نماز جمعه

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

  • بَعِيداً فُحْشُهُ لَيِّناً قَوْلُه

Çirkin  sözlerden uzaktırlar, sözleri  yumuşak ve  guzeldir.

Fuhş, fâhış, fâhışe (çoğulu) ve fahşa kelimelerinin türediği “f-h-ş” kökünün asıl anlamı; “bir şeyin kötü ve çirkin olmasıdır.” Arap dilinde haddi aşan ve sınıra tecavüz eden her şeye fâhış denir. Dolayısıyla kötü ve çirkin olan bütün söz, eylem ve davranışlar bu kelimenin kapsamına girer. Kötü ve çirkin bir davranış olan cimrilik de fuhş olarak ifade edilmiştir. (İbn Fâris.)

Taqva  ehlinin  halkla  ilişkilerinde ve  insani  muaşeratında  kullandıkları  dil güzel, yumuşak ve  sevgi  dolu  bir  dildir. Çirkin ve  rahatsiz  edici  sözler  sarfetmezler.  Edeb ve  ahlak  ile  bağdaşmayan  sözlerden  uzak ve  muberradırlar. İmam  Sadık  hazretleri  güzel ahlakın  sınırları  konusunda  şöyle  buyurmaktadır.  «تُلِينُ‏ جَنَاحَكَ‏ وَ تُطِيبُ كَلَامَكَ وَ تَلْقَى أَخَاكَ بِبِشْرٍ حَسَنٍ.

“Güzel ahlakın  snırı, yumuşak huylu  olman, güzel konuşman, ve guler  yüzle  kardeşini karşılamandır.” (  Kafi c 2. S 103)

Allah,  ağzı  bozuk  olan  insanalara  karşı  öfkesini  şu  şekilde  dile    getirmektedir.

«إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَ الْجَنَّةَ عَلَى كُلِّ فَحَّاشٍ بَذِي‏ءٍ قَلِيلِ الْحَيَاء لَا يُبَالِي مَا قَالَ وَ لَا مَا قِيلَ لَهُ؛

Allah küfürbaz, ağzı bozuk, hayasız  ve  pervasızca  her  şeyi  söyleyen ve  kendisine  söylenene itina  etmeyen kimseye  cenneti  haram  kılmıştır.” (  Kafi  c 2. s.323)

Küfürbazlık ve  kötü  sözlülük tiyneti  bozuk, pest  olan  kişilerin  özelliğidir. Nitekim  konuyla  ilgili  olarak  İmam Bakır  hazretleri  şöyle  buyurmaktadır:     سِلَاحُ‏ اللِّئَامِ‏ قَبِيحُ الْكَلَامِ

Pest  insanın  silahi  çirkin  sözdür.”

 İnsan  liasnının  arkasında  saklıdır.  Ağzını açtığında  cevheri ve  mehiyeti açığa  çıkmış  olur.  Edebi  olmayanaın  dini  olmaz.  Bu edep  önce  dilde  ve  konuşmada,  daha  sonra da hal ve  hareketlerde  kendisni  gösterir. Küfürbaz, ağzı  bozuk insanların  toplumda  yeri  olmaz. Insanın  dili  onun    aleminin tercumanıdır. İçte  olan  dilde cereyan eder. İnsanın  içi  aydınlık, safa ve  samimiyetle  doluysa.  Bu  durum   sözlere   ve  kelimelere de  yansımış  olur.

Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren bütün sözlerdir. Fertler arasında sevginin, hak ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır.

Allah, bir toplumun, diğerini ayıplamamasını, kusurlarını araştırmamasını, aleyhinde iftira ve gıybette bulunmamasını emretmektedir.(Hucurât, 49/11, 12) Bu konuda Hz. Peygamber (asv)’den şu hadisler nakledilmektedir:

“Mümin dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen değildir.” (Tirmizî, Kadir, 1978).

İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre;

Resulullah zamanında iki adam arasında karşılıklı sövme oldu: Bunlardan biri sövdü, diğeri sustu. Peygamber (s.a.s.) de oturuyordu. Sonra diğeri aynı sözü geri çevirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) kalktı ve meclisten dışarıya çıktı. Hz. Peygamber (asv)’e “Niçin kalktın?” diye sorulunca, 

“Melekler kalktı, ben de onlarla beraber kalktım. Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler buna sövene, sözü geri çeviriyorlardı. Ne zaman ki bu adam, sövenin sözünü geri çevirdi, melekler kalktı, gitti.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, II, 572);

“Sövülen iki kimsenin söyledikleri sözün günâhı; sövülen hududu aşmadıkça, ilk söze başlayan üzerinedir.” (Müslim Birr, 68);

“Müslümana sövmek fâsıklıktır.” (Nesâî; Tahrimu’d-Dem, 27);

“Size, kötü olanlarınızı haber vereyim mi; koğuculukla dolaşıp insanlar arasını bozan ve temiz kimselere ayıp isnad edenlerdir.” (İhyâ, Cüz, III, 135).

Hz. Ali, “Çirkin laf edenle onu yayan, günâh işlemekte eşittir.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman);

İbn Abbas da, Hucurât suresinin 11. ayetini izah ederken “Bir kısmınız bir kısmınıza dil uzatmasın. Muhakkak Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemeye yelteneni sevmez.” demiştir (Edebü’l-Müfred, I, 344).

Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir hadisi şeriflerinde, dilin insana getirdiği kötülük ve belâlara değinerek şöyle demiştir:

“İnsanlar diliyle söylediklerinden başka bir şey yüzünden yüz üstü ateşe atılırlar mı?” (Tirmizi).

Yine Tirmizi’de geçen bir başka hadiste de “Mümin ayıplamaz, lânet etmez, kötü söz söylemez.” buyuruluyor.

Hz. Peygamber (asv) çeşitli hadislerinde iflâsın ne olduğunu ve uygulama şartlarını göstermiştir. Bir gün çevresindeki sahabelere; “Müflis kimdir?” diye sormuş, ashâb-ı kiram; Bize göre müflis, kendisine ait hiçbir dirhemi (nakit parası) ve malı kalmayan kimsedir. cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden gerçek müflis şudur: Kıyamet gününde namazını, orucunu ve zekâtını getirir. Bu arada başkasına sövmesi, zina iftirasında bulunması, kan dökmesi ve başkasını dövmesi ile ilgili kötü amelleri gelir. Bunlara karşılık iyi amelleri (hasenâtı) verilir ve borçları (kul hakları) bitmeden iyi amelleri tükenir. Alacaklıların hataları kendisine yükletilir ve ateşe atılır.” 

Konuyla  ilgili  olarak Hucurat suresı 11  ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır:

« لا تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَ لا تَنابَزُوا بِالْأَلْقابِ بِئْسَ الاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمانِ وَ مَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

İnsanları alay etmeye iten psikolojik faktörler içinde büyüklenme, kendini beğenme, karşısındakini küçük ve kusurlu görme gibi hal ve duygular da vardır. Sırf gülüp eğlenmek için bir kimse ile alay edilmiş olsa bile alay konusu olan şahsın buna lâyık görülmesi ve aşağılanması söz konusudur. Bir kimse, toplum içinde yükselen değerlere göre –bu değerleri ölçü olarak alanlar bakımından– ikinci sınıf,değersiz ve önemsiz” görülebilir, ama evrensel değerler ve konumuzla ilgili olarak da dinî ve mânevî değerler söz konusu olduğunda aynı şahıs önemli ve değerli olabilir; hele Allah nezdinde kimin nasıl değerlendirildiğini tam olarak bilmek mümkün değildir. İnsanları küçümseyenler, alay edenler, aşağılayıcı, küçümseyici lakaplar takanlar işin bir de bu yönünü düşünmelidirler. 

 İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür!” cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir:

 1. Yasaklanan fiil ve davranışları işleyenler fâsık (günahkâr, yoldan çıkmış) olurlar; bu nitelik de bir mümine yakışmaz. 

2. Bir kimse iman ve tövbe ettikten sonra onu yine eski dini ve günahı ile anmak çirkin, yersiz ve yakışıksızdır. 

كَمْ مِنْ كَلِمَةٍ سَلَبَتْ نِعْمَةً

Imam  Ali ( a.s) konuyla  ilgili buyuruyor:

“Nimetin elden   çıkmasına neden  olan  nice  sözler  vardır”  (  Kenzu’l  Fevaıd  c 2. S14)

Allah  Hazretı Musayı  Fıravuna  teblığe  gönderirken de.  Onunla  yumuşak  konuşmasını emir  buyurmaktadır:

“İkiniz beraber Firavun’a gidin, çünkü o sınırı çok aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.”

43. âyetlerde Firavun’a uyarıcı gönderilme gerekçesi olarak “onun sınırı çok aştığı” ifade edildiği halde 44. âyette “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyiniz, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer” buyurulması özellikle dinin tebliği görevinde başarılı olabilmek için izlenecek metodun ve kullanılacak üslûbun ne kadar önemli olduğunu ortaya koyması açısından oldukça dikkat çekicidir.

Sevgili  Peygamberimizin  yumuşak  ahlakı ve merhametıkonusunda da    Yüce  Allah  Ali  İmran  suresi 159.  Ayette  şöyle  buyurmaktadır:

  • بِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ 

﴿١٥٩﴾

Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” 

Kaba ve katı kalpli bir kimse –başka bazı erdemlere sahip olsa da– muhataplarında nefret uyandırır; insanlar böyle bir kimseyi dinlemek istemezler veya onun arkadaşlığına katlanamazlar. İslâm gibi evrensel bir mesaj getiren, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan (Enbiyâ 21/107) ve yüce bir ahlâk üzere bulunduğu bildirilen (Kalem 68/4) bir Peygamber’in bu kötü vasıfları taşıması düşünülemez. Burada görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerîm de aynı vurguyu yapmakta ve Hz. Peygamber’in uygulamalarının bunun kanıtı olduğunu ifade buyurmaktadır. Şüphesiz bu âyet Hz. Peygamber’in büyüklüğünü, yüksek ahlâkını ve yüreğinin katı olmadığını, aksine şefkat ve merhametle dolu olduğunu gösterir. O, Allah’ın kendisine lutfettiği bu özellikleri sayesinde arkadaşlarına, özellikle Uhud Savaşı’nda emrine muhalefet ederek İslâm ordusunun yenilmesine sebep olanlara ve müslümanları imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya getirmiş bulunanlara merhametle muamele etmiştir. Eğer onlara karşı katı davransaydı ve onları sert bir şekilde cezalandırsaydı, çevresindekiler dağılıp giderlerdi. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment