نماز جمعه

 

Tarih: 17.10.14
Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah  Ramazani

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden odur.
Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

Hak  kelimesinin   sözcük ve 
kavramsal  anlamı  hakkında 
çok söz  söylenmiştir. Bu  konuyu 
tabiki ilmi ve akademik  bir  şekilde 
ele   almak  lazım. 
Ancak  asıl amacımız  İslam açısından  oldukça  
önemli  olan insan  hakları 
konusunu  ele almak  olduğundan dolayı, mukaddime  niteliği 
taşıyan  hususlara  konumuza 
sağladığı  fayda  oranında 
değinecek ve  asıl    mevzumuzun 
içeriği  üzerinde   yoğunlaşıp, hak  ile 
mülkiyet, hak  ile  hüküm 
arasındaki  farklılıklar ve  benzeri 
detaylara   girmiyeceğiz.
Öncelikli  hak, mülkiyet veya  tabii ve 
mevzui hak gibi  konulara da  değinmiyeceğiz. Çünkü   konuşmalarımızda ve  yazılarımızda muhataplarımızın beklentisi,  seviyesi ve 
farklı  milletlerden  oluşunu da 
nazarı  itibara  alarak önceliklerimizi  ona 
göre   belirlemek  durumundayız. Tabiki  ilmi 
ve  akademik  çevrelerde 
bu konuları en  ince  detaylarına 
kadar  ele  alıp  
incelemek  gerek.

 

Şunu da  hatırlatmakta 
yarar  vardır.  Hukuk ilminde ve dilinde  çok 
önemli  bir  yer 
işgal eden  hak  kavramı 
için  bir  çok 
farklı  tanım  yapılmıştır. Ancak bu  kelimenin mahiyetini mantıklı ve  kabuledilebilir  bir 
şekilde    beyan eden 
bir  tanım   şimdiye 
kadar  sunulmuş  değildir. Çünkü  bu 
kavram  toplumda   kullanılan itibari    kavramlardan  biridir. Toplumsal  kurallar 
bu sözcük  için pek  fazla açık ve net değil. Ancak  hak  mefhumunun daha  fazla açıklanması ve  izahına 
katkı sağlayacak  kelime  ve 
sözcükler  kullanmak  mümkündür. Bu 
noktadan  hareketle bazı    müslüman uzmanlar  ‘‘hukuk“ 
kelimesini  kavramsal  olarak 
şu şekilde  tanımlamışlardır.

„Hukuk“ İnsanın ve  kainatın 
Rabbi  tarafından  bireyin ve 
toplumun   saadetini  temin etmek ve toplumda  düzen, adalet ve eşitliğin sağlanması  için 
tedvin edilen  kanunlar  bütünüdür.

 

Diğer  tanımlara 
kıyasla  dini açıdan bu  tanımın 
daha  kapsamlı ve  kuşatıcı 
olduğunu  söyleyebiliriz. Bu  noktadan 
hareketle  hukuk  ile  
ilahi ahkamın  birbirlerine avdet
döndüğü   ettiği  sonucuna 
varabiliriz. Anlatılanlara  
dikkatle hukukun  ahkama rucu
ettiğini söylediğimizde  şunu  kastediyoruz. Örneğin insan özgürlük  hakkına 
sahiptir ve  bu  hakkı 
kendisinden selbedemez uzaklaştıramaz Bu  ilahi mevhibe   ve 
lütuftan  dolayı  insan için 
bir  takım  ahkam saptanmıştır.  Yani hak sahibi  olan ve 
kendisi  için özgürlük
öngörülmüş  olan insan bu  hakkı 
muhafaza etmek  için  bir 
takım  yükümlülükler  taşımakta ve 
bazı ahkamı  uygulamak  zorundadır.

Bu hükmü  Allah’tan 
ayrı  düşünemez.  Her ne 
kadar  özgürlük,  hayat…. 
İnsanın  hakkı  gibi 
görünüyorsa da, dinde   bu 
hakkın  ruhu  Allah’ın hükmüdür. Örneğün  nasıl ki 
insan temiz   hava ve  sudan 
yararlanmalı ve  bu ikisinden  kendini  
mahrum  kılma  hakkına 
sahip  değilse aynı  şekilde Allah’ın kendisine  tanıdığı 
haklardan  yararlanmakla  yükümlüdür. Ahkamın  hukuka 
avdeti, dönüşünün anlamı da 
şudur. Allah  insanı  kemaline 
ulaştırmak  için  ahkam 
adı altında  bir  takım yapılması ve  yapılmaması 
gerekli  olan  hususlarla 
insanı  mükellef  kılmıştır. Bu ahkamın  ruhu ve 
özü de insanın   tekamul
arayışı  hakkıdır. Dolayısyla  nasıl 
ki  insan  o 
hakları  kendisinden   selbedemiyorsa atıp  auyaklaştırmak Bu  ahkamı 
da  bir   kenara 
itemez. Öyleyse  şeriat ve  ilahi 
kanun  mevzusunda  geçtiği 
üzere,  ahkamın  kökleri 
insanın  fayda  ve 
zararına  uzanmaktadır.
Dolayısıyla   ahkamın  ruhunun 
esasının   ilahi ve  beşeri 
haklar  olduğu  sonucuna 
varmak  mümkündür.  Kur’anda 
dinin hakikatı hakkın metni ve 
yolun kendisi  olarak  tanımlanmıştır.“ O  peygamberini 
hidayet ve  hak  din 
ile  gönderendir.“   Tevbe 
33

 

Konunun  daha 
iyi  anlaşılması  için insanın varlık alemiyle  olan  
bağ ve  ilişkilerinin
hatırlatılması  yerinde  olacaktır. İlahi  ahkam ve 
kurallar  insanın alem ve  tabiat  
ile  olan  ilişkileri 
üzerine tanzim edilmiştir. Nıtekim 
bu  itibari kuralların  ruhu mezkur 
nesnel  hakikatlere  dönüş 
yapmaktadır. Bunun için  dini  ahkamlar 
sırf   normal toplumsal itibari
sözleşmeler  değillerdir. Her düzensel 8  yapısal  
değişimle değişsin veya ilğa 
edilsin. İslam açısından tüm 
insan hakkının  temelini  tevhid teşkil 
etmektedir. Allah  bu  kanunlar aracılığyla  hakkı 
ihya etmeyi  ve  batılı 
yok etmeyi  irad etmiştir.  Nitekim 
konuyla  ilgili  ayeti 
celilelerde  şöyle  denilmektedir. ‘‘ Ama   Allah, sözleri ile hakkı  yerleştirmek 
ve  kafirlerin kökünü kazmak  istiyordu. Bu 
suçlular hoşlanmasada hakkı 
yerleştirmek  ve  batılı 
yok etmek  içindir.‘‘  Anfal 7 

 Aşağıdaki 
ayeti  kerimede  kafirlere 
verilen  azabın hakkın  gerçekleşmesi 
olarak  nitelenmesinin
nedeni,  azabın  onlar 
için   sabit  kılınmasından 
dolayı  değil.  Bunlar 
dünyada  zalim ve  saldırgan 
olduklarından  dolayı  onlara 
azabın  verilmesi  yerindedir. 
Onlar  istemeseler de. Ayeti  kerimede 
Allah  şöyle  buyurmaktadır:  “ 
Haklarında azap  kararı  verilmiş olanlar  derler ki “Rabbimiz! İşte bunlar  bizim 
saptırdığımız kimselerdir. Kendimiz 
saptığımız  gibi onları da
saptırdık. Onlardan  uzak  olduğumuzu 
sana  arz ederiz. Zaten  onlar, bize 
tapmıyorlardı‘‘ derler“ 
Anfal  8

Buna  binaen, cennet  hakka 
yönelenler ve  cehennem de  batıla 
yönelenler  için  haktır. Yerinde  bir 
karşılıktır. Herkes yöneliş ve 
amelinin  karşılığına  şayestedir.  “ Bir  kesimi 
hidayete eriştirdi,  bir kesime
de  sapıklık  hak 
oldu. Çünkü  onlar, Allah’ı  bırakıp 
O’nun yerine şeytanları 
kendilerine  dost ve veli  edindiler. Kendilerini   hidayette  
sanıyorlardı.”  Araf 30

 

Ayetin kendi  ifadesinden de  anlaşıldığı 
üzere:  O   sapıtanlar  
kendilerini  helak  ettiler. Kendi  eliyle bunları  yaptılar, 
başkaları  değil. Yani
karşılaşacağı her  durum kendi  amel ve 
yaptıklarının sonucudur. Geçmiş 
bahislerden  de  şu 
sonuca  varmaktayız. İlahi  ahkam 
ile  insan  hakları 
arasında  sıkı  sıkıya 
bir   irtibat  bulunmaktadır. Öyleyse  bir 
taraftan  insanın  varlık 
alemindeki  konumu ve  kainat 
ile  olan  irtibatı diğer  taraftan 
hak   mefhumu ve  Halıq 
ile  olan  irtibatının 
açıklık  kazanması  lazım. Hakkın 
şer’i  düzeni  yaratılışın hak  düzeni 
üzerine  inşa edilmiştir. Bu  iki  
düzen    teşrii  hak 
ile  tekvini  hak 
birbiriyle uyum  arzetmektedir.

Dolayısıyla  insan  haklarının çok  yönlü 
bir  şekilde  temini ve 
tahakkuku   ancak   ilahi 
ahkamın sağlıklı  bir  şekilde 
tanınmasıyla mümkün   olabilir.

 

Vesselamu aleykum wa  rahmetullahi
wa  barakatuhu.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment