نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi,günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Peygamberlerin  hayat  hikayesini, siret ve  sunnetini  doğru  bir  şekilde  anlayabilmek için, peygamberlerin  gönderiliş amaç ve  makksadını  anlamak gerek. Peygamberlerlerin risalet ve  mesajının asıl amacı  nedir.? Peygamberler kendi  davalarında  başardılar mı ?  başarısız mı kaldılar?

Acaba milyonlarca  imansız ve inkarcının  yeryüzündeki varlığı,  peygamberlerin dava ve  misyonlarında  başarısızlığının  bir  göstergesi  değilmidir.?Peygamberlerin  hayatı  bir  çok  alim. kurum ve  kuruluş  tarafından ve  farklı  kutsal  metinlere  istinaden araştırma  konusu  olmuştur.

Ancak  bizim açımızdan en  güvenilir ve  en  genç  ve  tahrife  maruz  kalmamış  olan   mukaddes  metın Kur’andır. Peygamberlrin   rısaleti, mesaj ve  maksadı  hakkında  en  munasib   dayanak ve  belge  kuşkusuz  Kur’andır.

Bakalım  Kur’an,  hayat  hikayelerine  az çok  yer  verdiği  peygamberler hakkında  ne  diyor. Toplumlarına  çağrıları ve  toplumların  onların davetine ve  mesajına  karşı  nasıl  bir   tepki verdiği, onlara  karşı  nasıl  davrandıkları  hakkında  ne  diyor. Veya  peygamberlerin  aldığı  cevaplar ve  gördüğü  olumlu ve  olumsuz  tepkilere  karşı  tavırları  ne  olmuştur?

Tevhid ve Allaha kulluk, peygamberlerin  hedeflerinin  başlangıcında  gelmektedir.

Kur’anı  Kerimde  bu  husus defalarca ve  farklı  iafadelerle, bazen  bir  peygamberin davetıne atıf  yapılırken ve  bazende  tüm peygamberlerin  hedefi  anlatılırken,  bu hedef  dile  getirlmiştir. A’raf suresi 59. Ayeti  kerimede  konuyla  ilgili  olarak  Yüce  Allah  şöyle  buyurmaktadır:

لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٥٩﴾

“Biz Nûh’u kavmine peygamber gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; çünkü sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, başınıza gelecek büyük bir günün azâbından korkuyorum.”

Kur’an-ı Kerîm’de geçmiş peygamberler hakkında bilgiler verilirken olayların –tarihî bakımdan önem taşısa bile– dinî çerçeve dışındaki ayrıntılarına girilmediği, esas itibariyle bu olayların ibret alınacak yönlerinin öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu suretle Hz. Muhammed’in davetine muhatap olan kişilerin ve toplumların eski yanlışları tekrar etmemeleri istenmiş; aksi halde Allah’ın, inkârcılık ve kötülüklerde direnen eski inkârcı topluluklara verdiği cezaların, belâ ve musibetlerin benzerlerini İslâm’a karşı direnip düşmanlık gösterenlere de er geç dünyada veya âhirette vereceği uyarısında bulunulmuştur. 

Âyetin ilk cümlesinde Nûh’un “resul” yani elçi olduğu belirtilmekte (Hz. Nûh hakkında bilgi için bk. Hûd 11/25-35); Hz. Nûh’un burada aktarılan ifadesinin ilk cümlesinde onun kavmini Allah’a ibadet etmeye çağırdığı, ikinci cümlesinde bu ibadetin gerekçesi olarak Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, yani tevhid akîdesini tebliğ ettiği, son cümlesinde de inkârcıları “büyük bir günün azabı” ile tehdit ederek âhiretin gerçek olduğuna işaret ettiği bildirilmektedir. Bu son cümledeki “azap” ile Nûh tûfanının kastedildiği de düşünülebilir. 

A’raf suresi 65. Ayeti  kerimede de aynı  husus  Hazreti  Nuhun çağrısında  dile getirlmiştir.

  • وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُوداً قَالَ یَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَکُم مِّنْ إِلَهٍ غَیْرُهُ) (اعراف: ۶۵)
  • Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?

Hûd aleyhisselâm ise bir görüşe göre Âd’ın soyundan, başka bir görüşe göre Âd’ın dedesi Sâm’ın diğer bir oğlunun soyundandır. İslâm kaynaklarında çoğunlukla şeceresi Nûh oğlu Sâm oğlu İrem oğlu Avs (Us) oğlu Âd oğlu Halud (veya Hâris) oğlu Rebâh (Reyâh) oğlu Abdullah oğlu Hûd şeklinde Hz. Nûh’a bağlanır. Kabrinin Hadramût’ta, Kâbe’nin civarında, Şam’da, Filistin’de bulunduğu yolunda değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz. Hûd, kavminin cezalandırılması üzerine Yemen’deki Şihr bölgesine göç etmiş, iki yıl sonra vefat etmiş ve Hadramut’taki Berehût vadisine defnedilmiştir. Burada ona atfedilen kabir önemli bir ziyaret merkezidir. 

Hz. Nûh hakkındaki âyetlerde yer alan diyalog ve tartışmaların benzeri, hemen hemen aynı ifadelerle bu âyetlerde de geçmektedir. Burada ilgili peygamberlerin sözleri aynen aktarılmış olabileceği gibi, sözler değişik olmakla birlikte, öz ve anlam itibariyle konuları birbirinden farklı olmadığı için benzer ifadelere döküldüğü de düşünülebilir. 

Hz. Hûd kavmini ikna etmeye çalışırken Allah’ın onlara olan lutuflarından bilhassa ikisini hatırlatmaktadır: a) Allah’ın Nûh’tan sonra onları “halifeler” kılması. b) Onları sağlam yapılı ve güçlü yaratması. Bunlardan ilki, Âd kavminin tûfandan sonra ilk teşkilâtlanan ve yeryüzünü imar faaliyetlerine girişen nesil olduğunu; ikincisi de Nûh soyundan gelen öteki kabilelere göre daha iri yapılı insanlardan oluştuğunu gösterir. Ancak “Allah yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı” meâlindeki cümleden, bu toplumun bireyleri arasında geniş bir sevgi ve dayanışma bulunduğu anlamının çıkarılabileceği de düşünülmüştür. Peygamberleri onlara, bu nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunu hatırlatarak buna göre davranmaları gerektiğini, kurtuluşlarının buna bağlı olduğunu bildirmiştir. 

Hazreti  Salih ve  Şuayb hakkında da benzeri  ifadeler tekrarlanmıştır. Bazı ayetlerde de Allaha  ibadet peygamberin  hedefi  olarak  tanınmlanmıştır. İsa mesih (a.s) hakkında  farklı ifadelerle  bu  hedef dile  getirilmiştir.

Bazı ayetlerde de  Allaha  kulluk ve  ibadet  bütün peyagmberlerin mesajının ana  hedefi  olarak  gösterilmiştir. Nahl s uresi 36 ayeti  kerimede  Yuce  Allah şöyle  buyurmaktadır:

  • وَلَقَدْ بَعَثْنَا فٖي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُؕ فَسٖيرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبٖينَ 

“Andolsun ki biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin, sahte tağutlardan uzak durun” diyen bir elçi gönderdik. Onlardan kimini Allah doğru yola iletti, kimileri de saptırılmayı hak ettiler. Yeryüzünü dolaşın da hak dini yalanlayanların âkıbetinin ne olduğunu görün.”

Genel anlamıyla ümmet, çoğu aynı kökten gelen, önceki kuşaklardan devralınan özelliklerin yahut ortak menfaat ve ideallerin veya din, zaman, vatan gibi faktörlerin bir araya getirdiği geniş insan topluluğunu ifade eder. Çoğulu ümemdir. Dinî anlamda, bir peygambere inanıp onun yolundan giden cemaate, ilâhî dinlere mensup kavimler topluluğuna ümmet denir (Muhammed ümmeti, İslâm ümmeti, hıristiyan ümmeti gibi). Konumuz olan âyette ilk anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır (ümmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/128, 134, 213; Hûd 11/118-119). Allah her millete, geniş insan topluluğuna bir elçi göndermiştir; bunun da gayesi sadece âyetteki öz ifadesiyle, “Allah’a kulluk edip sahte tanrılardan uzak durmak”tır (“sahte tanrılar” diye çevirdiğimiz tâgut hakkında bilgi için bk. Mâide 5/60). Çünkü dinin özü ve peygamberler gönderilmesinin ana gayesi tevhiddir; kulluğun özü de Allah’ın birliği ilkesini zedeleyecek her türlü inanç, düşünce ve davranıştan titizlikle kaçınmaktır. 

Allah’ın peygamberler gönderdiği milletlerden kimi, peygamberlerinin kendilerine duyurduğu ilâhî hakikatler karşısında iyi niyetli ve ön yargısız tutumları sayesinde Allah’ın hidayetine mazhar olmuş; kimi de –bir kısım Mekke putperestlerinin yaptıkları gibi– daha baştan peygamber ve vahiy karşısında sergiledikleri inkârcı, inatçı ve uzlaşmaz tutumları yüzünden yanlış yolda kalmışlardır. 

Allaha  ibadet, varlığın kaynağı, yaratıcısı ve  mudebbirine ve  madde otesi yaratıcı ve  yönetici gücün  varlığına iman, hayata anlam kazandırır, anlamsızlık ve nihilizmden kurtuluşa sebep olur. Hayata anlam ve  mana  kazandırmanın  kısaca  ifadesi  olan maneviyat, beraberinde  ahlak  getirir. Ahlaklı  bir  yaşam  ise birey ve  toplumu  umitvar, zinde.dinamık ve erdemli  kılar.

Peygamberliğin  ikinci  önemli  hedefi  ise

Toplumda ve  insanlık  camiasında adalet ve  eşitliği  sağlamaktır.

Konuyla  ilgili  olarak Rabbimiz Hadid suresi 25. ayeti  kerimede şöyle  buyurmaktadır:

  • لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمٖيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ وَاَنْزَلْنَا الْحَدٖيدَ فٖيهِ بَأْسٌ شَدٖيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِؕ اِنَّ اللّٰهَ قَوِىٌّ عَزٖيزٌࣖ 

 “Andolsun biz peygamberlerimizi açık kanıtlarla gönderdik, beraberlerinde kitap ve adalet terazisini de indirdik ki insanlar hakkaniyete uygun davransınlar. Bir de demiri indirdik(ikram ettik ) ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Böylece Allah, görmeden iman ederek kendisine ve peygamberlerine yardım edecekleri ortaya çıkaracaktır. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.” 

Hadid  suresi 25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır “adalet” anlamıyla açıklanan mîzan kelimesinin anlamları için bk. Rahmân 55/7-9).  Muşahede edildiği  üzere Peygamberlerin ikinci  önemli  hedefinin insanlar arasında adaleti  yaymak olduğu ifade edilmektedir, ilahi  kelamda. Şura suresi 15  ayette Peygamber  emrolunduğu  üzere dürüst  hareket etmek ve  insanların heva ve  hevesına  uyamak ve çekişmelerden  uzak  durmakla   emrolunduğu  gibi, Allahın  tüm  insanların  Rabbi  olduğu hatırlatılıp, Peygamber adaleti  yerine  getirmekle de  mükellef  kılınmıştır.

  • فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْؕ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْؕ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْؕ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْؕ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَصٖيرُؕ 

﴿١٥﴾ 

“İşte bunun için sen çağrına devam et ve emrolunduğun gibi doğru çizgini sürdür. Onların arzularına uyma ve şöyle de: “Ben Allah’ın indirdiği bütün kitaplara iman ettim ve bana aranızda âdil davranmam emredildi. Allah bizim de rabbimiz, sizin de rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size. Sizinle bizim aramızda mesele yok. Allah hepimizi bir araya getirecektir. Dönüş ancak O’nadır.” 

Resûlullah’a çağrısına devam etmesi emredilirken, neye çağrıda bulunacağı hususu cümlenin açık bir ögesi halinde belirtilmediği için bu konuda bağlama göre değişik yorumlar yapılmıştır; bazı müfessirlerce bu, “Aslî haliyle Hanîflik inancına çağırşeklinde yorumlanmıştır 

Emrolunduğun gibi doğru çizgini sürdür” şeklinde tercüme ettiğimiz cümlede kullanılan emir fiilin masdarı olan istikamet, İslâmî terminolojide “inanç, niyet, düşünce ve davranışta doğruluk ve dürüstlüğü; Allah’a yönelme ve O’nun buyruklarına uygun davranma hususunda devamlı ve tutarlı olmayı” ifade eder. Hz. Peygamber Hûd sûresinin kendisini çok etkilediğini ifade etmiş ve –bir rivayete göre– bu etkinin gerekçesini orada da geçen bu buyruğun getirdiği ağır sorumlulukla açıklamıştır. Grek kaynaklı felsefe kültürünün gelişmeye başladığı dönemlerden itibaren İslâm ahlâk kültüründe benimsenen, “Fazilet iki aşırılığın ortasıdır şeklindeki anlayışın da etkisiyle İslâmî literatürde istikamet kavramı için daha çok itidal sahibi olma, aşırılıklardan kaçınma anlamının merkeze alındığı açıklamalar yapıldığı görülmektedir.  

Önceki iki âyette şu noktalara dikkat çekilmişti: İlâhî mesajların özündeki birliğe rağmen bu bildirimlerin muhatapları kişisel arzularını öne çıkarıp bölünmeyi yeğlediler; ama yüce Allah haklı ve haksız ayırımıyla ilgili nihaî hükmünü mahşer günü açıklamayı murat ettiğinden, farklı tercihlere imkân veren ve bir sınav ortamı olan bu dünyada farklı yönlerde yolculuklar sürüp gitmektedir. Bu âyette de son peygamber Hz. Muhammed’in şahsında onun Allah’ın elçisi olduğuna yürekten inananlara şöyle hitap edilmektedir: Vahyin aydınlık yoluna yapılacak çağrı da durmadan devam etmeli, doğru çizgiden sapmayı özendiren etkenlere karşı güçlü bir irade sınavı verilmelidir; ayrılıkları tartışmak değil, açık hakikatler üzerindeki birlik hareket noktası olmalıdır; her hâlükârda adalet ilkesinden şaşılmamalıdır. Farklı kişi veya tarafların farklı tutum ve uygulamaları, olması gerekeni gösteremez; bu ayrılıklar yolunuzu aydınlatamaz, onları herkesin kendi yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla baş başa kalacağı güne havale etmek en uygun yoldur. Bütün insanların bir araya geleceği mahşer gününe doğru yol almaktayken yine herkese ışık tutacak açık ve öncelikli hakikatler ise şunlardır: Hepimizin rabbi birdir, Allah’tan başka mâbud tanımamalıyız; bütün hak peygamberlerin getirdikleri O’nun mesajlarıdır. 

Adalet ile  ilgili A’raf  suresı 29. Ayeti  Kerimede de Yüce Allah  şöyle  buyurmaktadır:

  • قُلْ اَمَرَ رَبّٖي بِالْقِسْطِࣖ وَاَقٖيمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَؕ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَؕ 

“De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin, kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla O’na yalvarın! İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” 

Allah peygamberine ve onun şahsında bütün insanlığa “adaleti emretmiştir.” Adalet, inançta ve yaşayışta doğruluğu, dengeli ve ölçülü olmayı gerektirir. Bunun için İbn Abbas bu âyetteki kıst (adalet) kelimesini “lâ ilâhe illallah”, yani “Allah’tan başka tanrı bulunmadığını kabul ve ikrar etmek” şeklinde yorumlamıştır). Bir âyette de (Lokmân 31/13) “O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştur. Şu halde Allah adaleti yani doğruluk ve dürüstlüğü, gerçek ne ise ona inanıp onu söylemeyi ve onu uygulamayı emretmiştir. Yine buyurmuştur ki, insanlar atalarını putlaştırmasın; onlardan kalma çirkinlikleri, yanlış fikirleri, bozuk gelenekleri din gibi kutsallaştırmasın; görünüşteki değerleri, varlık ve mevkileri ne olursa olsun, yoldan sapmışlara kul olmasın; günah ve isyan yuvalarının müdavimleri olmasın. Aksine, şöyle hitap etmiştir: “(Ey insanlar!) Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin, kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla O’na yalvarın! Başlangıçta sizi O yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” Âyetin bu son kısmı, insanların tuttuğu yolun, Mekkeli putperestlerinki gibi “fahişe” mi, yoksa “adalet” yolu mu olduğu hususunun sonunda mutlaka ortaya çıkacağı ve herkesin hesabının ona göre yapılacağı uyarısını da içermektedir. 

Kur’nı Kerimin açık nassıyla  Peygamberlerin  gönderiliş hedeflerinden  biri  de  farklı alanlarda  ‘nsanlar arasında adaleti  temin etmektir. Yani  her  hak  sahbine  hakettığinin  verilmesine  ortam  hazırlamak ve ahlaki  olarak ifrat ve  tefrıtten  kaçınarak erdem  olan  orta yola ve  faziletlere  insanları  yönlendirmek.

Tevhid  insanların  Allah  ile  olan  ilişkilerine  çeki  düzen  vermektedir. Bu  teorik  tevhiddir. ve adalet  ise  insanın  diğer insanlarla  olan  irtibatına  tevhid  eksenıinde  çeki  düzen  vermektir  ki  bu da ameli ( pratik) tevhiddir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment