kendi isteklerine göre hareket ettikleri düşünülmesin. Konuyla ilgili olarak Kur’anı Kerim Ğafır suresı 78. Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır:
- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ﴿غافر:۷۸﴾
“Senden önce de elçiler gönderdik; onlardan sana hayat hikâyelerini anlattıklarımız var, anlatmadıklarımız var. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir elçi âyet getiremez. Allah’ın buyruğu geldiğinde artık hak yerini bulmuştur ve ilâhî hakikatleri yok etmeye kalkışanlar hüsrana uğramışlardır.”
Resûlullah’a, önceki peygamberlerin de benzer sıkıntılarla karşılaştıkları hatırlatılmaktadır. Allah, onların bazıları hakkında Kur’an’da bilgi vermiştir, ama bilgi verilmeyenler de vardır. Sonuçta bütün peygamberler temelde aynı inanç, ibadet ve hayat ilkelerini tebliğ ve temsil etmişler; fakat hepsinin düşmanları olmuş, acı ve sıkıntı çekmişlerdir. Ama vakti gelince Allah hükmünü vermiş, hak yerini bulmuştur.
“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir elçi âyet getiremez” cümlesindeki âyet kelimesi genellikle mûcize olarak açıklanmıştır. İnkârcılar, Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmak için ondan bazı olağan üstü işler başarmasını isterlerdi. Burada bu tür olayların ancak Allah’ın dilemesiyle gerçekleşebileceği bildirilmektedir
Konuyla ilgili olarak R’ad suresı 38. Ayeti kerimede şöyle denilmektedir:
- وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًؕ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِؕ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
“Andolsun senden önce de peygamberler göndermiş, onlara da eş ve çocuklar vermiştik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber mûcize getiremez. Süreli her şeyin bir kaydı vardır.
Müşrikler peygamberin insan üstü varlık olacağını sanıyor, Hz. Muhammed’in eş ve çocukları olduğu için onun peygamberliğine itiraz ediyorlardı. Oysa Kur’an-ı Kerîm beşerî özellikler bakımından peygamberlerin insan üstü varlıklar olmadığını, onların da birer insan olduğunu (İbrâhim 14/11; Kehf 18/110; Fussılet 41/6), eş ve çocukları bulunmasının peygamber olmaya engel teşkil etmediğini haber vermektedir. Mûcizeye gelince o da peygamberin elinde değil, Allah’ın kudretinde olup ancak onun ezelî ilminde belirlediği zaman meydana gelir. Müşriklerin istediği mûcizenin hemen gelmemesi onun hiç gelmeyeceğini göstermez. Allah’ın hikmet ve takdiri onun ne zaman gerçekleşmesini gerektiriyorsa o zaman gerçekleşir.
“Süreli her şeyin bir kaydı vardır” meâlindeki cümlede yer alan kayıt kelimesinin âyetteki karşılığı “kitap”tır. Buradaki kitabı “şeriat vahyi” olarak anlayıp âyeti, “Allah’ın takdir ettiği her süre için gönderdiği bir kitap vardır” şeklinde yorumlayanlar da
Mucizeler konusunda Sa’di Şirazi bir şiirinde Hz Yakup hakkında şöyle diyor:
یکی پرسید از آن گم کرده فرزند که ای روشن گهر پیر خردمند
ز مصرش بوی پیراهن شنیدی چرا در چاه کنعانش ندیدی؟
بگفت احوال ما برق جهان است دمی پیدا و دیگر دم نهان است
گهی بر طارم اعلی نشینیم گهی بر پشت پای خود نبینیم
Biri, oğlunu kaybetmiş olana sordu
Ey aydın cevherli ve akıllı yaşlı ( Hz. Yakup)
Mısırdan gömleğin kokusunu aldın da
Neden oğlunu görmedin Ken’an kuyusunda
Dedi durumumuz şimşek çakmasına benzer
Bazen şimşek çakar bazen de karanlık çöker
Bazen yüceler yucelerden seyreder durur
Bazen de ayağımızın arkasındakini görmez oluruz.