Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Mufettih
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Muttakilerin 46. Fazileti: Nefsi emmarenin isteklerine karşı direttirler.
- إِنِ اسْتَصْعَبَتْ عَلَيْهِ نَفْسُهُ فِيمَا تَكْرَهُ لَمْ يُعْطِهَا سُؤْلَهَا فِيمَا تُحِبّ،
Nefsi, onu istemediği bir şeye zorlarsa, oda nefsini sevdiği şeyden mahrum kılar.
Muttaqi ve sorumluluğunu mudrik olan bir insanın nefsi eğer ibadetler ve hasanatları yapmakta isyankar ve serkeş davranırsa ve sahibine itaat etmezse, o da nefsini arzuladığı şeylerden mahrum kılarak cezalandırıp haddini bildirir. Muttaqi kimsenin bu davranıışı aslında nefisle yapılan büyük cihadın bir boyutudur. Cünkü en büyük düşmanın kendi nefsi emmerasi ( Kötülüğü emreden ve o yönde tahrikte bulunan ve sahibini dürten nefis) olduğunu pek ala bilir.
Nefisle Cihad: Bir savaştan döndüğünde Peygamber efendimizin küçük cihaddan geri döndük şimdi sıra büyük cihaddadır buyurduklarında, Ey Allah’ın Resulü büyük cihad nedir diye ashab sorduğunde. Allah Resulü nefisle cihad dediler. ( Kafi c 1.s 12)
Kişinin azılı düşmanı olan nefsi emmareye karşı mucadelede ve tezkiyede gevşeklik göstermesı insanın helakı ve çöküşünü beraberinde getirir. “ Senin en büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir“ hadisini izah ederken Sadi şirazi şöyle bir espiri yapar. Neden en büyük düşman nefistir. Cünkü kime iyilikte bulunursan sana muti olur. İnsan iyiliğin kölesidir. Ancak nefse ne kadar iyi davranırsan o oranda azgınlaşır ve serkeşlik yapar seni mağlub etmeye çalışır. Onun için en büyük düşmandır.
Nefis ile sahibi arasındaki ilişki ile ile ilgili İslam dini öğreti ve kültüründe bir çok benzetme ve metafer mevcut bulunmaktadır. Bu benzetmelerden biri nefsi asi ve serkeş olan ve sahibi tarafından iyice kontrol edilmediği takdirde sahibini düşüren ve helakına sebeb olan huysuz birata benzetilmektedir.
لَا تُرَخِّصُوا لِأَنْفُسِكُمْ فَتَذْهَبَ بِكُمُ الرُّخَصُ مَذَاهِبَ الظَّلَمَةِ
İmam Ali hazretleri konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:“Nefsinizi serbest bırakmayın ki sizi zalimlerin yoluna çeker“ ( Nehc’l Belağe Subhi Salih s 117)
Nefis terbiyesi ve konrol altına alınmasının farklı aşamaları mevcut bulunmakatadır. Birinci aşama Murabete: yani tehlike ve serkeşliğini kontrol ve baş kaldırısına hazır olmak yani bir askeri sınırda düşmana karşı hazır ol vaziyette beklemesi gibi. Murabete hususu Kur’anı Kerimdede dile getirlmiştir.
- يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz. ( Al-i İmran 200)
Sözlükte sabır “acıya katlanmak, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek” demektir (bilgi için bk. Bakara 2/45). Aynı kökten gelen ve meâlinde “kararlılıkta yarışın” diye çevrilen fiilinin masdarı olan müsâbere ise “kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuzluklara katlanması kendisine karşı direnen kimseye (düşmana) daha fazla mukavemet etmesi” anlamına gelir (İbn Âşûr, IV, 208).
Sözlükte “düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak” anlamına gelen ribât, terim olarak “Allah yolundan ayrılmamak, düşmana karşı en büyük düşman nefsi emmareye karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak” anlamına gelmektedir. Aslında ribât “düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak” anlamına gelen “rabtü’l-hayl” ifadesinden alınmıştır. Daha sonra ister süvari ister piyade olsun, sınır boylarında bekleyen kimseye “nöbetçi, nöbet bekleyen” anlamında, bu kelimenin türevi olan murâbıt adı verilmiştir. Murâbıt “bir müddet beklemek için sınıra giden kimse” demek olup terim olarak silâh altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen asker için kullanılır. Yani insan nefsin saldırıları karşısında daima hazır ve eli tetikte olması lazım.
Bir başka metaferde de insan nefsi soğuk havada uyuşmuş olan yılana benzetilmektedir ki, sıcak bir ortam bulduğunda kükrer ve kendisini oynatmak isteyen sahibine saldırıp öldürür. Bu hususu Mevlana bir şiirinde şöyle canlandırmaktadır:
Eski vak’aları bilip söyleyenlerden bir hikaye dinle de, bu üstü örtülü sırdan bir koku al.[1]
Bir yılancı, efsunlarla yılan tutmak için dağlık yerlere gitti.[2]
Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı, nihayet aradığını bulur. İki elini de aramaktan çekme. Aramak, yolda en iyi bir kılavuzdur.
İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar; gamdan kurtulmak için gam yiyip durur. O da karda kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. Derken bir dağda, iri bir ölü yılan gördü. Şeklinden bile gönlü korku ile doldu. Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü. Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için o yılan aldı.
İşte sana halkın bilgisizliği! İnsan, bir dağa benzer. Dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur? Zavallı âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi. Fazilet makamından gelip, bu noksan âlemine düşüverdi. İnsan kendisini ucuza sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti! Yüz binlerce yılan ve dağ ona hayranken, o niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
Yılancı, o ejderhayı aldı; halkı hayrete düşürmek için Bağdat”a getirdi. Birkaç kuruş kazanmak için, o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi. “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektim” diyordu. O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti; çünkü ejderha diriydi. Kıştan, soğuktan donmuş, kaskatı kesilmişti. Diriydi, ama ölü gibi görünüyordu.
Âlem de donmuştur da adı “cemad” (cansız) olmuştur. Üstadım! Camid, “donmuş/cansız” demektir. Mahşer güneşi doğuncaya kadar sabret de âlem cisminin hareketini gör. Mûsâ”nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.
Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke Bağdat”a kadar geldi. O maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için yılanı Şat kıyısına[3] koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu. “Bir yılancı ejderha getirmiş! Görülmemiş, kocaman bir şey! Nasıl da avlamış?” diye, yüz binlerce ahmak adam toplandı. Ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar. Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. Yılancı da, etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu. “Halk iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun” diyordu. Yüz binlerce meraklı ahmak toplandı, sıkı sıka halka oldular. İzdihamdan, erkeğin kadından haberi yoktu. Kıyamet günü gibi, herkes birbirlerine girmişti.
Yılancı, yılanı sardığı kilimi kımıldattıkça, halk onu görmek için parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu. Ejderha, karakıştan donmuştu. Yüz çeşit kilim ve örtünün altındaydı. Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı. Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu. Güneş onu epeyce ısıtınca bedenindeki soğukluk, uyuşukluk sıyrılıp gitmişti. O müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı. Ölü yılanın kımıldadığını gören halkın hayreti bir iken yüz bin oldu. Şaşkınlıklarından bağrışarak hep birden kaçışmaya başladılar. Ejderha, halkın gürültüsü arasında çatır çatır bağlarını koparmaya başladı. Bağlarını koparıp kilimin altından sıyrılınca bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen çirkin ejderha! Kaçarken halk birbirini çiğnedi. Hezimette birçok kişi ayakaltında kalıp öldüler. Ölülerden yüzlerce yığın oldu.
Yılancı, “Ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim!” diye korkusundan yerinde kaskatı kaldı, kaçamadı. O kör koyun, kurdu uyandırdı; cahilce Azrail”in yanına kendi ayağıyla gitti. Ejderha o ahmağı bir lokma ediverdi. Haccac”a[4] kan dökmekten kolay ne var? Ejderha yılancıyı yuttuktan sonra, bir direğe sarılıp kendisini sıkarak, karnındaki adamın kemiklerini çatır çatır kırdı.
Ey insanoğlu! Senin nefsin de bir ejderhadır. O nasıl olur da ölüdür? Ölmüş görünse bile ölmemiştir. Günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir halde, donmuş gibi beklemektedir. Nefis güçlense, fırsat bulsa, Firavun”un eline geçenler onun da eline geçse neler yapmaz?!
Nefis ejderhası, yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, elinde bir kurtcağıza dönüşür. Fakat mevki ve mal yüzünden nefis sivrisineği büyür, çaylak kesilir! Nefis ejderhasını ayrılık karları içinde tut. Aklını başına al da, sakın onu Irak güneşinin altına getirme. Dikkat et! Ejderhan donmuş bir halde iken selâmettesin, fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun. Onu mat et de mat olmaktan emin ol. Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir. Üstüne şehvet güneşinin harareti vurdu mu, o geberesice hemen yarasa gibi kanatlarını çırpmaya, uçmaya başlar. Onunla yiğitçe cihad et ve savaş ki, buna karşılık Allah sana kendisiyle buluşmayı ihsan etsin.
O adam ejderhayı getirip de o korkunç şey, sıcak havada kendine gelince, o fitneleri meydana çıkardı. Azizim, hatta söylediklerimizin yüz kat üstününü yaptı!
Sen o nefse zahmet ve eziyet vermeden, riyazet ve mücadehe etmeden, onu uslu, rahat ve vefakâr bir halde tutmayı mı umuyorsun? Nefsi zabtetmek her aşağılık kişiye nasip mi olur? Ejderhayı öldürmek için Mûsâ olmak gerek. Hz. Mûsâ”nın ejderha şekline giren asasından korktukları için, yüz binlerce kişi kaçarken ayak altında kalmış, Hakk”ın takdiri ile ölüp gitmişlerdi! (Cilt: III, beyit nu: 976-1066)
SAHTE ŞEYH
Hikayedeki “yılan tutucu”, “müddeî-i kâzib olan şeyh” yani, şeyhim diye propagandada bulunan yalancı kişilerdir. Bunlar, nefsi ölmemiş iken, halkı başına toplayıp irşada ve neticede halkın kabulü ve saygıları yüzünden nefsinin ejderhası dirilip halkı ifsad ve manen helake sevk eder. (Ahmet Avni Konuk, Mesnevi Şerhi, IV, 284)
İnsanlar arasında itibar görmek, çeşitli maddi ve manevi menfaatler elde etmek için bir dağ başına giden, orada kendince çeşitli riyazetlerle meşgul olan, nefsini terbiye ve tezkiye ettiğini zanneden birisi, şehre indiğinde kendisini şeyh diye tanıtır, mürşidliğe kalkışır, hakkında çeşitli keramet söylentileri yayarak etrafına her kesimden insanı toplarsa, bir süre sonra şehir hayatının şehveti, nefsi arzuları tahrik eden faktörleri sebebiyle nefsi azgınlaşır, azgın nefsi hem onu hem de etrafında toplananları helak eder.
NEFS
Hikayedeki yılan/ejderha, “nefs”i temsil eder. Nitekim Hz. Mevlana şöyle demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer putlar yılan ise, nefs ejderhadır.” (Mesnevi, I, 772)
Hikmetli Kur’an’da, tezkiye edilmemiş nefsin kötülükleri şöyle bildirilmektedir: “(Hz. Yusuf dedi ki:) Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf Sûresi, 53) buyurmuştur.
Nefs tehlikesi ve onunla mücadele hakkında Peygamber Efendimiz şu açıklamaları yapmıştır:
“Mücahid, nefsi ile cihad eden kimsedir.”
“Büyük cihad, insanın nefsî arzularıyla mücahedesidir“Düşmanlarının arasında en azılı olan düşmanın, iki yanın arasında ve içinde bulunan nefsindir.”
“Nefsini kötüleyen kişiye ne mutlu
“Nefsini bilen Rabbini de bilir.”
(“Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en korkuncu hevâ ve hevese uymak ve tûl-i emeldir. Nefsin arzularına uymak insanı hak yoldan sapıtır. Tûl-i emel ise âhireti unutturur
“Allah”ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre bile olsa nefsime bırakma.”
“Allah”ım! Nefsime takva duygusunu ver. Onun sâhibi ve mâliki sensin. Onu (gaflet ve isyandan) temizle. Onu temizleyenlerin en hayırlısı sensin
Murabetenin gerçekleşmesi için kişinin her gün nefis muhasebesinde bulunması gerekir. Hesap günü gelip çatmadan önce.
فَحَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ أَنْ تُحَاسَبُوا عَلَيْهَا
„Siz nefislerinizden dolayı hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekin.“ Yani insan başını yastığına koyduğunda veya Rabbiyle münacatta bulunduğunda veya akşam namazından sonra günlük bir muhasebede bulunmalı. Gün boyunca yaptıklarını bir gözden geçirmelidir. Murabeteden sonra ikinci aşama gelmektedir.
Muşarete
İnsanın aklı ve nefsi birbirleriyle muamelede bulunan ve işin başında şartlarını birbirlerine sunan iki ortak misalidirler. Nefis aklın hizmetinde olan bir ortak durumunda olmalıdır. Akıl ahiret yolculuğunda kazancı sadece nefis tezkiyesi olan bir tüccar hükmündedir. Nitekim bu hususta Allah Teala şems suresi 9.10. ayeti kerimelerde şöyle buyurmaktadır.
: «قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاها، وَ قَدْ خابَ مَنْ دَسَّاها؛ ١٠) Nefsini temizleyen kurtulmuştur, kirletense kaybetmiştir. ( Şems 9.10)
Ömrümüzün her an ve dakikası telafisi mümkün olmayan bir değerli cevher misalidir. Bununla insan bilgi. Marifet. Muhabbet ameli salih ve nihai hedef olarak Hakkın rızasını tahsıl edebilir. Bu cevher veya baha biçilmez fırsat istenen şekilde kullanılmayıp gereken randıman alınmayıp. Allah muhafaza helaket ve felaket yolunda harcandığı takdirde telafisi mümkün olmayan husranı azim ( Büyük kayıp) gerçekleşmiş olur.
Günlük olarak insanın sabah namazından sonra bir sure inzivaya çekilip nefsini bir muhasebeye çekip muşaretede bulunması lazım. ( Yani nefsini kötülüklerden uzaklaştırması için şartlandırması lazım) Yani nefsine şunu fısıldaması lazım. Her geçen gün sermayeden kaybediyorum eğer dün bu sermayeyi Rabbin istediği şekilde kullanamamışsam, bu gün yeni bir gündür. Allah bu günde bana fırsat vermiştir. Eğer ölmüş olup bu günü idrak etmiş olmasaydım Rabbimden bir gün dahi olsun telafi etmek için acizane salih amel işleyip rızasına uygun hareket etmek için bana fırsat ve muhlet vermesini temenni edecektim. Öyleyse ey nefis düşünkü ölmüşsün ve Allah sana tekrar bir fırsat lütuf etmiştir. Bu fırsatı zayı etme ve Allaha isyan, tugyan ve yeryüzünde fesat yapmak için kullanma.
Murakebe ( Gözetleme)
Nefsi emmare daima sahibini Allaha karşı isyan ve tuğyana tahrik ve teşvik eder. Bunun için sürekli olarak kontrol altında tutulması lazım. Kontrolden çıktığı takdirde insanı helakete ve dalalete götürür.
Nefsi Emmarenin üç haleti vardır. Ya Allaha itaat ve ibadetle meşguldur. Bu durumda halis olmayan ve Allahın rızası gözetlenmeyen bir niyyetle ibadet ve salih amellerin fesad ve butlanına sebebiyet verebilir, dikkat edilmelidir.
Ya da isyan ve gunaha eğilimli bir halet yaşamaktadır. Bu durumda Allahın zikri yani Onun hazır ve nazır olduğu, her şeyi gördüğü hatırlatılarak günah ile kirlenmesi engellenmeli ve dizginlenmelidir.
Üçüncü halet ise mubah olan işlerle meşgul olduğu, yediği, içtiği ve gezip çalıştığı veya eşi dostu ziyaret ettiği durumdur. Böylesi anlarda dahi örneğin yeme içme anlarında Allahın adını zikrederek ve şeri hassasıyetlere riayet ederek. Mubah eylemlerin nefsin gafletine sebebiyet vermemesine dikkat etmek gerek.
Muşarete ve muraqebeden sonra günün sonunda sıra muhasebeye gelmektedir. Yani Haşir suresinin 18. Ayetini uygulamalıyız.
- يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın! (Evet) Allah’a itaatsizlikten sakının; şüphesiz Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır.
Müminler imanlarının gereği konusunda nefis muhasebesi yapmaya çağırılmakta, Allah’ı unuttukları için kötü âkıbete duçâr olanların durumuna düşmeme uyarısı yapılmakta, bu dünyada insanlara diledikleri yolu seçme özgürlüğü verilmiş olmasının onların sınanması amacına bağlı olduğu ve burada yapılıp edilenlerin cennet ve cehennem şeklinde birbirine zıt iki karşılık bulacağı hatırlatılmaktadır.
- âyette geçen ve “yarın” anlamına gelen gad kelimesinin Kur’an’da zarf olarak kullanımları bulunmakla beraber bu şekilde (“yarın için” mânasında) kullanıldığı tek âyet budur. Bir taraftan mecazi bir anlatımla hesap gününün çok yakın olduğuna dikkat çekilirken, diğer taraftan da kelime nekre (belirsiz) şekilde kullanılarak o günün önemine, dehşetine ve mahiyetinin insanlar tarafından bilinemezliğine îmada bulunulmaktadır. Âyette nefs kelimesinin nekre olarak kullanılması ise, (yükümlü olan) her şahsın tek tek bu muhasebeyi yapma durumunda olduğunu belirtmek içindir; bu sebeple “herkes” şeklinde çevrilmiştir (Zemahşerî, IV, 84).
Konuyla ilgili olarak İmam Caferi Sadık Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يُحَاسِبْ نَفْسَهُ فِي كُلِّ يَوْمٍ فَإِنْ عَمِلَ خَيْراً [حَسَناً] اسْتَزَادَ اللَّهَ مِنْهُ وَ حَمِدَ اللَّهَ عَلَيْهِ وَ إِنْ عَمِلَ شَرّاً اسْتَغْفَرَ اللَّهَ مِنْهُ وَ تَابَ إِلَيْهِ
Günlük olarak nefis muhasebesi yapmayan, eğer bir hayır işlemişse bunun fazlalaşmasını dileyip hamdetmeyen ve eğer bir günah ( şer) işlemiş ise bundan dolayı da istiğfar edip tevbe etmeyen bizden değildir. ( Ezzühd s 76)