نماز جمعه

Muttakilerin Özellikleri (34)

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

Konu: Muttakilerin 31 Fazileti: Zenginlikte Kanaatkarlık

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmeyecektik. Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalplerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçisi ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele ve dava arkadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm Müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun

Muttakilerin 31. Fazileti Zenginlikte Kanaatkarlık

 وَقَصْداً فِي غِنًى

Kişi varlıklı olduğu halde ekonomik ve dengeli harcama yapıyorsa, bu kişinin kendi malının ve servetinin yetkisini elinde bulundurduğunu göstermektedir. Musrifler ve savurganlar aslında kendi irade ve yetkilerini mallarına kaptırmışlardır. Ancak bunun bilincinde değillerdir.

 Fazla mal sahibi olmak israf ve savurganlık yapmayı gerekli kılmaz. Malının esiri olmayan ve yetkiyi kaptırmayan kimse ne kadar zengin olursa olsun, harcamada aşırılığa ve savurganlığa kaçmaz. İslâm’da bir yandan tüketimde yapılacak aşırı sınırlamalar kınanırken, diğer yandan haksız veya “göze batan” tüketim eleştirilir. Bu nedenle, bir kimse parasını harcarken dikkate almak zorunda olduğu şey, sadece kendi kesesi değil, aksine bir bütün olarak cemiyetin kesesi ya da kasasıdır. İslâmî prensiplere göre tüketim harcamaları tek başına gelirin bir fonksiyonu değildir. Çünkü her ne kadar gelir artsa da tüketim alanları Allah’ın emir ve yasaklarıyla tanzim edilmiştir. Meşru alanların dışında tüketim yasaklandığı gibi, meşru alanlarda da “israf etmeme” prensibi konulmuştur. Bu durum bireyler için geçerli olduğu gibi toplumlar için de geçerlidir.

Bir toplumun durumunun iyi ya da kötü olması genel bir keyfiyettir; belli kesimin iyi olması ya da kötü olması, durumun tümüyle iyi olması veya toptan bozuk olması şeklinde algılanamaz, değerlendirilemez. Burada toplumun geneline bakılmalı; kesimler arasında bir denge tutturulmaya çalışılmalıdır

İslam’ın toplumda dengeleri tutturabilmek için koyduğu ilkelerden birisi de “vermek”tir. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver; ayetlerde ebeveyne iyilik tavsiyesinden itaat ve ihtiramdan sonra Allah Teâlâ bu ayette de diğer akrabalara vermeyi emrediyor. Akrabalar yoksul ve kazanmaktan da aciz iseler, kişi de varlıklı ise ebeveynine ve çocuklarına yaptığı gibi onlara da nafaka verip yardımda bulunmakla yükümlüdür. Akrabalık hakkı söz konusu olunca bunun sadece maddî ihtiyaçlarla sınırlı olmadığı; karşılıklı sevgi, sıla-i rahim (akrabalık ilişkilerini koruyup gözetme), iyi muamelede bulunma, darlıkta ve genişlikte ülfeti sürdürme, dayanışma vb. hususları kapsadığı da ayetten anlaşılan şeylerdir. Akrabanın yanında, akşamdan sabaha geçineceği bir şeyi olmayan yoksula ve yolcuya da zekâttan, sadakadan hakkının verilmesi emredilmiştir.

Musrifler ve savurganlar hem Allah tarafından ve hem de Peygamber dilinde çok şiddetli bir şekilde yerilmişlerdir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

İslâm’da israf ve cimrilik, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır. Nitekim,

 وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

“…Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31) âyeti israfın haram olduğunu açıkça dile getirmektedir.

İslâm’a göre mal varlığına dayanan bir farklılık, şımarıklığın ve gösterişin sebebi olmamalıdır. Kur’an, tüketimde dengenin esaslarını şu âyetlerle net bir şekilde ortaya koymaktadır:

وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا

“Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar, ne de cimrilik ederler. Harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.”( Furkan, 25/67.)

Bu âyette israfla cimrilik arasında mükemmel bir denge kurulması istenirken; İsrâ sûresinde de aynı ilke şöyle vurgulanıyor:

وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا

Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”( İsra, 17/29).Yani ne öyle ellerini boynuna bağlamış gibi cimri ol; ne de malını saçıp savur. Aynı surenin 26. ve 27. Ayetlerinde de infak ve harcama emredilirken tüketim sınırının ölçüsüzce aşılması yasaklanıyor, aşırı davrananlar ve savurganlık yapanlar şeytanların kardeşleri olarak tanımlanmışlardır.

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا

اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً

Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma!

Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür.

Savurganlar şeytanların dostlarıdır ifadesi, Kötü iş yapmak bakımından onlarla şeytanlar arasında bir benzerlik gerçekleşirşeklinde açıklanmıştır (Râzî, XX, 193). Râzî’ye göre âyet metninde şeytanın niteliği olarak geçen kefûr”dan maksat, şeytanın varlığını isyana adaması, yer yüzünde bozgunculuk yapıp insanları yoldan saptırmasıdır. Bunun gibi Allah’ın kendisine mal ve mevki nasip ettiği kimse bunu Allah rızâsına aykırı yollarda kullanırsa o da şeytanın niteliği olan kefûr sıfatıyla nitelendirilir

Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır:

– ثَلاثٌ مُهْلِکَاتٌ وَ ثَلاثٌ مُنْجِیاتٌ؛ فَأمّا المُهْلِکاتُ فَشُحٌّ مُطَاعٌ، وَ هَویً مَتّبَعٌ، وَ إعْجَابُ المَرْءِ بِنَفْسِهِ؛

وَ أمّا المُنْجِیاتُ فَخَشْیَةُ اللَّهِ فِی السِّرِّ وَ الْعَلانِیّةِ، وَ الْقَصْدُ فِی الْغِنَی وَ الْفَقرِ، وَ الْعَدْلُ فِی الرِّضا وَ الْغَضَبِ

Üç haslet insanı kurtuluşa ve üç haslet de helakete götürür. Helakete götüren hasletlere gelince:

Uyulan cimrilik, tabi olunan heva- heves ve kişinin kendisini beğenmesi. Kurtuluşa götüren hasletlere gelince: Gizlide ve açıkta Allahtan ürpermek, zenginlikte ve fakirlikte dengeli harcamak, öfkeliyken veya hoşnut iken adil davranmak.

 كُلُوا وَاشْرَبُواْ وَتَصَدَّقُوا وَالْبَسُوا في غَيْرِ إسْرَافٍ وَ مَخِيلَة

“Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.

sözü ile israfın yasaklığını ifade buyurmuştur. Dikkat çekici bulduğumuz şu olay İslâm’ın israf konusunda ne denli titiz olduğu hususunda bize yeterli fikir vermektedir:

أنّ رَسُولَ اللّهِ صلى الله عليه وسلم مَرَّ بِسَعْدٍ، وَهُوَ يَتَوضَّأ 

Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.) Sa’d’e uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (a.s.), (onun suyu aşırı kullandığını görünce);

فقَالَ مَا هذَا السَّرَفُ

“Bu israf nedir”? diye sordu. Sa’d de,

فقَالَ أفِي الْوُضُوءِ إسْرَافٌ؟

“Abdestte de israf olur mu?” dediğinde Hz. Peygamber (s.a.s) de

قَالَ نَعَمْ وَإنْ كُنْتَ عَلى نَهَرٍ جَارٍ

“Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile” şeklinde cevap verdi. (İbn Mâce, Taharet, 48, I,.148; Ahmed, II, 221.)

Kur’an-ı Kerim’de, insanın cimrilik duygusundan kurtulması ve bunun yerine cömertlik duygusunu geliştirmesi her vesile ile öğütlenmekte, Allah’ın cimrilik edenleri ve başkalarına da cimriliği tavsiye edenleri sevmediği belirtilmektedir

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا

Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah’ın kendilerine lutfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık. Cimrilik eden kimsede ise Allah’ın lütfuna karşı nankörlük ve güvensizlik vardır.

(Nisa, 4/37).

 Hz. Peygamber de cimriliğin yasak ve dinde hoş karşılanmayan bir haslet olduğunu,

خَصْلَتَانِ َﻻ تَجْتَمِعاَنِ في مُؤْمِنٍ: الْبُخْلُ، وَسُوءُ الخُل

“İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk, hadisiyle ifade etmiştir. Varlık ve servet sahibiyken dengeli ve mutevazi davranmak zordur. Muttakiler ancak bu erdemle süslenebiliriler. Kişi kendisini yeterli ve ihtiyaçsız hissetmeye başladığında azgınlık ve taşkınlığa başlar. Gerçek anlamda insan daime muhtaçtır. Ancak bazen bu tutkuya kapılabilir.. Bu da tabiki gaflet ve cehaletin bir göstergesidir. Konuyla ilgili olarak Yaratıcımız ve Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

كَلَّٓا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰىۙ اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ

“Hayır! Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek çizgiyi aşar. „

Müfessirlerin çoğunluğu 6. âyette eleştirileninsanile bilhassa İslâm’ın en azılı düşmanlarından olan Ebû Cehil’in kastedildiğini belirtirler. Rivayete göre Ebû Cehil, “Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun, Muhammed’i namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü toprağa sürteceğim!” diyerek onun namaz kılmasını engellemeye karar vermişti. Hz. Peygamber’i namaz kılarken gördüğünde yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve garip bir şekilde elleriyle kendini korumaya çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hareketler yaptığı sorulunca, Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi” demiştir. Hz. Peygamber, Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi!” buyurmuş, bu olay üzerine 6-19. âyetler inmiştir (bk. Müslim, “Münâfik^n”, 38; İbn Kesîr, VIII, 461).

Bu âyetlerin nüzûlüne böyle bir olay sebep olsa da, burada ifade edilen evrensel gerçek, hangi devirde olursa olsun insanın hayat mücadelesinde yalnız kendine güvenmesi, her durumda kendisini yeterli görüp Allah’ın yardım ve tevfikinden kendisini müstağni saymasıdır. Kur’an, Câhiliye putperestleri örneğinde, Allah’a karşı bu küstah tavrı çeşitli vesilelerle eleştirmektedir.

Gerçek şu ki” diye çevirdiğimiz kellâ kelimesi olumsuzluk edatı olup kendisinden sonra anlatılanların aslında olmaması gerektiğini ifade eder. Bu bağlamda, zenginliğine güvenerek şımaran ve kendini yeterli görerek nankörlük eden, azgınlaşıp hakka sırt çeviren insanın böyle yapmaması gerektiğini vurgular. Zira gerçekte insan zayıf ve muhtaç bir varlıktır; sağlık, huzur, sükûn ve emniyet içerisinde hayatını devam ettirebilmesi için öncelikle Allah’a ve kendisinin de üyesi bulunduğu toplumun diğer fertlerine ihtiyacı vardır. İnsanların ellerinde bulunan bütün imkânların gerçek sahibi ise kendileri değil, onu yaratan ve istediği anda ellerinden alma gücüne sahip olan Allah Teâlâ’dır. Buna rağmen insanın sahip olduklarına aldanıp şımararak Allah’a itaatten uzaklaşması, kendini kendine yeterli ve başkalarından üstün görmesi, kaderinin kendi elinde olduğunu iddia etmesi vb. küstahça tutumları bilgi, iman ve basiret eksikliğinden kaynaklandığı için Allah tarafından kınanmıştır.

İnsanların kahir ekseriyeti varlık ve zenginlik n gördüklerinde şımarıp isyan ve tuğyana başladığından dolayı, İmam Gazzali ve benzeri bir çok mutasavvıf alim Fakirliği insanlığın maslahatına daha uygun görmüşlerdir. «فلنطلق القول بأنّ الفقر لکافّة الخلق أصلح“Mutlak anlamda fakirliğin tüm insanların yararına olduğunu söylüyoruz. ( İhyau ulum-u Din Fakirlik ve zühd kitabı)

Başta namaz, oruç gibi ibadetleri yaptıktan sonra çalışmak da bir ibadettir.

Hatta hadîs-i şerifte, “Helâl yoldan kazanç aramak her Müslüman üzerine farzdır.” buyurulmuştur.

Rabbimiz yeryüzünü insan için hazırlamış, her şeyi insana hizmetçi yapmış, zemin sofrasını türlü türlü nimetlerle donatmış, insanlara “Çalışınız, kazanınız! Tembelliği terkediniz! Gayretli, hareketli olunuz! Meşru dairede israf etmeden yiyiniz, içiniz!” ferman etmiştir.

İnsan da akıl, ilim ve çalışmak suretiyle bu nimetlerden faydalanmasını bilmelidir. Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de,

“Yeryüzünü size boyun eğdiren Allah’tır. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın verdiği rızıktan yiyin. Sonunda dönüşünüz O’nadır.” (Mülk, 67/15) buyurulur.

Yâni yeryüzü işlenmeye müsaittir, dağlar hazineli direktir; altını, üstünü araştırmak, faydalı imkânları ortaya çıkarmak, madenleri işlemek, hazineleri çıkarmak insanın işidir.

Böyle zengin bir dünyada aç, susuz, işsiz, kârsız dolaşmak insanın kusurudur. Akıl anahtarıyla bu kapılar açılmalı, ilim ve fen vasıtasıyla her nimetten istifade edilmelidir.

Allah’a tevekkül bahanesiyle Müslümanın oturması, tembelhanelerde ömür sermayesini israf etmesi, rızk için çalışmayı ihmal etmesi caiz değildir. Çalışarak kendine ve ailesine kâfi miktarda kazanç elde etmeye gücü yeten kimsenin dilenmesi, rızkını başkasından beklemesi dinen yasaktır. Kuvvetli adamın sadaka alması da doğru değildir.

Muhterem mü’minler!

Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, Kasas Sûresi’nde şöyle buyurmuştur:

“Allah istirahatınız için geceyi lütfedip vermiş. Verdiği rızkı aramanız için de gündüzü yaratmıştır. Bunlar O’nun rahmetinin eseridir. Belki artık şükredersiniz.” (Kasas, 28/73)

Müslümanın vazifesi, bir iş, bir meslek tutup meşru dairede çalışarak helâl ve temiz kazanmaktır. Zira en bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı işsiz adamdır. Mesûd bir hayat, çalışmakla kazanılır. Çalışanlar kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Çalışmayanlarsa kendilerini kötülüklerden kurtaramazlar.

Çalışmak sıkıntıyı, fakirliği izale eder. Yalnız çalışma hayatımız meşru ölçüler içinde olmalıdır. Gayrimeşrû işlerde çalışmak Allah’ın emrettiği çalışma değil, nefis ve şeytana köleliktir; Allah yanında hiçbir kıymeti yoktur, zararı çok, hesabı çetindir.

İslâm nazarında en faziletli kazanç yolları ziraat, ticaret ve sanattır. Memuriyet ve işçilik de dinimizin mubah gördüğü kazanç yollarındandır. Dinimizde ölçü şudur:

Muttakiler varlık ve zenginlikte dengelidirler. Yokluk ve fakırlikte ise sabırlı, izzetli ve iffetlidirler. Usulüne göre helal rızık talebinde bulunular. Başkalarına yük olmazlar.

– الكادُّ على عِيالِهِ كالمُجاهِدِ في سبيلِ اللّه ِ

Ailesine geçindirmek için çabalayan Allah yolunda cihad eden kimse gibidir.- helal rızık talebi kosunda yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, bir çok ayet ve rivayet mevcut bulunmaktadır.

إنَّ اللّه َ تعالى يُحِبُّ أن يَرى عَبدَهُ تَعِباً في طَلَبِ الحَلالِ

“Allah kendi kulunu helal rızık talebinde yorgun düşmüş görmekten hoşlanır

Kişi Allahın verdiklerıyle Ahiret yurdunu temin etmeye kalkışıp dünyadanda nasibini unutmamalı. Sebepler dünyasında yaşadığımız için, kendimize düçen telaş ve çabayı göstermeli, tembellik ve hırstan uzak durmalıyız. Mevlananın ifadesiyle mışmış ağzıma düş şeklindeki yaklaşımlardan kaçınmalıyız.

Peygamber Davudun zamanında biri

Her bilgili ve bilgisizin yanında

Şu duayı okurdu o her daim

Zahmetsiz bir serveti bana ver, ya Rabbi

İnsanlar onun bu talebine gülerdi

Ham tamahı ve tembelliğine şaşardı

Rızkın yolu telaş, çaba ve yorulmaktır

Allah her kese bir yetenek vermiş ve talep

Rızıkları sebeplerinde arayın

Memleketlere de kapılarından girin.

Şu iki dua cümlesiyle hutbemize son veriyoruz.

– اللَهُمَّ إنِّى أَسْأَلُکَ إیمَانًا تُبَاشِرُ بِهِ قَلْبِى، وَ یَقِینًا حَتَّى أَعْلَمَ أَنَّهُ لَنْ یُصِیبَنِى إلَّا مَا کَتَبْتَ لِى، وَ رَضِّنِى مِنَ الْعَیْشِ بِمَا قَسَمْتَ لِى (مفاتیح الجنان: دعای ابوحمزه ثمالی)

Allahım vasıtasıyla kalbımde benimle eşlik edeceğin bir iman, takdirinin dişinda hiç bir zararın bana dokunmayacağını bildiğim bir yaqin ve taksimina razı olduğum bir hayat senden istiyorum.”

Haram yoldan kazanç elde etmeye çabalamak, aslınmda bir açıdan ilahi takdire kötümser olmaktır. Yani Allah helal yoldan rızık elde etme yollarını kapatmışmıdır.? Helal yoldan rızık için çabalıyarak Peygamberin şu duasını terennum etmeliyiz.

اللَّهمَّ أغْنِني بحلالِكَ عَن حَرَامِكَ، وَ بِفَضلِكَ عَمَّن سِوَاكَ

Allahım helalinle harama beni harama, faziletinle senden başkasına muhtaç kılma

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment