نماز جمعه

 

Tarih: 12.12.14
Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah Ramazani

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun.
Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

Geçmiş hutbelerimizden  şu  sonuca 
varmıştık:  Kapsamlı,  kuşatıcı ve 
insanın  gerçek  maddi, 
manevi,  bireysel ve  toplumsal 
ihtiyaçlarına  cevap  verecek 
olan  bir  insan 
hakları evrensel  beyannamesi
veya  hukuk  kulliyesinin 
tedvini  için   vahiyden 
yararlanmak  gerek. Vahiy  desteği ve 
klavuzluğu  olmadan  insan 
haklarının  tüm  maddelerini  
sağlıklı  bir  şekilde 
tedvin etmek   mümkün  değil. Çünkü 
şimdiye  kadar  gerek 
bilim adamları  ve  gerekse 
sosyolog,   psikolog,  antropolog veya  varlık 
bilimcilerinden  hiç  bir 
kimse  veya  grup gerçek 
anlamıyla  ve  tümüyle  
insanı    anladığını ve 
çözdüğünü  iddia etmemiştir. Dolayısıyla  insanı  
tümüyle  tanımanın  tek  
yolu vahiydir. Vahiy  kanalıyla  insan hakkında   elde 
edilen bilgi sayesinde  insanın 
gerçek  ihtiyaçlarıyla gerçek  olmayan 
ihtiyaçları  ayırt  edilebilir.

Bu  meyanda   bir diğer 
önemli hususta  şudur: Vahyin  yardımıyla 
insan  haklarını  tedvin 
salahiyeti ve  liyakatı  kazanan  
kimselerin   vahyi  belli 
bazı  maksat ve  amaçlar 
için  kullanmaktan    ciddi 
bir şekilde  sakınmaları  lazım. 
Bir  başka   ifadeyle  
vahyi 
instrumentalleştirmekten   sakınmaları  gerek. 
   Bencil ve 
hodhah  oloan ve  kendilerini eksen  gören 
bu  kimselerın hukuk  tedvininde 
bulunmaları  makul ve  makbul 
olamaz. Çünkü    kendini  
beğenmiş  ve  mihver 
konumunda  gören  kimseler çoğu 
zaman  hakka  karşı tavır 
takınırlar.   Yani  bu tip 
insanlardan  hak ve  hukuk 
tedvinini  beklemek  zordur. Hatta 
bazen  hakkı  batıl ve 
betılı da  hakk olarak  göterebilenlerden   adilane 
bir  hukuki  yasama 
beklemek  mümkün  değildir.

Nitekim ayeti  kerimede   bu 
konuya  ışık  tutmaktadır: “ Hakkı  batıla 
karıştırmayın ve  bildiğiniz  halde 
hakkı  gizlemeyiniz”
Bakara  42  

Bu ayet   dini  ve 
vahyi  kendi  menfaatleri 
için  araç  kılan 
ve  dolayısyla hakkı  batıl ve 
batılı  ise  hakk olarak 
gösterenlere  işaret  etmektedir.

İmam  Ali a.s da   Nehc-ül 
Belağede   bu  korkunç 
ahlaki  çöküşe  işaret 
eden beyanında  şöyle  diyor: Karşılaştığınız  bir 
çok  şey  arasından 
en  fazla  sizler 
için iki  şeyden  korkuyorum. Nefsi  ihtiraslara   
uymak ve  uzun  emel 
ve  arzular   taşımak. Birinci  haslet 
insanı  haktan  uzaklaştırır 
ikincisi  ise  insana  
ahireti  unutturur. İnsanın  iki  
çeşit  ihtiyaçları veya  talepleri 
vardır  fıtri ve  biyolojik. 
İnsan  biyolojik   ihtiyaçların 
teminini  asıl  hedef   
olarak  kollarsa   mezkur 
tehlike söz  konusu  olabilir. Ancak  eğer  
fıtri  talep ve  arzular 
insanın asıl  kaygısı  olursa 
insan   fazilet  erdem ve 
hakk arayışına  koyulur. İnsan
hakkında  uzmanca  bir 
görüş  beyanında   bulunmak 
için  onun gerçek  ihtiyaçlarını   yalan ve 
gerçek  dışı  ihtiyaçlarından ayırt edebilmek  gerek. Aksine, insan   tanınmıştır 
zannıyla ve  gerçekte  ise 
hakikaatı ve  beklentileri  idrak edilmeden insan hakları  beyannemesi 
adı altında bir  karışım  insanlara 
takdim  edilir.  Ancak “La 
yusminu  wela  yuğni 
min  cu’ ne  açlığı giderir  ne de 
susuzluğu Yani  insanın  hiç 
bir  derdine deva  olmaz, 
günümüzde de  bunu  muşahede etmekteyiz.

 

Tabiki bir  kimse  eğer  
gerçek  anlamıyla insan  hakları 
kaynaklarıyla  aşina  olmak istiyorsa,  dünya 
ve  dünya ya  hakim 
olan  ilahi düzen hakkında  da sağlıklı 
ve  doğru  bir  
bilgiye  sahip  olmalı. 
Şu  anlamda,  Dünyaya 
hakim  olan kevni kozmik düzenin
belli  maksat ve  hedeflere 
matuf  bir  düzen 
olduğunu ve  hiç  bir 
şeyin  boşuna ve  anlamsız 
yaratılmadıuğını  idrak etmiş
olmalıdır. “ Gökleri,  yeri ve  aralarında 
bulunan  her  şeyi 
hakk  üzerine  yarattık” 
Ahkaf  3

Tabiki    varlığın tacı  olan 
insan,  bir  çok yüksek ve 
ulvi  maksatlar  için 
yaratılmıştır.

“Sizleri  boşuna  yarattığımızı ve  bize 
geri  dönmiyeceğinizi mi  sandınız”  Müminun 115

 

Başında  Allah’ın  yer aldığı varlık  pramidiyle 
birlikte  insan ve  cihan 
tanındıktan  sonra,

hem  insan ve  hem de onun hakk  ve 
hukuku  üstün  bir 
konum kazanmış  olur.  Böyle 
güçlü  bir  kaynağa 
yani  vahye  istinaden 
konuya  yaklaştığımızda,  duygu, 
akıl ve  şuhud aşamaları
başta  olmak  üzere 
insan  varlığının  tüm 
aşamaları  için  bir 
hakk  söz  konusu 
olur. İnsanın  bütün  boyutlarının takdir  edilip onurlandırılması insan  haklarının  
kuşatıcılığını  beraberinde  getirir. Eğer 
hepimiz  akıl ve  vahyin 
yardımıyla insan haklarının  tedvininin  gerekliliğini   kabul 
edersek. Böyle  bir  durumda 
insan  haklarının konusunda  hiç 
bir  şeyden  gaflet edilmiş  olmaz. Çünkü 
Allah’ın  ilmi  bütün 
ilimleri  kuşatmıştır. Hiç  bir 
şey  Allah’a kapalı ve  örtülü 
değildir.

“Göklerde  ve  yerde zerre ağırlığında bir  şey O’ndan gizli  kalmaz. Bundan  daha 
küçük veya  daha  büyük 
ne  varsa  hepsi 
apaçık  bir  kitaptadır.”  Sebe  3

  Bir 
başka  yerde de  şöyle denilmektedir  “ Senin 
Rabbin  hiç biz  zaman unutmaz.” O  gayb ve 
şehadet alemine  vakıftır.
Allah  insana  hayat 
hakkı  vermiş ve  onu 
varlık aleminin en değerli 
mahluku  nitelemiştir.
Dolayısıyla  onun  yarar ve 
zararını  herkesten  daha  
fazla  bilmektedir. Onun  yararına olan 
kanunları  her  kesten ve 
çevreden  daha  güzel  
koyanda  odur. İnsana   yakışan ve 
yaraşan  ne  ise 
onu da  en güzeliyle  bağışlayan 
yine  odur.

İnsan  haklarının  bir 
kaç  kişi veya  bazı 
çevreler  tarafından  yazılmasının 
bir  çok  sorunu 
beraberinde  getireceğinden  gaflet etmemek  gerek. Çünkü 
bunlardan  hiç  biri insan 
hakkında   yeterli  olan kapsamlı ve  kuşatıcı 
bilgiye  sahip  değildir ki 
onun  hukuki  tüm 
boyutlarına  hakim  olabilsin. 
Bundan dolayıdırki tedvin edilen 
kanunda  insanın  bir 
çok  hukuki  boyutundan 
gaflet edilebilir.  Eğer  insan haklarının  tedvin edenler  bu 
yetkiyi  kaba  kuvvet 
veya  politik  güçten 
dolayı  elde  etmişlerse, kesinlikle  güç ve 
sultayla  tedvin edlimiş  olan 
bir  kanun  toplumsal veya  bireysel  
zulme  ve  siteme   
son  veremez.

Nitekim  kişi   cehaleti, hatası veya  güçsüzlüğü 
nedeniyle  insanların  tüm 
yarar ve  zararlarını celb ve   def 
edecek  bir  kanun 
tedvin edemez. Eğer  bir  kaç 
kişi  bir  araya 
gelip  bir  komisyon 
şeklinde  insan  haklarını 
tedvin  etmeye  kalkışırlarsa 
yine  az veya  çok  farklı  derecelerde 
 hatalar,   sapmalar   ve 
sorunlar baş  gösterecektir.
Ayrıca  kişiler ve  gruplar  çoğaldıkça 
görüş  ayrılıkları da  çoğalacaktır. Bu durumde   çoğunluğun 
görüşünü  benimseyip  kabul 
etmek  gerek. Tabiki  böylesi 
bir  uygulama veya   çözüm 
çaresizlikten  dolayı  olabilir. Çoğu  zaman 
oluyorki  çoğunluğun  görüşü 
isabetli ve  adilane  olmayıp insanın  gerçek  
hukuki   beklentilerini  temin etmeyebilir. Herhalukarda   bahsettiğimiz  şekilde 
hazırlanan  kanunların  bir 
çok  sorunları  olabilir.

Dolayısıyla  en  iyi 
çözüm  ve  yol 
kanunların  tedvinine  vahyi 
mudahil   kılmaktır. Vahiy  sayesinde  
insanın  tüm  hukuki 
boyutlarına    teveccüh  eden  en  iyi 
kanunu  tedvin etmek ve  insanların 
hizmetine  sunmak ve ancak  bu 
vesileyle  hem  bireysel ve 
hem de  toplumsal  alanda 
adaleti  gerçekleştirmek  mümkün  
olabilir.

Sonuç  olarak  şunu 
söylemek  mümkündür: Yasama  konusunda 
iki  nedenden  dolayı 
öncelik  Yüce  Allahındır.

 

Birinci  Neden: İnsan 
kendisine  varlık  bağışlayan 
yaratıcısıyla  sıkı  sıkıya 
bir   irtibat  içerisnde 
bulunmaktadır. Bu  irtibat    hem 
insanın  yaratlışının  aslı ve 
hem de  bekasıyla  ilgilidir. Dolayısıyla  insan tekamul 
sürecinde  Rabbine  muhtaçtır. Kendi  kendine 
tekamül  seyrini katedemez.
İnsan  haklarının  tedvini 
ve   tahakkuku da bu  tekamul 
seyrinde  atılan  önemli 
bir adım  olduğundan dolayı  ölçüsü 
ve  çerçevesi  varlığın 
sahibi  tarafından  belirlenmelidir.

 

İkinci 
Delil: İnsan  hakları 
hazırlanırken.  İnsanın
gerçek  ihtiyaçlarının  tesbit 
ve  teşhisi   çok  
büyük  bir  önem 
arzetmektedir.  Bu  tesbit ve 
tanımada  insanın  tüm 
varlıksal  boyutlarına  tam 
bir   vukufiyet  ile 
mümkün  olabilir. Yüce  Allahın da 
insanın tüm  boyutlarına   vakıf 
ve  alim  olduğu 
ap açıktır.  Öyle  ise 
İnsan  haklarını  belirleme 
yetki ve  salahiyeti  sadece  
Allaha  aittir.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment