Muttaqilerin Özellikleri: 55
Muttakilerin fazileti 54
Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz. Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Muttaqilerin Fazileti 52
- مَيِّتَةً شَهْوَتُهُ،
Şehvetini ölü görürsün:
Sözlükte “bir şeyi isteme, sevme, arzulama, şiddetli arzu, tutku” anlamında masdar-isim olan şehvet için (çoğulu şehevât) terim olarak “nefsin kendisi için uygun olanı talep etmek üzere harekete geçmesi”, “kişinin hissî zevklere duyduğu güçlü arzu”, “Hazza ulaşmak için gerekli veya faydalı olduğuna inanılan şeylere doğru insanı tahrik eden güç” gibi tanımlar yapılmıştır. Aynı kökten iştihâ alelâde arzuyu, şehvân ve şehvânî bir şeyi şiddetle arzulayan kimseyi, şehî ve müştehâ ise arzulanan şeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “şehv” md.; et-Taʿrîfât, “şehvet” md.; Lisânü’l-ʿArab). Kaynaklarda şehvet yerine hevâ da kullanılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şehvet kelimesi iki yerde “cinsel istek” mânasında kullanılmıştır (el-A‘râf 7/81; en-Neml 27/55). Üç âyette geçen şehevât ile genel olarak nefsânî isteklerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bunların ilkinde insanlara dünya nimetlerinin çekici kılındığı belirtilmekte (Âl-i İmrân 3/14), diğer ikisinde şehvetlerine uyanlar eleştirilmektedir (en-Nisâ 4/27; Meryem 19/59). Ayrıca sekiz âyette “istemek ve arzulamak” anlamında olmak üzere iştihâ masdarından fiiller yer alır. Biri hariç (en-Nahl 16/57) bu fiiller cennet nimetlerine duyulan güçlü arzuyu ifade etmek için kullanılmıştır
Hadislerde de aynı kullanımlar söz konusudur. Bu hadislerden birinde Resûlullah, ümmeti hakkında en çok kaygı duyduğu iki şeyin şirk ve gizli şehvet olduğunu belirtmiştir (Müsned, IV, 124)
Gerçek ve tabii olan arzular.
Yaratılıştan gelen bir duygu olduğuna göre şâriin bizâtihi şehveti yasaklamasının düşünülemeyeceğini, gerçekte dinen yasaklananın helâl sayılmayan fiillere götürecek şekilde şehveti tahrik eden davranışlar olduğunu belirtir. Ayrıca dinî hükümlerin amaçlarını, bunların kulların istek ve şehvetleriyle ilgisi yönünden aslî ve tâbi ( doğru ve gerçek) şeklinde ikiye ayırıp insanın istek ve şehvetlerinin göz önünde bulundurulmadığı amaçların birinci, diğerlerinin ikinci gruba girdiğini söyler. Buna göre tâbi gayelere yönelik hükümler, insanın yaratılışında bulunan şehvet ve istekler aracılığıyla bazı amaçlara ulaşmayı sağlar; zira yüce yaratıcının hikmeti, dinî ve dünyevî işlerin insanı kendisinin ve başkasının ihtiyaçlarını karşılamaya iten istek ve meyiller vasıtasıyla gerçekleşip düzene konmasını gerekli kılmıştır. Meselâ yeme içme arzusu ile cinsel şehvet, insanı bu ihtiyaçlarını karşılamak için gereken sebeplere sarılma yönünde harekete geçirir. Aynı şekilde sıcaktan, soğuktan ve beklenmedik durumlardan korunma isteği insanı barınma ve giyinme ihtiyacını gidermek için çalışmaya sevkeder.
Fıkıh düşüncesindeki temel kabule göre haram kılınan hususlar dışında kişinin şehvetine ve nefsânî duygularına uyması helâl dairesi içine girer; hatta kişi normal durumlarda mubah olan nefsânî isteklerini karşılarken haramdan uzak durması sebebiyle bundan sevap da alabilir. Nitekim Hz. Peygamber, bir müslümanın cinsel ihtiyacını normal yoldan karşılamasıyla sevap kazanabileceğini ifade edip sahâbîler bunu şaşkınlıkla karşılayınca, “Bir düşünün, o müslüman bunu haram yolla yapsaydı günahkâr olmaz mıydı? Öyleyse helâl yoldan yapmasından dolayı sevap alır” demiştir
Mubah olan şehvetleri nefse tattırma konusunda üç yaklaşım biçimi vardır. 1. Sınırı aşmaktan korunmak için nefsi tamamen engellemek. 2. Dinç ve neşeli kalabilmek için nefsin her istediğine geçit vermek. 3. Bu ikisi arasında orta bir yol izlemek. İslâm âlimlerince sonuncu davranışın tercih edilmesi önerilmiştir. Çünkü nefsin her istediğini yapmak insanın kendini kontrol edemeyip arzularının esiri olmasına, nefsin istediklerinin hiçbirini yapmamak ise normal hayatın etkinliklerinden uzak kalmaya yol açar.
Tabii olmayan yalan arzu ve eğilimler:
Terkedilmesiyle ruhen ve bedenen insanın hiç bir eksiklik ve aksama yaşamadığı şeylerdir. Hatta bazen terki bedenın sağlık ve sıhhatının korunmasına da katkı sağlar. İnsanın fiziki ve ruhi sağlığını bozan arzular sahte ve yalancı arzular olarak tanımlanmıştır. Taqva ehli bu tür zararlı, sahte ve gerçek olmayan eğilim ve arzulara karşı çıkar ve onları öldürür. Bu eğilimlerin onların taqva ve adaletine gölge ve leke düşürmesine izin vermezler. İmam Alinin, onların şehvetini ölü görürsün buyruğu, onların nefislerinin isyan ve tuğyanı, azgınlık ve taşkınlığını kontrol edip gayrı meşru arzu ve eğilimlere esir düşmediğinin kinai bir ifadesidir.
Şehvetin eksilmesiyle aklın kemal bulması arasındaki irtibat:
İnsanın akıl ve gönül nuru arttığı oranda, şehvet düşkünlüğü ve heva ve heves perstlığın zarar ve ziyanını fesat ve tahribatını daha fazla anlamış olur. Anladığı oranda da gayrı meşru şehvetlerden tiksinmeye başlar. Öte yandan şehvet düşkünlüğü ve esareti aklın noksanlığı veya işlevsizliği anlamına gelmektedir. Konuyla ilşgili olarak bazı rivayetleri sizlere takdim ediyoruz.
إِذَا كَمُلَ الْعَقْلُ نَقَصَتِ الشَّهْوَةُ Akıl kemale erince şevetler azalır ( Ğureru’l Hıkem s 52)
لا عقلَ معَ شَهوَةٍ Şehvetle birlikte akıl olmaz. ( a.g.k. 54)
قَرِينُ الشَّهْوَةِ مَرِيضُ النَّفْسِ مَعْلُولُ الْعَقْلِ Şehvetlere eşlik edenin ( ipoteğinde kalanın) aklı malul nefsi hastadır ( U’yunu’l Hikem vel mevaız s 372)
Muttaqileri 55. Fazileti مَكْظُوماً غَيْظُهُ Öfkesini yutmuş görürsün.
Sözlükte “kızmak, öfkelenmek; kızgınlık, öfke duygusu” anlamına gelen ve umumiyetle rızâ ve hilim kavramlarının karşıtı olarak kullanılan ğayzın tanımı yapılırken bunun “intikam alma ve cezalandırma isteği” olduğuna özellikle işaret edilir
Bazı hadislerde, öfke duygusunun yok edilmesinden ziyade bu duygunun etkisiyle yanlış hüküm veya karar verilmesinden kaçınılması gerektiği üzerinde durulur. “Yiğit o kimsedir ki öfkelendiği sırada kendine hâkim olur “Hâkim öfkeliyken taraflar arasında kesinlikle hüküm vermemelidir” meâlindeki hadisler bunu ifade eder. Hadislerde kişiye, öfkesini yatıştırabilmesi için abdest almak ve ayakta ise oturmak gibi pratik tedbirlere başvurması da önerilmiştir (meselâ bk. Müsned, IV, 226).
Hadislerde belirtildiği gibi öfke duygusunu ortadan kaldırmak yerine öfkeli halde iken yanlışlık yapmaktan sakınmanın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Buna göre öfke sırasında kalp atışının hızlanması ile kanın damarları ve beyni zorlaması aklın normal görev yapmasını önler; yanlış ve zararlı işler yapılmasına yol açar. Bu sebeple, “Gazap muvakkat bir deliliktir” denilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, eẕ-Ẕerîʿa, s. 346). Konuyla ilgili olarak Yüce Allah Ali imran suresi 133 ve 134 ayetlerde şöyle buyrmaktadır:
- وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
- اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ
Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!
Onlar bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.
Yüce Allah, bir önceki âyette kullarını takvâ sahipleri için hazırlanmış olan cenneti kazanmak maksadıyla yarışmaya çağırınca, takvâ sahiplerinin kimler olduğu ve hangi nitelikleri taşıdıkları merak konusu olmuş; bu sebeple bu âyetlerde takvâ sahiplerinin nitelikleri anlatılmıştır. Bunlar:
- a) Bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak ederler, yani mallarını iyilik yolunda harcarlar. Her iki durum da onların davranışlarını değiştirmez: Bolluk, kendilerini bencilleştirip aldatmadığı gibi darlık da onlara Allah yolunda harcamayı unutturmaz.
- b) Öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. “Öfke” diye çevirdiğimiz gayz kelimesi terim olarak “hoşlanılmadık bir şeye karşı insanın duyduğu heyecan” anlamına gelir. Gazabın aslı olduğu kabul edilir. Gazap intikam iradesini doğurduğu ve gayri ihtiyarî olarak yüzde ve diğer azalarda belirtileri görüldüğü halde gayz sadece kalpte olan bir duygudur. Âyetin tasvirine göre insanlardaki takvâ duygusu bu konularda da etkili olmakta ve olaylar karşısında öfkeyi yenmelerini ve insanları bağışlamalarını sağlamaktadır. Nitekim âyette geçen kâzım (çoğulu kâzımîn) kelimesi “öfkesini yenen, gücü yettiği halde, zarar gördüğü kimselere karşı intikama kalkışmayan, sabreden” anlamlarına gelmektedir
- c) Bir kötülük veya kendilerine zulmetme mânasında bir günah işlediklerinde hemen Allah’ı anar ve günahlarına tövbe ederler, yaptıklarında ısrar etmezler. Âyette geçen fâhişe kelimesi “çirkin ve iğrenç iş veya söz” anlamına gelir. Özel olarak “zina” anlamında kullanılmaktadır; nefse zulmetmek ise “herhangi bir günah işlemek” demektir. Bu günahların başında Allah’a ortak koşmak (şirk) gelmektedir. Bununla birlikte fâhişe “başkasına karşı işlenen günah, nefse zulmetmek” ise “kişinin kendisini ilgilendiren ve başkasıyla ilgisi olmayan günah” olarak yorumlandığı gibi, fâhişe “büyük günahlar” diğeri ise “küçük günahlar” olarak da yorumlanmıştır.
Takvâdan kaynaklanan hasletleri taşıyanlar ve gereğini yerine getirenler Allah katında sevilen kimselerdir Ancak şahsî meselelerde öfkeyi yenmek Allah’ın emri olup beğenilen ve övülen bir davranış olmakla birlikte kamuyu ilgilendiren meselelerde toplum düzeninin bozulmasına ve kötülüklerin yayılmasına yol açabilecek durumlar karşısında gevşeklik göstermemek gerekir.
Öfkeyi Yutmanın faydları
Allah Resulü ve Ehl-i beytinden öfkeyi yutmanın faydaları hakkında bir çok hadis ve rivayet varid olmuştur.
Dünya ve ahiret izzet ve onuru
مَا مِنْ عَبْدٍ كَظَمَ غَيْظاً إِلَّا زَادَهُ اللَّهُ عَزَّ وَ جَلَّ عِزّاً فِي الدُّنْيَا وَ الْآخِرَةِ وَ قَدْ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَ جَلَّ وَ الْكاظِمِينَ الْغَيْظَ وَ الْعافِينَ عَنِ النَّاسِ وَ اللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ وَ أَثَابَهُ اللَّهُ مَكَانَ غَيْظِهِ ذَلِكَ
Öfkesini yutan hiç bir kimse yoktur ki Allah onun dünya ve ahiret izzet ve onurunu artırmış olmasın. Çünki Allahu Teala buyurmuştur ki; öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever. ( Kafi c 2 s 110)
Kıyamet Gününde İlahi rıza
مَنْ كَظَمَ غَيْظاً وَ لَوْ شَاءَ أَنْ يُمْضِيَهُ أَمْضَاهُ أَمْلَأَ اللَّهُ قَلْبَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رِضَاهُ
İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: Öfkesini eyleme dönüştürebilecek gücü olduğu halde. Öfkesini yenen ve yutanın kalbini Allah kıyamet gününde kendi rıza ve hoşnutluğuyla doldurmuş olacaktır. ( Kafi c.2 s110)
Kıyamet günü iman ve emniyyet
مَنْ كَظَمَ غَيْظاً وَ هُوَ يَقْدِرُ عَلَى إِمْضَائِهِ حَشَا اللَّهُ قَلْبَهُ أَمْناً وَ إِيمَاناً يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Öfkesini eyleme dnüştürebilecek gücü olduğu halde. Öfkesini yenen ve yutanın kalbini Allah kıyamet gününde iman ve emniyetle doldurur. ( aynı kaynak)
Kıyamet gününde bütün insanların kaygısı ve korkusu ne olacaktır. Mahkemeden ne karar çıkacak. Kişiyi nasıl bir yargı ve gelecek beklemektedir. Kıtabı hangi eline verilecektir. Bunun için bu gün büyük korku günü olarak adlandırmıştır. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah Kehf suresi 49. Ayeti kerimede şöyle buyrmaktadır:
- وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِهٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟
Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
Bu ve benzeri âyetler (meselâ bk. Câsiye 45/29; İnfitâr 82/10-12) insanoğlunun dünyada başı boş bırakılmadığını, yapmış olduğu iyi veya kötü, büyük veya küçük her türlü amelin, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yazılıp korunduğunu ifade etmektedir. İnkârcıların hesaba katmadıkları âhiret gününde herkesin amel defteri önüne konacak ve dünyada yapmış olduğu büyük-küçük ne ameli varsa orada zaptedilmiş olduğunu görecektir. Dünyada günaha batmış olanlar o gün yapmış oldukları kötülüklerin sayılıp dökülmesinden dehşete kapılacaklar, Allah’ın vereceği cezadan ve insanlar karşısında rezil olmaktan korkacaklardır. Bu mahkemenin şiddetinden ve korkusundan dolayı insanlar şaşkın ve sersem olurlar. Hayretler içerisinde ne yapacaklarını bilmeyip sağa ve sola kaçarlar. Hacc suresi birinci ve ikinci ayetlerde bu hayret ve şaşkınlık şu şekilde ifade edilmiştir.
- يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
- يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ
Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kıyamet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır.
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın karnındaki çocuğu düşürecektir. Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi göreceksin; çünkü Allah’ın azabı (kıyametin dehşeti) çok çetindir!
Bütün insanlara hitap edilerek Allah şuurunun canlı tutulması, O’na saygısızlık etmekten sakınılması istenirken Allah’ın “yaratıcılık,yöneticilik, sahiplik ve terbiye edicilik” özelliklerine vurgu yapan Rab ismi kullanılmıştır. Bu çağrının hemen ardından kıyamet ve âhiret gerçeği hatırlatılmış, bu gerçeğin iyi kavranması için de somut bir tasvire yer verilmiştir. Kıyamet sarsıntısının sıradan bir olay olmadığı ifade edildikten sonra herkesin o ana ait sahneleri gözünde canlandırmasına imkân verecek örneklere değinilmektedir: Emzikli kadınların çocuklarını emzirmeyi dahi akıllarından çıkaran bir dehşete kapılmaları, hamile kadınların düşük yapmalarına yol açan bir şok yaşamaları, insanların gerçekte sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi davranmaları veya görünmeleri. İlk iki örnekte “her” kaydının bulunması (“her emzikli kadın”, “her hamile kadın” denmiş olması), üçüncü örnekte de bütün insanları kapsar bir ifade kullanılmış bulunması, bu olayın sıra dışılığını açıkça ortaya koymaktadır. 2. âyetin son cümlesiyle, âhiretteki azabın bu yaşananlardan da çetin olacağı kastedilmiş olabilir. Bu mâna esas alınırsa meâli şöyle olur: “Fakat (bunun ardından gelecek olan) Allah’ın azabı çok zorlu olacaktır.” Kaynaklarda bu âyetlerin tefsiri sırasında, daha çok, belirtilen sarsıntının haşir sonrası kıyamet sahnelerinden mi yoksa dünyanın sonu geldiğinde kıyamet alâmeti olarak görülecek hallerden mi olduğu hususu üzerinde durulur. Âlimlerin çoğunluğu ikinci ihtimali daha güçlü bulmuşlardır (bk. Taberî, XVII, 109-115; Şevkânî, III, 490-491).