Muttakilerin fazileti 47
Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Muttakilerin özellikleri 47
تَرَاهُ قَرِيباً أَمَلُهُ،
Arzularını yakın görürsün.
Erişilmesi zor olan arzu ve emeller insan için bir zaaf göstergesi olduğu gibi, bir çok ruhi ve psikolojik hastalıkların da nedenidir. İstek ve arzunun varlığı aslında insan için ilahi bir nimettir. Çünkü eğer arzu ve emel olmasaydı, insanoğlu bir çok çaba ve girişimden el çekmiş olacaktı. “ Arzu ümmet ( insanlık ) için bir rahmettir.
الْأَمَلُ رَحْمَةٌ لِأُمَّتِي، وَ لَوْ لَا الْأَمَلُ مَا أَرْضَعَتْ أُمٌّ وَلَداً وَ لَا غَرَسَ غَارِسٌ شَجَراً
Eğer arzu olmasaydı hiç bir anne çocuğunu emzirmez ve hiç bir bahçivan bir ağaç dikmezdi” ( Nuzhetu’n Nazır ve Tenbihu’l Hatır s 21)
Arzular yüce ve insani hedef ve maksada dönüşürse, insanın yücelmesi ve tealisine katkı sağlar. Şair Mutenebbinin ifadesine göre, insanın hedefi küçük olmamalı. İmam Alinin ifadesiyle, kişinin değeri himmeti nispetindedir. Tabiki insanı, hareket ve çabalamaya motive eden arzuların makul ve erişilebilir olması ve kişiyi dünya sevgisine kaptırmaması lazım. Kur’an uzun ve gerçekci olmayan arzuların insanı saptırmak için şeytan tarafından insanların çirkin davranışlarının kendilerine güzel gösterilmesiyle oluşturulduğuna değinmektedir. Konuyla ilgili olarak Muhammed suresi 25. Ayeti kerimede şöyle denilmektedir:
- اِنَّ الَّذ۪ينَ ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ وَاَمْلٰى لَهُمْ
Doğru yol kendileri için apaçık hale geldikten sonra ona arka dönenlere şeytan bunu güzel göstermiş ve kendilerine yanlış yolda ilerleme cesareti vermiştir.
Burada sözü edilenler , önce iman etmiş iken sonra eski hallerine dönenlerdir. Bunlar ve genellikle münafıklar vahiyden ve onun getirdiği İslâm’dan hoşnut değillerdi. Bu yüzden İslâm düşmanlarıyla iş birliği yapıyor, bazı konularda onlara yardım ediyorlardı (Haşr 59/11); bütün bunların mânevî sebebi de şeytana uymaları, bâtılı hak, çirkini güzel, kötüyü iyi görmeleri ve şeytanın onlara uzun arzuları dikte ettirmiş olması idi. İnsan uzun arzularla meşgul oldumu hem kendisinden, hem Hakktan ve hem de hakikatten uzaklaşır. Uzun arzu ve emellere dalarak, gerçeklerden ve hakikatlerden uzaklaşanlara Hicr suresi 3. Ayeti kerimede Yüce Allah şu uyarıda bulunmaktadır.
- ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Bırak onları; yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler!
“Bırak onları…” buyruğu, Hz. Peygamber’in artık inkârcıları uyarmaktan vazgeçmesini, tebliğ görevini terketmesini öngören bir emir olarak anlaşılmamalıdır. Bu ifade, nefsanî tutkularının kölesi olmak yüzünden büsbütün dalâlette bulunan inkârcıların, bu durumlarıyla muhatap almaya değer sayılmayacak kadar kendilerini değersiz hale getirdiklerini ima etmekte, bu yönüyle onlara karşı ağır bir kınama ve uyarı maksadı taşımaktadır.
“Boş ümit” diye çevirdiğimiz emel kelimesi, sözlükte “istemek, ummak” anlamına gelir. Özellikle ahlâk kitaplarında, gerçekleşmesi uzun zamana bağlı olan ve çok defa elde edilemeyen ümit ve arzular için kullanılır. Bazı dilciler uzun vadeli ümit ve beklentilere emel, orta vadeli olanlara recâ, kısa vadeli olanlara da tama‘ (tamah) denildiğini belirtirler. Kehf sûresinin 46. âyetinde emel kelimesi mutlak anlamda “arzu edip ümit bağlama” mânasına gelecek şekilde geçmektedir. Ahlâk kitaplarında, emel kelimesinin hadislerdeki kullanımından yararlanılarak, insanın uzun vadeli dünyevî arzular taşımasına, zihnini yoğun bir şekilde bunlarla meşgul edip çabalarını bu yönde harcamasına tûl-i emel, istek ve arzularına sınır koyarak özellikle âhiret hayatı için yararlı olacak işlere önem vermesine de kasr-ı emel denilmiştir. “Yaşlı kişinin bütün güçleri zayıflasa da dünya sevgisi ve uzun emeller konusunda gönlü hep genç kalır. Ancak konumuz olan âyette emel kelimesi bu olumlu anlamıyla değil “insanı oyalayan, âhireti unutturan dünyevî arzular”ı ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Bu âyetten anlaşıldığına göre inkârcıları müslüman olmaktan alıkoyan ve ileride pişmanlık duyup müslümanlara imrenecekleri bir duruma düşmelerine sebep olan şey, onların akıllarını kullandıktan, düşünüp taşındıktan sonra bu dinin hak olmadığı kanaatine varmaları değildir; aksine, onların sağlıklı düşünmelerini, hakikati görmelerini ve hidayete ermelerini engelleyen şey, bedensel hazlara, arzu ve ihtiraslara kendilerini kaptırmaları; geçici, boş ve değersiz amaç, emel ve kuruntularla oyalanmalarıdır. Âyet, insanların kendi tercihleri istikametinde yaşamakta serbest olduklarını ve sonuçta eylemlerinin kendileri için ne getirip ne götüreceğini ileride görüp anlayacaklarını bildirerek hem insanın özgürlüğüne işaret etmekte hem de özgürlüğün aynı zamanda bir sorumluluk getirdiği, dolayısıyla doğru kullanılması gerektiği hususunda uyarıda bulunmaktadır.
İnsanı oyalayan ve ahireti unutturan dünyevi uzun arzuların milletler üzerindeki yıkıcı etkileri konusunda İmam Ali Nehcu’l Belağede şöyle buyurmaktadır:
إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِطُولِ آمَالِهِمْ وَ تَغَيُّبِ آجَالِهِمْ حَتَّى نَزَلَ بِهِمُ الْمَوْعُودُ الَّذِي تُرَدُّ عَنْهُ الْمَعْذِرَةُ وَ تُرْفَعُ عَنْهُ التَّوْبَةُ وَ تَحُلُّ مَعَهُ الْقَارِعَةُ وَ النِّقْمَةُ
Sizden öncekiler, uzun-uyak arzuları ve emellerine kapılamaları, ecellerinden gafil olmaları yüzünden helak oldular. Böylece özrün kabul edilmeyeceği, tevbelerin kaldırıldığı ve çetin azap ve ceza gününün kendilerini kuşattığı o vaat edilmiş gün gelip çattı. ( Nehcu’l Belağe hutbe 147) Yine konuyla ilgili olarak İmam Hazretleri Nehcu’l Belağede şöyle buyurmaktadır.
أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَخَافُ عَلَيْكُمُ [اثْنَتَانِ] اثْنَانِ اتِّبَاعُ الْهَوَى وَ طُولُ الْأَمَلِ فَأَمَّا اتِّبَاعُ الْهَوَى فَيَصُدُّ عَنِ الْحَقِّ وَ أَمَّا طُولُ الْأَمَلِ فَيُنْسِي الْآخِرَة
Ey İnsanlar! İki şeyden dolayı üzerinize korkuyorum: Hevayı nefse uyma ve uzun-uzak arzular besleme. Hevayı nefse uymak insanı haktan ayırır, uzun arzular ise ahireti insana unutturur.
Uzun-uzak arzu ve emellerin bazı sonuçları.
- Amel ve davranışların kötüleşmesi
Uzun-uzak arzular taşıyanalar, bu arzulara ulaşmayı kendileri için nihai hedef olarak tasarladıklarından dolayı, bu arzularına ulaşmak için hiç bir çabayı esirgemez ve her yola baş vururlar. Hedef vesileyi meşrulaştırır mantığıyla hareket ederler.
مَنْ أَطَالَ أَمَلَهُ سَاءَ عَمَلُهُ: أَطْوَلُ النَّاسِ أَمَلًا أَسْوَؤُهُمْ عَمَلًا
Arzuları uzananların amelleri kötüleşir. Emelleri en uzun olanların amelleri en kötüdür. (İmam Ali)
مَنْ قَصُرَ أَمَلُهُ حَسُنَ عَمَلُهُ
Arzuları kısa olanın amelleri güzel olur.
- Nankörce davranma, şükretmeme
Uzun ve gerçekci olamayan emel ve arzular taşıyan kimse hiç bir zaman kanaat ehli olamaz., varolanla yetinmez, şükretmez. Kafasında tasarlamış olduğundan aşagısıyla doymaz ve yetinmez. Bu durum bir çok ruhi rahatasızlık ve davranış bozukuluğuna yol açabilir. Sahip olduğu nimetlerden lezzet almaz ve daima veryansın edip nankörlük yapar. Nankörlük ve şükretmeme küfre götürür. Kufranı-nimet küfrün bir şubesidir.
تَجَنَّبُوا الْمُنَى فَإِنَّهَا تَذْهَبُ بِبَهْجَةِ نِعَمِ اللَّهِ عِنْدَكُمْ وَ تُلْزِمُ اسْتِصْغَارَهَا لَدَيْكُمْ وَ عَلَى قِلَّةِ الشُّكْرِ مِنْكُم
Uzun arzulardan kaçının, çünkü ilahi nimetin güzelliği ve hoşnutluğunu sizden alıp götürür, gözünüzde küçük kılar ve az şükretmenize sebep olur. ( Ğüreru’l Hikem s 314)
- Kalbin katılaşması.
Uzun ve gerçek olmayan arzular insanın kalbini katılaştırır. İnsanın Allahın rızasını tahsil etmek ve yakınlığını hissetmekten mahrum kılar. Musa ( a.s )’a hitaben Yüce Rab şöyle buyurmaktadır.
يَا مُوسَى لَا تُطَوِّلْ فِي الدُّنْيَا أَمَلَكَ فَيَقْسُوَ قَلْبُكَ وَ الْقَاسِي الْقَلْبِ مِنِّي بَعِيدٌ
“Ey Musa dunyadaki arzularını uzun tutma, çünkü bu kalbın katılaşmasını beraberinde getirir. Katı kalpli benden uzaktır. ( Kafi c 2. S 329)
Kalp katılığının şekavet ve mutsuzluk vesilesi olduğuna daır Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: Dört şey şekavettendir ( Bedbahtlıktır) gözün yaşarmaması, kalbin katı olması hırs ve uzun arzular ( hayaller) (Muhtarul Ehadıs 146.)