نماز جمعه

 

Hüccetül  İslam  Dr. Muhammed Hadi Mufettih

            Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

      Muttakilerin  46. Fazileti: Nefsi  emmarenin  isteklerine  karşı  direttirler.

  • إِنِ اسْتَصْعَبَتْ عَلَيْهِ نَفْسُهُ فِيمَا تَكْرَهُ لَمْ يُعْطِهَا سُؤْلَهَا فِيمَا تُحِبّ،

Nefsi, onu  istemediği  bir  şeye  zorlarsa, oda  nefsini  sevdiği  şeyden mahrum  kılar.

Muttaqi ve  sorumluluğunu  mudrik  olan  bir  insanın  nefsi eğer  ibadetler ve   hasanatları yapmakta  isyankar ve serkeş  davranırsa ve sahibine  itaat  etmezse,  o da  nefsini  arzuladığı şeylerden  mahrum  kılarak  cezalandırıp  haddini  bildirir. Muttaqi  kimsenin  bu  davranıışı aslında nefisle  yapılan  büyük  cihadın bir  boyutudur. Cünkü  en  büyük  düşmanın   kendi  nefsi  emmerasi ( Kötülüğü  emreden ve o  yönde  tahrikte  bulunan ve  sahibini  dürten  nefis) olduğunu  pek ala  bilir.

Nefisle  Cihad:   Bir  savaştan  döndüğünde Peygamber  efendimizin  küçük  cihaddan  geri  döndük  şimdi sıra  büyük  cihaddadır  buyurduklarında, Ey  Allah’ın Resulü  büyük  cihad  nedir diye ashab  sorduğunde.  Allah  Resulü  nefisle  cihad dediler. ( Kafi  c 1.s 12)

Kişinin azılı  düşmanı  olan  nefsi emmareye  karşı  mucadelede ve  tezkiyede  gevşeklik  göstermesı insanın  helakı ve  çöküşünü  beraberinde  getirir.     “ Senin  en  büyük  düşmanın  iki  yanın arasındaki  nefsindir“ hadisini  izah ederken  Sadi  şirazi  şöyle  bir   espiri   yapar.  Neden  en  büyük  düşman  nefistir.  Cünkü kime   iyilikte  bulunursan  sana  muti  olur.   İnsan  iyiliğin  kölesidir.  Ancak  nefse  ne  kadar  iyi davranırsan  o  oranda azgınlaşır ve  serkeşlik  yapar  seni  mağlub etmeye  çalışır. Onun  için en  büyük düşmandır.

   Nefis  ile  sahibi arasındaki  ilişki  ile  ile  ilgili  İslam   dini  öğreti ve  kültüründe  bir  çok  benzetme ve metafer  mevcut  bulunmaktadır.  Bu benzetmelerden  biri   nefsi asi ve  serkeş  olan ve  sahibi  tarafından  iyice  kontrol edilmediği  takdirde  sahibini düşüren ve  helakına  sebeb  olan   huysuz  birata  benzetilmektedir.

   

لَا تُرَخِّصُوا لِأَنْفُسِكُمْ‏ فَتَذْهَبَ بِكُمُ الرُّخَصُ مَذَاهِبَ الظَّلَمَةِ

 İmam  Ali  hazretleri  konuyla  ilgili olarak  şöyle  buyurmaktadır:“Nefsinizi  serbest  bırakmayın  ki sizi zalimlerin  yoluna  çeker“ ( Nehc’l Belağe  Subhi  Salih s 117)

Nefis  terbiyesi  ve  konrol altına  alınmasının  farklı  aşamaları  mevcut  bulunmakatadır.  Birinci  aşama  Murabete: yani  tehlike ve  serkeşliğini kontrol ve  baş  kaldırısına  hazır  olmak   yani  bir askeri   sınırda  düşmana  karşı  hazır  ol  vaziyette  beklemesi  gibi. Murabete   hususu  Kur’anı  Kerimdede   dile  getirlmiştir.

  • يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz. ( Al-i  İmran 200)

Sözlükte sabır “acıya katlanmak, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek” demektir (bilgi için bk. Bakara 2/45). Aynı kökten gelen ve meâlinde “kararlılıkta yarışın” diye çevrilen fiilinin masdarı olan müsâbere ise “kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuzluklara katlanması kendisine karşı direnen kimseye (düşmana) daha fazla mukavemet etmesi” anlamına gelir (İbn Âşûr, IV, 208).

 Sözlükte “düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak” anlamına gelen ribât, terim olarak “Allah yolundan ayrılmamak, düşmana karşı  en  büyük  düşman   nefsi emmareye  karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak” anlamına gelmektedir. Aslında ribât “düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak” anlamına gelen “rabtü’l-hayl” ifadesinden alınmıştır. Daha sonra ister süvari ister piyade olsun, sınır boylarında bekleyen kimseye “nöbetçi, nöbet bekleyen” anlamında, bu kelimenin türevi olan murâbıt adı verilmiştir. Murâbıt “bir müddet beklemek için sınıra giden kimse” demek olup terim olarak silâh altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen asker için kullanılır.  Yani  insan  nefsin saldırıları  karşısında  daima  hazır ve  eli  tetikte  olması  lazım.

Bir  başka metaferde de  insan  nefsi  soğuk  havada  uyuşmuş  olan  yılana benzetilmektedir ki, sıcak  bir  ortam  bulduğunda  kükrer ve kendisini  oynatmak  isteyen sahibine   saldırıp  öldürür. Bu  hususu  Mevlana  bir  şiirinde  şöyle  canlandırmaktadır:

Eski vak’aları bilip söyleyenlerden bir hikaye dinle de, bu üstü örtülü sırdan bir koku al.[1]

Bir yılancı, efsunlarla yılan tutmak için dağlık yerlere gitti.[2]

Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı, nihayet aradığını bulur. İki elini de aramaktan çekme. Aramak, yolda en iyi bir kılavuzdur.

İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar; gamdan kurtulmak için gam yiyip durur. O da karda kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. Derken bir dağda, iri bir ölü yılan gördü. Şeklinden bile gönlü korku ile doldu. Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü. Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için o yılan aldı.

İşte sana halkın bilgisizliği! İnsan, bir dağa benzer. Dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur? Zavallı âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi. Fazilet makamından gelip, bu noksan âlemine düşüverdi. İnsan kendisini ucuza sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti! Yüz binlerce yılan ve dağ ona hayranken, o niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?

Yılancı, o ejderhayı aldı; halkı hayrete düşürmek için Bağdat”a getirdi. Birkaç kuruş kazanmak için, o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi. “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektim” diyordu. O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti; çünkü ejderha diriydi. Kıştan, soğuktan donmuş, kaskatı kesilmişti. Diriydi, ama ölü gibi görünüyordu.

Âlem de donmuştur da adı “cemad” (cansız) olmuştur. Üstadım! Camid, “donmuş/cansız” demektir. Mahşer güneşi doğuncaya kadar sabret de âlem cisminin hareketini gör. Mûsâ”nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.

Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke Bağdat”a kadar geldi. O maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için yılanı Şat kıyısına[3] koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu. “Bir yılancı ejderha getirmiş! Görülmemiş, kocaman bir şey! Nasıl da avlamış?” diye, yüz binlerce ahmak adam toplandı. Ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar. Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. Yılancı da, etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu. “Halk iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun” diyordu. Yüz binlerce meraklı ahmak toplandı, sıkı sıka halka oldular. İzdihamdan, erkeğin kadından haberi yoktu. Kıyamet günü gibi, herkes birbirlerine girmişti.

Yılancı, yılanı sardığı kilimi kımıldattıkça, halk onu görmek için parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu. Ejderha, karakıştan donmuştu. Yüz çeşit kilim ve örtünün altındaydı. Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı. Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu. Güneş onu epeyce ısıtınca bedenindeki soğukluk, uyuşukluk sıyrılıp gitmişti. O müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı. Ölü yılanın kımıldadığını gören halkın hayreti bir iken yüz bin oldu. Şaşkınlıklarından bağrışarak hep birden kaçışmaya başladılar. Ejderha, halkın gürültüsü arasında çatır çatır bağlarını koparmaya başladı. Bağlarını koparıp kilimin altından sıyrılınca bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen çirkin ejderha! Kaçarken halk birbirini çiğnedi. Hezimette birçok kişi ayakaltında kalıp öldüler. Ölülerden yüzlerce yığın oldu.

Yılancı, “Ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim!” diye korkusundan yerinde kaskatı kaldı, kaçamadı. O kör koyun, kurdu uyandırdı; cahilce Azrail”in yanına kendi ayağıyla gitti. Ejderha o ahmağı bir lokma ediverdi. Haccac”a[4] kan dökmekten kolay ne var? Ejderha yılancıyı yuttuktan sonra, bir direğe sarılıp kendisini sıkarak, karnındaki adamın kemiklerini çatır çatır kırdı.

Ey insanoğlu! Senin nefsin de bir ejderhadır. O nasıl olur da ölüdür? Ölmüş görünse bile ölmemiştir. Günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir halde, donmuş gibi beklemektedir. Nefis güçlense, fırsat bulsa, Firavun”un eline geçenler onun da eline geçse neler yapmaz?!

Nefis ejderhası, yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, elinde bir kurtcağıza dönüşür. Fakat mevki ve mal yüzünden nefis sivrisineği büyür, çaylak kesilir! Nefis ejderhasını ayrılık karları içinde tut. Aklını başına al da, sakın onu Irak güneşinin altına getirme. Dikkat et! Ejderhan donmuş bir halde iken selâmettesin, fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun. Onu mat et de mat olmaktan emin ol. Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir. Üstüne şehvet güneşinin harareti vurdu mu, o geberesice hemen yarasa gibi kanatlarını çırpmaya, uçmaya başlar. Onunla yiğitçe cihad et ve savaş ki, buna karşılık Allah sana kendisiyle buluşmayı ihsan etsin.

O adam ejderhayı getirip de o korkunç şey, sıcak havada kendine gelince, o fitneleri meydana çıkardı. Azizim, hatta söylediklerimizin yüz kat üstününü yaptı!

Sen o nefse zahmet ve eziyet vermeden, riyazet ve mücadehe etmeden, onu uslu, rahat ve vefakâr bir halde tutmayı mı umuyorsun? Nefsi zabtetmek her aşağılık kişiye nasip mi olur? Ejderhayı öldürmek için Mûsâ olmak gerek. Hz. Mûsâ”nın ejderha şekline giren asasından korktukları için, yüz binlerce kişi kaçarken ayak altında kalmış, Hakk”ın takdiri ile ölüp gitmişlerdi! (Cilt: III, beyit nu: 976-1066)

SAHTE  ŞEYH

Hikayedeki “yılan tutucu”, “müddeî-i kâzib olan şeyh” yani, şeyhim diye propagandada bulunan yalancı kişilerdir. Bunlar, nefsi ölmemiş iken, halkı başına toplayıp irşada ve neticede halkın kabulü ve saygıları yüzünden nefsinin ejderhası dirilip halkı ifsad ve manen helake sevk eder. (Ahmet Avni Konuk, Mesnevi Şerhi, IV, 284)

İnsanlar arasında itibar görmek, çeşitli maddi ve manevi menfaatler elde etmek için bir dağ başına giden, orada kendince çeşitli riyazetlerle meşgul olan, nefsini terbiye ve tezkiye ettiğini zanneden birisi, şehre indiğinde kendisini şeyh diye tanıtır, mürşidliğe kalkışır, hakkında çeşitli keramet söylentileri yayarak etrafına her kesimden insanı toplarsa, bir süre sonra şehir hayatının şehveti, nefsi arzuları tahrik eden faktörleri sebebiyle nefsi azgınlaşır, azgın nefsi hem onu hem de etrafında toplananları helak eder.

NEFS

Hikayedeki yılan/ejderha, “nefs”i temsil eder. Nitekim Hz. Mevlana şöyle demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer putlar yılan ise, nefs ejderhadır.” (Mesnevi, I, 772)

Hikmetli Kur’an’da, tezkiye edilmemiş nefsin kötülükleri şöyle bildirilmektedir: “(Hz. Yusuf dedi ki:) Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf Sûresi, 53) buyurmuştur.

Nefs tehlikesi ve onunla mücadele hakkında Peygamber Efendimiz şu açıklamaları yapmıştır:

“Mücahid, nefsi ile cihad eden kimsedir.”

“Büyük cihad, insanın nefsî arzularıyla mücahedesidir“Düşmanlarının arasında en azılı olan düşmanın, iki yanın arasında ve içinde bulunan nefsindir.”

“Nefsini kötüleyen kişiye ne mutlu

“Nefsini bilen Rabbini de bilir.”

(“Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en korkuncu hevâ ve hevese uymak ve tûl-i emeldir. Nefsin arzularına uymak insanı hak yoldan sapıtır. Tûl-i emel ise âhireti unutturur 

 “Allah”ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre bile olsa nefsime bırakma.”

“Allah”ım! Nefsime takva duygusunu ver. Onun sâhibi ve mâliki sensin. Onu (gaflet ve isyandan) temizle. Onu temizleyenlerin en hayırlısı sensin 

Murabetenin  gerçekleşmesi  için  kişinin  her  gün  nefis  muhasebesinde  bulunması  gerekir. Hesap  günü  gelip  çatmadan  önce.

فَحَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ‏ أَنْ‏ تُحَاسَبُوا عَلَيْهَا

„Siz  nefislerinizden dolayı  hesaba  çekilmeden önce nefislerinizi  hesaba  çekin.“  Yani  insan  başını  yastığına  koyduğunda  veya  Rabbiyle  münacatta  bulunduğunda veya   akşam  namazından sonra  günlük bir  muhasebede  bulunmalı.   Gün  boyunca  yaptıklarını  bir  gözden  geçirmelidir.  Murabeteden  sonra  ikinci  aşama  gelmektedir.

Muşarete

İnsanın  aklı ve  nefsi birbirleriyle  muamelede  bulunan ve  işin  başında  şartlarını birbirlerine sunan iki  ortak  misalidirler. Nefis aklın  hizmetinde olan bir ortak durumunda  olmalıdır. Akıl ahiret  yolculuğunda kazancı sadece  nefis  tezkiyesi olan bir tüccar  hükmündedir. Nitekim  bu hususta  Allah    Teala  şems  suresi 9.10. ayeti  kerimelerde şöyle  buyurmaktadır.

: «قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاها، وَ قَدْ خابَ مَنْ دَسَّاها؛ ١٠)   Nefsini temizleyen  kurtulmuştur,  kirletense kaybetmiştir. ( Şems 9.10)

Ömrümüzün  her  an ve  dakikası telafisi  mümkün  olmayan  bir   değerli  cevher  misalidir. Bununla  insan   bilgi. Marifet. Muhabbet  ameli  salih ve  nihai  hedef  olarak  Hakkın  rızasını  tahsıl edebilir.  Bu  cevher  veya   baha  biçilmez  fırsat    istenen  şekilde  kullanılmayıp  gereken  randıman alınmayıp.  Allah  muhafaza   helaket ve  felaket  yolunda  harcandığı takdirde  telafisi  mümkün  olmayan husranı azim ( Büyük kayıp) gerçekleşmiş  olur.

 Günlük  olarak  insanın sabah  namazından  sonra  bir  sure inzivaya  çekilip  nefsini  bir  muhasebeye  çekip   muşaretede bulunması  lazım.  ( Yani  nefsini  kötülüklerden  uzaklaştırması için  şartlandırması  lazım) Yani  nefsine   şunu  fısıldaması  lazım.  Her  geçen  gün sermayeden  kaybediyorum   eğer  dün bu  sermayeyi  Rabbin  istediği  şekilde  kullanamamışsam,  bu  gün  yeni  bir  gündür.  Allah bu  günde  bana   fırsat  vermiştir. Eğer  ölmüş  olup  bu  günü  idrak  etmiş  olmasaydım  Rabbimden  bir  gün  dahi  olsun  telafi  etmek  için acizane  salih amel  işleyip  rızasına  uygun hareket etmek  için  bana   fırsat ve  muhlet  vermesini  temenni  edecektim. Öyleyse  ey  nefis  düşünkü  ölmüşsün ve  Allah sana   tekrar  bir  fırsat  lütuf  etmiştir.  Bu  fırsatı  zayı etme ve Allaha  isyan, tugyan ve   yeryüzünde   fesat  yapmak  için  kullanma.

Murakebe  ( Gözetleme)

Nefsi  emmare daima  sahibini  Allaha   karşı  isyan ve  tuğyana  tahrik ve  teşvik eder. Bunun  için  sürekli  olarak  kontrol altında tutulması  lazım. Kontrolden  çıktığı  takdirde  insanı  helakete ve  dalalete  götürür.

 Nefsi Emmarenin  üç  haleti   vardır. Ya Allaha  itaat ve  ibadetle  meşguldur. Bu durumda halis  olmayan    ve  Allahın  rızası  gözetlenmeyen bir  niyyetle ibadet ve  salih  amellerin  fesad ve  butlanına sebebiyet  verebilir,  dikkat edilmelidir.

Ya da  isyan ve  gunaha  eğilimli  bir  halet  yaşamaktadır. Bu  durumda  Allahın  zikri  yani  Onun    hazır ve  nazır  olduğu,  her  şeyi  gördüğü  hatırlatılarak günah  ile  kirlenmesi  engellenmeli ve  dizginlenmelidir.

Üçüncü  halet  ise  mubah  olan  işlerle  meşgul  olduğu,  yediği, içtiği ve  gezip  çalıştığı veya  eşi  dostu   ziyaret  ettiği  durumdur.   Böylesi  anlarda  dahi   örneğin  yeme  içme  anlarında  Allahın adını  zikrederek ve  şeri  hassasıyetlere  riayet ederek.  Mubah eylemlerin  nefsin  gafletine   sebebiyet  vermemesine  dikkat  etmek gerek.

Muşarete ve  muraqebeden  sonra  günün sonunda  sıra  muhasebeye   gelmektedir.  Yani  Haşir  suresinin  18. Ayetini  uygulamalıyız.

  • يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın! (Evet) Allah’a itaatsizlikten sakının; şüphesiz Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır.

Müminler imanlarının gereği konusunda nefis muhasebesi yapmaya çağırılmakta, Allah’ı unuttukları için kötü âkıbete duçâr olanların durumuna düşmeme uyarısı yapılmakta, bu dünyada insanlara diledikleri yolu seçme özgürlüğü verilmiş olmasının onların sınanması amacına bağlı olduğu ve burada yapılıp edilenlerin cennet ve cehennem şeklinde birbirine zıt iki karşılık bulacağı hatırlatılmaktadır. 

  1. âyette geçen ve “yarın” anlamına gelen gad kelimesinin Kur’an’da zarf olarak kullanımları bulunmakla beraber bu şekilde (“yarın için” mânasında) kullanıldığı tek âyet budur. Bir taraftan mecazi bir anlatımla hesap gününün çok yakın olduğuna dikkat çekilirken, diğer taraftan da kelime nekre (belirsiz) şekilde kullanılarak o günün önemine, dehşetine ve mahiyetinin insanlar tarafından bilinemezliğine îmada bulunulmaktadır. Âyette nefs kelimesinin nekre olarak kullanılması ise, (yükümlü olan) her şahsın tek tek bu muhasebeyi yapma durumunda olduğunu belirtmek içindir; bu sebeple “herkes” şeklinde çevrilmiştir (Zemahşerî, IV, 84). 

 Konuyla  ilgili  olarak  İmam   Caferi  Sadık  Hazretleri  şöyle  buyurmaktadır:

لَيْسَ مِنَّا مَنْ‏ لَمْ‏ يُحَاسِبْ‏ نَفْسَهُ‏ فِي كُلِّ يَوْمٍ فَإِنْ عَمِلَ خَيْراً [حَسَناً] اسْتَزَادَ اللَّهَ مِنْهُ وَ حَمِدَ اللَّهَ عَلَيْهِ وَ إِنْ عَمِلَ شَرّاً اسْتَغْفَرَ اللَّهَ مِنْهُ وَ تَابَ إِلَيْهِ

 

Günlük  olarak  nefis  muhasebesi  yapmayan, eğer  bir   hayır  işlemişse  bunun fazlalaşmasını  dileyip  hamdetmeyen ve eğer  bir  günah ( şer)  işlemiş  ise  bundan  dolayı  da istiğfar edip   tevbe  etmeyen  bizden değildir.  ( Ezzühd s 76)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment