Yazar: Muhammed
Avci

Zulüm ve
adeletsizlik mazlum ve savunma gücü olmayan insanların yaşama haklarını yok
etmişti, halklar kölelik zincirine mahkum edilmişlerdi; zengin ve kudret sahibi
olanlar, mazlum insanların sırtından kazanç sağlıyarak saltanat tahtlarını
onların umuzlarında devam ettiriyorlardı.

Bu karanlık
dönemin aydınlatıcı nuru olan İslam‘ın doğuşu, mazlum ve ezilen insanların ümit
kaynağı olmuştu; tarihin bu döneminde ilahi adeletin tecelli etmesi mazlumların
kanayan yarasına yavaş yavaş merhem sürmüş onların ellerinden tutarak yaşama
haklarına kavuşturmuştu. Sömürgecilere karşı sesini yükseltme cesarteini
vermişti.

İlahi
adaletin yükselen sesi kısa bir zamanda Arap Yarımadası‘nda hakimiyetini
sağlamakla birlik’te Sasani İmparatorluğu‘nun ve Bizans İmparatorluğu‘nun
kapısını çalabilecek kadar muktedir olmuştu.

Arap
yarımadasının hakim gücü olan Mekke müşrikleri Resuli Ekrem‘in sahibi bulunduğu
İslam dini karşısında almış yenilgilerinden, kıskançlık içlerinde yanan bir
ateş koru gibi düşmanlık yaratmıştı. Ayrıca müslüman olduklarını iddia eden
ikiyüzlüler Velayeti İlahi’ye karşı sönmek bilmeyen kinleri onları yahudilerle
gizliden işbirliği yapmaya zorlamıştı. Bunu gören yahudiler kapılarını sonuna
kadar açarak müşterek düşmanları olan Hz. Muhammed s.a.a ’e karşı güçlü bir
cephe oluşturma hazırlığı içine girmişlerdi. Gizli ve müşterek çalışmalarında
ki hedef peygamberin vefatından sonra velayet ve risalet makamını ele geçirerek
Tevratı ve İncili tahrif ettikleri gibi Kur’an’ı da tahrif  ederek eski saltanatlarını İslami surette
göstererek devam etmekti.

Bu ümitle
yaşarlarken beklemedikleri bir sesin Gadiri Hum mevkisinden yükselmişti. Bu ses
Peygamber tarafından velayet mektebinin Ali a.s ’la devam edeceğinin ilanı
idi. İçlerindeki risalet kini onları kasıp kavururken Ali’nin a.s velayetinin
ilanı onların yarası üzerine tuzla biber serpmiş oldu. Bu yara bazılarının
sinesinde bin dörtyüz yıldır halen devam etmekte; her nekadar bu düşmanlığı
ilan edemiyorlarsada Ali taraftarlarına olan düşmanlıkları velayete olan
düşmanlıklarını ve içlerindeki tarihi düşmanlığı doğrulamaktadır.

Velayetin ilanı ve Gadir mevkisi:
Gadir-i Hum mevkisi Mekke ile Medine
arasında Cuhfe denilen bir yerin adıdır. Resuli Ekrem Hac merasimini
tamamladıktan sonra Medine`ye doğru hareket eder. Gadir-i Hum mevkisine
geldiğinde, Cebrail a.s ilahi mesajı getirir ve hacılara ilan edilmesini
bildirir. Bu emir üzere peygamber tüm hacıların toplanmasını ister. Munadiler
etrafa yayılarak peygamberin emri üzere peygamberin bulunduğu Gadir mevkisinde
toplanmalarını bildirirler ve hacılar her ne kadar peygamberle vedalaşarak
ayrılmışlardıysa da önemli bir iş olduğuna inanarak geri dönüp Resuli Ekrem‘in
etrafında toplanırlar. Bu toplanmanın hedefinde insanların peygamberden sonra
takib edecekleri yol, hedef ve rehber’in belirlenerek tayin edilmesi vardı.
Ayrıca adalet, güven ve emniyet içinde yaşama imkanını devam ettire bilmeleri
için yüce Allah peygamberine daha önceden bildirmiş olduğu Ali’nin velayetinin
ilan edilmesini ister. Bu ilan velayet ve risaletin düşmanları tarafından kabul
görülmeyeceğinin korkusu olmasına rağmen Allah‘ın emriyle peygamber Ali’nin
velayetini ilan eder.

 Ey Resül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.
Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayet etmez. 5/67

Ayetin metninde Hira dağındaki Kadir
Gecesi’nde ilahi bir emirle gerçekleşen Risalet ve nubuvvet merasimi,
beşeriyetin hayatına kıyamete kadar yön verecek hakikattir. Maddi alem ile mana
aleminin müştereği olan yeryüzünde gerçekleşen bu merasimde peygamberden sonra
devam edecek olan velayeti ilahinin sorumluluğunu taşıyacak olan Ali’nin
velayet görevi de bu gecede verilmişti. Zira bu gecede beşer olarak Resuli
ekremin yanında sadece Ali a.s bulunmakta idi. Mütavatır olarak bize kadar
gelen bu tarihi olayı şu hadisi şerif kanıtlamaktadır. ‘’Kadir gecesinde Resuli
Ekrem’in nübuvet ve risalet göreviyle görevlenmesi ayrıca Ali`ninde velayat
göreviyle görevlendirmesi sonuncunda Şeytan büyük bir ümitsizliğe düştüğünden
dolayı merkeb gibi anırmaya başlar bu sesi duyan Ali a.s Peygamberden sorar.
Bu ses kimin sesidir deyince peygamber velayet nurunun kıyamete kadar devam
edeceği kesinleşerek tescil edildiğinden dolayı şeytan ümitsizliğe kapılarak
anırmaya başlamıştır; bu ses şeytanın sesidir diye buyurdu.

Gadiri-Hum olayından önce Ali
a.s ’mın velayetinin tescili Kadir Gecesi’nde olduğunu kanıtlayan bir diğer
delil ise Beytullah’ta dünyaya gelmiş olmasıdır. Bu olay tavaturen kesintisiz
bize kadar gelmektedir. Olay şu şekilde nakledilmiştir: ‘’Fatma binti esed Ebu
Talibin hanımı Ali`ye hamile iken tavaf etmek için beyte gitmiştir. Ceddi
İbrahim a.s ‘ın dini üzere beyti tevaf etmeye başlar, tam bu esnada doğum
sancısı tutar. Utancından mevlasına yüzünü döner ve yalvarmaya başlar: Ya Rab
ben ceddim İbrahim`in dini üzere senin beytini tavaf etmekteyim, beni bu toplum
içinde utandırma bana yardım et!’’ diye dua eder ve bu esnada Beyt’in duvarının
açıldığını görünce ordan içeri girer ve duvar tekrar kapanır. Bu olay Mekke`de
yayılır ve Beyt’in anahtarlarının sahibi olan Ebu Talib’e haber verilir. Ebu
Talip gelir ama bir türlü beytin kapısı açılmaz, bu olay üçgün devam eder,
nihayet Fatma`nın içeri girdiği duvar tekrar açılır ve Fatma binti Esed
kucağında bir çocukla dışarı çıkar. Ebu Talip yaklaşır ve çocuğunu kucağına
alır, ama çocuk asıl sahibini arar ve nihayet peygamber Ebu Talib’e yaklaşır ve
Ali’yi kucağına alır ve kendisinden sonra devam edecek tarihin velayet
çizgisini belirleyen şu mubarek sözleriyle Ali a.s ‘ın velayetini ilan eder.
‘’Sen benim vasim ve benden sonrada ümmetin velisisin’’

 Ayrıca Ali a.s bebekken onu Hazreti Muhammed
s.a.a yanına alması ve onu kendi nezaretinde tutup onu peygamberi ahlakla
terbiye etmesi, onu sinesinde büyütmesi ve gittiği her yere beraberinde
götürmesi kendisinden sonra ilahi velayet görevini alacağına açık bir delildir.

Diğer bir delil ise yüce İslam
peygamberi risalet ve nubuvvetle görevlendikten sonra yapmış olduğu ilk iş
Kureyş’in ileri gelenlerini davet etmiş olmasıdır. Bu davetin metninde var olan
hakikat tevhidi akidenin ilanı ve kendisinde sonra bu akideyi devam ettirecek
olan Ali a.s ’ ın velayeti vardı. Yüce İslam peygamberi Kureşlilerden tepki
alacağını bildiği halde ilahi emri yerine getirmeyi risalet görevi olduğunun
bilinci içinde büyük bir cesaretle ilan eder ve Kureyşin ileri gelenlerinden
ciddi bir tepki alır. Yapılan bu ilan ve alınan tepki Ali’nin a.s velayetinin
tescili Hira dağında yapıldığını göstermektedir. 

Peygamberi Ekrem her gittiği yere
Ali a.s ‘ı da beraberinde götürmesi Ali a.s ’ında Hira dağında olması
yadırganacak bir olay değildir. Çünkü peygamber onu sinesinde büyütmüş ve
yediğinden yedirmiş, içtiğinden içirmiş ve onun elinden tutarak onu büyütmüş,
ilim ve güzel ahlakla onu mücehhez kılarak insaniyet mektebine kamil bir insan
olmayı Ali a.s ’ın şahsında cihana tanıtmıştır. Peygamberin bunca hizmet ve
emeğinin hedefinde kendisinden sonra velayet makamına Ali a.s ’ın atanacağını
bildiği için ona hizmet ederek yetiştirmeyi ilahi bir görev olduğu bilincile
yapmakta idi

Velayet:
Beşeriyetin fıtratında varolan
velayet inancı insanın dünyaya attığı ilk adımla başlamıştır. İnsanlık
tarihinin olmazsa olmaz gerçeği olan velayet inancı tarih süreci içinde iki
ekol olarak devam etmiştir: Beşerin hayatında var olan velayet gerçeği; ya
İlahi velayetin gölgesinde veya beşeri velayetlerin tehakumu altında
hayatlarını devam ettirmişlerdir. Günümüzde bu çok açık ve net bir şekilde
görülmektedir. Ya Amerika`nın velayetini kabullenerek onun şemsiyesi altında
hayatlarını şekillendirmekteler veya islam topraklarının bir parçası olan
İran’da tecelli eden ilahi velayeti kabullenerek onun gölgesinde hayatlarını
şekillendirmiş olurlar. Amerika`nın şemsiyesi altında namaz, oruç, hac, zekat,
cihad ve sayire ibadetlerini yapanlar ilahi bir hedefe varamazken; Velayet-i
Fakih’in velayet şemsiyesi altında namazını, orucunu, haccını, humus ve
zekatını, cihad ve diğer ibadetlerini yapanlar hem kendileri hem ümmetin
kurtuluş vesilesi olacaklardır.

Velayetin insan hayatındaki önemi:
‘’Onları emirlerimizle insanlara
doğru yolu gösteren önderler yaptık. Kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz
kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet ederler.’’21/73

Yukardaki ayet insanların takip
edeceği yolun haritasını ve hak öncüden haber vermektedir. Bu ilahi emir ve
öneri birkaç önemli noktaya işaret etmektedir.

Önce İnsanlığın beyni olan İmamete
işaret ederek hayatın ancak onunla düzenli hareket edebileceğinin haberini
verir. ikinci olarak bölünme ve tefrika ateşinden kurtulmanın reçetesi
emirlerin tek merkezden olmasına işaret eder. Üçüncü olarak da ilahi merkezli
olan ilahi emirleri insanlara doğru yolu göstermek için ilmiyle amil, takvası
ile maruf, cesaret ve metanetile tanınan ve yiğit duruşuyla kafirlerin,
fasıkların ve munafıkların kalbinde korku yaratan veliyi fakihin etrafında
birlik ve beraberliğin sağlanabileceğ hakikatı bildirilir. Bununla
müslümanların kardeşce birbirlerine kenetlenmeleri mümkün olur.

İnsanların farklı yerlerden emir
almasıyla dökülen kanın hakkın alınabilmesi ve tefrika ateşinin viraneye
çevirmiş olduğu aile yuvalarının imar edilmesi için yüce Allah elçisi İslam
peygamberi ile kıyamete kadar devam edecek nesillere şu emri ulaştırmasını
ister:

‘’Hepiniz toptan, Allah’ın ipine
dinine sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın! Allah’ın sizin üzerinizdeki
nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi
birbirine ısındırmış ve onun lutfu ile kardeş oluvermiştiniz.Siz bir ateş
çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekte sizi O kurtarmıştı. Allah size
ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.’’ 3/103

Ayeti dikkatla okuyacak olursak
beşeriyetin takib edecek yolu, çizgi ve hedefi açık ve net bir şekilde belirlenmiştir.
Velayet makamındaki ilahi görevliye ve onun omuzlarındaki taşımış olduğu
Kur’an-i Kerim’e hep birlikte sımsıkı sarılma istenmiştir; zira ümmetin
bütünlüğünü ve serbülent olması ancak yaşamakta olan ilahi bir liderin
etrafında kenetlenmekle gerçekleşir.

Bilinmeli ki ilahi olmayan kanun ve
yasalar, düşünce ve tefekkürler fitne ve fesadın, tefrika ve ayrılıkların,
sömürü ve zulmün mayası oldukları açıktır. Ayet ayrıca imamet ve velayetin
insan hayatındaki önemine dikkat çekerek, ümmet birliğinin ancak ilahi kanun ve
yasalara teslim olmuş Kur’an ve sünnetle hayatını şekillendirmiş bir liderin
etrafında tesis edileceğini açıklar. Yani İslami ve insani değerlerin korunma
altına alına bilmesi için tek bir Veliy-ül Emr’in şemsiyesi altında el sıkışarak
ve kardeş olma ile mümkün olacağının haberi verilmektedir.

Tarih boyunca İslam düşmanları
ümmetin birlik ve beraberlik içinde ve kardeşçe yaşamalarının teminatı olan
Velayet-i Fakih müessesesini hedef almış ve ümmeti başından vurarak başsız bir
beden bırakmak istemişlerdir. Bu hedef doğrultusunda tüm güçleriyle bu
müesseseyi ilğa etmek için batıl cephesi muttefikleriyle birlikte
çalışmaktadırlar. Ne yazık’ki müslümanlar büyük bir gaflet içinde bu cinayete
ortak olmaktadırlar.

Yukardaki ayetin ikinci aşamasının
da velayetin insan hayatındaki yerini şöyle beyan eder:

’’Onları emirlerimizle insanlara
doğru yolu gösteren önderler kıldık.’’

İlahi önder büyük ve oldukça
karanlık bir dünyanın mozaik ve karmakarışık olan  siyasi yelpazeler arasında yolunu kayıp etmiş
ve bir arayış içinde olan insanların elinden tutar ve doğru yola ulaştırır.
Velayete olan inanç, insanın iç dünyasında güven ve emniyeti sağlayarak onun
dış dünyasını ilahi emirlerle onarır; böylece insan güzelliklerin, iyiliklerin
ve adeletin sembolü olur.

Velayet makamında bulunan önder,
Kur’an’dan aldığı ilhamla insanlığın elinden tutarak doğru ve ilahi olan bir
yol üzerinde hareket etmelerini sağlar. İnsanların güven ve huzur içinde
hayırlı ve bereketli işler yapmalarına ve onların kurtuluşuna vesile olur.
Ayetin üçüncü aşamasında namaz kılma felsefesinin insanların manen her türlü
kötülükten ister kötü düşünmeden ister kötü iş yapmadan temizlenme olduğunu
açıklar. Mülkiyetin temizlenmesi için helal yoldan kazancı, humusu ve zekatı
emr eder. Ayrıca insanın maddi ve manevi değerlerini ilahi elçiler ve velayetle
görevli önderlerle denetime alır.

Beşeriyetin hayatında bukadar önemli
bir yeri olan velayet ve imametin tayini peygamber tarafından yapılmadığını
iddia eden İslam düşmanları ümmet arasında tefrika ateşini yakmışlardır ve
böylece ümmet bütünlüğünü bozmuş ve onlara hakim olmuşlardır. Ehl-i Sünnet ve
Şia isimleri altında ümmeti ikiye bölmüş olanlar toplumun cehaletinden istifade
ederek tarih boyunca düşmanlık tohumlarını ümmet arasında ekmişler ve hala bu
fitne ekiciler fitne ekmeye devam etmektedirler. Ama günümüzün aydın ilim
adamları ve uyanmış halk kitleleri düşmanların kendi tarlalarına fitne tohumu
ekmelerine müsade etmiyeceklerdir.

Ehl-i Sünnet ve Şia kavramlarının
türkçe olarak mana edecek olursak her ikisinin bir kabta toplanacağını
göreceğiz:

Mesela, Ehl-i Sünnet yani
peygamberin emirlerini dinleyen ve onun gösterdiği yolda yürüyen ve emr
ettiklerini yaşayanlara denilmektedir. Şia, Peygamberin  yolunda yüryerek ve emrini harfiyen yaşıyarak
ve yaşatmak için can pahasına onu koruyarak Kur’an ve Sünnet’e göre hayatlarını
şekillendirmiş ve peygamberin emri üzere Ali a.s ve evlatlarının yolunu takip
edenlere denilmektedir. Bütün İslam muhaddislerinin ittifakla kabul ettikleri
bir hadisi şerifle Ehl-i Sünnet’in kimler olduğuna nokta koyalım:

‘’Ben size iki ağır emanet
bırakıyorum, bu ikisine sımsıkı sarılacak olursanız benden sonra asla delalete
gitmezsiniz: Birincisi Allah’ın kitabı Kur’an-i Kerim, ikincisi ise benim Ehl-i
Beytim’dir. Bu ikisi asla ve asla birbirinden ayrılmazlar ta Havzi Kevser’de
bana gelinceye kadar.’’

Bu hadisi şerifi Tırmizi, Ebu Davut,
Süneni Nebni Mace, Ahmet bin Hambel ve Müslim rivayet etmişlerdir.

Ali a.s ’ın velayetinin ilanı ve
Gadir-i Hum:
Gadir-i Hum hadisesine ve Ali
a.s ’ın velayetinin ilanına şahitlik yapan 109 sahabeden bir kısmının
isimlerini zikrederek konunu önemine dikkatleri çekmek istiyorum: Ebu Hureyre,
Ebu Leyli Ensari, Ebu Kudame Ensari, Ebu Bekir bin Kuhafe, Usame bin Zeyd, Ubey
bin Kabul Ensari, Ummu Gulsum Cevci Nebi, Cabir bin Abdullah Ensari, Ebu
Eyyubul Ensari, Zeyd bin Ekrem Ensari, Sad bin Ebi Vakkas, Aişe binti Ebu Bekir
peygamberin hanımı , Abbas bini Abdulmutalip peygamberin amcası , Abdurahman
bini Avf, Abdullah bini Rebi-i, Abdullah bin Abbas, Osman bin Affan, Adi bin
Hatem, Ammar bin Yasir, Ömer bini Hattab. 109 ravinin içinden seçerek nakl
edilen bu isimler sahabeler arasında ve İslam ümmeti arasında tanınmış ve
saygıyla anılan sahabelerdir. İslam ümmetinin kalbinde muhabbet tahtı kuran bu
isimler, zilhiccenin onsekizinci gününde ve Gadir-i Hum mevkininde peygamberin
120 bin sahabesinin huzurunda Ali a.s ’ ın elini tutarak velayetinin ilan
etmiştir.

 Bu olay şu şekilde gerçekleşmitir:
‘’Resuli Ekrem öğle namazını
kıldıktan sonra yüksek bir yere çıkarak bir hutbe irad etmiştir. Bu hutbede
Allah’ın emirlerini kusursuz ve doğru tebliğ ettiğine dair oradaki insanlardan
ikrar aldıktan sonra şöyle buyurur: ‘’Acaba ben müminlere kendi nefislerinden
daha evla değilmiyim? Oradakiler yanıtladılar: Evet! sen bize bizim
nefislerimizden daha evlasın. Bu onaydan sonra Peygamber Ali’nin elini tutarak
oradakilerin görebileceği kadar iki el yükseldi herkes Ali`nin elinin
peygamberin eliyle birlikte olduğunu gördüler. Sonra Peygamber beşeriyetin
hayatında önemli bir yere sahip olan ve kıyamete kadar devamı istenilen tarihi
sözünü söyler ve Ali a.s ’ın velayet ve imametini ilan eder: ’’ Allah’ım! Ben
kimin mevlası’isem bu Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım! Onu seveni sev, ona yardım
edene yardım et’’. Resuli Ekrem bu ilanı üç defa tekrar eder. Ahmet bin Hambel
Hambeli mezhebinin kurucusu ise peygamber bu ilanı dört defa tekrarladığını
nakl eder. Resul-i Ekrem emr olunan ilahi velayeti ilan ederek Risalet ve
Nubüvvet görevini tamamlamış olur. Bu ilandan sonra orada bulunan 120
bin sahebe Ali’nin velayetini kutlar ve tebrik ederler.

Bu
cihanşumul atamayla insan hayatındaki velayetin önemi ve zarureti beyan
edilmiş, insanların takip edecekleri yol haritasını açıklanmış olur.

Hazreti Muhammed s.a.a ardından
buyurur:
‘’Latif ve habir olan mevlam bana
haber vermiştir, benim Ehl-i Beytim ve Kur’an birbirinden Havuzun başında bana
gelinceye kadar ayrılmayacaklardır. Bende mevlamdan bunu istemiştim. Dikkatlı
olun Kur’an ve Ehl-i Beytim’den önde yürümeyin helak olursunuz; aynı zamanda
ondan geride kalmayın yine helak olursunuz.’’ Hazret sonrada ikazda bulunur ve
şöyle davam eder: ’’Hazırda olanlar olmayanlara bu emrimi ulaştırsınlar’’.

Velayet inancının tarihe yansıması:
İslam ümmetinin arasında tarih
boyunca süre gelen imamet ve velayet konusu önemli bir yer işgal etmiştir.
İslam muhaddisleri ve tarihçilerin mutavatır ve sıkke güvenilir olarak kabul
ettikleri Gadir-i Hum olayını ve hatta gayri İslami olan tarihçilerin
yazmalarına rağmen İslam mezhepleri arasında yukardaki ayetin nuzul sebebi
hakkında çeşitli görüşler beyan edilerek ümmet arasında derin uçurumlar
oluşmuşdur. Bu ayrılıklar nisbi olarak Nübuvvet, Risalet ve İmamet makamına
düşman olanların içini rahatlatmıştı. Ancak onların asıl hedefi  Kur’an’i Kerim’i tahrif etmekti, ama Ali
a.s velayet makamına Gadr-i Hum`da atanması ile onlar hedeflerine
kavuşamadılar ve hala bu acıyı çekmekteler.

Asrımızda öz Muhammedi İslam’ın
düşmanları karşısında asrımızın velayet mektebinin büyük devrimcisi olan İmam
Humeyni ve onun yolunun takipçisi olan ümmetin Veliy-ül Emri İmam Seyyid Ali
Hamanei durmaktadırlar. Kur’an’i Kerim’i Tevrat ve İncil’in seviyesine getirmek
isteyenler yine yenileceklerdir, çünkü onu bütün canlılığıyla hayata alarak düşmanları
yasa boğan ilahi önderler velayet vazifesini yerine getirmektedirler.

İran İslam İnkılabı’yla  yeniden Kur’an’ın hayata alınması, siyasetin
onunla şekillemesi İslam düşmanlarına korku saldı, bundan dolayı tek cephede
birleşip İnkılabı boğmak istediler. Ama Ali a.s. ‘ın velayetini canı pahasına
korumakta olan müminlerin Emiri Seyyid Ali Hamanei bu planlarını da suya
düşürerek İslam’ın sesini yükseltmiştir. Yükselen bu sesin karşısında kriz
geçirmeye başlayan velayet mektebinin düşmanları muttefiklerini de yanlarına
alarak otuz altı yıldır velayet mektebinin taraftarlarıyla sıcak ve soğuk
savaşı devam ettirmektedirler. Ama ilahi bir yardım bu mektebin fedakar
erlerine ilimde, teknikte ve teknolojik kalkınmada yardım etmektedir. Basiret
ve akıl sahibi olanlar bu ilahi yardımı net bir şekilde görmektedirler.

Hira nur dağından yükselen Velayet
Güneşi, bin dört yüz küsür sene sonra İslam ülkelerinden bu defa İran’dan
yükselerek yine batı ve doğu bloklarını tehdit edecek kudrette kavuşmuştur

Alıntı: www.welayet.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment