نماز جمعه

 

Muttaqilerin Özellikleri: 53

Muttakilerin  fazileti 

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Muttaqilerin 49. Fazileti.

  • قَانِعَةً نَفْسُهُ،

 Onları  kanaatkar  görürsün.

Sözlükte “payına razı olma” mânasında masdar olan kanâat terim olarak “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, şereh (hazlara düşkünlük) ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir

Kur’ân-ı Kerîm’de kanaat kelimesi geçmez; bir âyette aynı kökten kāni‘ “başkasından maddî yardım isteyen” anlamında yer almaktadır (el-Hac 22/36). Râgıb el-İsfahânî, bu kelimenin söz konusu âyetteki bağlamında “ihtiyacından dolayı başkasından yardım isterken işi yüzsüzlüğe dökmeyen, kendisine bağışlanana razı olan” şeklinde açıklandığını kaydeder (el-Müfredât). Hadislerde de gerek kanaat kökünden kelimelerle gerekse başka ifadelerle kanaatkârlığa vurgu yapıldığı görülmektedir. Bu hadislerde Hz. Peygamber’in kanaatkârlığı bir iffet, tok gözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirdiği  İslâm’la hidayete kavuşup yeterli miktarda rızka sahip olan ve buna kanaat eden kişiyi övgüyle andığı  “Asıl zenginliğin mal çokluğu değil gönül zenginliğidir” dediği  hadis kitaplarında  bildirilmektedir. Bazı kaynaklarda hadis olarak geçen “Kanaat tükenmeyen bir hazinedir” anlamındaki söz (Ravżatü’l-ʿuḳalâʾ, s. 150) İslâm ahlâk kültüründe kanaatin en güzel ifadelerinden biri olarak yer alır.

Kanaatın  belli başlı  faydaları.

1.Cennet  ve  Allah  rızası

Konuyla  ilgili olarak İmam Ali şöyle  buyurmaktadır   مَنْ رَضِيَ مِنَ اللَّهِ بِالْيَسِيرِ مِنَ‏ الرِّزْقِ‏ رَضِيَ اللَّهُ مِنْهُ بِالْقَلِيلِ مِنَ الْعَمَل؛  “Kim az bir  rızka razı olursa, Allah ta  onun az ameline  razı  olur.” (Mekarimu’l Ahlak  148)   İmam  Caferi Sadık  hazretleri de konuyla  ilgili olarak  Ceddi  resulullahtan naklen  şöyle  buyurmaktadır:

مَكْتُوبٌ فِي التَّوْرَاةِ ابْنَ آدَمَ كُنْ كَيْفَ شِئْتَ كَمَا تَدِينُ تُدَانُ مَنْ رَضِيَ مِنَ اللَّهِ بِالْقَلِيلِ مِنَ الرِّزْقِ قَبِلَ اللَّهُ مِنْهُ الْيَسِيرَ مِنَ الْعَمَلِ؛

Tevratta şöyle  yazılıdır, nasıl  istiyorsan  öyle  hareket et. Nasıl  davranırsan  oşekilde  sana  karşı  davranılır.  Kim  rızkın azına razı  olursa   Alllah ta  onun az  amelini  kabul eder.” (Kafi c 2 s 138)

Bu  rivayetlerden anlaşılan  şudur. Allah  kanaatkar  olan  insanın     az ve  nakıs olan salih amelini çok  kabul  eder. Günahlarını  bağışlar,  kendisinden  razı  olup    cennetine  dahil  eder.

2-Ruhi  huzur ve   sükunet:

: «وَ مَنْ رَضِيَ بِالْيَسِيرِ مِنَ الْحَلَالِ خَفَّتْ مَئُونَتُهُ

Helalin azıyla  yetinenin  hayat  külfeti  hafifler.” ( kafi  c 2. S 138)

Bu  gün lükse,  israfa ve tuketim yarışına  dayalı hayat  harcamaları bir  çok insanı  maddi ve  manevi açıdan sıkmakta ve zorlamakta hatta ezmekte  diyebiliriz. Bilhassa  aile  geçiminden  sorumlu  olanlar. Milyonlarca  insan  yaşam  külfetinin  baskısından  dolayı psikolojik sarsıntılar ve  depresyonlar    geçirmektedir,  çareyi yatıştıştırıcı  ilaçları  kullanmakta  bulmaktalar. Ruhi  istikrar  sarsılınca ve  denge  bozulunca, huzur ve  sükunet elden  çıkar ve  bütün  organlarımız tabii haletinden  uzaklaşmış  olur. Bu  durum  yanlızca  ruhi  değil  fiziki   bir  çok  hastalığın da  baş  göstermesine  sebeb  olur. Kanaat, yaşam  kulfeti ve  yükünün  hafifleşmesini  beraberinde  getirir.  Yaşamın  yükü ve  külfeti  hafif ve  basıt  olduğunda  insan  rahatı  yakalamış ve yükünün  hafifliğinden  dolayı  rahat  uçabilen  bir  kuş  misali  olur.  Konuyla  ilgili  olarak  ilim  şehirinin  kapısı  İmam  Ali, Resulullahtan  mulhem  olarak  şöyle  buyurmaktadır.

وَ قَالَ (عليه السلام): لَا شَرَفَ أَعْلَى مِنَ الْإِسْلَامِ، وَ لَا عِزَّ أَعَزُّ مِنَ التَّقْوَى، وَ لَا مَعْقِلَ أَحْسَنُ مِنَ الْوَرَعِ، وَ لَا شَفِيعَ أَنْجَحُ مِنَ التَّوْبَةِ، وَ لَا كَنْزَ أَغْنَى مِنَ الْقَنَاعَةِ، وَ لَا مَالَ أَذْهَبُ لِلْفَاقَةِ مِنَ الرِّضَى بِالْقُوتِ، وَ مَنِ اقْتَصَرَ عَلَى بُلْغَةِ الْكَفَافِ فَقَدِ انْتَظَمَ الرَّاحَةَ وَ تَبَوَّأَ خَفْضَ الدَّعَةِ، وَ الرَّغْبَةُ مِفْتَاحُ النَّصَبِ وَ مَطِيَّةُ التَّعَبِ، وَ الْحِرْصُ وَ الْكِبْرُ وَ الْحَسَدُ دَوَاعٍ إِلَى التَّقَحُّمِ فِي الذُّنُوبِ، وَ الشَّرُّ جَامِعُ مَسَاوِئِ الْعُيُوبِ.

İslamdan  daha  yüce  bir  şeref, taqvadan daha  onurlu  bir  izzet, veradan ( haram ve  şüpheli şeylerden  kaçınmaktan) daha  güzel  bir  sığınak, tövbeden  daha  çok  kurtarıcı bir  şefaatçı, kanaatten  daha  zengin  bir  hazıne ve  rızka  razı  olmak  kadar fakirliği  gideren  bir  mal  yoktur. Kifayet edecek  kadarıyla  yetinen sürekli  rahatlığa  kavuşur,  dünyaya  rağbet  ise meşakketin ( veya bitkinliğin) anahtarı ve  sıkıntının  bineğidir.  Hırs,kibir ve  haset insanı  günaha düşmeye  çağıran  şeylerdir; şer ( kötülük)  ise tüm  ayıp ve  çirkinlikleri toplayandır. (Nehcu’l Belağe hikmet 371)

3-Temiz ve  helal  Kazanç. Konmuyla  ilgili  olarak  şöye  bir  rivayet  varıt  olmuştur.

ثَمَرَةُ الْقَنَاعَةِ الْإِجْمَالُ فِي الْمُكْتَسَبِ وَ الْعُزُوفُ عَنِ الطَّلَبِ؛

Kanaatın  neticelerinden  biri iş ve  kazanç  güzelliği ve başkalarından istemeyi bırakmaktır.  (  U’yunul  hikem s 208)

Gayrı  meşru ve  haram  kazançların  başlıca  nedenlerinden  biri aşırı  tama ve  hırstır. Haris  olan  insan fazla  kazanç  için meşru  yolları  kafi  görmeyince rüşvet,yalan, aldtama,  tefecilik  ve  karaborsa  gibi gayrı  meşru  kazanç yollarına  baş vurur. Bilvesile  helal  olan   kazanç ve  malını da  harama  bulaştırmış  olur. Halbuki  az  olan  helal  kazanç ile  yetinmiş  olsa bu  fesat, ahlaksızlık ve  günaha  düçar  olmazdı.

 4- Başkalarına  arzı  hacet etmemek

مَنْ قَنِعَ بِمَا رَزَقَهُ اللَّهُ فَهُوَ مِنْ أَغْنَى النَّاسِ  İmam  Sadıq  ceddi Allah  Resulunden  konuyla  ilgili  olarak  şu hadisi nakletmektedir.

„“Allahın  verdiği  rızıkla  yetinen insanların  en  zenginidir.„

Kanâati en güzel şekilde yaşayan Efendimiz, zaman zaman ashâbından, kimseden bir şey istememek üzere söz almıştır. Sevbân (r.a.) şöyle anlatır; “Bir defâsında Resûlullah:

«– Kim bana, halktan hiçbir şey dilenmeyeceğine dâir söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim buyurdu. Bunun üzerine:

– Ben söz veriyorum, dedim.”

Hadîsi rivâyet eden sahâbî, Hz. Sevbân’ın bu olaydan sonra hayâtı boyunca hiç kimseden bir şey istemediğini bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Zekât, 27) Şeyhülislam Yahya Efendi, kuru ekmeğe kanâat etmek gibi bir nimetin, insanlardan müstağnî olmak gibi bir râhatın olmadığını ne güzel ifâde eder:

Nân-ı huşk ( kuru ekmek) ile kanâat gibi bir nimet mi var

Künc-i istiğnâ (İhtıyaçsızlık köşesi) gibi bir köşe-i râhat mı var!

5- Kanaat ve  izzeti  nefis

insanın vücudî varlığı, bazen bir istek sebe­biyle kırılır. Herkes, kendini kamil, ihtiyaçsız ve bü­yük göstermek ve şahsiyetini korumak için çalışır. Ancak, kimi zaman zayıf iradeli ve aç gözlü kişiler, bir istek uğruna o cevheri kay­bederler.

İstemek; ihtiyaç senedi, fakirlik ve yoksulluğun ni­şanesidir. Bazen bir onur, bir isteğin rehini olur ve ihtiyaç elini açmakla, o uzun yılların onur ve haysi­yeti, tama­men yok olur.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

Yüzünün suyu donmuştur; ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp damlamaya başlar. Öyleyse kime yüz suyu döktüğüne dikkat et.”

Saib-i Tebrizî de ne güzel söylemiştir:

Talep elini birinin önüne uzattığında,

Haysiyetinden geçmen için köprü kuruyorsun.

En kötü durum; hırs, tamah, çoklukla övünme ve fazla talepte bulunmanın, insanı istemeye mecbur bırakması ve sahip olmadığı şeyleri ele geçirmek veya sahip olduğu şeyleri artırabilmek ya da isteklerinden bazılarına ka­vuşabilmek için her işe el uzatması, tanıdık ve yabancının yanında alçalması, yalvarıp dilenmesi, küçülmesi, şunun bunun hizmet­çisi ve kölesi haline gelmesidir.

Acaba dünyanın ne kadar değeri vardır ki, insan kendi itibar ve şerefini onun rehini haline getirsin?

Para ne kadar mukaddestir ki, insan, kendi izzet-i nefsini onunla değiştirsin?

Acaba bütün isteklere ulaşılmalı mıdır? Nefsin  istediği her şeyi temin etmek gerekir mi? Öyleyse, iffet, izzet-i nefs, iç güdü ve arzuların kontrolü, hırs ve açgözlülüğü gemlemek, nerede, ne zaman ve kimin içindir?

Bu alışverişte ne veriyoruz ve ne kazanıyoruz?

Hz. Ali (a.s)’dan güzel bir söz nakledilmiştir:

Nefsini bütün aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse bile; çünkü hiçbir şey izzet-i nefsinden kaybettiğinin yerini tutamaz.”

Mesele insanın izzeti ve şerefi ile ilgilidir. Bu izzet ve şeref, dünya ve nefsani istek­ler karşısında yer alarak onlardan bir kısmı he­der olursa, artık onların yerini doldura­bilecek hiçbir şey ol­maz.

Nice insanlar, “isteme” kuyularına düştüler; başkalarının ipleriyle dışarı çıktılar, nefsani istek­lerine ulaştılar, iki ekmeğin minneti altında kaldılar, kendi izzet ve şereflerini o kuyuda bıraktılar ve onurla­rını, başkalarına yaslanmakla değiş-tokuş yaptılar!

İsteme ki aziz kalasın; tamah etme ki başı dik ola­sın; kanaat et ki esir olmayasın.

Bu, özgür insanların Mevlası olan Hz. Ali (a.s)’ın kılavuzluğudur. O şöyle buyurmuştur: “Kanaat, izzet getirir.”

Diğer bir sözünde de şöyle buyurmuştur: “İzzet,(halkın elindekilerden) ümit kesmekle beraberdir.”

Sahip olduğun şeyle kanaat et ve elindekilerle yetin ki aziz olasın.

Mevlana  Celaleddini  Ruminin  şu  beyti  bize  bu  hususta  bir  çok  şey  söylemektedir.

  بند بگسل، باش آزاد ای پسر ** چند باشی بند سیم و بند زر

  گر بریزی بحر را در کوزه‌‌ای ** چند گنجد قسمت یک روزه‌‌ای

کوزه‌‌ی چشم حریصان پر نشد ** تا صدف قانع نشد پر در نشد

 Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?

 (Rızık)Denizini bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…

 Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.

 

Ahlâk ve tasavvuf kaynaklarında kanaatkârlığın öncelikle ruhî bir erdem şeklinde ele alındığı görülür. İbn Hibbân, “Kanaat kalptedir; kalbi zengin olanın eli de zengin olur, kalbi yoksul olanın mal zenginliği kendisine fayda sağlamaz” derken kanaatin insanda ruhî meleke haline gelmesi gerektiğine işaret eder Aynı görüşe katılan Râgıb el-İsfahânî, kanaat ve zühd kavramlarını karşılaştırırken kanaatin mânevî bir haslet, zühdün ise bunun eyleme dönüşmesinden ibaret olduğunu, dolayısıyla iç dünyasında kanaatkârlık bulunmayan kişinin zühd gibi görünen tutumlarının ancak sahte zühd sayılabileceğini söyler (eẕ-Ẕerîʿa, s. 320). Râgıb el-İsfahânî kanaati “yeterli miktarın altında bulunana da razı olma” şeklinde açıklamakla birlikte bu “gerektiğinde azla yetinmeyi bilmek, mal hırsına kapılarak meşruiyet dışında kazanç aramaktan ve başkasının elindekine göz dikmekten sakınmak” anlamında olup kişinin meşruiyet çerçevesinde fazla kazanç elde etmesine engel değildir. Nitekim aynı âlim, dünya için çalışmanın yerine getirilmesi zorunlu olan işlerden sayıldığını, bundan dolayı başkalarının yardımıyla geçinip hiç kimseye faydası dokunmayan sûfîlerin eleştirildiğini bildirir. Kanaat   Allahı  insanın  az, eksik,  ve  naçiz  amelini  çok  kabul eder. Kendisinden  razı  olur.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment