Muttakilerin fazileti 45
Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Muttaqilerin 45. Fazileti
- قُرَّةُ عَینِهِ فِیمَا لَا یزُولُ وَ زَهَادَتُهُ فِیمَا لَا یبْقَی، Muttaqinin sevdiği şey ( gözünün aydınlığı), daimi olan nimettir, sakındığı ise kalıcı olmayanlardır.
İnsanı çokca hoşnut kılan sevinç ve mutluluğuna yola açan ve gözlerinin ışıldayıp aydınlanmasına sebep olan şeye قُرَّةُ عَینِ Gözün aydınlığı denilir. Hazreti Musa küçük bir bebek olarak bir sandık içerisinde Fıravun ve eşi tarafından bulunduğunda, Fıravunun eşi bu çocuk benim ve senin göz aydınlığımız ve muradımız olsun demişti. Konuyla ilgili olarak Kasas suresi 9. Ayeti kerimede şöyle deniliyor:
- وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Firavun’un karısı, “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz” demişti. Onlar işin farkında değillerdi.
Yüce Allah Mûsâ’nın korunup kollanması ve kendi gözetiminde yetiştirilip olgunlaşması için onu katından bir sevgi ile kuşatmış, kezâ ona karşı insanların kalbine de sevgi yerleştirmiştir. Bundan dolayı Firavun’un eşi Asiye, çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde kalması için Firavun’a ricada bulunmuş; “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun!” diyerek bir sevinç ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettikten sonra ondan faydalanabilecek veya onu evlât edinebileceklerini söyleyip kocasını razı etmiştir. “Onlar işin farkında değillerdi” cümlesi Firavun ve adamlarının ileride Hz. Mûsâ sebebiyle başlarına gelecek olanları bilmediklerine işaret etmektedir.
Kasas suresi 13 ayette de, annesi için bir göz aydınlığı olarak çocuğun kendisine geri dönderileceği müjdesi verilmektedir.
- فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟
Böylelikle biz annesinin gönlü rahatlasın, gam çekmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bunu bilmiyorlardı.
Öte yandan Mûsâ’nın annesinin üzüntüden aklı başından gitmiş, ne olup bittiğinden haber alamadığı için dehşete kapılmıştı. Haber almak için gösterdiği telâş sebebiyle neredeyse durumu ifşa edecekti, fakat Allah gönlünü pekiştirdi, ona sabretme gücü verdi ve sonunda çocuğuna kavuşacağı inancında karar kıldı. Anne, kızına gelişmeleri uzaktan takip etmesini söylemişti. O da hemen nehrin kenarında kardeşinin peşine düşmüş, Firavun’un adamlarına hissettirmeden, Mûsâ’nın Firavun’un sarayına götürülüşünü izlemişti.
Firavun’un hanımı çocuğa sütanne aramaya başladı; ancak Allah Teâlâ izin vermediği için Mûsâ saraya getirilen kadınlardan hiçbirinin memesini emmedi. Bu hususun 12. âyette, “Biz önceden onun, başka sütanne kabul etmesini engellemiştik” şeklinde ifade buyurulması, olayın tesadüfî bir gelişme olmayıp ilâhî irade tarafından özel olarak planlandığını göstermektedir. Durumu öğrenen ablası emzikli bir kadın olarak “annesini” tavsiye etti; teklifi kabul edildi ve Mûsâ emzirilmek üzere annesine iade edildi. Ayette annesinin gözleri onunla aydınlansın ifadesi kullanılmıştır.
İmam Ali muttaqiler hutbesinde. Muttakilerin kalıcı olamayan, fani ve zevale mahkum olan şeyelere gönül bağlamadıklarını, geçici şeylerle sevinmediklerini ve bunlarını onlar için göz aydınlığı olamıyacağını
daimi, kalıcı ve kamil olan şeylerin peşinde olduklarını dillendirmektedir. Bu durum muttakilerin üstün akıl ve ferasetlerinei yansıtmaktadıur. Çünkü insanın en değerli sermayesi ömrüdür. Muttaqi ömrünün ve kazanımlarının baki ve kalıcı yatırımlara çevirmektedir. Yani Allahın rızası ve isteğine uygun amel ve davranış ve muteakiben daimi nimetler ve Fewzun azim, büyük kurtuluş.
Taqva ehl-i dünya hayatının hakikatı hakkında derin bir bilgi ve bilince sahip olduklarından dolayı fani ve geçici olan şeylere gönül bağlamaz. Dünyanın kimseye kalmadığını bildiği için dünyanın Khalıqı ve Malikine gönül bağlar. Çünkü payıdar olmayan ve insana karşı gaddar davranan dünyanın daimi ve kalıcı olana şayeste ilgi ve sevgiyi hakketmediğinin bilinç ve şuuruyla yaşamaktadır. Dolayısıyla Hakkın rızasına mucib olan ve saadeti dareyni ( İki dünya mutluluğunu ) beraberinde getiren işler ve amelleri yapar. Kalıcı ve baki olan şeyler nelerdir. Konuyla ilgili olarak Kur’anı Kerimde Yuce Allah şöyle buyurmaktradır.
- كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ
- وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ
Yeryüzünde bulunanların hepsi fânidir.
Azamet ve kerem sahibi rabbinin zâtı ise bâki kalır. ( Rahman 26. 27)
Rahman suresinde birçok dünya nimetine değinildikten sonra, bütün bunların geçici ve üzerinde yaşayanların sonlu olduğu, mutlak anlamda kalıcılığın ise Allah Teâlâ’ya mahsus bulunduğu hatırlatılarak ölümle sona ermeyecek bir mutluluk isteyenlerin Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat sürmeleri gereğine işaret edilmektedir.
Kasas suresi 88. Ayeti Kerimede ise yine konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
- وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarma! O’ndan başka tanrı yoktur. O’nun kendinden başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz. (Kasas 88)
Dolayısıyla Baki olan Allah ve Allah rızası için işlenendır. Allah’ın adıyla başlayan ebter olmaz. Bereketli, mukemmel ve kalıcı olur.
Muttaqilerden bazılarının kaygısı ve korkusu Allah’a hakkıyla kulluk yapmamış olmaktır. Bu grubun ibadetı ne cennet sevdası. Ne cehennem korkusuna binaen gerçekleşmez. Bunlar Allah’ı kulluk ve ibadete layık gördüğünden aşk ve şevk ile ibadet etmekteler.
مَا عَبَدْتُكَ خَوْفاً مِنْ نَارِكَ وَ لَا طَمَعاً فِي جَنَّتِكَ وَ لَكِنْ رَأَيْتُكَ أَهْلًا لِلْعِبَادَةِ فَعَبَدْتُكَ؛
Ne ateşinin korkusundan ve ne de cennet hevesinden dolayı sana ibadet etmiyorum. Seni ibadete ehil ve layık gördüğümden dolayı sana ibadet ediyorum. ( Nehcu’l Hak ve Keşfus sıdq s 248)
رو حدیث ما عبدتک، ای فقیر از کلام شاه مردان یاد گیر
چشم بر اجر عمل، از کوری است طاعت از بهر طمع، مزدوری
خادمان، بیمزد گیرند این گروه خدمت با مزد، کی دارد شکوه؟
Ey Fakir git, “ sana hakkıyla ibadet edemedim“ hadisinin
Anlamını şahı merdan ( mertlerin şahın)‘dan öğren
Amelin karşılığına göz dikmek körlüktür.
Tama yüzünden ibadet etmek paralı askerliktir.
Takvalılar grubunun beklentisi ücret değildir.
Ücretli olan ibadetin görkemi yoktur
Onların kalbleri Allah sevgisi ve aşkıyla dolup taşmakta. Gözleri masivallahtan (Allahtan başkasını) görmez. Her yerde Allah’ın celal, cemal ve kemal sıfatlarının tecellisini muşahede etmekteler. Onlar ahiret dünyadan hayırlı ve kalıcdır وَ الْآخِرَةُ خَيْرٌ وَ أَبْقى؛ ayetinin sırrını hakkıyla derk etmişlerdir.
- بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ
- وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ
Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Oysa âhiret daha hayırlı ve süreklidir.
Cünkü âhiret hayatı daha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, –yüce Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak– inkârcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere 17. âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir.
Onların gözleri başkalarının varlığına çevrilmemiştir. Bu konuda hıtabı has ve manası genel olan taha suresi 131. Ayeti kendilerine dustur edinirler.
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Taha 131. âyette Resûlullah’ın şahsında müminlere yapılan uyarıyla bazı müminlerin zaman sürecinde Allah’ın birliğini inkâr edenlerin ferah fahur yaşantısına özenmiş olabilecekleri hatıra getirmektedir. Bu ve benzeri birçok âyette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedî mutluluğun ve hele Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat yaklaşım, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesinede izin vermez; aksine âyette sadece, Allah’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddî ve mânevî imkânların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helâlinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızâsını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir.
Özetlersek onlar Dunya hayatının geçici ve aldatıcı olduğunu biliyor. Geçici olana kendilerini kaptırmayıp enerjilerini ve imkanlarını fani olan yolunda harcamıyorlar.
- وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!
Konumuz olan âyet, insanların çoğunun algıladığı anlamda meteryalist bir dünya görüşünün yanlışlığına dikkat çekmekte; bu anlayışla yaşanan bir dünyanın sadece sıradan, gelip geçici zevkler ve hazlardan ibaret olduğu uyarısında bulunmaktadır. Halbuki insan için önemli olan, “âhiret yurdu”ndaki asıl hayatı kurtarması, oradaki mutluluk ve esenliği için çalışmasıdır. İşte insan, hedefini dünyanın geçici zevkleriyle sınırlamayıp kendini “bâki kalan sâlih işler”e (Kehf 18/46) adadığı takdirde sadece âhireti için çalışmakla kalmayıp dünyasını da anlamlı kılmış olur. Artık bu insan, kendisine “Yeri göğü yaratan kimdir?” diye sorulduğunda sadece “Allah’tır” demekle kalmaz; aynı zamanda din ve dünya ile ilgili bütün işlerinde Allah’ı tek ve mutlak otorite olarak görür, yalnız O’na kul olur, O’na itaat eder; yanlış ve yanıltıcı olması asla düşünülemeyecek olan ilâhî iradeye uygun bir hayat sürer; dünyanın güzelliklerini de âhiretin güzelliklerini de O’ndan bekler (Bakara 2/201); nihayet bu iman ve ihlâs ile yaşadığı sürece her iki güzelliği de elde eder.