نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri (36)

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

Konu: Fakirlikte ihtişam (güzellik)

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmeyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalplerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçisi ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arkadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm Müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun

Muttakilerin bir diğer fazileti: Fakirlikte ihtişam ( güzellik)

İmam Alinin bu sözü “Onlar zenginlikte ise orta yolludurlar“ sözüne bir tekmile niteliği taşımaktadır. İmam Alinin bu iki sözünden anlaşılan şudur: Muttakiler zenginlik ve varlık zamanında savurgan ve israfkar olmazlar ve azgınlık ve taşkınlık yapmazlar. Fakirlik zamanında da feryad ve figan etmezler, veryansında ve şekvada bulunmazlar. Burada“Tecemmül (Güzelleştirme)“ kelimesi kullanılmıştır. Yani fakirde olsalar görünüş ve zahirlerini temiz tutarlar, perişan görünmezler kimseye el açmaz ve fakirliklerini yansıtmazlar. Bunlar hakkında Bakara suresi 273 ayeti kerimede şöyle denilmektedir.

لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافاًۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟

“Kendilerini Allah yoluna adadıklarından seyahat ve ticarete imkân bulamayan yoksullara verin. Yoksulluklarını gizli tuttukları için bilmeyen onları zengin sanır. Kendilerini simalarından tanırsın. Onlar insanlara asla el açmazlar. Hayır için yaptığınız her harcamayı Allah hakkıyla bilmektedir. „

“Kendilerini Allah yoluna adayan, geçimlerini sağlamak üzere bir kazanç elde etmek için çalışma, ticaret ve seyahat etme imkânları bulunmayan yoksullar” kimlerdir? Âyetin nâzil olduğu tarihi göz önüne alan tefsirciler bunların Suffe ehliyle (Peygamber Mescidi’nin bir köşesinde barınan kimsesiz ve yoksul müslümanlar) Mekke’den hicret eden muhacirler olduğunu ifade etmişlerdir. Onların, Medine’ye yerleşip işgüç sahibi olmaları için zamana ve uygun şartlara ihtiyaç vardı. Allah rızâsı için (fî sebîlillâh) hicret etmişler; yurt, yuva ve işlerinden uzak düşmüşlerdi. O dönemde savaş ganimeti kabilinden bir gelirleri de yoktu. Şu halde infak ve tasaddukta bunların önceliği vardı. Bu tarihî durum dışında Allah rızâsı için O’nun dinini korumak, öğrenmek, öğretmek ve yaymak maksadıyla devamlı meşgul olduklarından dolayı iş ve ticaret yapma imkânı bulamayan kimselerin her zaman ve zeminde infak ve tasaddukta ön sırada olma hakları vardır. Bunlardan sonra sıra, meşrû bir mazeret sebebiyle çalışıp kazanma imkânı bulamayan fakat yine de insanlara el açıp dilenmeyen ve istemeyen yoksullara gelir. Âyette de belirtildiği gibi böyle iffetli, asil, insanlık şerefine düşkün kimseleri erbabı, simalarından tanır ve gereken yardımı yaparlar. Burada geçen sîmâ “yüzlerindeki nur, ibadet izi, yoksulluğun verdiği solgunluk, üstte başta görülen eksiklik” gibi farklı şekillerde yorumlanmıştır.

Kur’an ve Hadiste Güzellik

Tecemmül, insanı güzel ve görkemli gösteren şeylerle süslenmek ve ahlaki olarak erdemlerle donanmaktır. Allah bu bağlamda, zamanlar üstü surekli bir kanun ve kural olması üzerine A’raf suresi 31. ayette şu emri vermektedir.

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟

Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez

Kureyş ve diğer birkaç soylu kabile dışındaki müşrikler, başlıca kutsal mekânlarını çıplak ziyaret eder; ziyaret dönemlerinde et, yağ, süt gibi değerli gıda maddelerini yemezler; diğerlerini ise çok az yerler ve bunun dinî bir vecîbe olduğuna inanırlardı (bk. Taberî, VIII, 159-163). Âyet bu bâtıl uygulamayı ilga etmekte, ibadet sırasında örtünme zorunluluğu getirmektedir; ayrıca haram olduğuna dair özel hüküm bulunmayan maddelerin yenilip içilmesine de –israfa kaçmamak şartıyla– izin vermektedir. Âyetin özel maksadı, kutsal mekânları çıplak vaziyette ziyaret veya tavaf etmeyi yasaklamaktır. Ancak bu durum, hükmün genel olduğu anlamını çıkarmaya mâni değildir. Nitekim bütün ilgili kaynaklarda âyetin, gerek ibadet sırasında gerekse sair zamanlarda edep kurallarına uygun şekilde giyinmeyi farz kıldığı belirtilir. Tabiki bu ayet zımnen iç temizliği de, bu cümleden ihlası, nefis tezkiyesi ve her türlü deruni çirkinlik ve erdemsizlikten temizlenmeyi de içermektedir. Allah bu ayetin akabinde daha sert bir uslupla şöyle buyurmaktadır.

قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

De ki: “Allah’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.” İşte bilmek isteyen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.

Bu ve bundan önceki âyette elbiseye “ziynet” denilmesi, giyinmenin ahlâkî bakımda n olduğu gibi estetik bakımdan da önemli ve gerekli olduğuna işaret eder; ayrıca yine ziynet kelimesinden hareketle kaliteli ve değerli elbiseler giyinmenin mubah olduğuna hükmedilmiştir. Taberî (VIII, 163-164), Şevkânî (II, 230) gibi önde gelen müfessirler bu âyeti açıklarken, haram olmayan güzel ve değerli nimetlerden uzak kalmayı zühd ve fazilet sayanların hatalı olduklarını belirtirler. Haram, dinî bir terim olarak, “Açık, kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslûpla yapılması şer‘an yasaklanmış olan tutum ve davranış” anlamına gelir.

Eğer bir işin yapılmamasını isteyen bir ifade bulunmakla birlikte, bunun anlamı yeterince açık veya kaynağı kesin değilse buna haram değil mekruh denir. Hakkında yasaklayıcı hiçbir delil bulunmayan fiiller ise mubah ve helâl kabul edilir. Bir fiilin helâl kabul edilmesi için dinî kaynaklarda bu yönde bir açıklama bulunması gerekli değildir; çünkü “Eşyada asıl olan mubah olmasıdır”. Buna göre ölçüsüz dindarlık duygusu, şahsî tercihler, ortalıkta görülen kötülüklerle mücadele arzusu gibi –iyi niyetli de olsa– kişisel hassasiyetlerin etkisiyle dinin izin verdiği alan içinde kalan tutum ve davranışları, yiyecek, içecek, giyecek gibi nesneleri haram, sakıncalı ve günah olarak nitelendirmek bu âyetin hükmüne aykırı ve yanlıştır. Hatta müfessirler, âyetin “De ki: O nimetler dünya hayatında müminlere yaraşır” meâlindeki kısmından hareketle, bunların esas itibariyle müminlere lutuf olmak üzere yaratıldığını ve onlar sayesinde bu nimetlerden herkesin yararlanmalarına imkân verildiğini belirtirler.Âyetin anlatımına göre mânevî kemal ve güzellikler gibi birey ve toplumun refah, sağlık, güvenlik ve esenliğine katkıda bulunacak her türlü maddî imkânlar da öncelikle müminlere yaraşır. Bu imkânlarda geri olan bir toplum, Kur’an bakımından ideal bir toplum değildir. Zühde ve kanaate teşvik eden açıklamalarla bu yöndeki uygulamalar ise, dünya nimetlerini araç olarak görmek yerine amaç kılmayı hedefleyen eğilimleri önlemeye yöneliktir.

إنَّ اللّهَ تَعَالی جَمِیلٌ یُحِبُّ الْجَمَالَ وَ یُحِبُّ أنْ یَرَی أثَرَ نِعْمَتِهِ عَلَی عَبْدِهِ (میزان الحکمه،ج2، ص2463)

Allah güzeldir ve güzelliği sever. Verdiği nimetini kulunun üstünde görmek ister„ (Mizanu’l hikme c 2. S 2463)

إنَّ اللّهَ یُحِبُّ الْجَمَالَ وَ التَّجْمِیلَ، وَ یَکْرَهُ الْبُؤسَ وَ التَّباؤسَ؛ فَإنَّ اللّهَ عَزَّ وَ جَلَّ إذا أنْعَمَ عَلَی عَبْدٍ نِعْمَةً أحَبَّ أنْ یَرَی عَلَیهِ أثَرَها.

Konuyla ilgili olarak İmam Caferi Sadık Hazretleri ise şöyle buyurmaktadır. “Allah güzelliği ve suslenmeyi sever, sefil ve miskince görünümü sevmez. Allah bir kuluna nimet verdiğinde onu üzerinde görmek ister. Bu arada İmamın yaranından biri sordu peki kişi nasıl davranmalıdır.

یُنَظِّفُ ثَوْبَهُ، وَ یُطَیِّبُ ریحَهُ، وَ یُحَصِّصُ دَارَهُ، وَ یَکنِسُ أفْنیَتَهُ. (بحارالانوار، ج76، ص141)

Elbisesini temizlemeli, güzel koku sürünmeli, evini temiz ve düzgün tutmalı, evinin önünü temiz tutmalıdır.

Konuyla ilgili olarak bir başka buyruğunda İmam Caferi Sadık Hazretleri şözle buyurmaktadır:

ألْبِسْ وَ تَجَمَّلْ، فَإنّ اللّهَ جَمیلٌ وَ یُحِبُّ الْجَمَالَ، ولْیَکُنْ مِنَ الْحَلالِ (وسائل الشیعه، ج3، ص340)

Güzel giyin, süslen, Çünkü Allah güzeldir ve güzelliği sever. Ancak helal olmalıdır.

Allah Resulü bir gün saçları karışık ve perişan elbiseleri kirli ve kendisi dökülmüş ve pejmurde birisini gördü ve ona şöyle seslendi: Allahın nimetlerinden yararlanmak ve nimetleri yansıtmak dinin gereğidir. Mekarımul Ahlak kitabında geçen bir hadiste şöyle deniliyor:

 انَّ اللّه تَعالی یحِبُّ مِنْ عَبْدِهِ إِذا خَرَجَ إِلی إخْوانِهِ أَنْ یتَهَیا لَهُمْ وَ یتَجَمَّلَ (مكارم الأخلاق، ص34)

Allah bir insanın, kendi dostlarına gittiğinde kendisini süsleyip çeki düzen vermesini sever. „

Peygamber Efendimiz bir hadislerinde güzel yüzlü insanlara arzı hacet edilmesini buyurmaktadır.

“İhtiyaçlarınızı yüzü güzel, ahlâkı güzel kimselerin yanında isteyiniz.” (İbn Ebi’d-Dünya, s.57; Ebu Ya’la, Müsned, 8/199; Heytemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/195)

Manevi güzellik

Şeyh Kelabâdi r.a. bu hadis-i şerifin şerhinde şunları kaydeder: Güzel yüzden kasıt, güler yüzlü, hoş tavırları ile insanların ilgisini çeken, iyi izlenim bırakan kimselerdir. Kişinin içi dışına yansır; yüz ve görünüm güzelliği ahlâkın güzelliğindendir. İnsanların dertleriyle dertlenmek, sevinçlerine vesile olmak kişiyi güzelleştirir.

Güzellik, her iki hadisi şerıflerde farkı kavramlarla ifade edilmektedir. İlki, “hüsn” kökünden “hisân ve mehâsin” kavramlarıyla, ikincisi “cemîl ve cemâl” kavramıyla ifade edilmiştir. Her iki kavram da “güzel, hoş” anlamlarında kullanılmaktadır. Kısaca güzel; göze, kulağa hoş gelen, insan üzerinde iyi etki bırakan, takdir uyandıran şey veya durum olarak tarif edilebilir.

 Güzelliği sadece maddi olarakta anlamamak gerek. Manevi güzellikte hadislerde büyük bir yer işgal etmektedir.

Hadis-i şerifte insan güzelliği için “hüsn” kavramı kullanılırken, Allah Teâla’nın güzelliği “cemîl ve cemâl” kavramları ile ifade edilmiştir. Bu durumda insana atfedilen güzellik, algılanabilir olduğu için her türlü değerlendirmeye tâbi tutulabilir. Kulağa, göze hoş gelen, insanda iyi etki bırakan şey veya durum denilebilir. Allah Tealâ’nın güzelliği için ise bu durum söz konusu olamaz. O’nun güzelliği her türlü idrakin ve değerlendirmenin üstündedir. Güzelliği, zâtına yaraşan kemâlatta eşsiz ve mutlak güzelliktir. Mevcudâtın biricik güzellik kaynağı Allah Tealâ’dır.

Gönlü geniş olanların eli de geniştir. Hayâ, edep, îsar gibi ahlâkî meziyetler büyüklerin sıfatlarıdır; onlar ihtiyaç sahiplerine karşı duyarsız olamazlar. Bir ihtiyacı karşılamada zorlanmazlar. Her ânı Allah Tealâ’nın rızasını kazanmaya vesile bilip değerlendirirler. Hayır ve hasenatı arttırmak için fırsat kollar, ellerinde olanı cömertçe dağıtırlar. Ahlâkı yüzlerine yansıyanlar onlardır ve ihtiyaç sahiplerini boş çevirmekten hayâ ederler.

Cimrilik ise gönül darlığındandır; gönlü dar olanın eli de dardır. Kendisinden bir şey istenmesinden rahatsız olurlar. Bencildirler; kendi mutlulukları daima ön plandadır. Fazla dahi olsa ellerindekini ihtiyaç sahiplerine vermez, kendi muhtemel ihtiyaçları için saklarlar.

Başkalarını sevindirmeyi kendilerine ahlâk edinenler, onların ihtiyaçlarına koşarlar ve bundan haz duyarlar.

Yüzleri güleç, çevrelerine iltifat ve muhabbet gösterirler. Bu yüzden hadis-i şerifte onlar için “güzel ahlâk sahipleri” denilmiş ve ihtiyaç sahiplerinin onlara müracaat etmelerinin, halden anladıkları için meclislerinde bulunmanın hayırlı olacağına işaret edilmiştir.

Güzel yüzlülerin yanı

Hadis-i şeriften çıkartılacak bir başka anlam da şöyledir: “İhtiyaçlarınızı güzel yüzlü kimselerin yanında isteyiniz sözünden maksat şu olabilir: “İyi ve güzel insanlarla beraber olun, onlarla bir arada bulunduğunuzda istek ve ihtiyaçlarınızı Allah Tealâ’dan isteyin ki, bu vesile ile dilekleriniz kabul edilsin. Çünkü iyilerle beraber olanlar, onların ahlâkı ile ahlâklanır. Ayrıca iyilerin bulunduğu meclisler Allah Tealâ’nın rahmet ve inayetini çeker. Dolayısıyla dilekleriniz bu vesile ile karşılık bulur.”

Aslında yüz güzelliğinden maksat, ahlâk ve hâl güzelliğidir. Ahlâk ve hâl güzelliği ise Allah Tealâ ile ilişkilerini güzelleştiren; emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınanlarda olur ki, bunun en bariz etkisi insanlarla olan ilişkilerine yansır. Onların insanlarla münasebetleri güzeldir; sevgi, saygı, dayanışma sergilerler. İnsanların cefa ve eziyetlerine tahammül eder, sevinçlerine ortak olur, sıkıntılarını gidermeye çalışırlar. Onlar, karanlıkta ışık misali dara düşmüşlerin, çaresizlerin uğrak yeridir. Meclisleri zikir meclisleridir, hayır ve hasenattan başkası konuşulmaz. Yanlarına uğrayanlar boş dönmezler.

Hadis-i şerifte geçen bu ifadeler sanki “Ey İman edenler Allah’tan sakının ve sâdıklarla beraber olun” ayet-i celilesine işaret etmektedir. Ayette ifade edilen sâlih kullarla beraberlik, onların halleriyle hemhâl olma vesile kılınarak ihtiyaçların Allah Tealâ’dan dilenmesi istenmektedir. Nitekim Efendimiz s.a.v.’in şu mübarek sözleri de bu konuya açıklık getirmektedir:

Yemeklerinizi iyilerle (ebrârla) paylaşın.” (İbn Ebi’d-Dünya, s. 231). Ebrâr, “hayır işleyen, takva sahibi, olgun ve faziletli kimseler” demektir. Bu hadis-i şerifte de takva ehli, sâlih kimselerle ilişkilerin sıklaştırılması, onların arasına karışılması ve sürekli beraber olunması tavsiye edilmektedir.

Bir başka hadis-i şerifte de Hikmet ehli ile beraber olun.” buyurulur. (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 22/125)

Bu hadis-i şerifler bir arada değerlendirildiğinde şu anlam çıkmaktadır: Takva ehli, hikmet sahibi, sâlih kimselerle beraber olmak, onların meclislerine iştirak etmek, ihtiyaç sahibinin ahlâkının güzelleşmesine, dolayısıyla Allah Tealâ’dan dileklerinin kabul olmasına, maddi manevi her türlü sıkıntılarının giderilmesine yahut hafiflemesine vesile olur.

O’nun mutlak güzelliği

“Allah güzeldir (cemîl) ve güzelliği (cemâli) sever.”

Güzelliği “cemîl” kavramıyla ifade edilen Yüce Allah, mahiyet ve tecelli itibariyle salt güzelliktir. Güzelliği zatına yaraşan kemâlatta ve eşsizdir. Varlığın ve güzelliğin yegâne kaynağı O’dur. Dolayısıyla varlıktaki güzellik mecâzî olup O’nun güzelliğinden yansımalardır. Nefsini terbiye etmiş, Hakk’ı bulmuş kâmil insanlar, bütün varlıkta Allah Tealâ’nın tecelli ve güzelliklerini temaşa eder ve ayna misali hal ve tavırlarıyla da güzellikleri yansıtırlar.

Kullardan asıl beklenen de budur. Yüce Allah’tan kaynaklanan bu güzelliğe sahip çıkmak ve onu hayata yansıtmaktır.

Bu yüzden “Allah güzelliği sever.” buyurulmuştur. Allah Tealâ’nın sevdiği, hoşlandığı güzellikler ise O’nun emrettiği, razı olduğu şeylerin yapılması, yasakladığı ve hoşlanmadığı şeylerden de uzak olmaktır. Yani kulun sorumlu olduğu hususları yerine getirmesi güzelliklerin başında gelir ki, netice itibariyle o da Allah Teâla’nın lütfu ve keremi ile gerçekleşir; yine kulun kendi yararınadır. Yoksa Allah Teâla’nın güzelliğine bir etkisi ya da katkısı yoktur.

Cenâb-ı Hak kullarına güzel muamelede bulunur. Az çok demez, onların yaptıkları iyiliklere, güzel işlere razı olur, karşılıksız bırakmaz, fazlasıyla mükâfatlandırır. Hata ve günahlarını bağışlar. Güç yetiremeyecekleri işlerden sorumlu tutmaz. Sorumlu tuttuğu hususlarda ise yardımını hiç eksik etmez.

Cenâb-ı Hak kullarından da bu güzellikleri ilişkilerine taşımalarını ister. Varlıklı hallerinde olduğu gibi yoklukta da; hastalık, ihtiyaç ve sıkıntılı anlarında da kimseye değil, yalnız kendisine yönelip çare dilemeleri, kurtuluşu yalnız O’ndan beklemeleri Allah’ın sevdiği güzelliklerdendir. Muhtaçların, düşkünlerin, fakirlerin, mazlumların en güzel süsü budur; onunla bezenip güzelleşenlere ne mutlu!

Allah Tealâ’nın güzelliği sevmesini şöyle anlamak da mümkündür: Mahlukatı en güzel şekilde yaratan ve onların ihtiyaçlarını yine aynı güzellikle karşılayan Allah Tealâ, kullarından benzer muameleyi istemektedir. Yani muhtaç olanların ihtiyaçları karşılansın, sıkıntılı olanlara çare bulunsun. İnsanların böyle dayanışma ve yardımlaşma içinde olmaları Allah’ın sevdiği güzelliklerdendir.

Neticede hadis-i şeriften çıkarılabilecek anlam şöyle özetlenebilir: İyilerle, sâlihlerle beraber olmak, onlarla hemhâl olmak, meclislerinde bulunmak her halükârda Allah Tealâ’nın emrettiği ve razı olduğu güzel davranışlardandır. Bu durumdan yararlanıp O’na yakarmak güzeldir ve ihtiyaçların karşılanmasına vesiledir. Çünkü iyilerle beraber olmak, onların Allah Tealâ ile olan iyi ilişkilerinden, kulluklarından dolayıdır. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmış olduklarındandır. Umulur ki onlara gösterilen muhabbet ve alaka, yardım ve hizmet, dileklerin kabul olmasına ve ihtiyaçların karşılanmasına vesile olur.

Güzellikte. Süzlenmede mutedil olmak, dengeli davranmak ve aşırılığa kaçmamak gerek.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment