Muttakiler: Ahiret hakkında kesin bir
bilgiye sahiptirler

 

Hamburg İslam Merkezi Başkanı ve İmamı

Hüccetül İslam Dr. Muhammed Hadi Müfettih

 

 

 

Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru
yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmeyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona ibadet ediyor ve
Ondan yardım ve medet talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalplerimizin mahbubu, nefislerimizin munisi, günahlarımızın
şefaatçisi ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed Mustafa ile risaletinin
ve ilminin varisi ve sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mücadele
ve dava arkadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi
ise tüm Müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem bacılar ve değerli
kardeşlerin üzerine olsun

 

 

 

Muttakilerin dokuzuncu özelliği: Kıyamete ilmel yakin ve hakka’l
yakin derecesinde inanmaktalar:

“Cennete oranla orayı görüp nimetler
içinde yaşayan ve cehenneme oranla da orayı görüp azap çeken kimse gibidirler. Kalpleri
mahzundur. Kötülüklerinden her kes emindir.

 

Yakinin Kur’andaki
mertebeleri:

Kur’anı Kerimde yakinin üç aşamasından
söz edilmektedir. İlmu‘l yakın, a’ynu‘l Yakin ve Hakku’l yakin mertebeleri.

 

İlmu’l Yakin: Akli delil
ve veriler sayesinde elde edilen bilgi neticesinde hâsıl olan yakin mertebesidir.
Bu aşamada herhangi bir şüphe ve tersliğin olmaması gerek. Kişinin dumandan ateşin
varlığına kani olması gibi. Bu aşama yakinin ilk aşamasıdır.

 

 

Kur’anı Kerim ahiret ile ilgili ilmi
yakin mertebesi hakkında şöyle buyurmaktadır. “Hayır sandığınız gibi değil
eğer ahiret hakkında ilme‘l yakın bilgiye sahip olmuş olsaydınız, kesinlikle cehennemi
bu dünyada basiret gözüyle görmüş olacaktınız.„

 

A’yne‘l Yakin Aşaması: İlme’l
yakin aşamasından daha üstün olan bir bilgi aşamasıdır. Bu aşama müşahedeye ve görmeye
dayanmaktadır. İlme’l yakin ile A‘yne’l yakin bilgi aşamaları arasındaki fark işitmek
ve görmek gibidir. Ateşten haberdar olmak ve kişinin ateşi kendi gözüyle görüp
müşahede etmesi gibi.

 

 

Kur’an kıyamet ile ilgili A’ynu’l
yakin bilgi aşaması konusunda şöyle buyurmaktadır: “Sonra kesinlikle onu cehennemi
gözleriyle görmüş olacaklardır.“

 

İmam Sadık bu bağlamda şu rivayeti
nakletmektedir: Yahudi din âlimlerinden biri Emiru’l Müminin İmam Ali’nin huzuruna
geldi ve şu soruyu sordu: İbadet ettiğinde Rabbini görüyor musun? İmam cevabında
şöyle dedi: Görmediğim Rabbe ibadet etmem.

Yahudi alimi peki
nasıl gördün? İmam cevabında gözler onu muşahede yoluyla görmez, ancak kalpler imanın
hakikatıyla O’nu görür. Kafi c 1. S.98

 

Hakku‘l Yakin: Bilginin
en üstün mertebesidir. Hakiki ve ayni bir aşamadır, zihni değil. Yani bir şeye dokunarak
veya onu yaşıyarak veya onda yaşayarak kişinin elde ettiği aşamadır. Ateş örneğini
verdik dumandan ateşi farketmek ilmu’l Yakin aşamasıdır. Ateşi görmek aynu’l Yakin
aşamadır. Ateşe dokunmak ve tesirini hissetmek ise hakku’l yakin aşamasıdır.
Bir başka örnek daha versek şöyle diyebiliriz. İstanbul hakkında coğrafya kitplarında
okursunuz. Büyük ölçüde bir bilgi sahibi olursunuz bu ilme‘l yakindir. İstanbul’u
tümüyle televizyondan görüyorsunuz, bu vesileyle bilginiz biraz daha somutlaşmış
ve aynileşmiş oluyor sübjektiflikten objektifliğe yükseliş. İstanbul’a geliyor ve
orada yaşıyorsunuz. Bu aşamada elde edilen bilgi hakku‘l yakın derecesindeki bir
bilgidir.

 

Kur’an uhrevi azap hakkında konuşurken
hakku‘l yakin den bahsetmektedir. Vakıa suresi 92ila 95. Ayetlerde şöyle denilmektedir.
‘‘Fakat eğer sapık yalancılardan ise, kaynar su ile ağırlanır ve cehenneme atılır
kuşkusuz bu kesin bilginin Hakku’l yakinin özüdür.“

 

İman ehl-i ahiret aleminin hakikatleri
hakkında ilmu’l yakin aşamasından daha fazla bir yakine ulaşamazlar. Kıyamet ile
ilgili deliller ve kanıtlar araştırıldığında, iman ehl-i olan dindar insanlar ahiret
konusunda ilmu’l yakin seviyesinde bir bilgiye sahiplenmiş olurlar. Ancak İmam Ali
Hammam hutbesinde onların faziletlerini anlatırken, onların kıyamet ve ölüm sonrası
hayat hakkında ilmu’l yakin ve hakkul yakin derecesinde bir bilgiye sahip olduklarını
söylemektedir.

 

Burada tabiki şöyle bir soru gündeme
gelmektedir. Cennet ve cehennem şimdilik mevcut mudur? Yoksa sonra mı yaratılacaktır.
Cennet ve cehennem şimdilik mevcut bulunmaktadır. Bazı ayetlerden bunu anlıyoruz.
Örneğin konuyla ilgili olarak Mü’min Ğafır suresi 46. Ayeti kerimede şöyle denilmektedir:
“Sabah ve akşam ateşe sunulurlar. O saatin kıyametin geldiği gün de, Firavun
azabın en çetinine sokun„ Bu ayeti kerimede hesap gününden önce bir azaptan
ve ateşten bahsedilmektedir.

 

Cennet ve cehennem hakkında aynu’l
yakin derecesinde bir bilgiye sahip olan insanların haleti ruhiyesi ile ilgili olarak
İmam Caferi Sadık a.s Allah Resulünden şu hadisi naklatmaktedir: Peygamber
bir gün ashabından Harise bin Malikeyi gördü simasından haleti ruhiyesini anladı
ve ona sordu Harise ne olmuş sana?

Harise ya Resulullah
yakine ulaşmış bulunuyorum.

Peygamber her şeyin
bir hakikati vardır, senin yakinin hakikati nedir?

Harise cevabında
şöyle dedi: Ben dünyadan kopmuşum. Geceleri ibadetle ihya etmişim ve gündüzleri
aç ve susuz kalmışım. Şimdi arşı ilahiye bakıyorum sanki insanların muhasebesi için
hazırlanmıştır. Cennetlikleri cennet de ve cehennemlikleri de cehennemde görüyorum.

 

 

Bu hususu Mevlana
Celaleddin şu şekilde şiire dökmüştür

 

Peygamber bir sabah Zeydin birine dedi

Nasıl sabahladın sen ey dostum safa ehli

Mumin bir kul olarak, peygamber sordu yine

İman bahçesi gül açmışsa bunun nişanesi ne?

Gündüzleri aç susuz kaldım dedi

Aşk ateşinden yatmadım geceleri

Bir mızrak nasıl kalkanı deler geçer

Öylesine gece ve gündüzü delip geçtim

Peki bu yolculuktan bu diyarın insanına

Hediye olarak ne getirdin ki anlaya

İnsanlar gördüğünde yıldızları gökleri

Ben görürüm arşı ve arştakileri dedi

Sekiz cennet yedi cehennem gözümün önünde

Şamanın önünde put gibi, durur önümde

Tek tek ayırırım ben birbirinden insanları

Değirmende arpayı buğdaydan ayırmam gibi

Yabancı kim ve cennetlik kimdir

Bana yılan ve balık gibi aşikârdır.

 

 

 

Toplumsal sıkıntılar, zulümler, cinayetler,
hak ihlalleri, öldürmeler ve yaralamalar, dökülen kanlar ve gözyaşları, haksız kazançlar
ve işlenen yıkıcı ve yakıcı günahların yegâne sebebi insanların ahiret ve Mahkeme-i
Kübra hakkında kesin bir bilgi, bilinç ve imandan yoksun olmalarıdır. Gerçekten
ahirete inanan insan kendi geçici dünya hayatının refahı ve rahatı için nasıl başkalarına
zulüm ve sitem de bulunup haklarını payimal edebilir? Dünya hayatının geçici olduğunu
her gün biz gözlerimizle görüyor ve tecrübe ediyoruz. Her gün yakınlarımızdan eş
ve dosttan, genç ve ihtiyar gözlerimizin önünde bu dünya hayatını terk edip Beka
Diyarına göç etmekteler. Eğer gerçekten ahirete ve ebedi hayata inanıyorsak. Bir
kaç günlük dünya hayatı için ahiretimiz ve edebi hayatımızı ayap ve ateşe değişmeyi
kabul eder miyiz? Ahirete inanan zulüm yapmaz, insan öldürmez can yakmaz, çünkü
bedelini canıyla ödeyeceğine kesin kes inanmaktadır.

 

Kur’anı Kerim adaletsizlik ve toplumsal
sorunlar ve haksızlıkların kökünün, ahirete ve ilahi mahkemeye inanmamaya uzandığını
söylemektedir.

 

Maun suresinde bu konuda Yüce Mevla
şöyle buyurmaktadır.

“Ceza ve mükâfat
gününü yalanlayanı görmüyormusun. O yetimi acımasızca itip kakar. Yoksulu doyurmaya
kimseyi özendirmez. Yazıklar olsun o namazlarından gafil olan namazı zayi eden
namaz kılanlara. Onlar gösteriş yaparlar. Ve ihtiyaç duyulan şeyleri ihtiyaç duyanlara
vermekten sakınırlar. „

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment